S O Y L U E D E B İ Y A T
utku özmakas-4
HAYATTAN DERS ÇIKARANLARA DİL ÇIKARAN ŞAİR: ENİS AKIN (Utku Özmakas)
On ikiyi ıskalayan hiçbir şey varolamıyor.
John Berger
Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar
1/
“on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir”(1) Enis Akın’ın Varlık dergisinde yayımlanmış bir şiiri. Şiiri ilk okuduğumda bu şiirin incelenmeye ve yeniden tekrar tekrar okunmaya değer olduğunu düşünmüştüm. Enis Akın şiirini “Hiç ama Birini”(1989) kitabından sonra tekrar okursak ve onun “öpünce geçmez”(2003)de ortaya net bir biçimde koyduğu deneyci yanını ele alarak incelersek, “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” Akın şiirinde “akıntıya kapılmasak da bi yere gideceğimiz yoktu zaten”(2) şiiri gibi ayrı bir yere koymak gerekir. Baktığımızda Enis Akın “öpünce geçmez”de ki şiirlerin düzeninin “tasarlanmış bir dağınıklık”(3) olduğunu söylüyor. Bu tasarlanmışlığın ötesinde, bilinçaltındaki bir tasarlanmışlık gibi geliyor bana da. Tıpkı “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” şiirinin biçimi gibi.
Enis Akın, özellikle “Puşt Ahali” ve “öpünce geçmez” kitapları çerçevesinde incelendiğinde hayattan ders çıkaranlara dil çıkaran bir şiir yazıyor. Ölüm ise ciddiyeti ile aslında ona pek de yakın olmayan bir konu ancak yeri gelince ölüme de dil çıkarmayı başarabiliyor!
2/
Yenilik dediğimiz şeye dair söylediklerimizin çoğu eskidir. Elbette bir önceki tümcem de dahil bu eskiliğe. Biçim açısından yeni olmak belki de yeniliğin en zor ayaklarından biridir. Biçim için denenmiş yenilikler, şiire zorunlu bir sonuç çıkartırsa biçimsel bir arkaizme kaptırabilir şairi. Bu açıdan bakılırsa Enis Akın, “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” şiirinde biçim açısından eski sayılabilir. Ancak bu noktada şiiri incelenmeye değer kılan yanın anlam, deney ve kavramları sorgulayışının sonundaki çarpışma sesleri olduğunu belirtmek gerekir.
Bu üç öğe genelinde “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” şiirini ele almak şiir adına yeni olanaklara doğru bir yolculuğa çıkmış oluruz.
3/
Şiir, 4+6+2+2+4+2+1+4+14+5=44 dizeden oluşuyor. Yalnızca küçük harflerle yazılmış bir şiir. Biçimsel olarak içeriğe bağımlı ve ona uymak zorunda kalmış bir şiir. Beyaz kağıda çizgiler çizip, biçimi belli edip daha sonra o biçimi doldurmuyor yani!
Dizelerde kırınımlara biraz yer vermiş.
“Ölüm” sözcüğü yedi, “baba” sözcüğü altı kez, “oğul” sözcüğü üç kez geçiyor şiirde. Bu üçlü baskınlığını hem imge hem de sözcük sayısı düzeyinde gösteriyor.
4/
“on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” anlam açısından ele alınırsa imge düzeni olarak bir bütünlük gösterdiği görülebilir. Bu bütünlükten kastım ise bu şiirin bir görüntü biçiminde oluşturulmuş olduğudur. Şiirin bütünlüğündeki bir görüntüden ve an’dan söz edilebilir. Bu da şiirin iç göndergelerle kurulmuş olduğunu gösterir. Dizeler “bütün bir görüntüyü” yer yer öncesinde ve sonrasında ve tam o sırada ele alarak kurulmuştur. Fakat bu şiirde kronolojik bir sıra ile yapılamamış tam tersine Enis Akın’ın deyimiyle, “tasarlanmış bir dağınıklık” olarak şiire yer almıştır. Bu tasarlanmış dağınıklık ise şiire zaman öğesini katmıştır. Bu zaman öğesi ise dağınık bir biçimde şiirdeyken, okurun kafasında şiiri anlamlandırırken bir sıraya oturuyor.
Hatta şiirde bunu okuyucuya açık açık da söylüyor şiirde. “geri geri zıplayan zaman...” dizesinde iç hesaplaşmasını yaparken bir geri dönüşleri ve günümüzle bu dönüşleri sert sesler çıkararak çarpışmasını anlatıyor şiir. Geçmişten günümüze bir yolculuk yapmıyor. Bu tür sıradan bir hesaplaşmaya girmiyor. Belki de Enis Akın’ın “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” şiirini - eğer yeniyse - yeni kılan etmenlerden biri de budur!
5/
Şiirde öne çıkan birkaç öğe var. Çocukluk, matematik, mutsuzluk, dünya ve elbette ölüm! Baudlaire’in “mutlu sanatçı yoktur” sözü bu şiirden sonra biraz daha etkiliyor beni. Yaşantılardan kalan tortular bu şiirin kurulmaya başladığı an olarak sayılabilir. Zaman zaman çocukluktan kurtulup “büyük adam” oluyor şair ve “taşa saplı bir kılıcı kanırtmak gerekir” diyecek kadar cesur ve kendinden korkmayan bir adam oluyor. Meydan okumayı bile aşkla yapıyor. “peki hanginiz vidalayacak beni bu dünyaya / bu ölüme bu matematiğe?” derken başkaldırısının altında bir arayış bulmak da mümkün. Bu arayışın sonuçsuz kalacağını bilir gibi sorusu.
Matematik öğesi ise zaman öğesi ile birlikte ele alınabilir. Bu öğe yaşantı olarak baba ile çocuk arasındaki baskın anılardan biridir ancak şiirin biçimsel özelliklerine özellikle yansıtılmıştır. Şiirde özne-nesne ilişkisine yeni bir bakış açısı olarak da görülebilir bu bağ.
Dünya ve ölüm ise, diyalektik bir bakış açısı ile incelenirse şiirde yerine oturtulabilir. Bunu şiirin genelde yapmanın yanı sıra özel olarak şiirin altıncı bölümde uygulamak başka yollara kapı açıyor. Hesaplaşma ve sorgulama yeniden beliriyor şiirde. “peki hanginiz vidalayacak beni bu dünyaya / bu ölüme bu matematiğe?” dizelerinde “bu” sözcüğünden sonra gelen sözcüklerin tümü bir alt dizede olabilirdi ama “bu dünya” kısmı ölümden uzakta hatta baktığımızda tam ters bir açıda (birisi dize sonunda diğeri bir başka dize başında) yer almaktadır. Onların uzaklaşması ölüm ve dünya ile yapılan bu oyun tıpkı eskiçağ filozoflarından Epikuros “yaşıyorsak ölüm yok, ölüysek yaşam...” sözüne benziyor.
Çocuk ve çiçek bağı şiirin beşinci bölümünde kuruluyor. Yeni açmış bir çiçek olan çocuk “solmuş çiçeklerin altında” yaşayamıyor.
6/
Enis Akın, şiirinin deneyci yanının eleştirilebilecek en önemli yeri ise, “deneyi bile elinde kağıt kalemle hesap yaparak yapması”dır. Şiirin başlığına baktığımızda başlıkta bir sözdizimsel bir sapma görüyoruz. Bunu pervasızca değil de hesap ederek yapıyor şair. Çünkü amacı dikkati “on ders”e ve “ölüm”e çekmek! Vurguyu “ölüm”e ve dikkati “on ders”e çekiyor. Şiirin içinde yoğun matematik uğraşı da bunu gösteriyor. Deneyi kontrol altına alıyor. Şiirin dokuzuncu bölümüne bakarsak “sen beni iste-/miyordun” dizeleri kırınım biçiminden deneysel bir yan olarak görülebilir. Yanılsamaya, gerçeğe gidile yolda uğranır. Gerçeğe giden pek çok yolun tuzakları vardır ve bu yolda gerçek yerine yanılsamaya gidilir. Pek çok yanılsama ise insanı mutlu edebilir! Bunu fark eden şair, gerçeği yani babasının onu istemediğini öğreniyor ama kendini tatmin etmek için “sen beni iste” diyor. Dileği var ve gerçek onun istediği gibi değil. O da bir yanılsama ile mutlu olmaya çalışıyor.
Şiirin bu bölümündeki “
Şiirin deneyci yanına örnek olarak da bir başka sözcük gösterilebilir. “oğluyla vedalaştırılmamış bir adam mı ölür / yoksa bir “ulan tonton yanak” efsanesi mi aniden” dizesindeki biçim, ilginç bir deney biçimidir. Bu dizelerdeki şiirsel olanakları yalnızca sözdizimsel sapma olarak açıklamak buradaki ince oyuna hakaret olacaktır. “aniden” sözcüğünü, dördüncü bölümde yer alan bu dizelerden ilkini okuduktan sonra koyarak dizenin geri kalanını okumak bu oyunun yalnızca sözdizimsel sapma ile sınırlı kalmadığının göstergesidir.
7/
Dünya ile ilgili sorgusu ölüm üzerinden yürütülebilir ve tabii ki ölüme haykırışları da dünya üzerinden! “ölüm oyunu bıraktı” dizesi sanırım savıma en iyi örnektir. Dünyaya ait bir olgu olarak “oyun”, ölümün bir niteliği olarak ele alınmıştır. “Ölümün kötü şakası” gibi sıradan deyişlere gidilmemiş ve yenilik sağlanmıştır. Bu da sanırım “dünyaya yenilmenin vahşi tadı”nın acı bir parçasıdır.
8/
Baba, ölüm ve hayat ekseninde yapılan bu hesaplaşmanın en önemli ayağıdır. Babanın eksikliği kendinden de bir şey götürmüştür şairin. “ben bugün babamdan öldüm” dizesi ise bu eksikliğin hayata nasıl yansıdığının bir göstergesidir. Onun “baba”sı Slovaj Žižek’in “babanın adı” kavramındaki babadır. Gerçek babaya daha yakındır ama ne gerçek ne de simgesel bir babadır. Enis Akın her ne kadar otorite olmayı ve iktidarı sevse de baba bir otorite olarak değil tam tersine anti-otorite olabilecek bir biçimde konumlandırılmıştır şiirde. Onun “şiirdeki baba”sı gerçeğe hapis olmuştur, bir imge olarak anlamlar yaratmak için değil gerçekliği konumlandırmak, gerçeklikle hesaplaşmak için vardır.
Buradaki baba çocukla en temel ve en sağlam ilişkisi ölüm köprüsü ile kurar. İki öznenin arasında yaşantısal bağlar da vardır elbet. “bir edirnekapı uzatır mısınız/matematik bilen biri/o yüzden mi üşürdü elleri hep” dizesi yaşantılar sonucu ortaya çıkmıştır. Ancak babanın yaygın ve temel davranışları, çocuk üzerinde bir hatırlama unsur olarak, bilmeye dönüşmüştür. İnsan doğası gereği bilmek istediği(4) için de bilinemeyen –yani yaşam ve ölüm- sorgulanır. Enis Akın iktidar istese de ölüme iktidar olmuyor!
Baba, “yalnızca iki kere ölüyor” (5) şiirde. Tam da Slavoj Žižek’in metaforunda olduğu gibi gerçek ile simgesel ölüm iç içe giriyor. Gerek ölümden Enis Akın’da kalanlar metaforik bir ölüm ile birleşiyor. Bu açıdan bakınca ölüm bile iki kere ölüyor!
9/
Baba, çocuk ve çocukluk!
Enis Akın, “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” şiirin son bölümünde babasını, kendisini ve kendi - doğmamış - çocuğunu bir araya getiriyor. Bu şiirin en vurucu dizeleri onuncu bölümde yer alıyor. Bir kavram olarak “çocukluk”un üzerinde “akbaba gibi gezip dolaştığı”(6) belli şairin. “Oğlum doğana kadar tutum ağlamamı/şimdi ne zaman uzanıp oğlumu öpsem/alnıma sakalları batıyor babamın” dizeleri de şiirin vuruculuğunu arttırıyor. Bu da imge olarak babanın gerçeklikten kurtulduğu birkaç dizeden biri oluyor. Nesnesini şiirde iyi kullanıyor Akın.
10/
Elbette “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” şiirini bu kadar dağınık inceleyişimin altında “tasarlanmış bir dağınıklık” vardır. Şiirin okunuşa yeni bakış açıları katmaktan çok şiiri yargılayan bir duruşu sergilemeye çalıştım. Bu tutum şiirin “geleceğe kalacak bir şiir” olduğunu düşünmemden kaynaklanmaktadır. Baba imgesini bir otorite ya da sevgi anlamı olarak klasik tanımlamalardan kaçırıyor. Anlatımı ile onu yaşantıya saplarken, yaşam ve ölüm kavramlarını diyalektik bir biçimde sorguluyor. Sorgulamayı çok iyi tasarlanmış bir biçimde bitiriyor. İşte bu nedenlerle Enis Akın’ın “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir” şiirinde “On ikiyi ıskalayan hiçbir şey varolamıyor”!
Utku Özmakas
(heves şiir – eleştiri dergisi, sayı 7)
Kaynaklar / Notlar :
(1) “on derste birisi ölünce ne yapmak gerekir”, Enis Akın, Varlık Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, Şubat 2004, Sayı:1157, sf:45
(2) “akıntıya kapılmasak da bi yere gideceğimiz yoktu zaten”, Enis Akın, “öpünce geçmez”, sf:5
(3) Enis Akın’
(4) “İnsan doğası gereği bilmek ister”, Aristoteles
(5) Slavoj Žižek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, Yalnızca İki Kere Ölünür, sf:146, Metis Yayınları, Ocak 2002
(6) Enis Akın’