S O Y L U E D E B İ Y A T

özdemir ince



ŞAİR, ŞİİR VE HAYAT (Özdemir İnce)

 

Toplantının bu oturumdaki konusu “Tehdit edilen yaşam karşısında şair” değil de “Tehdit edilen yaşam karşısında şiir” olsaydı kendimi bu kadar sıkıntı da hissetmezdim. Önce şiirin kendine özgü bir yapısal mantığından ve spiritüel, metafiziksel evreninden söz eder, ikinci olarak tükenmesi olanaksız hammadesine değinir, daha sonra da dilsel yapıda arkeolojik kazı yapardım. Herhangi bir şiiri yazan şair ise para kullanan vergi veren, bazen işkence görüp hapse giren, bir devletin vatandaşı olan toplumsal bir varlık. Bu durumda tarihten, coğrafyadan, teknolojiden, medyadan, savaşlardan, enflasyondan, globalleşen ve giderek kültürsüzleşen bir toplumdan söz edeceğiz. 

 

 

Şair dediğimiz ve ticaret dünyasının mantığıyla çelişen, dehası ona muhalif bir şey üreten kimse, bildiğimiz kadarıyla, tehdit edilen varlık karşısında ilk kez bulunmuyor, anımsanmayacak kadar uzun süredir aynı durumda. Herhangi bir ülkenin şiir antolojisini inceleyecek olursak, tehdit altındaki varlığın şiire dönüşmüş soluğunu yüzümüzde, yüreğimizde hissedebiliriz. Bir tarihi, bir belleği olan insan geçmişe karşı nostaljik duygular beslemiştir.

 

Şimdisinden de hoşnut olmayan aynı insan, gelecek denen bilmece karşısında her zaman ürküntü duymuştur. Nostalji, hoşnutsuzluk ve ürküntüyü aynı anda hisseden insan, başta kendi varlığı olmak üzere Varlık’ın tehdit altında olduğu saplantısından kurtulamamıştır. Zaman zaman bir karabasana dönüşen bu tedirginliğin yüzyıl ve binyıl başlarında iyice yoğunlaştığı görülür.

 

 

999 yılından 1000 yılına girerken, insan kutsal kitaplarda yazan kıyametin birkaç ay, birkaç hafta, birkaç gün içinde kopacağına inanmanın dehşetini yaşıyordu. Yirminci yüzyıla girerken yaşanan fiestada bile korku ve kaygı eksik değildi.

 

 

Bana soracak olursanız, size İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren bir yeryüzü cehenneminde yaşadığımız söyleyebilirim. Dünyanın hangi ülkesinde olursanız olun, bu cehennemin hallerini her türlü basından izleyebilir, dahası naklen yayını seyredebilirsiniz: Savaşlar, açlıktan ölüme hazırlanan bir deri bir kemik çocuklar, çöp bidonlarından karnını doyuran insanlar. Kısacası, şu dingili çıkmış kahpe dünyada “mutlu” insanın sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Son elli yılda, kapitalist rekabet, tüketim çılgınlığı, insanın pek de lehinde çalışmayan medyatik ve enformatik devrimler, audio-visuel emperyalizm insanı şaşkın tavuğa çevirdi ve insanın insan değerlerini yitirmesi giderek hızlanan bir ivmeyle devam ediyor. Umutsuz ve ezik insanlık katı milleyetçilik ve köktendincilik afyonunun etkisi ve audio –visuelin saltanatının bir yan ürün olan kolektif beynin yarattığı bir kendinden geçme içinde, daha öncekilere hiç benzemeyecek olan yeni bir faşizmin uçurumlarına doğru hızla yol alıyor.

 

 

 

Günümüzde gözleri gören ve kulakları duyan vicdan sahibi bir şairin, Varlık’ın (Hayatın) tehdit altında olduğunu anlaması için bir bilici, bir yalvaç olmasına gerek yok. Tehditin dehşetini anlaması için biraz insancıl bir yürek, gerçekçi bir akıl ve orta halli bir imgelem gücü yeter de artar bile. “Tehdit edilen yaşam karşısında şair!” Bu saptama, ister istemez, insanın aklına, “Peki ne yapmalı?” sorusunu getiriyor. Politik bir soru kuşkusuz. Şairin insan, vatandaş ve şair olarak yapacağı bir şey yok mu? Günümüz “site” sinde şairin ve aydının hiçbir yaptırım gücü olmadığını düşünmeyen yok gibi. Sanıldığının tersine, şairin yaptırım gücü hiçbir zaman olmadı, o sadece içindeki sesin buyruğuna uyup gördüklerini kitaba yazdı: Suyun ve rüzgarın kitabına. Ama bir münafık çıkıp şöyle bir soru sorabilir: Bu dünyada, Sain-John Perse’in Nobel Ödülünü kazandığı yıl yayımlanan kitabı yüz nüshadan fazla satmıyorsa, dünyanın birçok büyük şairinin kitapları yazıldıkları dilin konuşulduğu ülkelerde binden fazla basılmıyorsa, gördüklerini kitaba yazmasının ne önemi olduğunun ileri sürüldüğü bu dünyada, kuşkusuz böyle bir soru soracak insanlar olabilir. İt ürür kervan yürür ve şair gördüklerini kitaba yazar. Bunun kanıtı da Ren e Char’ın şu cümlesi: “Şiir yeniden tanımlanan insanın gelecek yaşamıdır” Varlığın tehdit altında olduğu site’de şairin en önemli rolü “Hayır” demekle başlar. Demek ki “Ne yapmalı?” sorusunun yanıtı, “Hayır” demeyi bilmekmiş. Şöyle biraz düşünelim. Dünyanın en büyük şairleri “Hayır!” demeyi becerenler değil midir? Fransızlarda Villon, Araplarda Hallac, bizde Nesimi, Pir Sultan Abdal. Daha yakınlara gelelim: Lamartine, Victor Hugo, Walt Whitman, Baudelaire, Lautr émont, Rimbaud. Sanılır ki yirminci yüzyılda yalnızca bağımlı şairler toplumun sorunlarıyla ilgilenmiştir. Bağımlı sözcüğünü uzaktan kumandalı sözcükleriyle karıştırırsak tarihsel bir yanlışlık yapmış oluruz. Bağımlı olmakta bir gönüllülük, kendi iradesiyle seçme eylemi söz konusudur. Komünist şairler (gerçek şairlerden söz ediyorum) kadar hermetik şairler de, lirik şairler de bağımlı olmuşlardır. Her gerçek şair gördüğünü kitaba yazmaktadır ve kendi sesine bağımlı olmuştur. 

 

 

“Şair ne yapmalı?” sorusuna, şiir tarihine yani antolojilere bakarak bir yanıt bulabiliriz. Görürüz ki: Gerçek şairler her zaman uluslarının ve dillerinin ortak belleğinin sicil muhafızları olmuşlardır. Mayakovski ve Brecht ne kadar ortak belleği temsil ediyorsa, Paul Celan da, Yves Bonnefoy da bir ortak belleği temsil etmektedirler: hem ulusal, hem de evrensel belleği. Emile Zola bir şey yapmak zorunluluğunu hissettiği için “İtham ediyorum!” demiştir. “Hayatı değiştirmek gerek!” diyen Arthur Rimabud da, “İnsanlığı avunduran şairdir” ve “Düşünsel bir kan lekesini bütün denizlerin suyu yıkamaya yetmez” diyen Lautr émont da aynı şeyi yapmıştır. Çağının çağdaşı olan her gerçek şair bunu yapar. Çağının çağdaşı olmak dünya vatandaşı ve evrensel insan olmaktır. Bunun için de kitapların tirajına bakıp topluma küserek inziva kozasına girmemek gerek. Çağımızda sadece şairliğin değil hiçbir mesleğin önemi yok. Sadece paranın önemi var. Başka meslekler paraya ve onu önemli kılan öznel koşullara “Hayır!” demeyi beceremeyebilirler, ama şair olmak için ilkin “Hayır!” demeyi bilmek gerek. Okuru azmış, çokmuş bunun hiçbir önemi yok.. Şairin eylemi bir yüreğin eylemine benzer: yürek hem yaşamak hem de yaşatmak için çarpar. 

 

Şairin yazdığı şiir geçişli olmuş ya da hermetik olmuş, bunun hiçbir önemi yok. Her iki şair de sicil muhafızlığı yapmaktadır. Her ikisinin de okuru vardır. Bir tek okur bile dünyaya bedeldir. Ben kendi adıma hiç okurum olmasa bile şiir yazmayı sürdüreceğim. Çünkü, günümüz insanı türlü etkiler altında şiire ihtiyacı olmadığı yanılsamasına kapılsa bile, günün birinde bazı insanlar mutlaka şiire ihtiyaç duyacaklardır. Bu nedenle, şair o gün için şiirini hazır tutmalı ve şiir okunu beklemelidir. İnsan şiire gereksinim duyduğu zaman onu bulur ve “okur” olur. Günümüzün çağının çağdaşı şairleri, bütün önyargılardan kurtulmuş durumda, sonsuz bir zamanda oturuyorlar ve sonsuz bir zaman için şiir yazıyorlar. Bu, kuşkusuz, varlığı tehdit eden “şeyler” karşısında şairin meydan okumasıdır.

 

 

 

 

Özdemir İnce

 

* Şairin 26 Eylül 1998 günü Casablanca'da Uluslararası Şiir Festivali'nde yaptığı konuşmanın metnidir. Adam Yayınları'nca yayımlanan Şiirde Devrim adlı kitabından alı

 

 

 

   

 

 


bugün 175 ziyaretçi (234 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol