|
Şiir üstüne eleştirel yazılar yazan biri olarak ortaya koyduğumun ne olduğunu, ne olmadığını düşündüğüm çok olmuştur. Öncesinde yazdığımı sonrasında kendimi hiçbir zaman tanımlama, kendime bir kimlik verme ya da adlandırma gereği duymadım. Hatta adlandırmaları, kimlikleri ve tanımlamaları hep reddettim.
Söz konusu tutumumun benim için oldukça basit bir açıklaması var; ben yalnızca bir şiir okuruyum. Şiir üstüne yazanların hepsinin de okur olduğunu düşünüyorum. Okur olanınsa okurluk dışında başka bir biçimi ihtiyaç kabul etmeyeceği kanısındayım.
Kendimi okur, yazdıklarımı da okurluk olarak açıklamakta hiçbir zaman sakınca görmedim. Tersine kendimi hep bir şiir okuru olarak gördüm, öyle anladım. Şiir üstüne yazdıklarım da o okumaların bende bıraktığı tortuydu. Bu sayede acımasızca eleştirel bir şeyler ortaya koyduğum gibi düş kurmaktan da geri durmadım.
Bu bağlamda şiir okurunun yazdıklarında otoriter bir bakış açısının olmaması gerekir. Çünkü şiir okuru hiçbir biçimde otorite değildir. Tersine otoritaryen bakış açılarını başından yadsır, reddeder. Buysa şiir eleştirisini otoritaryen olmaktan çıkaran bir olgu olduğu kadar okurun şiiri içselleştirmesini ve onunla ilişki kurmasını sağlar. Şiir yazanların ve şiir üstüne yazanların bu anti-otoriter okurlukları sayesinde şiirin ve eleştirinin sınırların sürekli ihlal edilir. Şiir de, eleştiri de ihlal ve saldırılarla ilerler.
Eleştiren okur Gaston Bachelard’ın deyimiyle şiiri okuyarak düş kurandır. Ama bu düş kurma peşinden olumsuzlamayı ve kargaşayı getirir. Kaldı ki düş kurmak farklı okuma ve anlamlandırmalarla mümkündür. Şiirin düş kurmaya izin vermesi onun eleştiriyle ilişkisini de açıklaştırmış olur. Düş kurma eleştirinin ihlal ediciliğine eklendiğinde ise bireyin önünde büyük bir alan açılır. Bu eleştirinin, olumsuzluğun belirlediği alandır. Eleştiri ihlal ederek, saldırarak, yıkarak , kargaşa yaratarak okurun düş gücünü geliştirir, bugünle ilişki kurmasını sağlar. Bu da hayata ilişkin bir takım çıkarımlarda bulunmamıza ve çıkarımların yazdıklarımızda ve hayatımızda etkili olmasına yol açar. Şiirin bireye yönelik etkisinden de bunu anlamak gerekir. Çünkü şiirin bir etkisi olacaksa bu yalnızca birey üstünde söz konusudur.
Karşılıklı etkileşim kültür endüstrisiyle birlikte kesintiye uğramıştır. Kültür endüstrisi şiirin bireye yönelik etkisini doğrudan şairle ilişkilendirerek bir tüketim nesnesi haline getirmiştir. Şiirin ölüm karşısında bir kalımlılık biçimi olması da böylelikle büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Eleştiri ise ölüm karşısında bu kalımlığı oluşturan etkenlerin başında gelir.
Bu bağlamda eğer eleştiri nedir diye bir sorumuz varsa onun yanıtı en azından benim için bellidir. Eleştiri acımasızca olumsuz ve kaotiktir. Eleştiri olumsuz, yıkıcı ve radikal bir pratiktir. Başlı başına bir olumsuzlama halidir.
Söz konusu hâl Bachelard’ın belirttiği gibi “itiraz ve karşılaştırma” ile gerçeklik kazanır. Yıkıcı ve sabote edici özelliklerinden dolaylı eleştiri masum bir disiplin de değildir. Bu yüzden şiirle ilişkilendirilebilecek türlerin başında eleştiri gelir. Olumsuzluk pratiği olarak şiir ve eleştiri birbirinden etkilenir. Özellikle her ikisinin anarşikliği ve kargaşa yaratmaya açık özellikleri bu ilişkide belirleyicidir. Yanı sıra her ikisinin yadsımacı, ihlal edici, reddetmeci ve yenilenmeci özellikleri bu ilişkiyi belirginleştiren başka bir etkendir.
Özellikle belirtmeliyim ki eleştiri yanlıdır. Kargaşadan ve olumsuzluktan yanadır. Bunu şiirden yana olmak olarak da anlayabiliriz. Tavrını ve düşüncesini olumsuzlamalarla oluşturur. Olumsuzlama ortadan kalktığında ise metin çoktan başka bir biçim kazanmış olur.
Günümüz dünyası bu başka biçimi ve biçimleri eleştiri olarak öne sürüyor. Deneme, eleştirel deneme,araştırma, inceleme, mektup, anlatı, değini ve kitap tanıtma yazısının eleştiri olarak algılanmasını talep ediyor. Bunu da reklam ve tüketim olgusuyla açıklamak mümkündür. Çünkü magazinel dergilerde, kitap eklerinde ve medyada eleştiri biçim olarak bu iki olguya eklendiği sürece yer buluyor.
Bu bağlamda şiirin eleştiriyi en çok ihtiyaç kabul eden türlerden biri olduğunu, eleştirinin de daha çok şiirden beslendiğini belirtmek gerekebilir. Şiirin eleştirilmeye ve olumsuzlanmaya, yadsınmaya uygun yapısı bunu oluşturuyor. Sonuçta şiir yadsıma, reddetme ve eskitmeyle kendini yenileyebilen bir tür olduğuna göre eleştiriyi kabul etmesi ve kendine yakın bulması kadar doğal bir şey de olamaz.
Şiirin bilgiyle kurduğu ilişkiye bağlı olarak olumsuzlamayı talep ettiği de kesindir. Çünkü şiir, şiir yazanın içselleştirdiği ve başka bir şey haline getirdiği bilgiden yanadır. Şiir, şiddetle bilgiye ve onun egemenliğine saldırır. Bilginin yine bilgi olarak şiirde yer almasına hiçbir biçimde izin vermez. Bu bağlamda bilgiyi reddetmek şiir için başta gelen koşuldur. Eleştiri ise burada ilişkiyi şiir açısından tartışır, şiirle bilgi arasındaki mesafeyi sürekli çoğaltır, ikisini birbirinden ayırır.
Eleştirinin de verili eleştiri bilgisini yadsıyacağı baştan öngörülebilir. Bu noktada şiirin biçimsizliği gibi eleştiri de kendi biçimi karşısında sürekli biçimsizliği savunur ve kendini ihlal eder. Kendinin belirlenmiş bir biçim haline gelmesine karşı çıkar.
Terry Eagleton’a başvurarak söylersek eleştiri ele aldığı metnin yaşayışına uysalca kendini uydurmaya çalışarak kendini yok etmeye doğru hızla gidiyor. Oysa kendini uydurma düşüncesi eleştiriyi sınırlar ve verili olana ekler. Günümüzde ise sınırları belirlenmiş ama büyük ölçüde eleştirelliğini kaybetmiş ama her nasılsa eleştiri olarak algılanan bir biçimin mutlak egemenliği söz konusudur.
Bu haliyle eleştiri sınırlıdır; çünkü sabote etme ve yıkma özelliğini çoktan kaybetmiştir. Buysa yazılanı başka bir biçim olarak adlandırma gereğini bize duyurur. Tam da burada deneme ve eleştirel deneme gibi türler, biçimler devreye girer. Eleştiri sınırlılığı ile kendi biçiminden kurtulup eleştirel deneme diyebileceğimiz bir özellik kazanır.
Kültür endüstrisinin gelişmesi ve sanat-edebiyat dünyasında belirleyici hale gelmesi bunu sağlıyor. Buysa eleştireni ve yazdığını profesyonelleştirir. Oysa eleştiri hiçbir biçimde profesyonel bir mesai olarak algılanamaz. Çünkü okumak kadar doğal insani bir edimdir. Bir farkla eleştirmenlik edilgin okumayı reddeden bir yapıdır. Sonuç olarak eğer eleştirme okumanın ürünüyse o zaman amatör bir edimdir. Eleştiri kendi sınırlarından ve sınırlılığından, yazanın profesyonelliğinden kurtulduğunda ancak eleştiri olarak algılanabilir.
Şiire dönük olarak belirtecek olursak eleştiri şiirden yanadır, şiiri savunur. Paul Virilio’nun sözünü ettiği “kelimelerin yerini alan ‘imge bombardımanı’” karşısında eleştirinin yaptığı şiiri savunmaktır. Ne var ki kültür endüstrisi eleştirinin oluştuğu ve ortaya çıktığı alanların hepsini bir petri kutusuna dönüştürerek etkisizleştirmekte ve tavrını uzlaşmalı bir karşıtlığa ve bağlanmaya dönüştürmektedir. Son yıllarda sanat-edebiyata ilişkin tartışmaların magazinel dergilere ve gazetelere taşınması da bunun sonucudur. Üstelik sanat-edebiyatın bu yolla kendini dışladığı iddia edilebilir.
Eleştirinin özellikle bizde bir dönem “nesnel tutum”la ortaya çıkması ise nesnelliği besleyen başka bir olgu olan öznelliği ortadan kaldırmıştır. Buysa büyük ölçüde eleştirinin bir okuma pratiği olduğunu baştan yadsıyan bir tutumdur. Nesnelliğin karşısında ise öznellik husumete dönüşmektedir.
Türkiye’de bir eleştiriden söz etmenin oldukça zor, hatta imkansız olduğu doğrudur. Bu dediğim tabii Türkiye’de eleştiri yok anlamına gelmiyor. Sorun yazılanlarda eleştirinin eleştiri olarak ortaya çıkmamasıdır. Başka düzyazı türlerinin içinde gelişmeye çalışmasıdır. Türkiye’de eleştiriye ilişkin bir alan hiçbir zaman oluşmamıştır. Bu öteki düzyazı türlerinin sağladığı kolaylıktan çok kültür endüstrisiyle açıklanmak zorundadır. Yanı sıra medyanın oluşturduğu popüler özellikleri ağır basan görsel dünyayı bu nedenlere eklememiz gerekir. Ek olarak yazanın da kültür endüstrisi kadar eleştiriyi sanat-edebiyatı sabote eden bir girişim olarak görmesi ve bunu olumlamak yerine olumsuzlaması bunu sağlayan başka bir etkendir.
Medyanın her şeyi belirlediği, kurguladığı ve yönettiği bir dünyada yaşıyoruz. Kültür endüstrisi de bu yönetilmeden yararlanmaktadır. Böyle olunca da kültür endüstrisi medyanın yanında yer almaktadır. Bu ortaya konan ürün kadar eleştiriyi belirleyen asıl olgudur. Özellikle eleştirinin eleştiri olarak ortaya çıkmasının önünde engeldir. Son on yıla bağlı olarak sanat-edebiyatın magazinel dergilerin ve gazetelerin kültür-sanat sayfalarında yapılıyor olması eleştiriyi bir olumsuzlama olmaktan çoktan çıkarmıştır.
Magazinel sanat-edebiyat dergileri, kitap ekleri ve gazetelerin kültür-sanat sayfaları sanat-edebiyatın kendinden dışlanarak var olduğu bünyesine yabancı alanlardır.Sanat-edebiyat dergilerinin büyükçe bir bölümü de bu oluşturulana ya eklenmekte ya da olgu karşısında kayıtsız kalmaktadır. Magazinellik de eleştiriyi reklamın bir parçası haline getirmektedir. Çünkü kültür endüstrisi reklam sektörüyle iç içedir ve eklenmiştir. Reklamın büyük ölçüde eleştiriyi belirlediği hatta onu reklamla ilintilendirdiği, kendi parçası haline getirdiği de belirtilmelidir.
Büyük bir ihtimalle de “eleştiri” kendine kazandırılan yeni biçimiyle kültür endüstrisinin bir parçası olmaya doğru hızla gitmektedir. Buysa eleştiriyi bir olumsuzlama pratiği olmaktan çıkarır. Öyle olmasa bile eleştirinin yapısıyla uyumlu, hatta onu yadsıyan, aşan çalışmaların bu dünyada kendine yer açması mümkün değildir.
Açıkçası merkezde eleştirinin var olup olmadığı artık tartışma konusudur. Çünkü merkez kültür endüstrisidir. Eleştiri de Eagleton’nun deyimiyle onun bir kolu olmayı benimsediği sürece eleştiri olarak kalmayacaktır. Eleştiri büyük ölçüde kendini reddeden ya da başka bir şey haline getiren yapıdan dolayı periferide konuşlanmaktadır. Merkezin dışında kalan dergiler de onun ortaya çıktığı alanlar olmaktadır.
Şiire bağlı olarak oluşan eleştiriye gelince günümüze bağlı olarak büyük ölçüde ortadan kalktığı ifade edilebilir. Eleştiri günümüzde yazılan şiiri tartışmak yerine şiir yazana ve kapitalizmin eşitsizlik ilişkilerine eklenmektedir. Bu da kültür endüstrisinin talep ettiğiyle uyumlu bir durumdur. Bugün özellikle gazetelere, görsel ağırlıklı sanat-edebiyat dergilerine ve kitap eklerine baktığımızda bu uyumluluğu hemencecik tespit etmek mümkündür.
Şiir yazanın söz konusu edildiği bir eleştiri ise ancak kültür endüstrisinin talep ettiği ve kabullendiği bir tür olabilir. Çünkü görsel dünyaya ve o dünyanın hızına bağlı olarak kültür endüstrisi şiir yazanı öne çıkartarak pornografik bir biçimde okurun şiire yönelmesini ama şiir yazanı okumasını dayatmaktadır. Şiir yazanı ve buna bağlı olarak şiiri okumanın ve anlamlandırmanın oluşturacak olduğu ise ne yazık ki eleştiri olmayacaktır.
Eleştirinin yanlılığı ise günümüzde bir iktidarlaşmama tavrı olmayıp tam tersine bir iktidarlaşma pratiğine dönüşmektedir. Eleştiri ve onun başka türlerle, disiplinlerle kurduğu ilişki üstünden bir iktidar oluşturulmaktadır. Yanı sıra buradaki hiyerarşi ve otoritaryen tavır iktidarlaşmayı sağlayan başka bir olgudur. Buysa kültür endüstrisine eklenmeye ve dahil olmaya hazır makro ve mikro iktidarların gerçeklik kazanması demektir. Bunun merkez kadar periferide de etkili olduğu belirtilebilir. Bu bağlamda periferinin merkeze yönelik yadsımacı tavrının bir biçimde merkeze eklenmeye ya da periferi üstünden yeni bir merkez ya da iktidar oluşturmaya dönüştüğü de ortadadır.
Oysa karşılık ya da iktidarlaşmamaya yönelik tavır şiirin azınlık sanatı olması ile uyumludur. Bu noktada hiyerarşik, otoritaryen, statükocu eğilimleri dışlar ve yadsır. Üstelik eleştirinin merkezin ve periferinin oluşturduğu eşitsizlikçi yapısının karşısında yer alması da buna bağlıdır.
Şiir ve eleştiri öncesinde sonrasında sonunda bir iktidarlaşmama pratiğidir. Buysa şiir ve eleştiri arasında tinsel bir birlikteliği sağlar. Başka bir deyişle şiir ve eleştiri bugüne bağlı olarak ortak bir tinsel atmosfer oluşturur. Her ikisi kaotik özelliklerini bu atmosfere borçludur.
Bu bağlamda şiir hep eleştiriyi geliştiren bir olgu olmuştur. Bakılırsa bizde eleştiri yazanların çoğu zaman eleştirmeye şiirle başladıkları görülür. Çünkü her ikisinin kaotik özellikleri düşünce oluşturmayı sağlayan bir yapıdır. Şiirin biçimsizliği eleştirinin kendi biçimini yadsımaya vardıran bir yönelime yol açmıştır. Geçmişte ve günümüzde kategorik temelde bir eleştiri anlayışının hüküm sürmeyişi de bu dediğimle ilgilidir. Tersine bütün eleştiri biçimlerini yadsıyan ama ondan da etkiler taşıyan ama adlandırmayı ihtiyaç kabul etmeyen biçimsiz bir eleştiri söz konusudur. Bunun eleştiri adına olumlanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biçimini ihlal etmeyi hatta yıkmayı temel amaç olarak kabul eden türlerin başında şiir ve eleştiri gelir. Buysa başta belirttiğim tinsel ortaklığı bir kez daha açıklamış olur.
Eleştiri şiirin suç ortağı ve yandaşıdır. Her ikisi birden verili olan karşısında yine verili olanı yadsıyarak, reddederek başka bir biçim ya da biçimsizlik önermekte sürekli bunun arzusunu duyurmaktadır. Kaldı ki eleştirinin asıl içerdiği o yeni bir biçim ve biçimin arzusunun insanda yol açtığı zihinsel kargaşadır. Benzer bir durum doğal olarak şiir için de geçerlidir.
Günümüz dünyası ve onun kültür endüstrisi içinde oluşturduğu sanat- edebiyat dünyası karşısında burada belirttiklerimin kıymet-i harbiyesinin olmadığı rahatlıkla iddia edilebilir. Bu yüzden eleştirinin kültür endüstrisinin dışında konuşlanması profesyonelleşmesinden çok daha da amatörleşmesine bağlıdır. Eleştirinin amatörleşmesi için bu anlamda merkezin dışında kalan sanat-edebiyat dergileri ve fanzinler değerlendirilmesi gereken bir imkandır. Eleştirinin ve şiirin merkez ve kültür endüstrisinin oluşma eğilimi içinde olduğu da ifade edilebilir. Ayrıca her ikisinin başka bir şansı da yoktur. Biçimsizlikleriyle uyumlu olan bu oluşma bir bakıma şiirin ve eleştirinin bundan sonra yaşayacak olduğu süreçleri de göstermektedir. Söz konusu süreç bir bakıma sanat-edebiyatın gelecekteki durumunu gösteren bir olgudur.
Her şey Eagleton’un ısrarla sorduğu eleştirinin kültür endüstrisinin bir kolu olup olmayacağına ya da akademik çevreyle sınırlı kalıp kalmayacağına verilecek yanıta bağlıdır.Görünen o ki eleştiri kültür endüstrisinin bir kolu olmaya doğru hızla gidiyor. Bunun yadsınması ve reddedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Eleştiri kültür endüstrisinin bir kolu olmak yerine onu sabote etmelidir. Eleştiri kendini ve kültür endüstrisini sabote eden bir girişim haline gelmelidir. Bu dediğime ilişkin bir takım belirtilerin de olduğunu belirtmek isterim. Geldiğimiz noktada eleştirenlerin kültür endüstrisiyle bir hesaplaşma içinde girdiği kanısındayım. Bunun kültür endüstrisini yadsımaya ve reddetmeye dönüşmesi beklenebilir.
Eleştiri ve şiir hiçbir zaman düzenlenmiş bir dünyanın parçası ya da onun destekçisi olmamıştır. Tersine şiir ve eleştiri düzenlenmiş dünyayı olumsuzlamak için vardır. Her ikisi de varlığını bu olumsuzluğa borçludur. Bu bağlamda her ikisinin de bir olumsuzlama pratiği olduğu bir kez daha belirtilmelidir. Çünkü her ikisi de düzenlenmiş dünya karşısında olumsuzdurlar. Bu metnin asıl temennisi de şiir ve eleştirinin bu olumsuzluklarını daha da geliştirmeleri olacaktır. Yanı sıra her ikisinin biçim karşısında biçimsizliğe teşne olmaları onların yadsımacı ve olumsuzlamacı özelliklerinin geliştirilmesi için imkandır.
Öyleyse şiir yazanın ve eleştirenin yazdıklarıyla bu olumsuzluğu her iki alanda geçerli hale getirmeleri etik bir ihtiyaç olarak anlanmalıdır. Şiir yazan ve eleştiren bu sayede şiirin ve eleştirinin tinsel ortaklığının sonuçlarını ortaya koyabilir. Şiir ve eleştirinin anarşikliği yaşadığımız dünya ve onu yedeğindeki şiirin düzenlenmiş dünyası karşısında hepimizin umutsuzluğu olması temennisiyle bitiriyorum.
Halim Şafak
|
|
|
|
|