S O Y L U E D E B İ Y A T

bedri aydoğan



ŞİİR OKUMA DURAKLARINDA AHMET ADA (Bedri Aydoğan)

 

 

Canlılar dünyasında alt başlıkları daha fazla olan bir sınıflama olsa da genellikle bitkiler ve hayvanlar olarak iki büyük grup dikkati çeker.  İnsan da bunların ikincisinin içinde yer almaktadır. İnsanı diğer canlılardan ayırmak gerekince de “İnsan düşünen hayvandır” diye bir nitelemede bulunulmuş. Elbette insanla ilgili pek çok tanım, niteleme yapılabilir, çeşitli yönlerden bakılarak insanın ayırıcı özellikleri ortaya konulabilir, konmuştur da. Bunlardan biri de “insan düşünen, düşündüğünü eyleme, işe, ürüne dönüştüren canlıdır” yargısı ya da tanımı olabilir.  İnsanın ürünlerinden biri de sanattır. İnsanoğlu, görsel, plastik ve söze dayalı olarak çeşitlenen sanat yapıtları oluşturmuştur.

 

Edebiyat da söze dayalı bir sanattır. Sözcükler, dil bağlamı içinde bir ilişkiye girerek belli teknik aşamalardan geçip, öykü, roman, şiir ve (…)  olurlar. Ahmet Ada da sözü şiir yapan, dili şiire dönüştüren sanatçılarımızdandır. Görebildiğim kadarıyla edebiyatın başka bir türüyle ilgilenmemiştir. Oysa bizde edebiyatçılar kendilerini tek bir türle sınırlamayıp genellikle birkaç türü birlikte denemişlerdir (1).  Şiirle başlayıp, öyküye geçen, kalemini orada bileyip daha uzun soluklu bir tür olan romanla devam edenler vardır. Kimisi bunlara tiyatro oyunlarını eklemiştir. Ahmet Ada ise baştan sona şiirle ilgilenmiş, şiirle yaşamış, yalnızca ve hep şiiri düşünmüştür.

 

 

Şairin işi öncelikle şiir yazmaktır.  Şiir yazan, yaratan kişi “şair” sıfatını alır. Şiir yazan kişi, elbette şiir üzerinde düşünür ve bazen bu düşüncelerini yazıya döker. Bu yazıya döküş, değişik türlerde, değişik düzey ve derinlikte olabilir. Deneme adıyla bildiğimiz tür, bu düşüncelerin aktarımında öznelliği ve hareket genişliği sağlaması nedeniyle çok uygun düşmektedir. Ahmet Ada şiir yazmakla yetinmemiş, şiir konusundaki düşüncelerini de yazıya dökmüştür. Bu yazıları birçok yönüyle denemeye yakın durmaktadır. Onun şiir üzerine yazıları, doğal olarak edebiyatın en canlı alanı ve aracı olan dergilerde yer aldıktan sonra   “Şiir Okuma Durakları” adlı kitapta bir araya gelmişlerdir (2). Böylece okur, şiire çeşitli ögeleri açısından ve çeşitli yönlerden bakan bütünlüklü bir kitaba daha kavuşmuştur. Son derece yararlı bulduğumuz bu tür kitapların daha da artması en büyük dileğimdir. 

 

 

Şiir Okuma Durakları,  Ahmet Ada’nın şiir poetikası yazılarının toplandığı kitap özelliğindedir. Poetika teriminin kapsamı tartışmalı olmakla birlikte çok geniştir. Bunu bir bilim düzeyinde düşünen ve görenler vardır. Poetika daraltılan kapsamıyla şiir sanatı, şiirle ilgili yazı anlamına gelmektedir (3).  Şiir nedir, şiirin ögeleri, sorunları, gündemi nelerdir gibi pek çok husus poetikayı ya da onun ilgi alanını oluşturur. Bir başka deyişle şiirin teorisine, şiir üzerine görüş üretmeye poetika denilmektedir.   Poetika düz yazı olarak, bazen bilimsel ve kuramsal düzeyde, bazen deneme özelliğinde yazılmıştır. Şiir üzerine görüşlerini şiir biçiminde yazanlar da olmuştur (4). Poetika başlığını taşımakla birlikte doğrudan şiirle ilgili olmayan şiirler de yazılmıştır.            

 

Şair genel olarak poetika üzerinde konuşabileceği gibi, yalnızca kendi poetikası üzerine de konuşabilir. Bu durumda görüşleri kendi şiiri üzerinedir. Bu bir seçimdir. Her şair başka şairler ya da genel olarak şiir kuramı üzerinde konuşmak istemeyebilir. Kimi sadece şiirini yazar ve o noktada durur. Ahmet Ada şiir yazmakla kalmamış,  ciddi derecede şiirin ne olduğu üzerinde de düşünmüştür. Neden önemsemiş bunu, bilmiyorum. Belki şiir üzerine yazmaktan zevk almaktaydı. Belki o noktada bir boşluk olduğunu düşünmekteydi. O boşluğu kapatmak için örülen duvara birkaç tuğla koymak istiyordu. Ahmet Ada, bu kitabında Poetika başlıklı iki de yazı yazmıştır: İlki “Poetika”, ikincisi “Poetika II” dir.

 

Poetika-II başlıklı yazıda kavram ve terim olarak poetika üzerinde duran Ahmet Ada, poetikayı şiir sanatı olarak belirler. Bu noktada genel olarak şiir konu edinilmektedir. Bazen tek bir şairin şiiri ele alınmaktadır. Sözcük bu durumda onun şiir anlayışını içerir. Ahmet Ada, bu bireysel poetikayı şairin kendisinin yazacağını düşünür.  İkinci bir görüşü de şiirden şairin poetikasının çıkarılacağıdır. Bu bazen mümkün olur, bazen olmaz. Her şiir, şairi hakkında doğrudan bir bilgi vermeyebilir.

 

 

Ahmet Ada bu yazısında bir husustan yakınır. Ona göre, hem şiir yazıp hem de şiire bakmayı ve anlamlandırmayı beceren azdır. Burada şaire bir sorumluluk yüklediği anlaşılmaktadır. Şair, sanatına ek olarak, şiir üzerinde terim ve kavramlar da dahil olmak üzere düşünmeli ve yazmalıdır. Ada bunu şiirin gelişmesine katkıda bulunacağı için isterse de şairin böyle bir sorumluluğu yoktur.

 

 

Aynı yazıda “şiirbilim” demek suretiyle şiiri bir bilim düzeyine de yükseltir. Bunun nedeni yazdığı türü hem sevmesi hem yüceltmesi olmalıdır. Eskiler de şiirin ögelerini “ilm-i kavafi”, “ilm-i vezin” diye adlandırarak onları adeta bir bilim düzeyine yükseltmişlerdi. Ne var ki bugün artık edebiyat bilimi vardır ve şiir onun çatısı altındadır. “Şiirbilim” yerine belki şiir bilgisi demek daha uygun düşecektir. Yoksa her edebi türün bir bilimi olur ki, bu mümkün değil. Nerde ki bugün sosyal bilimleri bile bilim kabul etmeyenler çoğunluktadır. 

 

 

Ahmet Ada şiirle ilgili yazıları, yani poetikayı şiir okulu olarak görmektedir. Ona göre, şiire ulaşmak için, bir şiir kültürüne, birikimine gereksinim vardır. Bu birikime sahip olmayanlar elbette iyi şiirden ya da tümden şiirden zevk almayacak ve uzak kalacaktır. Günümüzde şiir kitaplarının az satılması bu birikimin yetersizliğini göstermektedir. Birikim ise önce eğitimle sağlanacaktır. Ahmet Ada poetika yazılarının bu işlevi bir ölçüde yerine getireceğini düşünür. Elbette bu yazılar bir birikim sağlamaya yardımcı olurlar.  Ayrıca poetika, şiir eleştirisini de beslemektedir. 

 

Ahmet Ada, “Poetika” adlı yazısında ise kendi şiir anlayışını ortaya koymaktadır. Şiir tadı taşıyan bir girişle yazısına başlayan Ada, burada bir şiir tanımı yapar:

 

“Küçük kuruntuları da, aldanışları da, büyük özlemleri de, yağmuru da, kuşları da, tarihi de, coğrafyayı da bir arada taşıyan, hayatın bütünselliğini içeren imgeler sağanağıdır bana göre şiir. Gündelik hayatın içindeki gizli ayrıntıları çıkarma hüneridir. Aşkı, tutkuları, dünyanın nesnelerini, doğayı kişisellikten yola çıkarak yansıtan bir dil işçiliğidir. Dilin kuyumculuğudur şiir.”

 

 

Aynı yazıda Ahmet Ada,  bu tanıma şunları da ekler:

 

 

“Bir biçem bir biçim sanatıdır şiir. Kimi zaman bireyin kimi zaman toplumun merkezine yapılan bir yolculuktur şiir. Uyumlu ritimler, ritimsiz imgeler, ölçülü, ölçüsüz, uyaklı uyaksız dizeler bütünü olan bir yapıdır şiir. Dilsel bir kazıdır şiir.”

 

 

Şiiri böyle tanımlayan Ahmet Ada, şiirinin beslendiği üç kaynak göstermektedir: “Şiir yatırımım İkinci Yeni, gerçekçiler ve gerçeküstücülerdir.” Şiir yazacaklara ve başta kendisine   “Dile ve düş gücüne, saflığa ve sadeliğe dayanan şiir yaz” önerisinde bulunur.

 

 

 

Ahmet Ada’nın poetika başlıklı iki yazısındaki görüşlerini aktardıktan sonra Şiir Okuma Durakları kitabının düzenlenişi ve kapsamı üzerinde durmak istiyorum. Kitap üç bölüm halinde düzenlenmiş. Buna iki yazılık bir ek yapılmış. Birinci bölüm “Şiirin İmgesi”, ikinci bölüm “Şiirin Genel Sorunları” ve üçüncü bölüm “Şairin İmgesi” başlıklarını taşıyor. Burada imge sözcüğü dikkati çekmektedir. Ahmet Ada, şiirin söz ve dizeyle değil imgeyle yazıldığını düşünmektedir. Çünkü ona göre şiiri açıklayıcı, öğretici olmaktan kurtaran imgedir. Yalın gerçek imgeyle şekillenir ve şiire dönüşür. Yaşamın gerçeği aleladelikten kurtulunca sanata dönüşmektedir. Şiir nesnel gerçeğin özel ya da öznel gerçeğe dönüşmesidir. 

 

Birinci bölümde “Şiir İçin Küçük Önsöz” başlıklı on üç yazı var. Dört yazı “Şiir Okuma Durakları”, iki yazı “Şiir İçin Fragmanlar” başlıklarını taşıyor. İlk bölümde “İmge”, Düzyazısal Şiir”, “Şiirde Ayrıntı”, “Şiirde Biçim”, “Sözcüklerin Büyüsü”, “Şiirde Gerçekçilik”, “Syneshetic Metaphore”  gibi yazılar var. Bu başlıklar şiirin çeşitli ögelerinin ele alındığını gösteriyor. Bu bölümdeki toplam yazı sayısı yetmiş altıdır.

 

 

İkinci bölüm “Şiirin Sorunları”  başlığını taşıyor ve yirmi üç yazıdan oluşuyor. “Şiir Dilsizleşiyor mu?”, “Şiirin Güncel İki Sorunu”, “Şiirde Durgunluk Var mı?” gibi başlıklı yazılar bu bölüme uygun. Ama “1960-1970-1980’lerde Şiirin Durumu”, “Edebiyat Bir Üstdil midir?” başlıklı yazılar “şiirin sorunu”  olarak değerlendirilmemeli. Bir önceki bölümde yer alan “XXI. Yüzyıla Girerken Modern Türk Şiiri” ile  “1960-1970-1980’lerde Şiirin Durumu” adlı yazı, başlık ve içerik açısından aynı sınıfa girmesine karşılık kitapta ayrı bölümlere konulmuş. Yine üçüncü bölümde yer alan “Şiir İçin Küçük Kılavuz” yazısı ilk bölümün karakterine daha uygundur. Bunlar, kitabın düzenlemesinde ve bölümlenmesinde bazı hususların gözden kaçırıldığı izlenimini veriyor.

 

Kitapta Türk şiirinin kimi dönemlerini ele alan yazılar da var. Ahmet Ada, şiir tarihine zaman zaman kısaca göz atıyor. “Şairin İmgesi”  adlı üçüncü ve son bölümde ise on yazı bulunuyor. Burada Ahmet Ada’yla yapılan iki söyleşiye de yer verilmiş. Şairi tanıtması açısından iyi ama kitabın genel havasını zedelemesi açısından kötü. Söyleşiler yanında kimi sormacalara (anket) verdiği yanıtlar da kitaba konmuş. Bunlar şiirin kimi güncel sorunlarının da değerlendirmesi açısından olumlu bir katkı sağlıyor.

 

 

“Kuşlar Dahil Bütün Hayatın Öğrencisiyim” başlıklı yazıda Hüseyin Alemdar’ın sorularını yanıtlamış. Semanur Özel’in yaptığı söyleşinin başlığı ise “İncelemenin yapacağı bir açıklama, bir anlatım, bir şiir tarifi yoktur”  . Kitapta yer alan son söyleşi de “ ‘Gökyüzünün Fıskiyesi” bir şenlik, bir havai fişeği…” adını taşıyor. Söyleşiyi Sadık Yaşar yapmış.

 

Bölümlerini değerlendirdiğimiz Ahmet Ada’nın bu kitabında şiirle ilgili saptamalar yanında, şairle ilgili belirlemeler ve tanımlar da buluyoruz. Kitabın çeşitli sayfalarından derlediğim bu örneklerin birkaçını paylaşmak istiyorum:

 

 

Şair sözcüklerin ses değerlerini örgütleyendir.

 

Şair, dünyaya bulunduğu yerden bir dünya görüşüyle bakabilendir.

 

Bir şairin bir ya da birkaç iyi şiiri de o şairi şair kılmaya yetmez.

 

İyi şairler şiir emekçileri arasından çıkar. Çünkü şiir emekçisi şiirin yoğun emek istediğinin bilincindedir.

 

Şair gündelik hayatın içinde hem geçmişi, hem şimdiyi, hem de geleceği  görür.

 

 

Şiirin özellikleriyle ilgili olarak da  birkaç örnek vermek isterim:

 

 

Şiir yoğun anlamdır. Yoğun dildir. Şiir müziktir. Şiir yoğunlaştırılmış dildir.

 

Şiir yalın dildir. İmgeye, eğretilemeye dayanmayan yalın dil.

 

Şiir dili iletişimi aşan bir dildir.

 

 

Dil anlam kurucudur. Çok anlamlılık vardır. 

 

 

Nitelikli şiirler çalışmayla ortaya çıkar, esin ya da esinleyen bekleyerek değil.  

 

 

Yazımı Ahmet Ada’nın yazar tavrıyla ilgili bulgularımı aktararak sürdürmek istiyorum. Ahmet Ada bu kitaptaki yazılarda bir yanıyla bir sanatçı ağzından konuşur, bir yanıyla da kuramcı. “Şiir İçin Küçük Önsöz”lerde önermelerde bulunur. Bu başlık altında Roma rakamlarıyla numaralandırılmış on üç önsöz vardır. Bunların on ikisinde içeriği maddeleştirerek ve bunlara numaralar vererek ele alır. Son önsözde maddeleştirme ve numaralandırmadan vazgeçip her bir paragrafa alt başlıklar vererek düşüncelerini açıklar.           

 

 

İlk önsözün 16. numarasında şu yazılıdır: 

 

“Her şiir kendinden öncekiyle diyalog halindedir. Her şiir hem özgün ve biriciktir hem de öteki şiirlerle diyalog içindedir. Her şairin kendi şiir çizgisi içinde bu daha da bir böyledir. Şiirin göndermeleri hayatla da şiirle de ilişkidedir.”

 

Bunun gibi her numara şiirle ilgili bir konuyu ele almaktadır. Örneğin, imge; dize, şiir tümcesi; sözcük (sözcükler arası ilişkiler); kırık dize, sözcüklerde anlam yoğunlaşması;  şair ile şiir arasındaki bağ; şairin söz dağarı özel mi genel mi?  gibi her biri ayrı bir yazının konusu olacak şiir ögeleri, küçük notlar halinde ele alınmışlardır.

 

 

Yine Ahmet Ada şiirle ilgili bir üstdil yaratarak konuşur. Yazılarında gösteren, gösterilen, derin yapı, yüzey yapı, alımlama, alımlayıcı gibi terimler ve kavramlarla karşılaşırız.

 

 

Ahmet Ada yazılarında dipnotlara da yer vermiş. Ahmet Oktay, Doğan Aksan, Hasan Bülent Kahraman, Hilmi Yavuz, Özdemir İnce, Cristopher Caudwell,  Mikhail Bakhtin, Mayakovski, Todorov’un yazı ve kitaplarından alıntılar ve onlara göndermeler var. Bu tutumuyla Ahmet Ada yazılarına bilimsel bir destek sağlıyor. Kuramsal bir alana geçen Ada, iddialı olmak yerine alçakgönüllü bir tutum içindedir. Sezgileriyle, yaşamdan çıkardıklarıyla yazdığını belirtir.

 

 

 

Yine yazılarında bazı sanatçılara göndermelerde bulunur. Bunların bir kısmı elbette şairlerdir. Cemal Süreya, Nâzım Hikmet, Oktay Rifat gibi şairler; şiirleriyle, dizeleriyle ve görüşleriyle yer alır. Lirik şiiri açıklarken Nazım Hikmet’in görüşlerinden yararlanır.          

 

 

Bazen bu şairler ve yazarlar bizden değil, Batı’dandır. Rimbaud, Octavia Paz, Umberto Eco, Borges, Denis Roche, Aragon, Eluard, Ezra Pound, Eliot, Lorca, Brecht bunlardan bazılarıdır.  Bu durum,  Ahmet Ada’nın Türk ve dünya şiirini yakından izlediğini gösterir. Ahmet Ada iyi bir şair olmanın yolunu okumaya, biriktirmeye bağlar. Şairin yeteneği şiirin tarihiyle beslenirse iyi şiir çıkar, görüşündedir. Aksi halde taklitçi, imge çoğaltan, kendini yineleyen şair ve şiirler çıkacaktır. Dolayısıyla Ahmet Ada geleneğe de sahip çıkar. Şiirin tarihsel birikimini gelenek olarak tanımlar. Gelenekten modern şiire taşınabilecekleri taşır.  Divan şiirinin sesi ritmi onun geleneğimizden şiirine taşıdığı ögedir. Gazelleri bunu örneklemektedir. Ahmet Ada türküleri de sever. Türküler, kalıplara yaslanmak gibi bir eksikliği içerse de bazen çok vurucu bir söylemi barındırırlar. Türkülerin yalın bir söyleyişle güzel bir imgeyi taşıdıkları olur. 

 

Ahmet Ada’ya göre iyi şiire giden yollardan biri de şairin donanımlı olmasından geçer. Şiir salt yetenekle yazılmaz. Yetenek temel koşul ama tek ve yeterli koşul değildir. İyi şiir emek ister. Çalışma ister. Geleneği ve şiir tarihini bilmek ise bir başka koşuldur. Tabii dünya şiirinin birikimi de unutulmamalıdır. Dünya şiirinin tanınması ve olanaklarının keşfi için de sağlıklı çeviriler gerekir.

 

 

“Şiir krizde mi?” başlığını taşıyan yazısında sorusuna “değil” yanıtını verir. Ancak şiirin sorunları vardır. En önemli sorun, şairin toplumdan ve gündelik yaşamdan bağının kopmasıdır. Bu tabii Ahmet Ada’nın kendi yönelimiyle ilgili. O toplumcu gerçekçi şiirden yana. Ancak Ahmet Ada, şiir olma değerini taşıyan her şiire de saygı duymaktadır. Şiir krizde değil, sorunları vardır. Popülerlik, şiir için en büyük sorundur. Popülerliğin olduğu yerde has şiir, saf şiir geri durur. 

 

 

Ahmet Ada, yazılarında şiirin düşmanlarını da belirliyor. Bunların başında medyanın yarattığı popüler ortam geliyor. Bu ortam iyi şiirin giderek daha az okunmasına neden oluyor. Boşluğu medyanın yardımıyla kötü şiir dolduruyor. İyi şiir de kötü şiire kurban ediliyor. Sadri Alışık’ın şiiri, Cemal Süreya’nınkiyle bir arada okunuyor. Medyanın bu tutumu şiiri önemsizleştiriyor ve şiire zarar veriyor. Ahmet Ada,  az satsa da az okunsa da iyi şiirin sıradanlığa karşı kendini koruyacak gizil gücü içinde taşıdığına inanıyor. Ahmet Ada medyanın bir olumsuz yanını da dili kirletmek olarak belirliyor. Dil ve Türkçe, Ada’nın  duyarlı olduğu bir başka konu. 

 

 

Şiir dili imgelerle kurulsa da konuşma dilinden ve gündelik dilden epeyce ya da tamamıyla koparılmamalıdır. Ancak sadece mevcudu kullanmak yetmez. Bu dili işlemek de gerekir. Ancak medyanın güzel Türkçeyi kirletmesi şiir dilini de olumsuz etkilemektedir. Ahmet Ada, yabancı sözcüklerin şiirlere ad olarak konulmasını eleştiriyor. Yaşam biçimi ve medyanın olumsuz etkileriyle dilin yozlaşıp, kirlendiğini söyledikten sonra, bu kirli dilin şiire taşınmasından yakınır. Anadilini geliştirmeyi önemseyen Ahmet Ada,  konuşma dilinden yararlanmayı da son derece olumlu bulur. 

 

 

Bu görüş ve değerlendirmelerden sonra Şiir Okuma Durakları’nda kendisinin kullandığı dile de bir göz atmak  gerekir:          

 

 

Şiir Okuma Duraklarında Ahmet Ada bazen şiirli bazen kurulaşan ve yargı bildiren bir dil kullanıyor. Yine öz Türkçeden yana bir tutum sergiliyor. Ama estetize, escapism, epistomolojik, şiir periferisi, syneshetic metaphore gibi sözcük, tamlama ve terimlere de zaman zaman yer vererek öz Türkçeci tutumundan ayrılıyor. Bunların Türkçede karşılıkları var. Ayrıca yeni, başka ve daha uygun karşılıklar da önerilebilir. Bazen şiir ve koşuğu, narativ anlayış ile öyküleyici anlatışı yan yana kullanarak çelişkiye de düşüyor. Bazen çağdaş ve çağcılı birlikte kullanıyor.  Sanırım ikisine ayrı anlam yüklüyor, ama bunu açıklamıyor.  Sözlükler ise çağdaş ve çağcılı eşit görüyor. Özgün ve özgül gözden kaçarak birbiri yerine kullanılıyor. Bu konular yeni baskılarda gözden geçirilirse kitap daha da yararlı olacaktır.           

 

Ahmet Ada’nın yazılarındaki kimi kullanımlar derlenerek küçük bir sözlük de yapılabilir. Bu yapılırsa uyumlu ritim, ritimsiz imge, melez şiir, artlama şiir, gidimli- gidimsiz şiir, minör şiir alanı, majör şair minör şair, verili dil, ortakyaşar dil gibi sözcük, terim ve kavramlar daha anlaşılır duruma gelebilir. Bunu yapacak kişi Ahmet Ada değil, araştırmacı ve incelemeciler olmalıdır.

 

 

Sonuç olarak bu kitap ve içerdiği yazılar hakkında şu söylenebilir: Ahmet Ada, şiirin tarihi, şiirin ögeleri, şiirin sorunları, şiirin dili, şiirin türleri; şiir gerçeklik, şiir felsefe, şiir siyaset, şiir gündelik yaşam; lirik şiir, yalın şiir, popüler şiir gibi pek çok konuya değinmiş, görüşlerini Türk ve dünya şairlerinden dizelerle, görüşlerle pekiştirerek yansıtmıştır. Ahmet Ada iddialı bir ton yerine, alçak gönüllü bir tavırla  düşünce ve görüşlerini paylaşmıştır. Bu özellikleriyle kitap ve içindeki yazılar şiir sevenler, şiiri anlamak isteyenler, şairliğe soyunanlar için yararlı veriler taşımakta, ilginç açılımlar getirmektedir.  Bu nedenle Ahmet Ada’yı kutluyor, kitabı okurlara öneriyorum.

 

 

 

 

Yrd.Doç.Dr. Bedri Aydoğan*

 

---------------------------

 

 

 

 

* Çukurova Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi

 

 

 

 

Bu yazı Çukurova Üniversitesinde 20.12. 2006 tarihinde yapılan “40.Sanat Yılında Ahmet Ada’nın Şiiri” konulu sempozyumda sunulan bildiri metnidir. Bildiri metnindeki seslenme üslubu  gözden geçirilmekle birlikte tamamen değiştirilmemiştir

 

 

 

 

(1) Edebiyatımızın Batı’ya açılıp yeni türlerle tanıştığı Tanzimat döneminde Şinasi’den başlayarak sanatçılarımız birkaç  türde birden edebi ürün vermişlerdir. Yaygın olan tutum ve durum budur. Kendini tek bir türle sınırlayanların sayısı bu gruba oranla daha azdır. Bu değerlendirme yapılırken deneme türü dışarıda bırakılmıştır.  Her gruba birkaç örnek vermek gerekirse: Orhan Kemal,  Rıfat Ilgaz şiir , öykü, roman, tiyatro; Melih Cevdet Anday şiir, tiyatro ve roman; Oğuz Atay roman, öykü, tiyatro; Vüsat O.Bener, şiir, öykü, roman;  Fakir Baykurt, Oya Baydar öykü, roman;  Kürşat Başar, Muazzez Tahsin Berkant yalnız  roman; Ayhan Bozfırat, Tomris Uyar yalnız öykü; Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk, Şemsi Belli, Tevfik Fikret  yalnız şiir, Mehmet Baydur, Recep Bilginer  yalnız tiyatro. Orhan Kemal bu sırayı sürdürenlere örnektir. Kalemi öyküde bilemek  cümlesi de ona aittir.

 

 

 

 

(2) Ahmet Ada, Şiir Okuma Durakları, Islık Poetika Dizisi; Mersin 2004; Bu sempozyum yapıldığında Ahmet Ada’nın şiir poetikası alanında şu yeni  kitabı çıktı:  Şiir İçin Boş Levhalar,  Digraf Yayıncılık, İstanbul 2006.

 

 

 

 

(3) Poetika konusunda Doç.Dr. Alaattin Karaca’nın  Akçağ Yayınlarından çıkan  İkinci Yeni Poetikası adlı kitabına bakılabilir. Alaattin Karaca poetika  konusundaki çeşitli görüşleri ele alıp tartışarak  bir belirleme yapar.

 

 

 

 

(4) Hakan Sazyek, Şiir Üzerine Şiirler, Perşembe Kitapları, İstanbul2001

 

 

 

   

 

 


bugün 200 ziyaretçi (236 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol