S O Y L U E D E B İ Y A T

s.kemal bayıldıran



ŞİİRİN KİŞİSİ (Sabit Kemal Bayıldıran)

Şiiri yorumlarken, genellikle şiir kişisi olarak şairi alıyor, buna dayandırarak değerlendirme yapıyoruz. Acaba bu yaklaşım ne kadar doğru? Sözgelimi Attilâ İlhan’ın “Aysel Git Başımdan” adlı şiirine bir göz atalım :

 

            aysel git başımdan ben sana göre değilim

 

            ölümüm birden olacak seziyorum

 

            hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

 

Bu şiirde “ben” zamiri “Attilâ İlhan” yerine mi kullanılmış? Sanmıyorum. Bir kez “Attilâ  İlhan” karanlık bir insan değil, kaldı ki “yakışıklı” bir kişi. Şair, durup dururken kendisini neden “çirkin” olarak nitelesin? Peki kim bu şiir kişisi? Bu şiiri okudukça, benim imgelemimde bir Mafya üyesi canlanır.  Ölümü ani olacak kişinin, yasadışı bir örgütlenmenin içinde olması gerekir, diye düşünüyorum. Şiir kişisi umutsuz, ölüm korkusu içinde, yalnız, acıları bol bir kişidir. Bu kişiyi, yasadışı siyasal örgütlenmenin içinde olarak düşünürsek; şairin bu nitelemelerini doğrusu hoş karşılayamam! Siyasi bir mücadelenin içinde olan kişi, bir kez “umut dolu”dur, gelecek güzel günlerin hayalini kurmakta, bu uğurda savaşmaktadır. Bu kişi elbette kokar, ama kendisini hiçbir zaman “karanlık” olarak nitelemez. O, kendince, aydınlığın meşalesidir; bu uğurda da ölmekten çekinmez! Bütün bunlara dayanarak, şiir  kişisini yasadışı bir çıkar örgütünün üyesi olarak düşünüyorum.

 

Şiiri değerlendirirken, şiir kişisinin şairi ne kadar temsil ettiğine dikkat etmek gerekir. Şair, kendini yüceltir, başka biçimde aksettirir. Korkak bir şairin kendini kahraman gibi yansıtması pekala mümkün. Namık Kemal “bab-ı hükümetten çekilmeyi” bir kahramanlık gibi sunmaz mı? Abdülkadir Budak şöyle der: “Şunu açıkyüreklilikle söylemek isterim ki, zaman  zaman kimi etkilenmeler sonucu olarak ‘odalara kapalı ruh hâlim’ alanlardaymış gibi gözüktü, görünmek zorunda kaldı.”1  Oysa Budak’ın şiirlerinin tümüne derinlemesine bakıldığında, onun hiç de meydanlara çıkacak, haklı olduğuna inansa da, bir dava için dövüşecek yapıda olmadığı görülür. Onun şiirini okuyan bir kişi ‘kimi etkilenmeler’ nedeniyle yazılan bir iki şiire takılmamalıdır. O şiirlerin yazıldığı  dönemde, kıran kırana bir savaşım vardı; şairin kimi arkadaşları ya yaralandı, ya öldürüldü. Bütün bunlar şiirin kişisini kuşkusuz etkiledi.

 

Abdülkadir Budak kitabına  Ayna Sandım Şiiri adını koyarken, şiirlerinin kendini yansıttığını da söylemiş oluyor. Ama şunu da söylemekten kendini alıkoyamıyor : “Sigara içmeyen şairin, kitabın arka kapağında sigarayla çekilmiş fotoğrafını koyması gibidir ‘bir sigara yaktım dar bir zamanda’ gibi bir dize yazması. Ya da ağzına içki koymadığı halde zil zurna sarhoş olması en azından yukarıdakinin yanında gülünç duruma düşürür şairi. Ve şair yalnız yaşadıklarıyla değil, yaşamak istedikleriyle de görülebilir şiirlerinde elbette. Ama güzel olan, bana göre önemli olan, şairin şiiriyle örtüşebilmesi, bir yerlerde buluşabilmesidir.”2

 

Şiirin şairiyle çakışması, aynı zamanda şiir kişisinin şairle çakışması sonucunu doğurur. Oysa A. İlhan’ın şiirinde şair ile şiir kişisi çakışmıyor. “Aysel Git Başımdan” şiirinin kişisi, şairin özlemi de olamaz bence. Bu durumda şiire nasıl yaklaşacağız?

 

Şiir kişisini iyi çözümleyebilmemiz için, şairin şiirlerinin tümünü gözden geçirmek gerekir. Şiirin bütününde, şair şu ya da bu biçimde kendini yansıtacaktır. Yansıtılan şiir kişilerinin ortak  özelliği baz olarak  alınabilir. Bu durumda daha sağlıklı bir sonuca varılabilir.

 

Elbette büyük şiirin ölçülerinden biri lirizmdir ve lirik şiirin kişisi, büyük bir oranda şairin kendisidir. Yahya Kemal, “Itri”de, bestekârı anlatırken, kendisini de anlatıyordu. Şairin, kendisi için, Divan şairleri gibi “fahriye” yazması, yirminci yüzyılda komik kaçacağından, Yahya Kemal, Itri’yi yüceltirken, kendini de yüceltmiş olur. “Açık Deniz”de “Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı / Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı” dizelerini söyleyen şiir kişisi, Yahya Kemal’in kendisidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmış olmasından, biliyoruz ki Yahya Kemal muzdariptir ve bu acıyı, çeşitli biçimlerde dile getirir. Ama Yahya Kemal’in korkak olduğunu da biliyoruz. Elçilik görevini aldıktan sonra öldürülmek korkusuyla uzun bir süre yurda gelmez. Mustafa Kemal’in güvencesine dayanarak, çağrı üzerine yurda döner. Korkak Yahya Kemal, bu korkusunu “Akıncılar”, “Mohaç Türküsü”, “Ok”, “Selimnâme”, “İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel” gibi şiirlerinde, ceddinin yiğitliklerini anlatarak ödünler. Başka bir deyişle, kişiliğindeki korkaklığı, atalarına duyduğu özlemle kapatmaya çalışır.

 

Şiir kişisinin şairiyle özdeşleşmesi için, şairin içtenlikli olması gerekir. Bunu yapamayan şair, şiir kişisini, olmak istediği kişiye büründürür. Hep rahatını düşünen, güçlüden yana tavır alıp kendi konumunu garantilemeye çalışan konformist bir Faruk Nafiz, “Ferhat” adlı şiirinde :

 

Yaydan kopan ok gibi kanat açtım derine,

 

            Kapanmak istiyorum bu hızla dizlerine...

 

            Delmek için nefesim yetti külünk yerine,

 

            Birer küme buluttu sıradağlar yolumda

 

derken, inandırıcı olamaz. Buradaki şiir kişisi, şairin “kurgusal ben”ini anlatır olsa olsa. İstanbul’dan Kayseri’ye gidişini bile “gurbete gidiş”  diye algılayan, milletvekiliyken bile Ankara’da pek durmayıp sürekli İstanbul’a kaçan bir Faruk Nafiz’in, Ferhat gibi, ideali uğruna dağ delmeye kalkacağını düşünmek mümkün değil.

 

Diyebiliriz ki, bir çok şiir kişisi, kurgusaldır. Bu kurgusal kişi, şairden bir şeyler yansıtsa bile, asıl yansıtılan şairin özlemleridir. Faruk Nafiz, kendisiyle söyleşi yapan bir gazetecinin “Eşinizi hiç aldattınız mı?”  sorusuna gülümseyerek “Bunları geçelim” der. Şairin özel hayatı bizi pek ilgilendirmez ama, mazbut aile babası bir şairin, “Aşkım seni canavarlar gibi tâkîb edecek” gibi dizeler yazması, onun yaşamadığı aşkı, “kurgusal ben”ine yaşatmasından başka bir şey değildir. O çağda, büyük kent insanının bile çevrenin baskısıyla “olması istenen” insan rolüne soyunduğu düşünülürse, devletin ideolojisini temsil eden bir kişinin şu ya da bu şekilde özlemlerini, davranışlarını frenlemesi çok doğal. “Seni bekliyorum, göğsüm açık, bağrım açık; / Hançer ol, göğsüme saplan; ecel ol, karşıma çık!” dizeleri de “mutlu bir yuva” kuran şairin, aşkı yaşamak istediğini ortaya koyar. Hayatla özlemler her zaman çakışmıyor.

 

Ziya Osman’ın, Cahit Sıtkı’nın, Behçet Necatigil’in şiir kişileri ile kendileri arasında bir özdeşlik vardır. “Tanrım, sonsuz dünyada ben âciz ve ufağım, / Kullarının arasında tanrım ben bir koyunum.”  diyen  Ziya Osman, şiir kişisini konuştururken, kendisini nasıl algıladığını koyar ortaya. “Bana pek sert vurmuşlar bir yerlerim ağrıyor / ... / Ne hoyrat kullanmışlar / Sevincin sesi çıkmıyor.”dizelerindeki “ben” zamiri yerine rahatlıkla “Behçet Necatigil” adını koyabilirsiniz. Ama “Ağzında  binlerce güneşin tadı / Dilin ucunda yalnızca kendi adın.// Çünkü sevdikçe beni sen kendini tanıdın.” dizelerinde “ben” zamirinin yerine “Edip Cansever” adının konulabileceğinden kuşkuluyum. Onun şiir kişilerinde, toplumdan kaçan, kalabalık içinde kendini yalnız duyumsayan şiir kişileri ile Cansever’i özdeşleştirebiliyorum. Hatta “Çağrılmayan Yakup” bir yerde şairin kendisidir.

 

Can Yücel’in bütün şiirlerinde şiir kişisi, kendisidir. Onun şiirindeki içtenliği bu sağlıyor : “Ben size lokmalardan kurulmuş bir şiir veriyorum. / Yiyin, bana şükredin, küfredin!”

 

Günümüz şiirinde acılar içinde kıvranan, kendini yalnız hisseden çok sayıda şiir kişisi var. Bu, bana bir modaymış gibi geliyor. Hele metafizik duygusu olmayan şairlerin fizikötesini dillendirdikleri şiir kişileri çok yapay. Bu kişiler konfeksiyon. Şair, Türkiye’nin koşullarına göre rahat bir ortamda yaşıyor, her akşam dostlarıyla, sevdikleriyle içkisini yudumluyor, ama şiirlerine bakıyorsunuz, azaplar içinde kıvranan şiir kişileri... Bütün bunlar, şiirin etkisini azaltıyor gibime geliyor. “birçokları gibi farkındaydım her şeyin / uğultuları duyabiliyordum zindanlardan / elektrik acısı buruyordu boğazımı” dizelerini yazan şairin içtenliği bana inandırıcı gelmiyor. Cansever’in Kuyudaki Yakup’u daha inandırıcı. Hatta Şeyh Bedrettin’in macerasını anlatan, yenilgi, kafasıyla kabullenip bunu yüreğine kabullendiremeyen şiir anlatıcısını Nazım’la özdeşleştirebiliyorum da, boğazında elektrik acısı duyan kişiyle şairini özdeşleştiremiyorum.

 

Batınî bir aileden gelme dışında, mistisizmle hiçbir yakınlığım yok. Haydar Ergülen’in mistik şiir kişilerinin şairle özdeş olmasından kaynaklanan içtenlik mi bana Ergülen’in şiirini sevdiren?

 

Sabit Kemal Bayıldıran

 

(Akatalpa Dergisi, sayı:3, mart 2000)

 

NOTLAR

 

1- Abdülkadir Budak, Ayna Sandım Şiiri, İlkyaz Kitaplığı, Ankara, 1998, s. 55

 

2-  Age, s. 56

 

 

 

   

 

 


 
bugün 455 ziyaretçi (667 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol