S O Y L U E D E B İ Y A T
ahmet ada-5
GÜNÜMÜZ ŞİİRİ ÜZERİNE BAZI GÖZLEMLER (Ahmet Ada)
Günümüz şiiri enflasyonist imge cambazlıklarını sürdüren bir yapısızlık gösteriyor. Bu yapısızlık, dergilerde, kötü şiirle de yan yana görülebiliyor. Belli bir düzeyi tutturabilmiş, şiirinin omurgasını kurabilmiş bazı şairler de, kendi şiir ortalamalarının dışına çıkamıyor. Ortalama şiir, günümüz şiirinin egemeni gibi. Kötü şiirler de, iyi şiirler de aynı ortam içinde ortalama şiiri oluşturuyor. Bir derginin soruşturmasında, “uslu” şiir olarak niteleniyor günümüz şiiri. Şiirin ille de suç işlemesi gerekirmiş gibi, “suç işleyen şiire ne oldu?” diye sorulabiliyor. Oysa şiir, kendi kurallarını parçalayan bir devrimi yaşayabilse; bunun hem şiirin ortalamasını değiştirebileceği, hem de toplumsal başkaldırıyı içerebileceği düşünülebilir. Bunun tam tersi bir konumda günümüz şiiri. Ortakyaşar, ortalama bir düzeyin şiiri yazılageliyor. Çoğu şair, kendi imge dizgesini kurmuş durumda. Bundan rahatsızlık duymuyor. Kendi şiir ortalamasını yazıyor. Öte yandan, şiir-içi bir devrimin ne dışsal, ne de içsel koşulları görülmüyor. Bu koşulların biri olmasa da şiirde büyük değişimler yaşanabilir oysa. Dünya şiir pratiği içinde bunlar görüldü. Arthur Rimbaut’nun, Mayakovski’nin, Nâzım Hikmet’in kendi dönemleri içinde, şiiri değiştirebilecek içsel ve dışsal koşullar yokken de, şiiri değiştirebildikleri biliniyor. Şiirde devrim yaptıkları, bunun bugünün şiirine uzanan bir devrim olduğu da görülebiliyor. Bugünün şiiri de, çok geniş anlamda, bazı farklılıklar dışta tutulacak olursa, bu parlak düzlem üzerinde yürüyor. Temeli imgeye dayalı bir şiir. Dil içi oyunlar, imge cambazlıkları o derece ileri gitmiş ki, okurken şiir labirentlerinde dolaşıyoruz. İkinci Yeni şairleri bile, çoğaltıcılarını, ayrık otlarını saymıyorum, bu denli “anlam savrukluğu” içinde olmamışlardı. Edip Cansever’in, Turgut Uyar’ın, Cemal Süreya’nın, Ece Ayhan’ın, Ülkü Tamer’in bir ortalaması olmadı hiç. Günümüz şiirinin bir ortalaması var; bir şiir ortamı bu. Bu ortamın dışında şiir üreten şairler de var elbette. Yalınlığı, sadeliği ilke edinen şairler; imge ormanlarına dalmayan. Onlar görülmüyor; çünkü imgeci şiir egemen durumda.
İmgeci şiir anlayışının kötüye kullanılışı, bu anlayıştan vazgeçmemizi gerektirmiyor. Ülkü Tamer, 40’ların, 50’lerin, saflığın şiirini özlediğini belirtiyor. “Cahit Sıtkı Tarancı’ları, Behçet Necatigil’leri, Ziya Osman Saba’ları, Sabahattin Kudret Aksal’ları, Cahit Külebi’leri, Muzaffer Tayyip Uslu’ları, Orhan Veli’leri, Oktay Rifat’ları, Ceyhun Atuf Kansu’ları, o yılların Melih Cevdet’lerini, Necati Cumalı’larını özledim” diyor. (Radikal, 2.9.2000). “Duru, yalın, içten bir şiirdi o dönemin şiiri. Saflığın şiiriydi. Çocuksu bir yanı vardı neredeyse. Dil oyunlarıyla, imge cambazlıklarıyla, kişilik gösterileriyle örülmemişti. Dizeler kâğıda dökülmeden önce beynin binbir kıvrımından geçerek sınanmıyordu. Duygular ne yapay biçimde ateşleniyor, ne de gereksizce dizginleniyordu.” Özlediği şiire dönülmesini önermiyor Ülkü Tamer. Belli ki, dil oyunları, imge cambazlıkları, kişilik gösterileri ve yapaylıklarla zedelenen günümüz şiirini eleştiriyor. Saflığı, içtenliği, yalınlığı, duruluğu özlüyor. Abdülkadir Budak da yanlış anlamamış Ülkü Tamer’i. “Şiirin olmazsa olmazı imgenin yanlış anlaşılması sonucudur ki, birbiriyle ilintisi olmayan, parlak ama ruhsuz dizeler toplamı olmuştur şiir.” O da, imgenin kötü kullanılışının, imgeden vazgeçmemizi gerektirmediğini vurgulamış oluyor. İstesek de istemesek de 40’ların, 50’lerin şiirine dönmemiz olanaksızdır. Çünkü, her şiir ortamını kendi döneminin dışsal ve içsel koşulları belirliyor. Günümüzün hiçbir şairi, şiirin gelişim çizgisinin gerisinde kalarak şiir üretmek istemez. Üretmek istese bile bunu başaramaz. Çünkü imge en geniş anlamıyla “nesnel dünyanın öznel yansısı”dır. Yapılacak şey, ki bunu asla bir öneri olarak yazmıyorum, yazdığımız şiiri zaman ve mekândan soyutlamadan bir yapıya, ama bağdaşık bir yapıya kavuşturabilmek olmalıdır. Bağdaşıklık, tıpkı imge gibi, şiirin olmazsa olmazıdır.
Benim, imge cambazlıklarından, dil oyunlarından çıkıp sağlıklı bir şiir için uygulayacak bir reçetem yok. Şiirde çok sesliliğe açık oluşum da buna engel. Ama İlhan Berk’in “Poetika” adlı şiirinden birkaç dize aktararak “nasıl bir şiir?” sorusuna verdiği yanıta kulak verelim :
Nasıl bir şiir mi
yalınayak bir şiir
onmaz bir şiir
evlere su taşıyan bir şiir
baskı saçan bir şiir
dilin uyku hali bir şiir
iblisle el ele dolaşan bir şiir
tüküren bir şiir
dağa çıkan bir şiir
tarla sulayan bir şiir
....
İlhan Berk, yazılan şiirin içinden çıkmayı mı öneriyor? Böyle bir tavır elbette her şairden beklenmelidir. Kendi şiirinin ortalamasını sürdüren şairlerden öncelikle beklenmelidir. Şiirini yenileyemeyen şair neden şiir yazar ki? Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bir de şairliğe yenilen şiiri. Ne güzel dile getiriyor bu durumu Haydar Ergülen : “Şair ne zaman şiirine benzer? Elbette şiirinin önüne geçmediği zaman, şiirinden bir adım, birkaç adım geride durduğu zaman.” Fernando Pessoa’nın kimliğindeki dört ayrı şairi düşünün bir. Şiirinin önüne geçen bir şair olmayı seçseydi, dört farklı şair kimliğiyle yazar mıydı hiç?
Ahmet Ada
(Akatalpa, sayı: 12, aralık 2000)