S O Y L U E D E B İ Y A T

metin cengiz



1980 SONRASI TÜRK ŞİİRİ ve BİÇİM (Metin Cengiz)

 

 

1980 sonrasında yönlendiren, egemen olan, veya geçerli olan şiir üzerine konuşmak, bir anlamda, yazın tarihine bakmak da demektir. Yazın tarihinde de aslolan, bireysel olgulara hatta, bir dönemin şiirsel oluşumuna bakmak değil, şiir dönemlerindeki kuramsal ve sorunsal olguları ele almaktır. Böyle olunca, şiirsel oluşumların nasıl birbirini reddedip yeni oluşumlara yol açtığı, hatta kabul ve çatışmalar arasında düz bir çizgide değil de sarmal bir yapılanmada nasıl yeni oluşumlara yol açtığı önem kazanır. Şöyle ki, Garip döneminden söz ettiğimizde, tek tek şairlerle şiir dışında, şiirin doğrudan bağımlı olmadığı diğer farklı disiplinlere bakılır. Oysa, Garip Şiiri, ülkemizde daha önce varolan, ancak şu ya da bu nedenle öne çıkamamış eğilimlerin (şiirsel eğilimlerin-tekniklerin) yeniden yaratılarak, yeni bir biçim verilerek egemen oluşudur. Bu bağlamda, 40 dönemi öncesine bakıldığında, Garip Şiiri’ni oluşturan, önceleyen gereçleri görebiliriz. Ve ne ilginçtir ki, Garip Şiiri, kendisinden de etkilenen 40 Kuşağı Şiiri’ne bir reddiyeyle başlamıştır. Nitekim İkinci Yeni Şiiri de geçmişteki bu her iki şiir döneminde var olan, ama daha göze çarpmayan bir yerde duran şiir biçimlerinin egemenliğinin ilanıdır. Garip döneminde ve öncesinde, hatta aynı sıralarda yazan F. Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı, vb. gibi şairlere, hatta daha önce yer almış şairlere bakılınca İkinci Yeni’nin şimdiye değin hakkında diğer kültür dizilerine bakılarak yapılan açıklamaların ne denli yetersiz oldukları görülür. Demek ki bir döneme bakışta aslolan, şiirin evrimleşme sürecini görmektir. Kendi içinde taşıdığı yazınsal dinamiklerdir. Biçimlerdeki evrim sorunudur teknik veya gereç olarak. Burada dikkat edilirse, karmaşık bir gelişmedir söz konusu olan. Reddedilen, egemen olamayan şiirsel biçimlerden yola çıkıştan söz etmekteyim. Veya kabul edilmiş görülenin köklü bir eleştirisinden. Ve yine dikkat edilirse, yazınsal devamlılık, karmaşık bir çatışma sürecini içermektedir. Bu noktada, geleneğin yeniden yaratılmasını anmak istiyorum. Egemen olanın, daha altlarda, veya egemen olanın yanı sıra başka şiirsel biçimleri ürettiğinden. Ancak, egemen olan tektir. Diğer şiirsel biçimlerin yanında başat durumdadır. Gelenek, egemen olanın yanı sıra, aynı süreçte, şiirsel biçim olarak olgunlaşmış da olsa kurallar, teknik ve gereç olarak henüz evrim açısından benimsenip kabul edilmemiş olan farklı şiirsel biçimlerin devamını olanaklı kılar.

 

             1980 sonrası egemen olan şiire gelince... Egemen bir şiirsel biçim olarak, kendi kurallarını şöyle veya böyle koymuş ve kabul ettirmiş olsa da, şiirsel biçim olarak tarihleşmediğinden, hakkında söylenecekler şiirimizin geçmişi henüz evrimleşme açısından irdelenmiş olmasa da -bu böyledir edebiyat tarihinde evrim açısından-, kabul edilmelidir... 1980 sonrasında, şiirin artık eskisi gibi yazılmadığı, ideolojik hatlarda devinenlerin bile bu egemen olana göre kendilerini/ söylemlerini belirlemeye çabaladığı, şiirin kendi içine yöneldiği, ilk defa reddetmenin yerine Türk şiir birikiminin olduğu gibi kabullenilip değerlendirildiği söylenebilir. Bu egemen olan şiirin geçmiş birikimle hangi noktalarda çeliştiği, hangi teknik ve gereçlerde yeni biçimler oluşturduğu, egemen olan şiirin Türk şiirine biçim olarak nerelerde katkıda bulunduğu vb. gibi noktalarda açıklayıcı, tatmin edici inceleme ve araştırmalarda bulunulmuş olmaması, bu egemen olan şiir anlayışı içinde yer alan bir şair olmama karşın, beni kuşkuda bırakmıyor. Bir şair olarak, kendi anlayışıma karşı tarafsız olma duygusu coşkularıma galebe çalsa da, 1980 şiiri, onca yazı yazmama, düşünmeme karşın, şu yaptığım, yazın ve şiir açısından taşınması gereken bir olumluluk olmalı. Kendime böyle bir paye çıkardıktan sonra, hâlâ yaşanan, kendi tarihini yazan şiir için, diğer kültürel disiplinlerden yola çıkarak söylenecek şeylerin ne belirleyici ne de açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Başta da söylediğim gibi, belirleyici ve aslolan yazın tarihi açısından geçirilen evrimdir. Şiir buraya gelmişse, A, B, C adlı şairlerin adlarının, görüldüğü gibi, başat şiirin şiirimize getirdikleri, şiirimizde yol açtığı değişimler vb. tartışılmalı diyorum.

 

             Bu bağlamda, son olarak söylemek istediklerim elbette var. Öncelikle şunu söyleyeyim: Yazınsal açıdan doğal olan olmaktadır. Yazınsal hareketlerin sürekli gelişip değiştikleridir bu da. Tabii ki getirdikleri paradigmalarla. Ve de özellikle şiirin söylediğim, vurguladığım gibi evrimi açısından. Kısaca nelerdir bunlar?

 

             Bunlar, ilk defa şiire şiirin kendisi olarak, kendi ölçütleri çerçevesinde bakılması gerektiğidir, içerikte, anlatıda olan yalnızca bir gereçtir çünkü. Tekniğin, biçimin yalnızca bir parçası üzerinde durduğudur, biçimsel bir öğe olduğudur. Gelenek ve süreklilik konusunda siyah-beyaz çatışmasının ötesinde yeniden yaratmaya dayalı bir bakış açımızın olması gerektiğidir. Şiirin neyi değil, neyi nasıl temalaştırdığıdır. Süreklilik olarak neyin yeniden galebe çaldığının gösterilmesi açısından önemli deneyler taşıdığıdır. Ve en önemlisi, şiir dışı disiplinlerin/kültürlerin şiir için yalnızca başvurulabilir yardımcı kültürler olduğunu göstermesidir. Ve elbette, şiirin aslında bir biçim, bir dil olduğu konusunda duyulan kuşkuları gidermesi; bu konuda yapılan yüzeysel tartışmaları önemli ölçüde boşa çıkarmasıdır.

 

 

 

 

Metin Cengiz

 

(Şiir Ülkesi Dergisi)

 

BİÇİM, BİÇEM VB. (Metin Cengiz)

 

 

Bir süredir dergilerde şiirin biçemine ilişkin yazılar bu konudaki tartışmaları da ister istemez gündeme getirdi. Özellikle de Kum dergisinde Tuncer Uçaroğlu’nun şiire ilişkin değerlendirmelerdeki tutumu konunun tartışılmasını kaçınılmaz kıldı. Aslında, konu üzerine daha önce aydınlatıcı bir çok yazı yazılmış, kaynak çevrilmiş, ancak bunlar görülmemiş, ya da görülmeye değer bulunmamış. Dolayısıyla hiçbir şey olmamışçasına, tartışılmaması gereken yerden girildi konuya. Ülkemizde böyledir, genellikle bir konu üzerine daha önce yapılmış olan çalışmalar göz önüne alınmadan, herkes varolduğu kadarıyla kendi şiirsel donanımı/şiir beğenisi ile düşünmeyi, hatta tartışmayı sürdürür. Sil yeni baştan edilir. Dolayısıyla şiir adına hiçbir gelişme kaydedilmeden belirli bir noktada dönüp durulur. Sevgili Tuncer Uçaroğlu’nun yazılarında görülen tavır da bu ne yazık ki. Şiirde artlama dize (dize kırma), düzyazı şiir, dizelerin büyük-küçük harflerle başlaması, cümle şiir... en baştan tartışılıyormuş gibi işlendi tarafından. Böylece de modern şiirin kazanımları, nasıllığı, şiire getirdiği yenilikler, bu konulardaki yetkin çeviriler, yazılar görülmezden gelindi. Elbette Türk şiirinin kaydettiği aşama da.

 

Bilindiği gibi şiir bizde de olduğu gibi başka ülkelerde de biçim (şiirin özgün yapısı, dış görünüşü; uyak, dize yapılanışı vb.)/biçem (anlatım özelliği, bireysel söyleyiş yolu vb.) açısından bir çok aşama kaydetmiş, bu gelişme sürecinde her türlü olanak şiirin hanesine artı olarak eklenmiştir. Günümüzün şairi duygu ve düşüncelerini anlatmak için şiirin bütün bu gelişmelerinden yararlanır, anlatmak istediğine uygun olarak yeni biçim ve biçemler yaratır/yaratmaya çalışır/deneysel çabaların içerisine girer. Hatta, çok farklı ve yalnız şiire özgü biçimleri dener (saf şiir denemeleri, arzuladığı şiirle Mallarmé, biçimsel denemeleriyle Hlebnikov ve diğer örnekler). Şair isterse eskil dönemlerin düzyazıyı andıran manzum biçiminden, isterse ezberi kolaylaştırmak için her dizenin bir cümleye denk düştüğü klasik dizeli şiir biçiminden (ve bu şiirin gereksindiği noktalama işaretlerinden), isterse düzyazı şiirden ya da cümle şiirden yararlanarak, noktalama işaretlerini de anlama, imgeye, çağrışımlara, iç içe girmiş anlam öbeklerine, ritme yararlı olduğu kadarıyla gözeterek ya da gereksindiği kadar kullanarak, yazar şiirini.  Ve bu şiir biçimlerinin her birinin toplumların belirli gelişme evrelerinin bir ürünü olduğunun da ayrımındadır. Ya da bunu varsayarız. (Bizde bu varsayım biraz kuşkulu da olsa!) Böylece yalnızca düşünceleriyle, duygularıyla bir ileti (mesaj) vermekle yetinmeyip, biçemiyle olduğu gibi biçimle de verir kimi iletilerini. Örneğin şiirin başlığı ve dize başları küçük harfle yazılmışsa biz okuduğumuz şiirin biçimsel açıdan günümüz gerçekliğine uygun olarak yansıtıldığını, toplumu belirleyen kurallara karşı çıkan şairin şiirin klasik kurallarını (düzenini) ret ettiğini düşünürüz. Yoksa onun modaya uyduğunu değil. Yine şair dizeleri kırarak, dize şiirin el vermediği bir biçimde sözcükler arasında farklı ve alışılmamış birleşimler, yeni anlam alanları, anlam öbekleri, çağrışımlar, imgeler, imge parçacıkları ardında koşabilir. Böylece de içinde bulunduğu toplumsal durumca belirlenen söylenebilirlik gücünün olanaklarını dener. Sözcük ile (tüm boyutlarıyla) nesne arasındaki oyundan alabildiğine yararlanır. Bu yolla da sözcük ile nesne arasında el değmemiş, dile gelmemiş bir mahiyet taşıyan nesnenin tüketilemez zenginliği ve çelişkili bolluğu içine dalar ( M. Bakhtin, Karnavaldan..). Bu durumda da şairi yargılamak değil tam tersine anlamaya çalışmak şiir üzerine düşünen herkesin başlıca görevi olmalıdır.

 

Görüldüğü gibi biçim/biçem üzerinde şairin durması hiç de boşuna değildir. Gerçekliğe ilişkin duygu ve düşüncelerini anlatmak için kendince en uygun biçim ve biçemin peşindedir şair. Günümüzün çok yapılı karmaşasını, bireyin parçalanmışlığını, toplumsal bütünselliğin yitirilmişliğini biçimde de duyumsatmak şairin elindedir. Cümle şiir, dize kırma yöntemini birlikte uygulayabileceği gibi, düzeni ve kuralı anımsatan büyük harfle başlayıp her dizeye bir cümlenin denk düştüğü –ki bu anlayışla yazılmış dizelerde de dize kırmaya rastlarız- anlayışta da (eğer şiire uygun düşüyorsa) ürünler verebilir. Bu yalnızca şairin yaratma sürecinde, tamamen yazdığı şiir(ler)le ilgili bir olgudur. Ve de tamamen şairin tercihine, ne yapmak istediğine bağlıdır. Bulmak, bu doğrultuda sonsuz ve sınırsız bir alanda uğraş vermek konusunda şair hiçbir önsel düşüncenin tesiri altında bırakılamaz. Tuncer Uçaroğlu’nun çeşitli kaygılardan, belki de bazılarınca rasgele ve bilinçsizce uygulanan modern şiirin bu biçim/biçemlerden duyduğu rahatsızlıktan kaynaklandığı anlaşılan tavrı ise bu anlamda kanon koymayı amaçlar denli buyurucu. (“... düzyazı şiir olarak yazılsaydı” sözleri bunu kanıtlar. Bu tutum ayrıca, sanki şair şiirinin biçimi üzerinde yeterince durmamış, düşünememiş, kırma dizeyle elde edilebilecek okuma zenginliğinin farkında değilmiş gibi kuşkuları da uyandırır ki bu da içine girilen bir başka yanlış tavırdır.) Hatırlatalım, Cemal Süreya’nın “Şiir geldi kelimeye dayandı” sözü bile biçim/biçem konusunda bu tartışmaları gereksiz kılacak denli uyarıcı.

 

Okur, eleştirmen kendince uygun gördüğü kadarıyla şairi onayıp onamamak hakkına elbette sahiptir. Ancak beğenmek-beğenmemek okuyucunun, eleştirmenin şiir konusundaki gelişim düzeyi ile de ilgilidir. Bir eleştirmenin klasik dize anlayışına göre modern şiiri okumaya çalışması, oradaki tadı ve anlam çeşitliliğini bulamayınca da önerilere girmesi, başta o şiire, sonra da o şaire kıymaktan başka bir şey değildir. Bir de bunun klasik tavırda yazılmış şiirleri yere göğe koymayarak yapılması... (Bu türden şiirlerin sevilmesine kimsenin karışmaya hakkı elbette yoktur. Ama konu modern şiiri yere vurucu, kendince yargılayıcı olursa, sessiz kalınmaz. Ki bu yazıyı bana yazdıran da bu olmuştur.) Hele, örneğin, “... gençlik heyecan ve tutkularını, ümit ve ümitsizliklerini, kafa ve gönül bunalımlarını, artistik çabalarını...” (Behçet Necatigil, Heine, Şarkılar Kitabı) dile getirdiği şiirlerin adının neden Şarkılar Kitabı olduğunu sormak, Heinrich Heine’a rahmet okutmak olmaz mı? Bunu bir de şiirin çağımızla içerik ya da biçim/biçem bağlamında ilişkisini kurmaya gerek görmeden, şairin çağıyla ilgili kaygı ve sorunsallarını es geçerek yapmak...

 

Oysa sorun günümüzün karmaşasını, eski düzenli şiirin veremeyeceği bir boyutta ve biçimde karmaşa yaratarak vermek. Bunu derinden duyumsatmak. Benim öteden beri şiirde yapmaya çalıştığım da bu olmuştur. Yalnızca özün, derdin, anlatılmak istenenin şiiri şiir yapmaya yetmediğine, bütün bunların en uygun dile gelebileceği biçim/biçemin şiirde her şeyi belirleyici olduğuna, özellikle de böyle olduğuna inanan biri olarak da bu yazı benim açımdan kaçınılmazdı. Amacım yalnızca eleştirinin görevinin doğru işlerliğini sağlamada bir şair olarak kendime düşeni yapmaktır.

 

 

 

 

Metin Cengiz

 

 

   

 

 


bugün 44 ziyaretçi (54 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol