S O Y L U E D E B İ Y A T
ezra pound
BİR İMGECİDEN ‘YAPILMAMASI GEREKENLER’ HAKKINDA (Ezra Pound)
‘İmge’ geçici bir an içindeki zihnî ve duygusal karmaşayı temsil eder. Burada ‘karmaşa’(complex) kelimesini Hart gibi psikologların kullandığı anlamda kullanıyorum her ne kadar uygulamamızda tamamen aynı fikirde olmayabilirsek de.
Bu ‘karmaşa’nın an içindeki temsili bize ani bir kurtulma, serbest kalma hissi verir; zamanın ve mekanın sınırlarından kurtulmuşluk hissi; büyük sanat eserlerinin mevcudiyetlerinde deneyimlediğimiz ani bir büyüme hissi.
Bir hayat boyu bir tane İmge sunabilmek sayfalar dolusu çalışma üretmekten çok daha iyidir.
Ancak kimileri bunun tartışmaya açık olduğunu düşünebilir. Şiir yazmaya yeni başlayanlar için bir YAPILMAMASI GEREKENLER LİSTESİ tertip etmek acil bir gerekliliktir.
Başlangıç olarak Bay Flint’in* de belirttiği üç kuralı dikkate alın ama birer dogma olarak değil-hiç bir şeyi bir dogma olarak değerlendirmeyin- daha çok uzun bir tefekkürün sonuçları olarak düşünün; başka birinin de olsa uzun bir tefekkür üzerine düşünülmeyi hak eder.
Kendisi bugüne kadar kayda değer bir çalışma ortaya koymamış insanların eleştirilerine kulak asmayın. Yunan şairlerinin ve oyun yazarlarının gerçek metinleri ile ve Greko-Romen dilbilgisi uzmanlarının kendi vezinlerini açıklamak için uydurdukları teoriler arasındaki zıtlıkları düşünün.
Dil
Gereksiz bir kelime ya da hiç bir şeyi ifşa etmeyen bir sıfat kullanmayın.
‘Huzurun loş diyarı’ gibi bir ifade kullanmayın. Bu, imgeyi sönükleştirir; soyut olanla somut olanı birbirine karıştırır. Bu yazan kişinin doğal nesnenin her zaman kifayetli bir simge olduğunu kavrayamamasından kaynaklanır.
Soyutlamalardan kaçının. İyi bir düzyazıda zaten anlatılabilir olanı vasat bir şiirde yeniden anlatmayın. Tarifsiz güçlükteki iyi bir düzyazı sanatının zorluklarından kompozisyonunuzu dizelere dilimleyerek sıyrılabileceğinizi ve akıllı birini bununla kandırabileceğinizi sanmayın.
Bugün ustaya bıkkınlık veren yarın okura bıkkınlık verecektir.
Şiir sanatının müzik sanatından daha basit olduğunu sanmayın ya da bir şiir ustasını şiir sanatı üstüne ortalama bir piyano öğretmeninin müziğe harcadığı kadar emek harcamadan memnun edebileceğinizi.
Büyük sanatçılardan etkilenin ama her zaman borcunuzu hakkıyla teslim etmek ya da onu gizlemek için gerekli edebe de sahip olun.
‘Etkilenme’nin sadece hayranı olduğunuz bir ya da iki şairin birtakım süsleyici kelimelerini silip süpürmenize neden olmasına izin vermeyin. Geçenlerde bir Türk muhabiri raporlarında ‘kumru-grisi’ tepelerden-ya da ‘soluk-inci’ tam olarak hatırlayamıyorum- bahsederken suçüstü yakalandı.
Ya hiç süs kullanmayın ya da iyi süsleyin.
Ölçü ve Kafiye
Bırakın okuyucu keşfedebileceği en iyi kadanslarla doldursun zihnini, özellikle de yabancı bir dilde(bu ritim için geçerli, okuyucun kelime dağarcığı tabii ki anadilinde bulunur), böylece kelimelerin anlamı okuyucuyu akışı takip etmekten daha az alıkoyar; örneğin Sakson şarkıları, Batı İskoçya Halk Şarkıları, Dante’nin şiirleri Shakespeare’in dizeleri-tabii okuyucu kelimeleri kadanstan ayırabilirse. Bırakın okuyucu Goethe’nin liriklerini soğuk bir şekilde bileşen ses değerlerine, heceleri kısa ya da uzun vurgulu ya da vurgusuz sesli ve sessiz harflerine parçalasın.
Bir şiirin müziğine yaslanması zorunlu değildir ama eğer yaslanıyorsa o zaman bu müzik usta olana haz verecek bir müzik olmalı.
Bırakın yeni başlayan , ses yinelemelerini, çabuk ya da geciken basit ya da çoksesli kafiye ve yarım kafiyenin ne olduğunu bilsin tıpkı bir müzisyenin ahengi ve kontrpuanları ve zanaatının her türlü ince ayrıntısını bileceği gibi. Sanatçı bunlara çok nadiren ihtiyaç duyacak olsa bunlara ayrılan zaman hiç bir zaman çok büyük değildir.
Bir şeyin sadece düzyazıya giremeyecek kadar sönük olduğunu düşünerek onun şiire girebileceğini sanmayın.
‘Gözlemci’ olmayın- bunu felsefik makaleler yazan yazarlara bırakın. Betimleyici olmayın; unutmayın ki bir ressam bir doğa manzarasını sizden çok daha iyi betimler ve bu konuda sizden daha fazlasını bilir.
Shakespeare ‘Şafak koyu kırmızı bir örtüye bürünmüş’ dediğinde bir ressamın betimleyemeyeceğini sunar. Onun bu dizesinde kimsenin betimleme olarak adlandırabileceği bir şey yoktur; o sunar.
Yeni bir sabunu pazarlayan bir reklam ajansından çok bilimadamlarının yöntemini düşünün.
Bir bilimadamı bir şey ‘keşfedinceye’ kadar büyük bir bilimadamı olarak takdir edilmeyi ummaz. O çoktan keşfedilmiş olanı öğrenmekle başlar işine. Bu noktadan ilerler. Kişisel olarak büyüleyici biri olmaya yatırım yapmaz. Okulun ilk senesinde yaptığı çalışmaların arkadaşları tarafından alkışlanmayı beklemez. Ne yazık ki şiirin çömezlerini toplayabileceğimiz muayyen ve tanınabilir bir sınıf yoktur. Onlar ‘her yere dağılmışlardır’. ‘Halk şiire karşı kayıtsız’ ifadesinde şaşılacak bir taraf var mıdır?
Yazacaklarınızı birbirinden ayrı biri vurgusuz diğeri vurgulu hecelere* dilimlemeyin. Her dizeyi ölü bir vurguyla bitirip her ardından geleni güçlü bir vurguyla başlatmayın. Bırakı bir sonraki dize yükselen ritmin dalgasını yakalasın tabii özellikle uzun bir duraklama yaratmak istemiyorsanız.
Kısacası müzikle bir çok paralelliğe sahip sanatınızla uğraşırken bir müzisyen gibi iyi bir müzisyen gibi davranın. Aynı kurallar hakimdir ve başka kural da yoktur.
Doğal olarak vezin yapısı kelimelerinizin şeklini, anlamını ya da onların doğal sesini bozmamalı. Her ne kadar dize sonlarında ya da duraklarda her türlü yanlış durmanın kurbanı olabilecekseniz de başlangıçta kelimeleri güçlü bir şekilde etkileyecek vezin(ritm) yapısı yakalamanız pek ihtimal dahilinde değildir.
Müzisyen perde seslerine ve orkestranın ses gücüne güvenebilir. Siz güvenemezsiniz. Ahenk kelimesi şiirde yanlış tatbik edilmektedir; farklı frekansların eşzamanlı seslerine isnat eder. Ancak en iyi şiirde bile dinleyenin kulağında kalan ve orada az çok bir org alt sesi gibi davranan bir ses artığı mevcuttur.
Eğer haz vermek içinse kafiye içinde belli belirsiz bir sürpriz etkisi barındırmalıdır; acayip ya da nadir olmaya ihtiyaç duymaz ancak kullanıldığında ustalıkla kullanılmalıdır.
Bu konu hakkında daha fazla bilgi için ‘Technique Poétique’de yer alan Vildrac ve Duhamel’in yazılarına göz atın.
Şiirinizin okuyucunun yaratıcı gözüne hitap eden kısmında yabancı bir dile tercüme edilirken hiç bir eksilme olmaz; ancak kulağa hitap eden kısmına ancak şiiri özgün dilinde okuyabilenler erişebilir.
Milton’un belagatı ile kıyaslandığında Dante’nin temsillerinin katîliğini düşünün; Wordsworth’un tarifsiz sıkıcılıkta olmayan şiirlerinden okuyabildiğiniz kadar okuyun.
Eğer meselenin özüne varmak istiyorsanız Sappho, Catullus, Villon ve Heine okuyun ya da Gautier’i –duygusuz olmadığı zamanları- okuyun; eğer dillerini bilmiyorsanız işini ağır ağır yapan Chaucer’i okuyun. İyi bir düzyazının size bir kötülüğü dokunmaz ve onu yazmaya çalışmak da size iyi bir disiplin sağlar.
Eğer özgün konu onu yeniden yazmaya çalıştığınızda ‘yalpalıyorsa’, tercüme etmek de benzer şekilde eğiticidir. Şiirin tercüme edilecek anlamı ‘yalpalamaz’.
Eğer simetrik bir biçim kullanıyorsanız söylemek istediğinizi yerleştirip geriye kalan boşlukları abartılı hisli sözlerle doldurmayın.
Bir duyguyu başka bir tanesinin terimleriyle tanımlamaya çalışıp onun algılanışını bozmayın. Bu genellikle doğru kelimeyi bulmak için fazla tembel olmaktan kaynaklanır. Bu durumun istisnaları da mevcuttur.
Basit ilk üç kural şu an klasik ve standart olarak kabul edilen kötü şiirlerin onda dokuzunu dışarı atar ve sizi de birçok üretim suçu işlemekten ala koyar.
‘Notes sur
Ezra Pound (Çeviren: Deniz Tuncel)
(Bu metin Poetry dergisinin 1913 Mart sayısında yer almıştır.)
NOTLAR
*Pound, F. S. Flint’in derginin aynı tarihli sayısında bulunan ‘İmgecilik’ başlıklı yazısına gönderme yapmaktadır.
*özgün metinde iamb kelimesi kullanılmıştır; iki hecenin ilki kısa-vurgusuz ikincisi uzun-vurgulu kuralına dayanan hece ölçüsü.