|
Çağdaş şiire ve en iyi temsilcilerine bir göz attığımız zaman, onun çok karmaşık yapıda karma bir hal aldığını kolaylıkla görürüz...
Lir doğaüstü bir ruh halini, ruhun şarkı söylediği, ağaç, kuş ve deniz gibi şarkı söylemek zorunda kaldığı yaşam yoğunluğunu anlatır. Matematiksel yöntemleri anımsatan bir yargılamayla (muhakemeyle) şöyle bir sonuca vardım. Şiiri tatlı saatleri düşündürdüğü için, lir sözcüğünü sürekli gözler önüne serdiği ve Lir Özellikle tatlı saatleri, ateşli bir tinsel canlılığı, hyperbolique2 insanı çağrıştırdığı için Banville kesinlikle liriktir ve şairin değeri de burdan kaynaklanıyor.
Gerçekten de, lirik bir duyumsama tarzı vardır. Doğadan en yoksun, boş zamanlardan en yoksun insanlar bile zaman zaman lirik izlenimlere tanık olmuşlardır. Bu izlenimler öylesine zengindir ki, ruh onlarla birden aydınlanır, ışığa kavuşur. Bu izlenimler öylesine canlıdır ki, ruh havalandığını duyumsar. Bu olağanüstü yüce anlarda, her iç varlık, daha yüksek bir bölgeye ulaşmak istercesine, hafifleyip genleşir, kanatlanır.
Demek ki, zorunlu olarak, lirik bir söyleme biçimi ve lirik bir dünya, lirik bir atmosfer, hepsi de Lir’den etkilenmiş manzaralar, erkekler, kadınlar ve hayvanlar var.
Lirik söyleme tarzının en çok sevdiği dil biçimleri hyperbole” ve apostrophe’tur*. Bu dil biçimleri doğal olarak canlılığın abartılmış halinden türerler ve bu nedenle de lirik anlatım için gereklidirler. Ruhun her lirik hali bizi, nesneleri özel ve ayrık (istisnai) görünümleriyle değil, temel, genel ve evrensel çizgiler içinde algılamaya zorlar. Lir, romanın bile bile başvurduğu tüm ayrıntılardan kaçar. Lirik ruh sentezler gibi büyük adımlar atar, romancının aklı ise analizden zevk alır. Şairin mitolojiler ve allegori’lerde nasıl bir rahatlık ve güzellik bulduğunu işte bu gözlem sayesinde anlarız. Mitoloji herkesin bildiği ve canlı bir hiyeroglifler sözlüğüdür. Onda manzara şekiller gibi hyperbolique (anlatımda abartmalı, aşırılığa kaçan) bir büyüye bürünür; dekor halini alır. Kadın yalnızca, Havva’nın ya da Venüs’ün güzelliği gibi yüce bir güzellikteki varlık değildir. Şair kadının gözlerini en üstün yansıtaçlara benzetiyorsa (yeri gelmişken burada Banvüle’in değerli taşlara karşı beğenisine değinelim), doğanın en güzel billurlarına benzetiyorsa, bunu, yalnızca onun gözlerinin arınmışlığını anlatmak için yapmıyor. Amaç, kadını, zihnin yüce bir dünya-daymış gibi tasarladığı bir güzellik türüyle süslemektir. Anımsıyorum, şiirlerinin üç ya da dört yerinde, kadınları eşi benzeri olmayan bir güzellikle donatmak için, şairimiz, başları çocuk başlarıdır der. İşte bu anlatımda özellikle lirik, yani insanüstü olana aşık bir deha türü vardır. Açıktır ki bu anlatım şu düşünceyi içerir: insan yüzlerinin en güzeli, yaşamın; tutku, öfke, günah, içsıkıntısı ve kaygının parlaklığını solduramadığı, yüzeyini kırıştıramadığı yüzdür. Her lirik şair, doğası gereği ve zorunlu olarak yitik Eden’e6 doğru dönüşü gerçekleştirir. Lirik dünyadaki insanlar, manzaralar, saraylar, her şey bir anlamda, olağanüstü bir şekilde onurlandırılmışlardır. Bir utku ve ışık karışımını betimlemek zorunda kaldığında, doğasının bükülmez mantığı gereği (ve inanın en küçük bir zevk almaksızın) şairin kaleminin altına gelen sözcüklerden biri bu onurlandırma sözcüğüdür. Ve eğer lirik şair kendinden söz etme olanağını bulursa, kendini, bir masaya eğilmiş korkunç kara işaretler çiziktiren, yerini bulmamış bir tümceyle boğuşan ya da kanıtlar düzeltmeniyle (musahhih) savaşan biri olarak, ölümünü, yoksul, hazin, düzensiz bir odada, çamaşırlarının altında, tahta bir sandıkta çürüyen biri olarak anlatmaz. Çünkü bunu yapmak yalan söylemek olurdu. Korkunç olurdu: Gerçeği, yani kendi doğasını yadsımak olurdu. Ölü şair nymphe’lerde7 iyi hizmetkârlar, huriler ve melekler bulamaz. Şair, ruhunu ancak yeşil Elysee’lerde3 ya da, batan güneşlerin yaptığı buhar mimarilerinden daha güzel ve daha derin saraylarda dinlendirebilir (...)
Ne kadar lirik olursa olsun, şair, eterli bölgelerden hiç inemez mi, çevredeki yaşamın akımını hiç duyumsamaz mı, yaşamın görünümünü, insansal hayvanın sürekli gülünçlüğünü, kadının iğrenç budalalığını vb. hiç göremez mi? diyeceksiniz... Bütün bunların ayrımındadır elbette! Yaşama inmesini bilir; ama inanın bunu da bir amaç uğruna yapar ve gerçek yasam yolculuğundan kendisine yararlı olanı bulup çıkarır. Çirkinlik ve budalalıktan yeni bir büyüleme türü doğurur. Yaptığı bu hokkabazlık bile elbette, abartılmış (hyperboilique) bir şeyler içerecek, aşırılık üzüntü ve acıyı yok edecek, ve yergi, şairin doğasının ürünü bir tansıkla, bütün kinini, tantanalı olduğu için masum bir kıvanç patlamasına dökecektir.
Ülküsel (ideal) şiirde bile Esin Perisi, aykırı davranmaksızın, canlılarla düşüp kalkabilir, haşır neşir olabilir. Her yerden yeni bir süs devşire-cektir. Onun tanrısal güzelliğine çağdaş bir yaldız, taslak halinde bir incelik, yeni (bir zamanlar kullanılan deyimle çarpıcı) bir canlılık katacaktır. Phedre9 Avrupa’nın en hassas zekalarını kendine hayran bıraktı; elbette ölümsüz Venüs istediği zaman Paris’i10 ziyaret edebilir, arabasını Luxembourg’un korularına indirebilir. Bütün bunlar belki de sizi kuşkuya düşürecek ve kendi kendinize, tarih yönünden bu uyumsuzluk (anachro-nisme)11 şairin belbağladığı kurallara, lirik inançlara ters düşmüyor mu? diyeceksiniz. Sonsuz içinde tarih uyuşmazlığı olabilir mi? (...)
Çağdaş şiire ve en iyi temsilcilerine bir göz attığımız zaman, onun çok karmaşık yapıda karma bir hal aldığını kolaylıkla görürüz, plastik deha, felsefi anlam, lirik coşku, alaycı espiri bir araya gelir ve sonsuz değişik dozlarda birbirine karışır. Çağdaş şiir aynı zamanda, hem resimden, müzikten, hem de, yontudan, arabesk sanattan, alaycı felsefeden ve çözümsel (analytique) düşünceden yararlanır, ve ne kadar mutlu ve ustaca düzenlenmiş olursa olsun, çeşitli sanatlardan alınmış bir inceliğin belirgin işaretleriyle birlikte sergiler kendini. Kimse de bunda bozulma belirtileri göremiyor, ancak benim bu yazıda üstünde durmak istediğim konu bu değil. Şunu söylemek istiyorum: şairlerimiz içinde, daha önce de belirttiğim gibi, katıksız, doğal ve bile bile lirik olan tek şair Banville’dir. Kuşkusuz amacına yeterli bulduğu ve çok uygun düştüğü için Banville eski şiirsel anlatıma dönmüştür.
Araçların seçimi konusunda söylediklerim, aşağı yukarı, konuların, temanın seçimi için doğrudur. Çağdaş sanatın, yani şiirin ve özellikle müziğin tek amacı, önüne sonsuz mutluluk tabloları sunarak, içine daldığımız korkunç tartışmalar ve savaşımlar yaşamıyla karşıtlıklar yaratarak, zihni büyülemek oldu.
Bethoven, insanın iç göğündeki bulutlar gibi yığılmış onulmaz melankoli ve umutsuzluk dünyalarını sarsmakla işe başladı. Romanda Maturin, Alfred ve Musset’nin iğrenççe taklit ettiği söz yığını ve boş sözlere rağmen şiirde Byron, anlatıştaki aşırı kısalığa ve özlülüğüne rağmen şiir ve çözümsel (analytique) romanda Poe tutkunun sövgülü yanını çok güzel sergilediler. Her insan yüreğine yerleşmiş olan gizli Lucifer’nin12 üstüne göz kamaştırıcı görkemli ışıklar saçtılar. Demek istediğim şu: çağdaş sanatın şeytansı bir eğilimi var. İnsanın kendi kendine açıklamaktan zevk aldığı bu cehennemi yanı günden güne artıyor. Sanki İblis, daha lezzetli bir besin hazırlamak için kümeslerinde insan türünü semirten bir besici gibi, yapay yöntemlerle bu cehennemi yanı sürekli büyütmekten zevk alıyor.
Theodore de Banville’e gelince, o, bu kan bataklıklarına, bu çamur uçurumlarına eğilmeye karşıdır. Eskil (antique) sanat gibi, yalnızca, güzel, kıvançlı, soylu, büyük ve ritmik olanı yazıyor. Yapıtlarında, sabtaat13 ezgilerinin uyumsuzlukları, tutarsızlıkları, alayın çığlıkları, yenilmişin öcü yoktur. Dizelerindeki her şeyde, şehvette bile bir tören ve masumluk havası var. Şiiri yalnızca bir özlem, bir nostalji değil, cennet haline isteyerek dönüşür. Bu bakımdan ona, en yürekli doğanın kökeni diyebiliriz. Tam bir şeytansı ya da romantik hava içinde, bir kargışlar konserinin ortasında, tanrıların iyiliğini şakıma ve yetkin bir klasik olma yürekliliğini gösteri. Burada kullandığım klasik sözcüğünün en soylu ve gerçekten tarihsel anlamıyla değerlendirilmesini isterim.
Charles Baudelaire
Çeviri: Erdoğan Alkan
|
|
|
|
|