|
Uzun şiir ve çekimli fiil. Buradaki “uzun” sözcüğü yalnızca bir şiirin çok dizeli olmasıyla, dize sayısıyla sınırlı değil. Biraz da dizelerin, bölümlerin, hatta tüm şiirin ayraçsız olmasını, akıp gidiciliği, anlatıcılığı vurguluyor. Kimi şiirler 8-10 dize, ama yine de kabına sığmaz bir görünüşte olurlar. Ne var ki bu kabına sığmazlık bir “coşku”dan kaynaklanmaz. Kimi şiirler, bilinen anlamda “lirik” değildir, ama yine de akıp gider. Bir çıkartma gibi, makaslanıp çıkarılmış bir öykü parçacığı gibi, daha büyük bir mozayiğin habercisidir çünkü. O şiiri okurken, alttan alta o öyküyü de okuruz. Ama şiirin derdi doğrudan o öyküyü anlatmak olmadığı için, makaslanıp bırakılmış parçacıkla yetinir yalnızca. Şiir yapılıp çatılmış, kendi kimliğiyle önümüze çıkarılmıştır. Üst yanı, şiirin dışında kalmış olanı, bize bırakılmıştır. Bizim okumamıza ya da görmezden gelmemize. İstersek, şiirin “yazmadığı”nı da okuyabiliriz. Bu anlamda şiir “uzun”dur, dize sayısıyla sınırlı değildir.
Bir başka açıdan, uzun şiirin çekimli fiille ilişkisi var. Çekimli fiil, tek tek dizelerde de karşımıza çıksa, şiirin tümüne de yayılsa, bir “eylem”i gündemde tutar hep. Eylem de, adı üstünde, yerinde duramayan, ulayan, bağlayandır sürekli. Biz okurları, hem kendi zamanımızla, hem de şiirin zamanıyla çembere almaz, ayraç içinde tutmaz. Kendinden önceye ve sonraya sıçrayıp durur. Çekimli fiil, o yüzden dört dizelik bir şiiri bile bakarsınız “uzun şiir” yapıvermiştir.
Bunları Salih Bolat’ın yeni kitabı Sınır ve Sonsuz’u okurken bir daha düşündüm. Ve daha önce yayınlanmış iki kitabını açıp bu gözlemle yeniden okudum. Gördüm ki yeni kitabının düşündürdükleri, Bolat’ın önceki kitaplarında da (Yaşanan, 1983 / Bir Afişin Önünde, 1986) belirgin.
Salih Bolat (d.1956) çekimli fiille dize kuran, şiirlerinde fiilin önem kazandığı bir ozan. İster istemez öyküleme, şiirle öykü ilişkisi, şiire konu ve temaların sızması gibi tartışmalar akla geliyor yazdıklarını okurken. Nitekim az dizeli 5, çok dizeli 2 şiirden oluşan son kitabı Sınır ve Sonsuz uzun şiirin direngen ve başarılı bir örneği. 1980’den sonra Türkiye’de göze çarpan dizeci şiire, yabancı öğelerden arınmış saf şiir’e dönme, eylemin her türlüsünü kovma çabalarının genç ozanlarda yandaş bulması düşünülürse, aynı zamanda yürekli bir örnek.
Salih Bolat’ın çekimli fiile düşkünlüğü, ozanlığının uzanımlarını ve beslendiği kaynakları da vurguluyor. Yaşantısı (kendinden kente, kentten ülkeye ve dünyaya) en önemli kaynak. Bu ‘yaşama dönüklük’ eylemi önemsemeyi, eylemi önemsemek de çekimli fiile eğilimi doğuruyor. İlk kitabına Yaşanan adını vermesi bir rastlantı değil, vurgulama. Açıp okuduğumuzda kitaptaki tüm şiirlerde yöresel özellikleri de yansıtan özel yaşantısını başat öğe olarak görüyoruz. İkinci kitabı Bir Afişin Önünde’de yerel ayrıntı ortadan çekilmeden kent değiştirmenin (Ankara’ya yerleşmenin) izleri çıkıyor karşımıza.
Bir başka deyişle söylersek, ilk kitabında gerçeklikle ilgili daha çok dış gözlemler göze çarparken, ikinci kitabında iç dünyaya süzülüp dönüştürülmüş yaşantı tortusundan yola çıkarak bir bileşime varma çabası ağır basıyordu. İlk ve ikinci arasında, estetik planda arınma olduğu, izlenimci parçaların ortadan iyice çekildiği, eylemin öne çıktığı, eylemi verecek bir söyleyiş yetkinliği belirdiği de gözleniyordu.
Sınır ve Sonsuz, Bolat’ın ana kaynağından, yaşantıdan kopmadığını gösteriyor. Gerçekliğin dış gözlemle verilmesinden kalkarak, yaşantıyı derinlerde dinlendirdikten sonra bir bileşime dönüştürme çabası diye özetleyebileceğimiz şiir serüveninin yeni bir konağı. Bu dediğimizi en iyi gösteren, kitaptaki “Kilikya” adlı şiir. Yaşanan’da dış gözlemlerle yansıyan yöre, bu şiirde ozanın yeniden döndüğü bir kaynak. Ama artık yalnızca oluşmuyor şiir. Gözlemlerin tortusu alttan alta kendini duyururken, yöre başka boyutlarla (tarihten günümüze çağrışım zenginlikleriyle) ve şiirsel bir temelde çıkıyor karşımıza. Kitapta önemli bir yer tutan öbür çok dizeli şiir (“Sınır ve Sonsuz”) ise, ozanın vardığı aşamada başka bir eğilimi, soyut düzeyde düşünceyi somuta ulaştırma çabasını, sorunsalını genişletme arayışını gösteriyor. Bu şiirde, Bolat şiiri için yeni öğelerle karşılaşıyoruz: koro ve diyalog. Şiirin örgüsünde çekimli fiil önemini korurken, koroda çok ağızlı söylem, kadın ve erkek satırbaşlarıyla ise karşılıklı konuşma tekniği giriyor işin içine.
Ozan, Varlık dergisinde yaptığı bir söyleşide (Eylül 1986) şöyle demişti: “Şiir, sanatlar içerisinde, sanatçı ve yapıt arasında en aracısız, en doğrudan, en ‘ben’, sanatçının kendisini en saklayamayacağı bir ilişkiye dayanan sanattır”. Gerçekten de bu tanım içerisinde Bolat’ın şiiri genişliyor, temel özelliklerini koruyarak üçüncü kitabı Sınır ve Sonsuz’da yeni bir aşamaya varıyor. Başta belirttiğimiz gibi, uzun şiir yazıyor o. Şiirin içinde kalan da, dışında bıraktığı da önemli. Bir büyük mozayiğin kesiti gibi hem o şiiri, hem mozayiğin geri kalanını okuyabiliyoruz.
Sınır ve Sonsuz, yazdığı kadar “yazmadığı” ile de dolgun, düşündürücü, ardından gelecek yeni aşamaları merak ettiren bir kitap.
(Çerçeve-Şubat 1988)
Kemal Özer
|
|
|
|
|