S O Y L U E D E B İ Y A T
celal soycan-3
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR (Celal Soycan)
Her söylem düzleminin ekseni terimlerden oluşur. Terimlerle örülen yapı, kendi içinde bir dizgeleşmedir.Bu dizgeleşme, o etkinliğin ilgilendiği gerçeklik alanındaki çözüm çabalarının bir sonucudur. Çözümün düzeyi, kavramlaştırma düzeyi olarak belirir.
Olgular, dilsel iletişime terimler sayesinde girer ve ancak terimler aracılığıyla bütüne katılır. Terimlerin çevrimine giremeyen olgu bütün dışıdır , iletilemez.
Her söylem biçimi gibi şiirsel söylem de bir bildirişimdir. Bu bildirişimi konu edinen dilsel etkinliğin, yani şiirle ilgili her türlü poetik verimin bir üst dil olduğunu düşünürsek, terimlerin dizgeleşmiş yapıdaki işlevi daha iyi anlaşılır. Şiiri ve şiirsel söylemi konu edinen bir dilsel etkinlik (inceleyen, çözümleyen, eleştiren, kuram oluşturan vb. ) sözcüklerin toplumsal kullanımda edindiği ağırlığı, söyleme ait terimlerin örgüsüne alır. Böylece özel bir uzmanlık alanındaki kesintisiz iletişim için gerekli ortam sağlanmış olur. Gündelik dilde sözcüklerin indirgenmişliğine karşın, terimler gerçekliği / olguyu indirgemez ;sabittir, katıdır.
Dilsel bir tanımı yüklendikleri için, kullanıldıkları dönemde anlamı sabitlerler,ancak yeni yapılanmalar karşısında değerleri değişebilir ya da kullanımdan kalkarlar. Öyleyse, şiiri konu edinen bir söylem- her üst dil gibi - özel terimlere gereksinir. Bu özel terimlerin tanımı tartışılmaz ve kullanıcının amaçlılığıyla indirgenemez.Bir gösteren olarak iki kere işaretlenmiştir ve bir kesinliği belirtir.Anlamının yayılmasını önleyen bir donma halindedir.
* *
Türk şiir ortamındaki düzyazıların bildirişim gücü bu nedenle zayıftır. Bir söylem biçiminin kendi dizgesinden fırlayarak diyalojikleşmesi dışında, terimlerin farklı niyetlerle kullanılması, her türlü iletişimi engeller durumdadır. Şiir incelemeleri ve kuramsal yazılar ya özgün terimlere yaslanmadan ortalama dilin olanaklarıyla üretilmekte,yada her kullanıcı terimlere dilediği anlamı yüklemektedir. Şiir gibi, sözcüğün önemli bir dilsel olanağa dönüştüğü bir söylem biçiminde bile, özellikle şairlerdeki bu savrukluk ve özensizlik, bıktırıcı kuramsal tartışmaları tetiklemekte, dünyada yüz yıl önce uzlaşılmış yazınsal doğrular, değerler, dizgeler ve anlamlar hâlâ ve hep bir çıkmazda yeniden üretilmektedir.
* *
Şiir ortamımızdaki terimsel donanım eksikliği, terimsel uzlaşmazlıklarla da birleşerek, tam bir düşünsel kargaşaya neden olmaktadır. Bunun, yazılan şiirdeki kötü etkilerini konuşmak bile gereksiz.Örnek için anımsayalım: Şiirsel söylem ve yapısı, anlam, ses, gelenek, sözcük, nesnel bağlılaşım,şiirde özne/ nesne ilişkisi, şiirsel zaman/ mekân,bir epistem olarak şiir ve diğer bilme biçimleriyle konumu vb. konularda bilimsel terimlerle sabitlenmiş yazılar o kadar az ki, şiire yeni giren kuşaklar ya kurama bütünüyle kayıtsız kalmakta ya da terim kargaşasını biraz daha çoğaltan " katkı" lara soyunmaktadır. Yalnızca "eleştiri" ve tanıtım amaçlı düzyazılardaki inanılmaz dağınıklığı anımsamak yeter.
Yıllardır şiir konusunda yazılar yazan şairler, terimin herhangi bir sözlükte bulunabilecek karşılığını hiçe sayan bir savruklukla yazabilmekte, sıradan bir kavrama kendince anlamlar yüklemektedir.
* *
Poetika,edebiyat yapıtını değil yapıtın gerçekleştiği dilsel biçimi yani edebi söylemin özelliklerini inceler; dar anlamıyla da şiirsel söylemin yapısına ve işleyişine ilişkin kuram sunar. Poetik yazı belli ki, dili konu edinen bir dil kullanır ve terimlerden oluşan bir iskele
üzerinde yürür. Eskiyen, değeri değişen ya da gerek duyulan yeni terimleri izler ve bünyesine katar. Todorov' un tanımıyla : " Poetika, geniş anlamıyla, dilin hem töz hem de araç olduğu yapıtların yaratılması ya da kurulmasıyla ilgili olan her şeydir." Özetle, özgül ve tekil olana yönelik bir dil çabasıdır ve kendisi de bir üst dil halinde, üst dil kullanan diğer bilimlerle ( sesbilim, anlambilim, retorik ve genel olarak dilbilim ) anlamı net,sabitlenmiş terimler üzerinden ilişki kurar. ( Oysa bilindiği ve ilerde üzerinde konuşacağımız üzere , şiir bir üst dil değildir.) Poetik yazının, verili terimlerden kaçması düşünülemez ve en azından herhangi bir dilbilim sözlüğüyle doğrulanabilmelidir.
* *
Şiir ortamımızın bu tür sözlüklerle gerekli ve özenli bir ilişkiye giremediğini söylemek haksızlık sayılmamalı. İki şiir arasınsa "söylem " farkından bahseden, böylece "söylem" in kişisel olamıyacağını,kişisel olanın "biçem (üslûp) " olduğunu gözden kaçıran şairlerimiz var.Poetik yazıların en azından yarısı şiiri bir üst dil sayar.Benzer terimsel kargaşayı sayısız örnekle anımsamak olanaklı.
Öyleyse, poetik yazılarda zorunlu olarak kullanılan terimlerin / kavramların uzlaşılmış birer im olarak sabitlenmiş anlamı karşıladığı yeniden anımsanmalı, üzerinde gerekli özenle durulmalı ve şiir kamuoyunda süren ayıplı kargaşa en aza inmelidir.
Bu amaçla sürdürdügüm bir çalışmanın kimi bölümlerini DİZE ' de okuyacaksınız. Aslında bu konuya eğilme fikri sevgili Veysel Çolak ' tan geldi.Zaten kendisi önemli şairliğinin yanında, şiir kuramına ilişkin saygın bir emeğin sahibi. İletişim tıkanmasının acısını ve bunun yazılan şiire kötü etkisini en iyi bilenlerden. Bana şöyle yazmıştı :" Bir de kavramlar, terimler sözlüğü yapmalısın. Şiir eleştirisinde, incelemelerinde kullanılan terimlerin ortaklaşa anlamlandırılmaları çok önemli. Bu konuda ürkütücü bir keşmekeşlik var. Aynı dili konuşmadan şiiri tartışmak olanaksız." Ne eklenebilir...
**
Bu konuda daha önce farklı düzeylerde emek harcayanları saygıyla anıyorum. Süren çalışmanın nereye ulaşacağını pek kestiremiyorum : Alışıldık sözlük biçimi zorlanabilir.Terimlerle ilgili birkaç sözcük gerekli açıklamaya yetmeyebiliyor; bu durumda kimi terimler için kısa denemeler yazmak gerekiyor.Sonuçta,elbette katkılarla da zenginleşecek bir verime ulaşmak olası ve zorunlu.
**
Yazı, " öteki" ne ulaşma yolunda umutsuz bir inançtır. İletişim arzusu,seslenme, paylaşma ve dünyayla söyleşerek yalnızlığı azaltma... Tek olanağımız ise DİL. Dilde /anlamda buluşmak için, " ötekiyle " aramızdaki boşluğu geçmek,bu amaçla terimlerin güvenli sabitliğinde yürümek gerekiyor. Aksine davranan zaten soluğu dipte alır.
Celal Soycan
(Dize, sayı:97, kasım 2003)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-1 (Celal Soycan)
METAFOR (eğretileme)
Terim, Latince "metafora" köküne bağlıdır; meta:öte, aşırı, sınır ve Grekçe Pherein : taşımak, yüklenmek. Modern şiirde çok güçlü bir imge devindiricisidir. Dilsel yaratıcılık bakımından çağdaş şiirin önemli bir olanağıdır. Şöyle tanımlayabiliriz: Bir nesneyi, bir durumu, niteliği, olguyu ya da süreci bir başkasına benzeterek anlatmaktır. Metafor, benzetmeyi amaçlar ama benzetme değildir: Benzetmenin yönü, yani ne bakımdan benzeşildiği açıkça söylenmez, sezdirilir. Bu benzetme dolaysız, mantıklı bir benzetme değildir, benzetme bağlacı da kullanılmaz. Benzetilen özellikler üzerinden yeni bir varlık, daha ileri bir kurgu amaçlanır. Verili dil mantığı atlanmıştır: Metaforik yaratıcılıkta gerçeklik dış dünyada onaylanmaz, tam tersine, dilsel bir gerçeklik durumunda ve bütünüyle görsel imgeye dayalıdır. Duyulara yönelik bir coşum yaratarak zihinsel yapılanmayı etkilemek üzere yeniden dönüşür. "Denizin yırtılan derisi" yarattığı görsellik, imgesel anlam ve deri/deniz uzaklığı bakımından örnek verilebilir. Metaforda kullanılan en az iki sözcüğün, yerleşik dilde bir arada kullanılması neredeyse olanaksızdır. Bu, metaforun gerilimini artırır. Oysa günlük dildeki metaforlar hem çok kullanılmaktan, hem de sözcük ilişkisindeki yakınlıktan dolayı ölüdür: Masanın ayağı, gibi. Oysa şiirde metafor, sıradan bir benzerliği kullanabilir ya da çok şiddetli bir çağrışım ağı oluşturabilir; bu, şairin metafor üretme gücüne bağlıdır. Öyle ki, bazı şiirler, tek bir metafor tarafından yönlendirilir.
Örneğin, E.Cansever'in "Masa da Masaymış ha" şiirindeki "Masa" metaforu. En az iki sözcüğün daha önce hiç birlikte kullanılmamış olması yanında, yerleşik yapıya aykırı kullanılması da metafor oluşturabilir.
Metafor duygu uyandırıcıdır, yani yansız bir söyleme biçimi değildir. Dolaylı / aracılıdır. Metaforla oluşturulan görsel imge (fotoğrafik kurgu) çok önemlidir: Metaforla oluşturulan fotoğraf, duyusal boyutta ileri bir aşamaya neden olur.
Dili kullanırken, hiç farkında olmadan metaforlar kurarız. İnsan düşüncesinin tamamına yakını metaforlardan oluşur. Bu nedenle, bir dil topluluğunun kültürüyle, yerleşik/ortak eğretilemeler arasında sıkı bir ilişki vardır. Nesneleri, olguları, nitelikleri algılama biçimi, metaforlarda açığa çıkar. Örneğin, Türkçe'de "Yüreğimi korku kapladı" metaforu, Anglo-Sakson kültürde "İçimde bir korku duygusu yükseldi" biçimini alır.
Bütün eğretilemeler, öncelikle bir görsel imge yaratır. Bu imgeyle, iki şey arasındaki benzerliğin yoğunluğu, alımlayıcıya kalmıştır. Başka bir söyleyişle, imgesel etki, yaratıcının dilsel başarısı yanında, okurun bilinç ve yaşantı içeriğiyle de doğrudan ilgilidir.
Türkçe'de, sürekli kullanım nedeniyle "ölü metafor" halinde sayısız örnek vardır: Kolum koptu, içim kanıyor, mızrak çuvala sığmaz, güneş doğuyor vb. Bunlar, çağrışım zenginliği ve yan anlamlarla anlatımı güçlendirirler ama yazınsal yaratıcılıkları kalmamıştır. Yani, yeni duyguları, karmaşık olguları anlatmada dildeki hazır kalıplar kullanılamaz. Oysa ortak metaforlar dışında bir kullanım, okuru durdurur, sarsar ve keşfe zorlar. Okurun, karmaşık ve özgün bir eğretileme karşısında emek harcaması gerekir. Buna karşılık da çözümlediği görsel imge (fotoğraf) kendisini estetik bir hazla ödüllendirmelidir, yani çözüm estetik haz uyandırmalıdır.
Sözcüğün yerleşik kullanımından sapmalarla oluşan söz sanatları arasında, metaforun anlam oluşturucu gücü çok fazladır. Benzetme amacı sezdirilirse de, benzetmenin yönü (benzeşim nedeni), şiddeti ve ilgeci gizlidir. Bu gizlilik, modern şiirde okurun katılımını öne çıkarır, metaforla kurulan fotoğrafın çözümü, yazınsal söylemin yaratılma sürecine okuru da dahil eder, bu sürece katılamayan okur, estetik hazdan yoksun kalır. Ancak, bu noktada, metaforun da şiirsel bütünlükten kopmaması ve derin yapıya doğru ilişkilenmesi gerekir yoksa, her sözcük yığılması metafor değildir ve "saçma" lamayla "dilin yerleşik dizimden saptırılması" aynı şey değildir. Metafor, şiirsel bilginin ilerlemesini sağlamalıdır. Sözcüğün ve sözdiziminin yerleşik etkisi dışında, duyusal / düşünsel bir zenginlikle kavranmalıdır. Zaten metaforik imgenim alımlanma süreci böyle işler: Metaforla oluşturulan fotoğraf, zihinsel olarak kavranır; bu duyular üzerinde yerleşik olmayan bir etkiler zinciri yaratır. Duyusal olarak dönüştürülen bu etki, düşünsel düzeyi zenginleştirir ve orada yeniden üretilir. Bütün bu sürecin "okur" dan yüksek bir katılım beklediği yeterince açık. Aristotales "Poetika" sında metafora ilişkin tanımlar verir: "Bir şeyi başka bir şeye ait olan bir adla çağırmaktır. a- cinsin adının türe verilmesi, b- türün adının cinse verilmesi, c- türün adının başka bir türe verilmesi d- analojiye göre ad verilmesi şeklinde uygulanabilir." Aristotales, metaforun şiire özgü bir anlatım aracı olduğunu, düzyazıda kesinlikle kullanılmaması gerektiğini söyler. Ancak, hemen belirtelim, Klasik şiirin yapılanmasında yeterli olan metafor tekniği, modern şiirle aşılmıştır. Modern şiirde şair gerek sözcük ilişkilerinde, gerekse sözdiziminde yeni, ilk kez ve biricik kullanımlar yaratmak zorundadır. Hayatın dinamiği, anlamın bulanıklığı ve şiirin "birey"sel tasarıma ve zihinselliğe yönelmesi yani somut insani durumlar üzerine söz alması, metaforları da (tıpkı şiirsel sentaksın bütünün de olduğu gibi) her türlü yerleşik kullanımının ötesine taşımıştır. Ortega y Gasset, metaforu insanın sahip olduğu en üretken güç olarak niteler. Gerçekten de metafor, bir dinamo gibi anlam üretir; metaforik anlam, başka sözcüklerle yinelenemez: Yalnızca kendisidir. A. Breton'un Özgür Birlik şiirindeki dizeler gibi: Orman ateşi saçlı karım / ısı şimşeği düşünceli / kaplan ağzında su samuru bel'li karım /.../ kesilmiş kurban dilli karım /.../ baş harf ayaklı karım
"Metafor" sözcüğü Türkçe'de "Eğretileme" sözcüğüyle karşılanmıştır (Bu tümceyle bir metafor yapmış olduk). Kanımızca, bu karşılık sorunludur. Osmanlıca'da metafor yerine "istiare": ödünç alma terimi kullanılırdı. Terim "are" kökünden hareketle "ariyet": ödünç, eğreti sözcüğünden türemiştir." "Bir terimin başka bir terimi anlatmak üzere ödünç alınması" biçiminde tanımlanarak, yeni adlandırmanın "eğreti"liği öne çıkarılır. Nurullah Ataç'ın metaforu "eğreti anlam" biçiminde tanımlaması bu bağlamdadır. Hançerlioğlu'nun Türk Dil Sözlüğü "iğreti" için şu tanımı yapıyor: Belirli bir süre sonra kaldırılacak olan, geçici, iyi yerleşmemiş, yerini bulmamış uyumsuz, yakışmamış. Oysa metafor, dilde bir iğretiliği değil, meta (öte) bir anlamlandırmayı, dilin düz kullanımından daha etkili, kalıcı ve köklü bir kullanımı amaçlar. Sevan Nişanyan'ın Etimolojik Sözlüğü şöyle diyor: "Metafor, eski Yunan'da metaphora, anlam geçişmesi. Metapherein, metaphor- öteye geçirmek META+pherein, phor: taşımak." Söyleme sıradan retorik (güzel söz söyleme sanatı) bir katkı değildir. Düşünsel ve duyusal algının iç içe işlediği, düz söyleyişte asla elde edilemeyen "zengin" bir bildirişim sağlar. Okuru da yaratım sürecine katarak çok katlı bir anlam kuruluşuna neden olur.
Yaygın kullanımda "eğretileme"nin bu içerikte anlaşılması, anlamlandırma sürecinde "eğreti" olmadığının unutulmaması gerekir.
Metafor, modern şiirde en güçlü imgelerin yaratıldığı bir dilsel kullanımdır. Estetik sürecin bütününü etkiler, şiirsel anlamlandırmaya doğrudan katılır.
Benzeyen / benzetilen üzerinden teknik olarak farklı metaforlar kurulabilir: Kapalı, Karma, Ölü ve Eksiltili.
Benzeyenin açıkça belirtilmeden sezdirildiği Kapalı metaforda benzetilen (taşıyıcı) öne çıkar. Örneğin; O gölge, hep kaldırımda gezer. Tersi kurgulamada ise benzeyen öne çıkar ve Açık metafor adını alır: Akar dururum kış karanlığında. Kimi tiradlarda ve sonelerde birden fazla benzetilen iç içe kullanılır ki, buna karma metafor denir. Dilsel kullanımda canlılığını yitirmiş, estetik haz üretmeyen metaforlar ise Ölü metaforlardır: Güneşin doğması, masanın ayağı, ince ruhlu gibi.
Celal Soycan
(Dize, sayı:98, aralık 2003)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-2 (Celal Soycan)
DİLBİLİM
En genel tanımıyla dilbilim, dilyetisinin ve doğal dillerin bilimsel incelenmesidir. Temel görevi, dilin betimlemesini yapmaktır. Bu betimleme olguların gözlemine dayalıdır, kuralcı değildir. Bir nesnesi, alanı ve yöntemi vardır, yani kesinlikle bilimdir. Bugün, budunbilim, toplumbilim, ruhbilim, ruh çözümlemesi dilbilimin yöntemini ve terimlerini kullanmaktadır.
Dilbilim, bir dilsel topluluğa ait bireylerin zihinlerindeki ortak özelliği açıklar. Dilbilgisiyle karıştırılmamalıdır: Dilbilgisi, bir dilin kullanımını yöneten kurallar konusunda bilgi verir. Kuralcıdır. Dilin "iyi kullanılmasını" gözetir, eğitime dönük bir amacı vardır. Dilin düşünceyi yansıttığı öngörüldüğünde dilbilgisinin felsefeyle çok yakın ilişkisi olmuştur. İnsan dilinin zaman içinde değişimini "kurallarla" geciktirdiği için, dilin doğal yönelimine engeldir. Kurallar nedeniyle, olgular arasında seçme yapar, bu nedenle bilimsel değildir. Oysa "Dilbilim" 19.yüzyılın sonunda dilbilgisinden farklı olarak kendine özgü bir çabadır: Betimlediği dile felsefenin ve eğitimin amaçlılığıyla yaklaşmaz. F. de Saussure şöyle der: Dilbilimin tek ve gerçek konusu kendi başına ve yalnız kendisi için dili incelemektir; onun için diller birer araç değil, birer bilgi konusudur. İnceleme nesnesinin tanımı sürecinde farklı tanımlara ulaşabilir, bu farklı tanımlar çeşitli dilbilim kuramlarının doğmasına neden olur.
FİLOLOJİ
Genellikle ve yanlışlıkla dilbilim terimiyle eşdeğerli kullanılır. Filoloji dilbilimden daha eski olup Rönesansa dayalıdır. 18.yüzyılın sonlarında bağımsız bir bilim dalı durumuna gelir. Eski metinlerin karşılaştırmalı eleştirisiyle kendini kurmuştur. Amacı, eski metinlerin yorumunu yapmak ve onları yeniden oluşturmaktır. Bu yapıtlarda belirtilen uygarlıkların kültürlerini somutlama çabasındadır. Yani dilbilim gibi "dili" değil "metni" amaçlar. Örneğin, filoloji sözlü dille hiç ilgilenmemiştir.
Özetle filoloji: yazılı belgelerin geçerliliğini ve gerçekliğini araştıran tarihsel bir disiplindir; eski metinleri yeniden üreterek, dönemlerin etkilerini, kaynakları araştırır, çözümler ve yeniden kurar, taklitlerini ortaya çıkarır. Bu yönüyle dilbilgisi, sesbilgisi gibi filoloji de dilbilimin kapsamına girer.
GÖSTERGE OLARAK DİL
Bir dilsel topluluk, aralarındaki bildirişimi esas olarak "Dil" le sağlar. Ancak, en az iki kişi arasındaki bu bildirişim her zaman yazılı/sözlü bir dilsel dizge (dil) kullanmayı gerektirmez. Örneğin, jestler, mimikler, çeşitli davranış biçimleri, hatta susmak bir iletişim yoludur. İnsan dilinin seslerini ve bu seslerin imlerini kullanmaksızın, yani dil dışı dizgelerle de iletişim kurulabilir. Bu iletişimin olanakları sınırlıdır ve çok özel gereksinimleri karşılarlar.
Dil dışı iletişim dizgelerine örnek olarak Belirti'ler, Belirtke'ler, Simge'ler ve Görsel Gösterge (ikon) ler verilebilir.
Bütün "gösterge"ler bir "gösteren"le (biçim) bir "gösterilen"den (anlam) oluşur.
Bir dilde anlamlı en küçük birim "Dil göstergesi" dir. Sözcükler de içinde olmak üzere bütün çekim ve çoğul ekleri birer dilsel göstergedir. F. de Saussure'e göre, "dil, göstergelerden oluşan bir dizgedir." İletişim aracı olan dilde nesnelerin kendisini değil, onlara verdiğimiz adların uzlaşılmış sesleri/işaretlerini kullanırız. Bu nedenle, her dil bir göstergedir. Dil göstergesi nedensizdir. Göstereni gösterene bağlayan bir iç ilişki (mantık) yoktur. Dil dışı göstergeler gibi, dilsel göstergeler de toplumdan topluma değişebilen örtük bir uzlaşma ürünüdür. Bir sözcüğün anlamı, ne o sözcüğü kuran ses birimlerin ses özelliklerine, ne de belirtilen nesnenin niteliklerine bağlıdır. Dili kullanma düzeyinde gösterenle gösteren arasında zihinde oluşan nedensellik bilimsel değildir ve o dile ait bir uzlaşım sonucudur. Yazınsal söylem, özellikle de şiirsel söylem, bu uzlaşımın sınırlarını zorlar ve dilsel kod içinde daha derin/düşey bir kodlama yapar. Gösteren-gösterilen ilişkisini imge düzeyinde kurar. Yazınsal olmayan iletişim var olan uzamı, nesneleri ve varlıkları kapsar, metinsel (yazınsal) göndergeyse iletişim sırasında var olmayan yerleri, nesneleri, varlıkları içerir.
Yazınsallık dışında dil-dışı gerçekliğe gönderme yapılırken, yazınsallıkta dil-içi gerçeklik söz konusudur. Özellikle şiirsel söylemde sözcük, kullanıldığı yüzey yapıda göndergenin gösterilen ucunda yer alırken, aynı zamanda derin yapıda gösteren ucunu oluşturur.
BELİRTİ
Doğal, istem dışı ya da amaçsız dil-dışı göstergelerdir. Yorumlamasını bilmeyene kapalıdır. Gösterenle gösterilen ilişkisi nedenlidir. Örneğin duman-ateş ilişkisi böyledir. Sahip olunan bilgilerle belirti bir gösterge olarak çözülebilir. Belirtide gösterenle gösterilen zihinsel çağrışımla ilişkiye girer. Bir ön bilgisiz çağrışım olamıyacağından, belirti ancak ön bilgi sahiplerince anlamlandırılabilir. Örneğin, hastalık belirtileri.
BELİRTKE
Belirtinin aksine, iletişim amaçlı göndergelerdir. Örneğin, trafik işaretleri, uyarıcı renkler, nesneler vb. Bu göstergede gösterenle gösterilenin ilişkisi nedensizdir, uzlaşımsaldır. Kullananlar arasında birer koddur. Belirtide kendiliğinden bir iletişim arzusu yok iken, belirtke kesin bir iletişim arzusunu dile getirir, doğal değil kurgusaldır.
BENZETME
Eski dilde teşbih. Bir ya da birkaç şeyi, aynı nitelik içinden karşılaştırmaya "Benzetme" denir. Benzetme sanatı, doğrudan "benzetme" amaçlıdır. Ancak, benzetmede sözcüğü "kendi" gerçek anlamın dışında kullanmayız, yani benzetme bir "değişmece" değildir.
Benzetme, en önemli " değişmece" olan metaforun kaynağıdır. Açıktır ki bir şeyi başka şeyle karşılaştırmak, şu dört öğeyi öne çıkarır:
a- benzeyen
b- benzetilen
c- benzetme edatı (ilgeç)
d- benzetme amacı (yön)
Örneğin; " Ali aslan gibi güçlüdür " benzetmesi, sırayla bu öğeleri kapsar. Benzetme dört öğenin birlikte kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:
a- Ayrıntılı benzetme: Dört öğe birlikte kullanılır. Örneğin: İpek gibi yumuşak sesin.
b- Kısaltılmış benzetme: Benzetme amacı (yönü) bulunmaz. Söyleyişten, benzetme amacı anlaşılır. Genellikle, benzetilenin simgeleşmiş özelliği söylenmeden sezdirilir. Örneğin, "Tilki gibi adam".
c- Pekişmiş benzetme: Benzetme edatı (ilgeç) bulunmaz. Gibi, tıpkı, sanki, vb. gizlenmiştir. Örneğin: minareler tanrının parmaklarıydı.
d- Yalın benzetme: benzetme yönü ve edatı bulunmayan benzetmedir. Örneğin: Evler, karanlığa gizlenmiş birer hayvandır.
Benzetmede esas, yaratılan imgedir. Benzetme ne kadar güçlü, şaşırtıcı, yeni olursa, imgenin devinimi o ölçüde artar.
ÜST-DİL
Almanca "metasprache", Fransızca "metalangage", İngilizce "metalanguage". Bir dilbilim terimidir. Türk şiir ortamında, dille ilişkisini yüceltmek amacıyla, "şiirin bir üst-dil olduğu" yanlışı yaygındır. Oysa bütün üst-diller, doğal dili ya da konu-dili inceleyip betimlemek için oluşturulmuş bir "araç" dildir; dili anlatan dildir. İncelediği dilsel bir ürünü dil olarak aşar ve onu kapsar. Başka dili nesne ederek onu biçimler. Örneğin, sibernetik, dilbilim, eleştiri üst-dil kullanır. Kimi sözlükler, terimin kapsamını daha daraltarak " Dilbilimsel konuları betimlemek için kullanılan dil" tanımını kullanır. Doğal dilin göndergeleri dil dışı gerçeklik alanında yer alır. Oysa üst-dilin göstergeleri dilseldir. Bu noktada, şiirsel söylemin de bir üst-dil olduğu sanısı öne çıkar oysa üst-dilde gösterge iki ucuyla da dilseldir ve konu dili açıklamak ister. Şiirde ise göstergenin gösteren ucu, dilsel bir öğe olmasına karşın belirli bir anlam düzeyini karşılar. Gösterilen ise, şiirsel söylemin yapısı içinde işaret edilen bir anlamdır. Şiir, bir konu dili incelemez, tam tersine, kendisi bir konu-dildir ve örneğin bir üst-dil olan eleştirinin, dilbilimin ya da anlambilimin incelediği bir gösterge dizgesidir. Bir üst-dilin kendisi de başka bir üst-dilin konusu olabilir.
Celal Soycan
(Dize, sayı:99, ocak 2004)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-3 (Celal Soycan)
ŞİİRDE RİTM ve MÜZİKALİTE
Ölçülü devim, düzün, tartımlı sözcükleriyle karşılanmaya çalışıldıysa da,yaygın kullanımda "ritim " benimsendi. Fransızca rythme, İngilizce rhythm, Osmanlıca vezin/ âhenk anlamına gelen ritim,aslında bir müzik terimidir;düzenli aralıklarla yinelenmeyi esas alır. Şiiri müzikle ilişkilendiren yaklaşımlar, ritim öğesine vurgu yapar.Gerçekten de müzikte geleneksel devinim ve uyum duygusu, sesin / sessizliğin düzenli yinelenmesine dayalıdır. Bütünüyle estetik hazzı amaçlayan ritmik kurgu, doğadaki ritmik uyumun taklidi yoluyla insan doğasına yaklaşmak ister.Gece- gündüz, mevsimler, doğum- ölüm, deniz dalgaları, dağların dizilişi, atmosfer olayları, kuşların kanat hareketleri hep ritmik yinelenmeye dayalı evrensel bir uyumun altını çizer.Doğadaki uyuma aşkın bir anlam yükleyen insan, daha başlangıçta, sanat eserinde doğayı yansıtmaya ve estetik ölçütleri doğadan devşirmeye özen göstermiştir : Uyum arayışını yanıtlamak üzere sanat eserlerinde malzemenin ritmik kullanımı esas alınmıştır.Müzikte ölçüler, formlar, makamlar hep ritmik bir uyumla örgütlenir.Mîmaride kütle ve boşlukların, formların ve çizgilerin yinelenmesiyle elde edilen ritim, ortaya çıkan yapıttaki uyumun taşıyıcı öğesidir.
Resim sanatı da bütünlüğünü kurarken, ritmik yinelemeyle sağlanan uyumu gözetir: Çizgi, renk, leke, espas düzeyinde dağılım, dikkatli bir izleyicinin açığa çıkarmada zorlanmayacağı gizli bir ritmik doku yaratır.
Şiir sanatının sözel dönemlerinde ritim duygusu, özellikle ezber açısından büyük bir olanaktı.Tüm şiirsel kalıplar,vezinler, uyaklar, ve biçimler sessel ritmin kurulmasına dönüktür.Yinelemeye dayalı yapılanma,şiir dilinin işleyişinde neredeyse tek ölçüttü. Müzikalite zaten bütünüyle, dilin ses özellikleri içinden ve ağırlıklı olarak da dış sesle sağlanırdı. Hece öbekleşmesi,uzun- kısa dizilişleri ve vurgu düzeni, ses dağılımını gözeten bir ritmik yapılanma içindedir: Müziktekine benzer düzenli bir ses oluşumu, modern öncesi şiir estetiğinin zorunlu bir öğesidir.Bu estetik anlayış, ritmi sağlamak üzere hem hece,aruz gibi geleneksel kalıpların işlevinden yararlanır, hem de dilsel kullanımın kendisinde yinelemeyi kullanır:
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık
Uykumda bütün bir gece Körfezdeyim artık ( Yahya kemâl )
Bu örnekte,aruzun ve yarım uyağın sağladığı ritim, bir dış ses olarak şiire katılırken,özellikle ilk dizede a-k sesinin ve an hecesinin dağılımı bir müzikal yapılanma sağlar.
Özellikle dize sonlarında olmak üzere,sesin ve sözcüğün ritmi geleneksel şiirsel söylemin baskın tekniğidir; aynı sözcük ya da hece düzenli aralıklarla yinelenerek ritmik bir dolaşım sağlanır. Şiirin iç müziği, modern şiirin aksine, imge ve şiirsel anlam üzerinden değil bütünüyle işitsel ses üzerinden örgütlenir.Yaratılan bu sessel etkinin,şiirsel bildirişimle her bakımdan uyumlu olduğunu, olması gerektiğini söylemek bile fazla. Şiirsel konu, hem şiirin genel edâsında hem de kullanılan seste ve ritmik dokuda belirleyicidir.Yine de, klasik şiirde vezne, biçime ya da sözcük/ ses yinelemesiyle üretilen dış sese dayalı ritmik yapılanma esas olduğundan, anlam boyutunda bütün şiiri ele geçiren ve imgeye dayalı bir iç ses için Modern şiiri beklemek gerekecektir.Bu bir anlamda da, sözel şiirle modernitenin zihinsel kopuşmasını işaret eder.
Modern şiirde " şiirsel anlam " arayışları ve şiirsel söylemin yapılanışı, klâsik şiirde ritmik olanak durumundaki kalıpları parçalayınca, yukarda özetlenen ses örgütlenmesi de aşıldı; ancak ritmik uyum yanında başka tekniklerle şiirde kurgulanan müzikalite, önemli ölçüde varlığını korudu.Özellikle serbest vezin aşamasında, sözcük ve ses yinelemesine / uyuma dayalı " dış ses " bir süre daha ritmik yapılanmada etkinliğini sürdürdü. Hayatın, gerçekliğin, anlamın parçalandığı, yerleşik olanın dağıldığı, sanatsal söylemin bu anlamda gündelik dil dizgesini terk ettiği, zaman / mekân algısının alt üst olduğu, hız ve tüketim olgusunun bütün ilişkileri yeniden tanımladığı Modern süreçte , sanatsal uyum, müzikalite, ses değerleri , anlamlandırmada bütünlük ve bunların gerisindeki ritmik örgütlenme tekniği kökten değişmiştir; yine de dilsel birim olan sözcükler, harflerin ses olanağı, vurgulamalar, dizeleme tekniği, noktalama imleri vb. üzerinden ritim arayışları sürmüştür.
Modern şiirde semantik ( anlamsal ) düzey estetik bütünlüğe damgasını vurmuştur; bu nedenle diğer şiirsel öğelerin yanında ritim ve müzikalite de şiirsel anlamın kurgusunda yepyeni tanımlar edinmiştir: İmge kurgusu ve yaratılan zihinsellik ( fotoğrafik tasarım) önemli bir ritim olanağıdır. Nâzım Hikmet' ten bilinen örneği anımsayalım: Çıkıyor kayık/ iniyor kayık/ devrilen/ bir atın/ sırtından inip/ şahlanan/ bir ata / biniyor kayık
Burada, yinelenen " kayık" ve " iniyor-biniyor" uyağı elbette ritmi güçlendiriyor; ama ritmik yapılanma ve iç müzik esas olarak şiirdeki imgesel kurgudan, fotoğrafik tasarımdan okura ulaşır: Ses, vurgu, devinim, tonlama dahil bütün iç ses öğeleri, imgenin ritmine hizmet eder.
Modern şiir, ritmik yapılanmaya dönük sesi ve müzikaliteyi, şiirin bütününe dağılan sözcük yinelemesi, çağrışımsallık, vurgulamalar, noktalama imleri, şiirbiçimsel kurgular ,harf özellikleri yanında imgesel fotoğrafın oluşturduğu anlamlandırma düzeyi içinden sağlar: Sesin ve ritmin, sonuçta da müzikalitenin işitsellikten zihinselliğe kaydırılmasıdır bu. Bütün biçimsellik, şiirsel iletişimin ve bildirişimin içinde erimiştir; modern şiirdeki bütünsellik de kabaca budur.
Sescil bir dil olan Türkçe'de harflerin ses değerleri ,işitsel ve görsel imgenin ritmik kurgusunda önemli bir olanaktır. Dilsel sesler, temelde harflerle taşınır: Ünlü harfler , sessel açıdan ince (e,i,ö,ü) ve kalın(a,ı,o,u); düz (a,e,ı,i) ve yuvarlak (o,ö,u,ü); geniş (a,e,o,ö) ve dar (ı,i,u,ü) olarak kümelenir.Ünsüzler,şiirin ses kurgusunda titiz bir işçiliği gerektirir, dikkatsiz bir ünsüz dağılımı ses göçmelerine ve şiirsel anlama ters bir ses ortamına yol açar.
Ünsüz harfler de ritmik yapılanmada ve işitsel imgede önemli ses öğeleridir.Yumuşak / ötümlü (b,c,d,g,ğ,j,l,m,n,r,v,y,z ) ve sert / ötümsüz (ç,f,h,k,p,s,ş,t ) olarak iki kümeye ayrılırlar.Bu sesleri şiirsel anlam ve imge kurgusu içinde ritmik kullanmak, şiirsel bütünlükte bir olanağa döndürmek dikkatli ve uzun bir çalışmayı gerektirir.Oluşan fonetik dizim bir iç müzikalite sağlayıp,şiirin semantik boyutunu güçlendirebilir veya kakışma (kakophonie ) yaratabilir.Çağdaş şiir,şiirsel bütünlüğe katılmayan,anlamsal/ coşumsal etkiyi çoğaltmayan " ses yığılması"ndan arınmıştır.Hatta şiiri sesten / ritimden kurtarmaya dönük poetik yönelimler bile, sonuçta sesin denetimiyle karşı karşıyadır.Atonal müziğin ritmi dıştalamasına benzer biçimde, anlamı verili dizge dışında arayan kimi şairler, öncelikle ritim duygusuna ket vurur ( Ece Ayhan şiiri).
Kaldı ki, ritmin şiirde sıkıcı bir kalıba dönüştüğü, simgeleştiği durumlarda ses/ anlam ilişkisinde tökezleme kaçınılmazdır.
Modern şiirde ses/ ritim, esas olarak imgeseldir; salt ritim üzerinden müzikalite elde ederken de sessel göçmeler, öne çıkmalar, ya da gürültü oluşumu önlenmelidir.Kaldı ki, salt sesin peşinde bir şiir , modern şiirdeki bütünsellik karşısında bir oyundan öteye gitmez. ( Burada, somut şiirin bütünüyle görsel imgeye dayalı anlamlandırma alanında , her türlü sessel örgütlenmenin zaten iptal edildiğini anımsayalım.Konuyu ilerde ayrıca konuşacağız.) Yinelersek: imgesel şiir,zihinsel görüntülerin önemli katkısıyla oluşan , sözcük ilişkileri ve çağrışımlarla zenginleşen; dil dizgesi ,noktalama imleri, dizeleme olanakları üzerinden yepyeni açılımlar yapabilen bir ses örgütlenmesini öngörür. İşitilen değil, ama duyuların karmaşık alılmamasıyla beliren bir ritim ve müzikalite eğemendir. Cansever' den bir örnek:
Ben burada bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman
Kim bilir kime sesleniyorum, sessizlik
Yosunlar, taşlar,o mezar yazıtlarından
Yaz gelmiş,zakkumlar açmış, elimi bile sürmedim
Sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim
Bu şiirde ritmik yapılanma " sıkıntı " duygusu üzerinden sağlanır: Sözcük bir kez yinelense de, şiirin bütününde gezdirilir.
Şair şiirdeki anlamı iç müzikle beslemek üzere ve elbette zihinselik dolayımında farklı müzikal yapılar öngörebilir. Oluşan her sesin bir sonrakini hazırladığı caz ritmi, bütünü seyrek ama güçlü girişlerle kucaklayan bas vurgusu, coşku peşinde tiz ritmik sesler, blues'un ağırbaşlı hüznünü onurlu bir sesle taşıyan sürekli pes tını: Harflerin ses değerlerine senfonik bir özenle ve matematik bir disiplinle hâkim olmayı gerektirir.Kimi örneklerde, değişik ses/ritim kurgularını anımsayalım:
- Ses ve sözcük tekrarının anlama dönüştüğü :
Anlatırım ,anlatırım, deliririm anlamam ( V. Çolak )
- İmgeye çökelen ritim:
Biraz öteye itmek istiyorum denizi
Sonra biraz daha, biraz daha ( Nuri Demirci )
-Ses,vurgu ve imge tümleşiğiyle sağlanan ritim:
kin atomları fışkırtan etin aralanmış gözüne doğru koşarak ( M. Irgat )
kalbimi tut ve bırak tut ve bırak şimdi (Enis Akın )
-Blues ritminde bir yapılanma:
Ben de burda ölüyorum,
Bu böyle gidişi uzun ırmakta ( N. Ziyalan )
- Sözdizimiyle sağlanan ritim:
Saatlerini denize bakarak ayarlayan kentler,
Denize bakarak saatlerini ayarlayan kentler,
Kentler saatlerini ayarlayan bakarak denize,
Kentler saatlerini ayarlayan denize bakarak (Ö. İnce)
- " m" sesiyle örgütlenen hüzünlü bir ritim:
ben kendime kendimce ölümler tasarlarım
olmazsa bir başıma bir köşede susarım ( Sefa Kaplan)
Celal Soycan
(Dize, sayı:100, şubat 2004)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-4 (Celal Soycan)
İMGE/YAZINSAL İMGE
Gündelik kullanımda, imgeyi şöyle tanımlayabiliriz: İnsan bilincinden bağımsız olarak var olan nesnelerin/nesnel gerçeklerin zihnimize yansısı.İmge, fotoğrafik bir canlandırmadır.Kendi çağrışım alanında her adlandırma ve betimleme, zihnin deneyimi altında bir görüntüye evrilir.Ancak, yazınsal olmayan bu imgenin kaynağı elbette dış dünyadadır ve yazınsal imgeyle asıl farklılığını "kaynak"tan başlayarak konuşmak, anlamak gerekir.
Yazınsal söylem alanında imgenin kaynağı "dil"dir.Bu nedenle "dil"sel bir kurgu olan yazınsal söylemde imge de "yazınsal imge"dir, dilbilimsel söyleyişle: "Dilsel imge"dir.Poetik metinlerde, şiir kuramına ilişkin yazılarda "imge"yi "yazınsal" niteliğiyle anlamak gerekir.
Bir yazınsal metin, nesnel gerçeklere ilişkin bir duyumu, bir düşünceyi "dil"e getirirken, "nesnel"liği önce dile yansıtır; yani onu önce dile çökeltir.Şiirsel söylem içinde sürdürürsek: Şairin dile yansıttığı nesnellik, öncelikle bir kurgudur. Kurgulananın imgesi de yine öncelikle dil'e yansır.İmgelem, bu yansımayı, çağrışımlar ağı yoluyla algılar.Demek ki şiirsel imge "yansımanın yansıması"dır. Zihne yansıyan imgenin (fotoğraf) kaynağı, dilsel bir kurgu halinde şiirdedir, dış dünyada değil.Bu nedenle, şiirsel imgenin "nesnel karşılığı" olmaz, "nesnel bağlılaşığı" olur.Bu kritik eşik, bütün bir modern şiirin kavranmasında, yaratılmasında ve anlamlandırılmasında olağanüstü önemdedir.
Şiirsel imge, nesnenin/temanın dilden zihne yansıması olduğu için, düşünseldir, yani duyularla algılanmaz.Bütün duyusal imgeler, dilsel dönüşümle, düşünsel imge olmuşlardır.Biçembilimin konusu halinde "biçem"seldir.Dilsel bir ilişkinin tasarımıdır.Okurun düşünselliğinden duyarlık katmanına yönelir.
İmge, teknik olarak, şiirsel söylemin temasına, konusuna yabancı bir sözcük kullanımıdır.Bu yabancılık ne kadar yoğunsa, yani şiirde bir nesneyi/düşünceyi işaret eden sözcük ne kadar uzak bir alana aitse, imge o ölçüde güçlü olur.İki sözcük, iki nesne bir benzerlik ya da bilişiklik gözetilerek, birbirine uzak iki alandan alınmıştır: Bu uzaklık oranında imge güçlenir.
Benzetme, eğretileme, allegori, simge, birleştirme(bir duyu organıyla algılananı başka duyu organıyla algılananla birleştirme) hep imge kaynağıdır.Şiirsel söylemde imge, anlamın kendisidir; yani imge, şiir ve anlam tek bir bütündür.
Şiirde imge oluşumu, kullanılan en az iki sözcüğün ait olduğu alanın somut/soyutluğuna göre üçe ayrılır:
a) Somuttan somuta: Betimleyici imgedir.Örneğin: Saçlarında bir gece karanlığı
b) Somuttan soyuta: Soyut düzlemden alınan duyguları, düşünceleri somutlaştırarak iletişime sokan güçlü imgelerdir.Örneğin: Uyursun bir zaman tanımıyla
c) Soyuttan somuta: Zor bir imgedir ama olağanüstü güçlü bir tekniktir.Örneğin: Bir bellek yitimiyse ayak izin
İyi bir imge, duyusal düzeyde tükenmeyip düşünsel düzeyde heyecan yaratmalıdır.Somut bir yönelimi en ekonomik söyleyişle kurmalıdır.Böylece okura çağrışım olanağı verilir ve onun da bir düşünsel haz alması sağlanır.
İmge, şiirin bütününe katılmalı, yani yığma/kopuk bir "güzel söyleyiş" ürünü olmamalıdır.
NESNEL BAĞLILAŞIK
Şiirsel söylemde bildirişim, imgeseldir.Dış gerçekliğin önce dile, oradan zihne yansıması (yansımanın yansıması) şiirsel anlamın kendini şiirde işaret ettiğini anlatır.Böylece şiir, bildiriyi oluştururken kapalı devre bir işleyiş kurar.Burada duyusal/zihinsel algıya kaynaklık edenin "imge" olduğu unutulmamalı.Okur, şiirden kendini işaret eden bildirgeyi alımlarken, imgenin şiirsel öznelliğini nesnel bir bağlılaşıkla buluşturur.Düz dilde imge, alımayıcıyı/okuru doğrudan nesnel bir "karşılığa" götürürken, kendini işaret eden şiirsel imge, ancak bir "bağlılaşık"la algılanır, çünkü "karşılığı" yoktur.Bağlılaşıklık, elbette bir "ilişki"yi anlatır, ancak bu bir gösteren/gösteren ilişkisinden daha karmaşık, daha dolayımlı ve yorumludur.
"Nesnel Bağlılaşık" kavramını T.S. Eliot "Denemeler"de kullanır: Objective Correlative. Duyusal/düşünsel bir haz olarak estetik,şiirsel imgenin bağlılaşığıyla olanaklıdır; çünkü yukarda da söylendiği gibi, imgenin nesnel dünyada birebir karşılığı yoktur, gerçekliğini dış dünyadaki bir nesneyle kurmaz.İmgesel fotoğraf, okurun yaşantı/bilinç içeriğiyle tanımlanan bir deneyim alanında bir durum, bir olaylar/nesneler zinciri oluşturur.Bunun, okur açısından öznel ama şiir için "nesnel" bir ilişki olduğu hemen söylenmelidir.Bu nedenle bir gösterge, bir simge/sembol ilişkisi değildir.Modern şiirde imge, anlam, bildirişim ve alımlama içinde olmak üzere, bütün bir kurgu bu kavram ışığında düşünülmelidir.
Şiirsel imge, bir durum, bir olaylar/nesneler zinciri oluşturamazsa, ya da tam tersine doğrudan dış dünyada bir nesneyi karşılık gösterirse, hiçbir estetik hazza neden olmaz.Nesnel Bağlılaşık kavramı, yazınsal yapıtta(şiirde) hem dilsel bildirinin kendi üzerine odaklandığını(kurgu), hem de gerçeklikle olan bağını vurgular.Bildirişimi estetik hazla buluşturan da budur.
DİL ve SÖZ
İnsanın doğal diller çerçevesinde sesli göstergeler aracılığıyla anlaşma (bildirişim) sağlaması "Dil Yetisi"nin sonucudur.Dilyetisi içindeki olguları Saussure başlıca ikiye ayırır:
1) Toplumsal nitelikli DİL
2) Bireysel nitelikli SÖZ
Dil toplumsal bir olgudur ve belli oranda rastlantısal olan SÖZ'e oranla niteliklidir.
Dil karşısında birey edilgendir ve onu bir ürün olarak belleğine aktarır, dilyetisinin bütün gerçekleşmelerinin kuralıdır.Bu nedenle, dilbilimin gerçek konusudur.Söz ise dilbilime malzeme taşır.Başka bir söyleyişle: Dil, toplumsal bir kurumdur ve anlamla işitim imgesinin zihinsel birleşimi halinde bir göstergeler dizgesidir.Soyut bir gerçekliktir, bireylerin dışında ve üstündedir.Uzlaşımsal bir dizge olup, kimsede bütünüyle yerleşmez.Bildirişim aracı olarak bütün "söz" kullanımlarına olarak kişisel dayanaktır.
"SÖZ" ise zihinsel bir eylem iradenin ürünüdür.Fizyolojik bir etkinlik halinde "Dil" dizgesinin kullanılışıdır.Dilin, kişisel iradeyle seçilen bir bölümünü eylemli kılar ve soyut bir yapı olan "Dil"den somut tümceler kurarak onu gerçekleştirir.Dil'de dizgelik öne çıkarken, SÖZ'de bildiri ağırlık kazanır.
Dil/Söz ilişkisi, varlıkları birbirine bağlı, birbiri üzerinden ötekinin kavranabileceği işlek bir ilişkidir.Dile dayanmadan söz kavranamaz, sözün sağladığı gereç olmadan da dile ulaşılamaz.Dilyetisi düzleminde birbirlerini içerirler.Dilin eksiksiz varlığı, konuşan topluluğun kullanımını yani SÖZ'ü öngerektirir.
Tarihsel öncelik elbette söz olgularına aittir, dilin evrimi sözle sağlanır.Dil bilinci, toplumsal çevredeki SÖZ'le edinilir.Diyalektik yöntemli söyleyişle, SÖZ'e kaynaklık eden dil, kendini onun aracılığıyla yeniden kurar; hem üründür, hem de araç.
Çağdaş dilbilim, dil/söz ayrımı yapar ve asıl inceleme konusu olarak dil'i seçer.SÖZ'ün gerçekleşmesi sırasındaki bireysel değişimleri anlamak; değişmeyen, bireyüstü bir dizgenin kuralları, yapısı ışığında olanaklıdır.Dilbilim bu olanağı "Dil"de bulur.
Saussure dışında başka dilbilimciler, esas olarak bu ayrımı benimser ama aynı düzlemi anlatan başka tanımlar kullanır.
Celal Soycan
(Dize, sayı:101, mart 2004)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-5 (Celal Soycan)
SÖZCÜK
Anlamı olan ses ya da sesler birliğidir. Cümle kuruluşuna yarayan, yani anlamsal birim olan cümlenin yapılışına katılan ham eleman.Sözcüğün kimi kez bir başına cümle işlevine ulaşması, tarihi ve çağrımsallığı onun gerçek işlevine cümle yapısı içinde ulaşabileceğini unutturmaz.
Göstergebilim açısından sözcük, bir varlığı, bir kavramı gösteren ses veya sesler birliğidir. Uzlaşılmış kodlar dizgesi olan gündelik dilde sözcük,anlamlandırma eşiği olarak verilidir ve bir gerçekliği kendiliğinden imler (düz anlam) . Nesnel gerçekliğe düşünce aracılığıyla bağlıdır; bu nedenle sözcüklerin somut - maddi nesnelerle dolaysız bağlantısı çoğunlukla kurulamaz. Bir im olarak alımlanan sözcük, gösterdiğine düşünce üzerinden ulaşır.
Anlamlandırma sürecinde kurucudur fakat kendisi bir yapı değildir; gerçekliğin imidir, ancak kendine ait gerçekliği yoktur.Uzlaşımsaldır.Cümle içinde yön ve kişilik kazanır.
İçinde düzenlendiği dizgede kişilik kazanır. Şiirsel söylemde sözcükler, sessel ve anlamsal örgütlemenin ilk ve ham maddesidir. Bu örgütlenme, yalnızca şiirsel söylemde dikeydir; gündelik dilde, yani gidimli kullanımda ise yataydır.
Klasik şiirde sözcüğün çokanlamlılık ve eşanlamlılık özelliği, kendiliğinden şiirsel bir değerdi. Modern şiir ise sözcüğün imge kurucu olanaklarını genişletti, sözdizimini bozarak sözcüğün sözlük karşılığından bağımsız bir imgesel kurgu için birbirleriyle ilişkisini ilk kez ve biricik kıldı.Daha açarsak: Şiirsel söylemde iki sözcük öylesine bir imgesel kurguda yan yana gelir ki, bunu hem düzdilde kullanmak olanaksızdır, hem de ilk ve son kez o şiirdeki dilsel işlevi üstlenirler. Örneğin: Ey mor ötesi söylence ( ilyas tunç ) . Burada " mor ötesi" ile " söylence" sözcükleri, şairin imge kurgusunda öylesine buluşurlar ki, bu buluşmanın öncesi/ sonrası yoktur. Çağdaş imge kurgusunda bunun önemli bir yaratıcılık olduğunu, hele güçlü imge için sözcükler arasındaki mesafenin olabildiğince uzak olması gerektiğini anımsamak gerek.
Jacobson' a göre: " Şiirsellikte sözcük, adlandırılan nesnenin basit bir vekili ya da coşku patlaması olarak değil, fakat sözcük olarak duyumsanır. Şiirsellikte, sözcükler ve sözdizimi anlamlandırma, iç ve diş yapılanma gerçekliğin kayıtsız ( ilgisiz ) göstergeleri değildirler, ama kendi ağırlıklarına ve kendi değerlerine sahiptirler."
Şiirsel söylemde sözcük, anlambirimsel en küçük yapı olan şiir cümlesi içinde işlevine ve kimliğine kavuşur. Tümce dışına çıkan sözcükler ise bir yığın oluşturur. Tek başına kullanılan sözcük bile, ancak şiirin teması ve imgesel bütünlüğü içinde işlevine kavuşur, yoksa herhangi bir göstergenin gösteren ucundadır. Oysa şiirsel kullanımda, gösteren olduğu yerde, aynı zamanda gösterilen durumundadır.
Şiirde sözcük gerçekliği şiir içinde imler; böylece hem yeniden üretilme gücü kazanır, hem de nesneyle ilişkisinde alışılmadık açılımlar sağlar. Oysa düzyazıda sözcük, uzlaşılmış bir imdir, doğrudan söylemin bağıntısı içinde tüketilir ; bu sağlanamazsa, yani her alımlayanca yeniden üretilirse, bildirişim aksar, dilsel iletişim kopar.
Düzyazıda kullanılan sözcük, söylemin özelliği, kullanıcının donanımı, bağıntı, toplumsal ve tarihsel çağrışım, alılmayanın çevrimi nedeniyle gerçekliği / olguyu indirger. Çağrışımsallığı ne denli geniş olursa olsun, düzyazı mantığı sözcüğün diğer sözcüklerle ilişkisinde sözlükten ayrılmaz, yani gidimlidir. Şiirsel söylemde ise sözcük, toplumsal/ ideolojik kabuğuna sığmaz, sözlük karşılığından fırlar ve şairin imgeleminde yeni bir dolayım kazanır : Şaire dolaysız bağımlıdır ve mesafesizdir.
R. Barthes şöyle der: " Klasikte, şiirsel sözcük dağarcığının kendisi de bir buluş sözlüğü değil, alışılmış kullanım sözlüğüdür. İmgeler ayrı ayrı değil alışkıya özeldir. Çağdaş şiir, dilin kendiliğinden işlevsel yapısını yıkar, ancak sözlüksel temellerini bırakır geride. ( Bu temel de nesnel bağlılaşık kurmadaki işlevseldir.cs.) Bağıntıların yalnızca devinimini, ezgisini alıkoyar, gerçeğini değil. Sözcük, bu içi boşaltılmış bağıntılar çizgisi üzerinde patlar, dilbilgisi amaçlılığını titirerek bürün ( prosodi : bir müzik parçasında müzikal vurgularla hece vurgularının uyumu. cs.) olur.
Çağdaş şiirde sözcüğün bu son derece geniş işlevselliği, yine de onun bir başına, yani şiirsel bildirişim amaçlılığından sıyrılarak kutsanmasını gerektirmez: En sasıcı imge kurgusunda bile sözcük, sözlük " temeli " ni korur, bağıntısı ve toplumsallığı içinden alımlanır.
SÖYLEM
Almanca " Diskurs ", Fransızca " Discours ", İngilizce " Discourse" ... Terim, yaygın bir yanılgıyla " Söz, sözcelem, biçem, düşünce " karşılığında kullanılır. Oysa söylem, bir dilin kullanılışındaki amaçlılığı bağlamında aldığı biçimi anlatır.Bu biçim, ilgili söylemin özel terimleri dışında vurgulardan, ritimden, sesbiçimsel öğelerden ve sözcüklerin ideolojik öyküsünden beslenir.Öğretici söylem ( discours didactique ) , yazınsal söylem ( d. Litteraire), dolaysız söylem ( d. Direct), şiirsel söylem ( d. Poetique), bilimsel söylem ( d. Scientifique ) hemen akla gelenlerdir. Bunlara, gündelik bildirişimdeki hukuksal söylem, aşk söylemi, politik söylem vb. eklenebilir.
Söylem, anlatımla karıştırılmamalıdır; anlatım, kullanıcının biçemini taşır, oysa söylem kullanıcıdan bağımsız bir biçimdir, yani nesneldir. Örneğin her şair kendine özgü bir biçeme sahip olabilir, ama hepsinin söylemi aynıdır: Şiirsel söylem.Yani, şiirsel söylem tektir, belirli bir dil dizgesi içinde örgütlenir ve kullanıcının amaçlılığından etkilenmez.
Dil, tek başına, pasif durumda hiçbir söylemi temsil etmez, onu bir söyleme oturtan, o söyleme ilişkin bilinçtir. Bu bilinç, söylemi " bildirişimin amaçlılığı " içinden kurar. Örneğin, hukuksal bir amaç için şiirsel söylem ya da politik bir amaç için yazınsal söylem hem amacını yitirir, hem de gülünç olur; çünkü söylem, dil ile dil dışı bağlamın etkileşimidir, dil kullanımının kültürel ve toplumsal bağlamda ele alınmasıdır.
Söylem çözümlemesi, yapı, bağıntı, bağlam, işlev, iletişim yetisi, dil kullanımı gibi kavramlar kullanılarak yapılabilir; oysa gündelik dilde( düz dil ) olguları bağıntılama ilkeleri, bakış açısı ve algılama boyutu kişiseldir bu nedenle ancak " birey dili " olarak görülebilir.Birey dilinde sözcenin toplumsal / sözlüksel karşılığı nettir ve amaçlılık taşımaz. Oysa söylemde tek bir sözcük bile, bağlama göre farklı bildirişim sağlar. Örneğin " bekle" sözcüğü buyruk, tehdit, çağrı, dilek, vb. iletebilir.Söylem hem bu amaçlılığa hem de dilin ideolojik kullanımına hizmet eder.
Celal Soycan
(Dize, sayı:102, nisan 2004)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-6 (Celal Soycan)
MALZEME
Her sanat disiplini, sözünü kendi malzemesinin olanakları içinden kurar.Bu malzeme, insanın eylemliliği sürecinde zaten kullanılır ve tüketilir: Gündelik bildirişimde dil, çizgi, desen, boya, ses ve sessizlik ; yapı üretiminde kütle, hacim ve boşluk; görsel imge halinde fotoğraf hep bir malzemenin olanaklarıyla yetinerek ve onu tüketerek üretilir. İnsanlar, maddeyle ilgili gereksinimlerini karşılamak için öğrenimle birlikte deneyim ve ustalık gerektiren işler yaparlar ki, biz bunlara zanaat deriz. Zanaat, elbette bir malzemeyi verili olanakları içinden ve özel bir estetik amaç gözetmeden kullanarak tüketir. Sanat disiplinleri bu noktada kendi dizgeleri içinden o malzemenin olanaklarını aşmayı denerler : Edebiyatın dille, müziğin sesle/ sessizlikle, resmin çizgi ve boyayla, mimarinin hacimle ve kütleyle, heykeltıraşın taşla hesaplaşarak onu aşma çabası elbette ve öncelikle bu malzemeyi aşarak dönüştürmeye yöneliktir.
Malzemenin aşılması nedir?
Kısaca: Estetize edilerek yeni bir gösterge bütününe dönüştürülmesidir. O malzemenin, gündelik kullanım çerçevesinden çıkarılarak estetik nesne durumuna getirilmesidir.Böylece o malzeme bir tüketim nesnesi olmaktan çıkar ve her kullanımda yeniden üretilir. Yontucunun mermerden kopardığı her parça, bestecinin sesle sessizliği iç içe örgütlerken sentaksa yüklediği özel kurgu, şairin bildirişim amaçlı şiirsel anlamı şiirin yapısına yerleştirirken dilde ulaştığı yeni olanak, yorumcunun nesnesine yüklediği özel ve biricik sessel yapı, mimarın hacimle ve mekanla hesaplaşarak ulaştığı işlevsel / estetik bütünlük hep bu aşma iradesini öngörür.
Şiirde kullanılan dil, esas olarak gündelik bildirişime aracılık eden dildir. Gündelik kullanımda dil, uzlaşılmış kodlar dizgesi durumundadır.Kullanıldığında, dışarıdaki bir gerçekliği imler, yani gerçekliği dilsel değildir; geri dönmez. Bu nedenle " Gidimli" dir. ( Bir mantık ve felsefe terimi olarak Gidimli: Bir önermeden başka bir önerme çıkaran ve böylece birtakım ara düşüncelerden yararlanıp geçerek ilkeden sonuca ulaşan düşünüş.- Türk dili sözlüğü, Hançerlioğlu- ) Modernitede dil, bir anlama aracılık etme işlevinin ötesinde, anlam kurma gereksinimini karşılamaya başladı.
Hayatın, insanın ve olgunun, başka bir söyleyişle gerçekliğin yeni boyutu, dilin verili olanaklarla şiire yetmediğini gösterdi. Kaldı ki, gündelik kullanımda da dilin mantığının zorlandığını ve çeşitli dil sanatlarıyla aşıldığını biliyoruz.Gündelik bildirişimin neredeyse tamamına yakını metafordur. Ancak bu metaforlar, özel bir estetik amaçlılıkla üretilmez ve içi boşalmıştır; kullanıldığı anda tüketilir ve özel bir coşum yaratmaz. Modern şiir bu anlamda dilin gündelik boyutunu zorlar ve çağdaş imgelerle ona yeni olanaklar kazandırır. Sözdizimini alt üst ederek, sözcüğün ve şiir cümlesinin biçimsel ve anlamsal yapısıyla oynayarak onu estetize eder.Böylece dil, gerçekliği kendinde imleyen bir yapıya dönüşür ve şairin özel mülkiyetine geçer. Şair her defasında bu mülkle yeniden yüzleşir ve onu yeniden kurar. Okur da bu dili zihinsel imgeler içinden alımlar ve yeniden üretir. Bu nedenle şiir dili " Gidimsiz" dir.
Modern öncesi, gerçekliği temsille yetinen,vezin destekli ses/ ritim içinde retoriğe dönüşen şiir modern hayatı anlamlandırmaya yetmedi.Böylece dil, gerçekliği temsil etmenin ötesinde kendi gerçekliğini kurmak ve bildirişimi buradan sağlamak üzere şiirsel söylemde yeniden yapılandı. Dilbilimdeki yönelimler ve açılımlar, nesnenin tanımında ve olgunun kavranmasında bir malzeme olarak dilin olanaklarını genişletti.Artık şiir kendi gerçekliğini kendisinde kuran dilsel bir kurgudur.Bu nedenle okurun anlamlandırma olanağı artmıştır.Bu olanak aynı zamanda bir zorunluluktur: Bu zorunluluğu yenemeyen okur, şiirin yaratım sürecine katılamaz.Sentaktik öğeler, dilin olanaklarını en verimli kılacak biçimde örgütlenmiştir.Sözdizimindeki ataklar ve imge kurguları, sözcüğün işlevini ve diğer sözcüklerle ilişkisini zenginleştirmiştir. Böylece, toplumsal dolayımla biçimlenen malzeme, her sanat disiplininde olduğu gibi şiirde de sanatçının her defasında yeniden hesaplaştığı bir düzeydir artık.
Bu nedenle , bir sanat disiplininin tarihi, malzemenin de tarihidir.
DÜZ ANLAM/ YAN ANLAM
Doğal dilin sağladığı bildirişim dizgesi, o dilin düz anlam katmanını oluşturur.Yazınsal olmayan bütün söylemler dili düz anlamıyla kullanır. Bir göstergede gösterenin imlediği doğal, uzlaşılmış, nesnel, mantıklı gösterilen düz anlamı kurar. Gündelik bildirişimde sözcükler, kullanıcıların öznel yükünden bağımsız, amaçlılığı söylemle sınırlı olarak kullanılır. Bildirişimin başarısı, dilin öznelliğiyle ters orantılıdır. Bu anlatım düzleminin içeriği, düz anlam dizgesini oluşturur.
Ancak, toplumsal devinimde sözcükler, düz anlamlarına sonradan katılan özellikler edinir; böylece düz anlamdan türeyen bir başka dizge kurulur: Yan anlam. Bu ikincil dizge, bildirişim yapılan herkes tarafından anlamlandırılamaz, çağrışımsaldır. İmgeleri, coşumu, öznel izlenimleri, tarihsel bağlamları kullanır. Ağırlıklı olarak sözcüğe bireysel bir kullanım kazandırır.
Uzlaşılmış göstergenin çözümüyle düz anlama varılırken, gösterilen üzerinden ikincil bir anlamlandırmayla yan anlam katmanlarına ulaşılır. Yazınsal söylem, özellikle de şiirsel söylem esas olarak sözcüğün zengin yan anlamlarını kullanır; güçlü imge kuruluşunda bu düzey önemli bir olanaktır. Güçlü şiirler, kimi sözcüklere ilk kez o şiirde beliren yeni yan anlamlar kazandırır. Özellikle metafor kurulurken, sözcükler ilk ve son kez öylesi bir anlamlandırmaya aracılık eder. Örneğin Ece Ayhan, " gelir bir dalgın canbaz" dizesinde dalgın sıfatına öyle bir anlam yüklemiştir ki, bunun öncesi ve sonrası yoktur.
Şiirin yapısal bütünlüğünde, yüzey yapıda düz anlamıyla kullanılan sözcüğün derin yapıda yan anlama katılması önemli bir kertedir. Bu ikili katılım, şiirsel imgenin bağlılaşımı için de önemli bir ölçüttür: Düz anlam bağıntısını silerek doğrudan yan anlam ilintileriyle şiirin sürmesi, okurun katılımını zora sokar.Bu nedenle kimi şairler için " sözlükçe" gerekir. Şiirin çözümlenmesinde şairin yaşantı ve bilinç içeriğine ilişkin bilgiler de yine bu nedenle zorunludur.
Sözcük/ sözdizimsel kurgu, yüzey yapıda " nesnel karşılığı" imlerken düz anlam dizgesini kullanır; aynı dilsel kullanım derin yapıda " nesnel bağlılaşım" la algılanır, algılanmalıdır.Bu ise esasta zihinsel imge halinde yapılanır.
Sözcüğün bireysel/ tarihsel/ toplumsal yükü yanında, güçlü imge kurgusu içinde kazandığı boyut, yan anlam dizgesini sürekli genişletir ve düz anlamıyla soluksuz kalan, cılızlaşan,indirgenen sözcüğü yeniden kurar ve dilde köklendirir.
Celal Soycan
(Dize, sayı:103, mayıs 2004
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-7 (Celal Soycan)
BİR BİLGİ (EPİSTEM) OLARAK ŞİİR
Toplumsal bir dizge olan dil, bildirişim amaçlı kullanılırken farklı biçimler alır. Şiir, dilin dikey örgütlenmesiyle kurulurken de bir bildirişim içinde yüklendiği bilgiyi aktarır.
Bilgi : " İnsanın , toplumsal emeğiyle meydana çıkardığı nesnel dünyanın yasal ilişkilerinin, düşüncesinde yeniden üretimidir. " (Felsefe Ansiklopedisi, Hançerlioğlu) Demek ki bilgi: a- insanın toplumsal emeğiyle b- yeniden üretim olarak vardır. Epistemoloji ( bilgibilim ) bilgisürecini inceleyerek farklı bilgibiçimlerinin oluşunu çözümler. ( Antik Yunan felsefesinde epistem, açık seçik , herkesçe doğrulanan bilgidir. Aklın mutlak eğemenliği dolayımında bu içerik, özellikle modernitede genişleyerek nesneye ve olguya ilişkin tüm bilme' leri kapsamıştır. Örneğin eski Doxsa / Sanı , sezgi, bilinçaltı, düşler vb...)
* * *
Bilgi sürecinde " dil " in etkisini anımsayalım : Toplumsal bir uzlaşmayla oluşan dil , söz' e dönüşmeden önce nötrdür, nesneldir. Söz ise, kullanıcının amaçlılığı içinde söylem' e dönüşerek öznelleşir ve kullanıcının tarihiyle damgalanır.
Witgenstein, " dil masum değildir " derken bunun altını çizer. Keza, " anlam, bağlam bağımlıdır" diyen Foucault, söylemin amaçlılığı içinde dilin nasıl belirdiğini imler. Her düzeyde iktidarın, özellikle ideolojik bilgi bağlamında, dilin bu " masum değildir " halini yeniden ürettiğini , böylece gerçekliği saptırdığını / indirgediğini biliyoruz.
Dilin verili kullanımı içinden bunu açığa çıkarmak, esasta bilgibilimsel bir dönüşümü öngerektirir. Modernite ve daha dar anlamıyla Aydınlanma, akla yaptığı vurguyla " rasyonel" bilgiyi belirleyici kılmıştır. Freud ve özellikle Jung, bilinçaltına ve toplumsal bilinçaltına ilişkin bulgularıyla, farklı epistemik düzeyleri açığa çıkarmıştır. Bu çerçevede bilinçaltı katmanları, sezgiler, kanılar, duyusal deneyimler, düşler gibi aklın denetiminden kurtulan bütün insani düzeyler, yeni bilgibiçimleri halinde özellikle estetik yaratı sürecine katıldılar. Modernitenin en hareketli ve avant-garde yönelimleri, örneğin Dışavurumculuğun Üstgerçekçi ucundan Soyutlamaya dolanan aranışları, hep aklî bilginin dayatmasına karşı bilinçaltının, sezginin, rastlantısal zorunluluğun, düşselin, hazzın, saçmanın bilgisine ışık düşürdü.
Sonuçta, şiirsel bildirişimin yapıtta imlediği anlam, diğer bütün bilgibiçimlerinin ötesinde, dilin masumiyetini geri vermek üzere kurgulandı.Gidimsiz haliyle dikine örgütlenen dil, gerçekliği kendi kurgusu içinde yeniden anlamlandırarak farklı bir epistemik düzey halinde alımlayıcıya ulaştı.
Bu kurguda eriyen bilgi elbette doğal bilgiler gibi deneyimlenemez ve düşünsel bilgi gibi “nesnel karşılık”la eşleştirilemez; ama “nesnel bağlılaşığı” üzerinden bir olaylar / nesneler zinciri yaratarak estetik hazza neden olur ve öylece alımlanır. Bu noktada, şiirsel epistemin , malzeme olanaklarını aşarak düşey bir yapılanmayı öngördüğünü anımsayalım : Sözcük ilişkileri gündelik dilin kullanımından farklı olarak ilk kez ve biriciktir; şairin mülkü durumundadır ve tüketilemez biçimde ilintilendirilmiştir. İmgesel düzenek içinde dolayımlanan gerçeklik, duyusal geçirimlilik ( karmaşa ) ortamında şiirin bütünlüğüne yerleşir ve okura ilişir. Buradan alımlanan bilginin, duyusal / düşünsel kertede örgütlendiği açık. " Duygulara - doğru ile yanlış arasında ayrım tanımayan toplum karşıtı bu güdüye - aklın sesiyle, hakikatin dile getirilmesi ve yayılması olarak bilgiyle çözüm getiremezsiniz; daha doğrusu duygulara ancak bilginin kendisinin bir duygu haline geldiği durumlarda çözüm getirebilirsiniz. ( Z. Bauman, Yasak Koyucular ile Yorumcular, Metis, 1996 )
* * *
Şiirin bir malzeme olarak doğal dili kullandığını ama onu dönüştürmek üzere aştığını bunun için söyleriz. Yazınsal söylem, diğer dilsel kullanımlardan farklı olarak, gerçekliği kendinde imlerken, hele şiirsel kurguda bu gerçeklik şiirin derin yapısında ve nesnel bağlılaşığıyla alımlanıyorsa, malzemenin aşıldığı yeterince belirgin. Bu bir heykeltıraşın mermeri, ressamın boyayı, bestecinin sesi / sessizliği aşmasıyla aynı şeydir.
Aşma, Hegel / Marx felsefesinin işlek bir kavramıdır ve bilginin, karşıtını da olumlu düzeyleriyle içererek zenginleşmesini anlatır : Tez- Antitez - Sentez zincirinin sarmal yükselişi, özünde bir aşma iradesini anlatır .Tarihsel zorunluluğu bir olanak halinde kavrayan irade, çözümün diyalektik işleyişine buradan katılır. Dahası, aşma kavramı Marx'ta diyalektik bağıntı içinde gelişmenin kesintisiz sürekliliğine de vurgu yapar. Bergson'cu anlamda "üstün bilgi" nin de aşma iradesini öngördüğü bilinir : "Sezgiye varabilmek için kavramları aşmak gerekir."
Peki, dili " aşarak " kurgulanan şiir, " aşkın " bir deneyim midir ? Şiirbilgisi aşkın bir iradeyi mi öngörür ?
" Aşkın " kavramı, felsefenin temel uğraşlarındandır. Metafizik ve idealist öğretilerin tümü, esasta " aşkıncı " dırlar. Bu kavramla ilgili , Hançerlioğlu'nun Felsefe Ansiklopedisi şu açıklamayı getiriyor : "Osm. Müteâlî , Fr. Transcentant, Alm. Transcendente, İng. Transcendent. Varlığını aşan... Metafizikte içkin terimi karşılığıdır. İlgili bulunduğu varlığın gerçekliğini ve gücünü aşmış olmak anlamını verir. Kant'a göre insan bilincinin yapabileceği bütün deneylerin ötesinde olan şey (numen) " aşkın " dır. Aşkın, belli bir anlamda fiziği aşan, eşdeyişle metafizik demektir. Tanrıbilim, terimi büsbütün açıklığa kavuşturur ve onu "Tanrı" anlamında kullanır ; insanların bütün davranışları ve eylemleri "aşkın" olanla yönetilir."
Aşkın düşünce, Doğu kültüründe egemenliği tartışılmaz bir merkezi yetke bağlamında uzamı, zaman içinde kopuşsuz, değişmez ve içsel olarak kavrar. Bütünüyle indirgemecidir, bu nedenle nesnenin bilgisine ket vurur : Kantçı / Hegelci Aşkınlık'ta nesnenin anlamı ben- ötesidir. Dekartes'çı zihinsellik buna karşı çıkar ve nesnenin bilgisini ( elbette ben'le ilişkisinin altını kalınca çizerek ) kendisine geri verir. Bu, epistemolojik açıdan özne'nin de inkârını önler. H. Bülent Kahraman' a göre Aşkınlaştırmada "nesnel gerçeklik, saklı yanı olabilecek, keşfedilmeyi gerektirecek, bekleyecek bir olgu değildir."
Hemen anımsayalım : Türkiye toplumunda modernite öncesi varoluş sorunsalı, bütünüyle aşkınsallık zeminindedir; birey- özneyi daha başlangıçta gerileten toplumsal sistematik, erişilmez bir mutlak yetkeyi odağa alır. Başka söyleyişle Doğu zihinselliği, mutlak bütünün ( irade-i kül ) içine yerleştirdiği özneye ket vurur. Bunun birkaç adım sonrasının, dünyayı verili kabullerle bilmek/ onaylamak olduğu yeterince açık.
* * *
Toparlarsak : Metafizik ve maddeci Aşkınlık' a karşı insani eylemlilikle edinilen bilgi esastır; bu eylemlilik içinde duyusallığı, bilinçliliği ve seçimiyle kendini oluşturan birey, soran ve yetinmeyen öznedir. Bu özne, çağdaş sorunsal ortasında hakikat adına söz almaz, ama hakikatı mülk edinen bir aşkın otoritenin varlığıyla da sükûn bulmaz. Nesnenin indirgenmiş bilgisine, dolayısıyla verili anlama itiraz etmek üzere dilin olanaklarını zorlar ve aşar: Bu aşma iradesi, çağdaş şiirin ( sanatın ) temel devindirici gücüdür. Duyusal, düşünsel ve davranışsal bireyliği kurmak üzere verili olan her şeyi aşarak ( aşkın olana sığınmadan ve aşkınlaştırmadan ) kendine soğurduğu anlamı, bütün bakirliğiyle ve biricikliğiyle hayata/ nesneye geri verir.
Masumluğunu yitirmiş dil , sancılı yeryüzünde dolaşan insanın nesneyle ilişkisine "aşkın " olmayan bir açıklama, açılım ve işlerlik kazandırır.
Şiirin bilgisi bu anlamda elbette deneyimlenemez; ancak nesnel bağlılaşığı üzerinden düşünsel bir zeminde alımlanır, gerçeklenir. Tarihsel ve felsefi kullanımı boyunca İdealist / Tanrıbilimsel bir kavram olarak sabitlenmiş " Aşkın " sözcüğü, bu nedenle çağdaş poetikada geçerli değildir. Şiirbilgisi elbette aşkın değil ama aşarak ulaşılmış bir insani eylemlilikle oluşur ve her okumada yeniden üretilir.
Celal Soycan
(Dize, sayı:105, temmuz 2004)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-8 (Celal Soycan)
Yan Anlam Üzerine Kısa Not
Dize dergisinin Mayıs 2004 tarihli 103. sayısında yayımlanan "Düz Anlam / Yan Anlam" bölümüyle ilgili Sn. Nizamettin Uğur'un kimi itirazlarını, Dize'nin 105. sayısında okuduk.* Şiir ortamımızdaki kuramsal/ kavramsal bulanıklığı gidermede alçakgönüllü bir katkıyı amaçlayan yazılarımız, elbette benzer tartışmalarla gözden geçirilecek, açımlanacak ve gerekirse onarılacaktır. Nizamettin Uğur'un özenine bu bağlamda teşekkür ederim. Kendisi zaten kitabıyla da ( Anlam Bilim / Sözcüğün Anlam Açılımı, Doruk yay., 2003 ) şiir kamuoyuna bu konuda bilgi aktaran bir yazarımızdır. Söz konusu yazıyı, benim yazdığım bölüme bir itiraz değil, belki bir açılım olarak okudum. Dize'deki tüm yazılar, derginin boyutları gözetilerek hazırlanmıştır, bu nedenle kendi amaçlılığı içinde olabildiğince ekonomiktir. Her kavramın ve konunun mutlaka daha geniş bir çerçevede tümlenmesi gerekir. Okur zaten bunu kendiliğinden üstlenecektir.
Nizamettin Uğur, Yan Anlam konusunda yazımın genelinde söylediklerimi, alıntıladığı bölüm üzerinden tekrarlıyor ve esasta benim de katıldığım şeyler söylüyor. Örneğin, gündelik dilde ağırlıklı olarak kullandığımız metaforların, herkesçe bilinebilirliğini vurgulayarak, benim yan anlamın öznelliğini öne çıkaran cümlemi "temel yanlış" lıkla suçluyor. Oysa şu cümleler yazımın içinde zaten var: "Toplumsal devinimde sözcükler, düz anlamlarına sonradan katılan özellikler edinir. (...) Sözcüğün bireysel, tarihsel, toplumsal yükü yanında, güçlü imgeler içinde kazandığı genişlik, yan anlam dizgesini sürekli genişletir ve düz anlam dizgesinde soluksuz kalan, cılızlaşan, indirgenen sözcüğü yeniden kurar ve dilde köklendirir." O halde benim, yan anlamı bütünüyle "ötekine kapalı" bir düzey olarak almadığım ortada. Nitekim, Nizamettin Uğur'un da haklı olarak saydığı, gündelik kullanımda sürekli dolaşımda olan metaforlar herkesçe bilinir ve anlaşılır. Ama şiirsel kullanımda esas olan, sözcüğün hem metaforik düzeyde, hem de her türlü imgesellikte güçlü yeni yan anlamlarla kullanılmasıdır ki, ben özellikle oraya vurgu yaparak yan anlamın öznelliğini öne çıkardım. Berke Vardar, Dilbilim Terimleri Sözlüğünde "Yan Anlam"ı bu özenle şöyle açıklar: ?Bir sözcüğün sürekli anlamsal öğelerine ya da düz anlamına kullanım sırasında katılan ve bildirişenlerin tümünce algılanmayan ( abç. cs ) ikincil kavramlara, imgelere, öznel izlenimlere vb. ilişkin olan duygusal, coçkusal ikincil anlam; çağrışımsal değer.?
Sözcüklerin, yaygın kullanımla içi boşaltılmış örneklerinin yazınsallığı da geriler. Buna rağmen, yan anlamın kendiliğinden bir yazınsallığa bitiştiğini söylemek de yanlış değildir. Ama şiirsel söylemin, hele çağdaş şiirin şairden güçlü, estetik coşuma neden olacak, okurun da katılımı ve özel okumalarıyla çözümlenebilecek imgeler istediğini biliyoruz. Bunun da sözcüğe özgün, biricik, ilk kez ve anlamlandırma düzeneğine katılabilen yan anlamları bir olanak halinde kullanabilmeyi gerektirdiği açık.
Poetik Terimler / Açılımlar çalışması özellikle şiir kamuoyuna dönük vurgular taşır. Temel bilgi yanlışlığı elbette yapılmamalıdır; ama şiirsel söylemin yapısal özelliği, dilbilim alanında kullanılan kavramların açılımını, şiirsel kullanımdaki yönelimi gözeterek yeniden üretmek zorundadır.Örneğin, Sn. Mehmet Yalçın kitabının ( Şiirin Ortak Paydası/ Şiirbilime Giriş, Dokuz Eylül yay. 2003) bütününde "yan anlam" konusunu şiirsel söylemin kurgusu bağlamında inceler ve yan anlam oluşturmada şairin öznelliğine onlarca kez vurgu yapar.
Sn. Uğur'un özenine ve katkısına teşekkürü yineliyorum.
Celal Soycan
(Dize, sayı:106, ağustos 2004)
*Düz Anlam/Yan Anlam Üzerine Birkaç Söz (Nizamettin Uğur)
Dize dergisinin 103. Sayısında (Mayıs 2004) yayımlanan "Poetik Terimler / Açılımlar" yazısının "Düz anlam / Yan anlam" bölümünde yazılanlar, kavramsal boyutta temel yanlışlar içermektedir.
Bu yazının ilk iki cümlesi şöyle: "Doğal dilin sağladığı bildirişim dizgesi, o dilin düz anlam katmanını oluşturur. Yazınsal olmayan bütün söylemler dili düz anlamıyla kullanılır."
Daha ilk kavramda yanlışlık var. "Doğal dil" terimi, tarih boyunca ve şu anda yeryüzünde insanların toplumca iletişim amaçlı konuştuğu diller için kullanılır; Hititçe, Türkçe, Yunanca, Çince, Fransızca gibi. Bu kavramın karşıtı da "yapay dil" terimiyle adlandırılan kavramdır. "Yapay dil" terimi de, kimi aydınlarca masa başında iradi olarak ve genellikle ütopik amaçlarla kurgulanmaya çalışılan ama yaşatılamayan dillerle ilgili bir kavram için kullanılır. En bilindik "yapay dil"ler de Esperento, Oksidantal, Voladük, İnterligua adlarındaki dillerdir; son bir iki yüzyılın iyi niyetli çabalarıyla var edilmeye çalışılmışlardır. Bu iki kavram tüm dilbilim sözlüklerinde ve çevrelerinde böyle geçer.
Biz, yazarımızın "doğal dil" ile, günlük konuşma dilini, yazınsal olmayan dili anlatmak istediğini anlıyoruz bu yazısında.
Böyle anlamazsak, yazıda düz anlam - doğal dil özdeşliği kurulduğu için, kendiliğinden, yan anlam - yapay dil özdeşliğine varırız ki, yapay diller ortada olmadığı için, tartışma saçma boyutlara uzanır.
Yazarımız, "düz anlam"ı, nesnel, uzlaşılmış, mantıklı, birincil anlam olarak verirken; "yan anlam"ı da öznel, herkes tarafından anlamlandırılamayan, çağrışımsal, ikincil anlamlar biçiminde açıklıyor.
O zaman soruyoruz: İnsanın kolu / kapının kolu, ağacın kökü / dişin kökü, ağacın yaprağı / defterin yaprağı, gömleğin düğmesi / radyonun düğmesi... örneklerindeki italikli sözcüklerin ikinci kullanımları bu sözcüklerin ikincil anlamlarıdır ama neden öznel, herkes tarafından anlamlandırılamayan, çağrışımsal özellikler taşımamakta; nesnel, uzlaşılmış, mantıklı anlam özellikleri taşımaktadır?
Demek ki "düz anlam" - "yan anlam" kavramları, yazarımızın yazdıklarının dışında başka bilgileri imlemektedir. Belki de bu konular daha başka kavramlarla açıklanmalı, tartışılmalıdır.
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-9 (Celal Soycan)
Göstergebilim ( semiyoloji ) açısından şiir
Şiirin bir üstdil olmadığını ancak kurguda doğal dilin aşıldığını, öğeleri arasında özel bir bağlantı sonucu dil dizgesinin farklılaştığını ve böylece özel bir bilgi (epistem ) ve bildirişim olanağı elde edildiğini biliyoruz.
Dilsel malzeme, başka kullanımlarda olmadığı ölçüde zorlanmıştır; anlamlandırma eşiğinde barındırdığı tüm zenginliğiyle şairin mülkü olmuştur; bu nedenle şiirin katmanlı bir yapılanma ( dilsel, imgesel, ritmik, zamansal/mekânsal, düşünsel, vb. ) olduğunu söyleriz.
Bu katmanlı yapılanma nedeniyle de farklı yöntemler, yönelimler ve bilgi disiplinlerince çözümü hem bir olanaktır, hem de bir zorunluluk. Öte yandan : "Sanat yapıtı üzerine düşünüm de, evrensel ve içerici bir şeyi bulanık biçimde hissetmekle yetinmeyip yapıtın toplumsal içeriğini somut olarak soruşturmakla yükümlüdür. Yapıtın özgüllüğünü düşünme yoluyla belirlemeyi amaçlayan böyle bir çaba, sanata yabancı bir dışsal düşünüm değildir; tersine bütün dilsel yapıtlar bunu gerektirir. " ( T. Adorno,Edebiyat yazıları, Metis2004 )
Günümüzde önemli boyutlar kazanan disiplinlerarasılık yanında, neredeyse bütünüyle dil'i konu edinerek üstdil'leşen çağdaş felsefe şiiri kuşatmıştır ve çok verimli kavramları / yöntemleri şiirbilimin kullanımına sunmuştur. Bunların herhangi birisinin şiiri bütünüyle kuşatabileceği elbette söylenemez; ancak, Marksist maddeci diyalektik, Yapısalcılık, Postyapısalcılık, göstergebilim, Anlambilim, Varlıkbilim, Fenomenoloji vb. yönelimlerin teker teker sağladığı olanaklar yanında bunların iç içe kullanılmaları şairin zihinselliğinde ve poetik yapılanmasında benzersiz açılımlar sağlamıştır; şiir çözümlemenin ufkunu zenginleştirmiştir.
* * *
Dil, belli bir insan topluluğunca kullanılan sesli göstergeler bütünüdür. Bildirişim amaçlı bu düzeneğin anlaşılmasında Gösterge kavramı önemli bir eşiktir. F. De Saussure'ün tanımıyla : "Dil bir göstergeler dizgesidir. " Berke Vardar'a göre de : ?Gösterge ( Alm. Zeichen, Fr. Signe, İng. Sign) genel olarak bir başka şeyin yerini alabilecek nitelikte olduğundan, kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, varlık ya da olgu; özel olarak dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan birim" dir.
Şiirbilim alanında verimli çabalarıyla tanınan Prof. Dr. Mehmet Yalçın' ın belirttiği gibi : "Göstergebilimci açısından belli bir ortak paydada gösterilebilecek genel bir yazından söz etmek olanaksızdır. Olsa olsa , kendilerine özgü göstergeleşme biçimiyle, birbirinden ayrı anlatı ya da söylem türleri vardır. (...) Özellikle yetmişli yıllardan başlayarak şiir de bir göstergebilim konusu olarak yoğun biçimde incelenmeye başlandı." (M. Yalçın, Şiirin Ortak Paydası Şiirin Ortak Paydası, Dokuz Eylül Yay. 2003)
Dil göstergesi toplumsal bir uzlaşma ürünüdür; her dilbirliğinin kendince ürettiği saymaca bir olgudur. Göstergede imlenen anlamla im arasındaki ilişki doğal / mantıksal değildir. Bu ilişkiyi her dilbirliği kendince kurar. Örneğin Türkçe'deki masa göstergesinin İngilizce'de table biçimini alması bütünüyle rastlantısaldır, hiçbir doğal/mantıksal nedene dayanmaz. (Elbette doğal seslerin taklidiyle üretilmiş sınırlı sayıda dilsel göstergeler vardır : Şrak, şırıltı, oh, ah, tıs, vız vb.)
Göstergenin iki yönü vardır;
a- Gösteren : Göstergenin maddi yönü olan işitim imgesidir. Ses ya da sesler bütününün maddi olanını değil, bunların bellekte yansıyan izini/ tasarımını anlatır. Yani işitsel/ fiziksel değil zihinseldir.
b- Gösterilen : Göstergenin içeriği, kavramsal yönü, iletişimi amaçlanan anlam.
Gösteren, zihinde depolanmış bir imgedir ve zihinsel bir tasarımdır. Bu tasarım, bir bilinç olgusu durumundaki kavrama yöneliktir. ( Croke, kavram yerine anlam sözcüğünü yeğler.)
Örneklersek: Masa göstergesinde, m- a- s - a ses bütünün oluşturduğu sessel / fiziksel bir olgu işitim organı aracılığıyla algılanarak bellekte kayıtlı masa imgesini canlandırır. Bu imge, bilinçteki masa kavramıyla/ anlamıyla çakışır ve gösterge tamamlanır.Yani işitim imgesinin gösterge bütününde işleyebilmesi için kavramın daha önce bilinçte yerleşik olması gerekir.İşitim imgesi ve kavram , gösterge bütününde öylesine birbirine bağımlıdır ki, birisi ötekini çağırır. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Dil göstergesi iki yönlü bir zihinselliktir.
* * *
Gösterilenin kavramsal oluşunun " mantıksal bir değer " olarak altını çizen Croce, şunu ekler : " Dil göstergesi, dilin yapı taşı, dilyetisinin teknik koşuludur; anlamı olan ses bütünüdür." ( Croce'nin Estetiği, çev. B. Cömert,Kült. Bak. Yay. 1979 )
Bu temel bilgiyi bir üstdil olarak daha fazla açımlamadan, şiir bağlamında sürdürmeye çalışalım: Şiiri, dilin olanaklılığı boyutunda en ileri insanî anlama/ anlamlandırma çabası saymak yanlış olmaz. Valery şiiri " dil içinde ayrı bir dil " olarak nitelerken, bu çabanın içkin bağlamının altını çizer. Şiir öncelikle bir dilsel kurgudur ve doğal dilin olanaklarını aşmak üzere örgütlenir. Çağdaş şiirde bunun göstergebilimsel anlamı açık : Dil göstergeleri şiirde doğal dilden farklı bir ilişkiye sokulmuştur ; göstergeler öyle bir dizgede buluşurlar ki, gösterenin imlediği anlam yine şiirin içindedir ve dışardan doğrulanamaz.
Örneğin doğal dilde " yağmur " göstergesini alan kişi, bunun doğruluğunu dışarıda ararken, şiir okuru okumayı sürdürür. Niçin ? Şiirde " yağmur " göstergesi hem bir başına hem de diğer bir göstergeyle birlikte benzersiz bir ilişki içindedir ( Örneğin : yağmur annem, yağmur yaşımdayım, sağır bir yağmur vb. ) ve bunun anlamsal kertesi yine şiirin içindedir. Şiirin yüzey yapısındaki göstergeleri ise doğal dilin mantığıyla çözmek olanaklıdır:
El yazması acılar asılmış duvarlara ( C. Süreya )
Burada acılar dışındaki göstergeler yüzey yapıda olağan bir ilişki kurmuştur; acılar göstergesi ise imgesel dolayımla estetik bir hazza neden olur: El yazması göstergesiyle alışılmadık bir ilişkide kurgulanır ve doğrudan şiirin derin yapısına çökelir. Göndergeler, doğal dilin gerçeklik düzeyinden kurtularak şiirsel gerçekliği kurmuşlardır. Çağdaş şiirin imge düzeneği, önemli ölçüde bu olanağı kullanarak işler.
" El yazması " işitim imgesi, yüzey yapıda el yazması kavramını (gösterilen) imledikten sonra tükenmez ve bu kez derin yapıda başka bir gerçekliğin gösterenine dönüşerek oradaki şiirsel gerçekliğe katılır.
Şöyle gösterelim:
Yüzey yapıda :
Gösterge AB
Gösteren A---------Gösterilen B
Derin yapıda :
Gösterge B sonsuz
Gösteren B---------Gösterilen Sonsuz
Buradan bazı çıkarımlar yapalım:
a) Şiirin yüzey yapısında göstergenin doğal işleyişi dağınık imgeyi ((saçmalamayı) önler ve imgenin nesnel bağlılaşığıyla derin yapıda sürmesini sağlar. Yüzey yapıdaki her dilsel seçim ( sözcük, imge, vurgu, noktalama vb. ) bir gösterge oluşturarak, şiirsel bütünlüğe katılmak üzere gösterilene ulaşmalıdır. Aksi durumda gösteren kendi üzerine kırılır. Bu organik yapılanma hem teker teker göstergeler üzerinde hem de göstergeler arası ilişkide başarılmalıdır. İmge yığılması denilen kötü kurgularda yapılamayan budur.
b) Yüzey yapıda gösteren ve gösterilen ayrıdır, çakışmaz. Çakışırsa, derin yapıyı kurmak üzere gösterilenin hareketlenmesi önlenmiş olur. Şiirin derin yapıyı kuramadan yüzey yapıda tükenmesinden kastedilen budur. Zayıf ya da içi boşalmış imgeler, metaforlar şiirde bu hasara neden olur.Göstergenin yüzey yapıda doğru / başarılı / benzersiz kurgulanması, imgenin şiir bütününde işleyişini sağlar ve estetik hazza kaynaklık eder.
c) Yüzey yapıda göstergenin gösterilen ucu, derin yapıda göstergenin gösteren ucuna dönüşür. O halde yalnızca bu kertede gösterilenle gösteren çakışmıştır. Bu hem çağdaş şiirde estetik bir yapılanma sağlar, hem de çok katlı anlamlandırmanın biricik olanağıdır.Yüzey yapıdaki gösterileni öyle seçer ki şair, derin yapıda gösterene dönüşerek orada sonsuz bir anlam alanı oluşmasını sağlar. Bu anlamlandırma kesinlenemez, dışardan doğrulanamaz; yani fenomenolojik bir söyleyişle içkin'dir. Okurun bilinç / yaşam içeriğiyle ve dil yaşantısıyla sarmal bir ilişkiye girer ve her okumada yeniden üretilir. Buradan son bir çıkarım daha olanaklı:
d) Göstergenin gösteren ucu derin yapıdaki anlamlandırma dizgesinde gösterene dönüşemiyorsa, kurguda çökme kaçınılmazdır: Şiirsel söylem ya düz dilin mantığına inerek şiirselliği yitirir, ya da derin yapıya yönelemeden bildirişim tıkanıklığıyla noktalanır.Her iki durumda da estetik coşumdan ve şiirsel gerçeklikten söz edilemeyeceği yeterince açık.
Celal Soycan
(Dize, sayı:107, eylül 2004)
POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-10 (Celal Soycan)
Şiir ve İdeoloji
Şiirsel söylemin de bir bildirişimi amaçladığını biliyoruz. Bir toplumsal olgu durumundaki dil, kullanıcının amaçlılığı içinde örgütlenerek, söz düzeyinde gerçeklenir. Bu süreçte dilin anlamlandırma işlevi öne çıkar: Söz, dille düşüncenin kesişmesidir ve şairin dünyayı bilme halinin somutlanmasıdır. Şairin dünyayla ilişkisini tanımlayan bilgi biçimleri, onun bilinç/ yaşantı içeriğinde açığa çıkarak, şiirde sorunlaştırılan kavramı / olguyu anlamlandırmaya çabalar.
Bu noktada, şiirle felsefenin ölümcül ilişkiye girdiğini anımsayalım: Şiir sorunlaştırırken, felsefe çözüme yönelir; en azından çözümü amaçlar.Ancak her ikisi de, kendi söylemleri içinden aynı sorunsalla boğuşur. Hele modern sanatın bütünüyle anlamaya/ anlamlandırmaya dönük bir estetik düzey olduğu anımsanırsa, modern şiirin /de her biçimde bilgiyle ilişkisinin- elbette yeterli değil ama- zorunlu bir koşul olduğu söylenmelidir.
* * *
Bu yapısal zorunluluk dışında, şiirin varlığıyla doğrudan ilişkisiz başka nedenlerle de, şiirin anlamsal( semantik ) düzeyi ciddi poetik tartışmalara yol açagelmiştir:
- Şiirin işlevi
- Şairin toplumsal yükümlülüğü
- Toplumcu gerçekçilik
- İmgeci şiir
- Şiir ve siyasal bağlanma
- Bireyci şiir
- Şiir ve felsefe
- Şiir ,ideoloji ve etik
Bu başlıklar hızla çoğaltılabilir. Aslında doğrudan poetik olmayan, yani bir estetik düzey olmamasına karşın şiirin yapı sorunları arasına sızmış konuların, şiir kamuoyunu uzun yıllar verimsiz tartışmalara sürüklediği, dahası bunun hâlâ sürdürüldüğü herkesçe bilinir.
Bütün bu tartışmaların gözlenebilen ana bileşeni, içkin bir bilgi olan şiirin, içkin olmayan ( aşkın ) bilgilerle nasıl ilişkiye geçebileceği ve onları - elbette- kapsayıp dönüştürürken maruz kaldığı yapısal baskılardır. Örneğin, sanatın özgün bir sorunu olmamasına karşın, tümüyle toplumsal biçimleniş düzeyleri arasında olan ideoloji kavramı, poetik bir sorun durumundadır.
- İdeolojik şiir
- Şairin ideolojik konumu
- İdeolojiyi dışlayan şiir
- Hayat ve etik vb. başlıklar altında, ideoloji kavramıyla sorunlu bir ilişkisi olmuştur şiirimizin.Burada kısaca ve poetik sınırdan fazla uzaklaşmadan, ideoloji üstüne konuşmak gerekiyor.
* * *
1/ İdeoloji, kendi özerk yapılanışı ve etkisi olan bir bilgi biçimidir. Özellikle Marksist kuramın bir nesnesi olarak, önemli zihinsel açılımlar sağlayan tartışmalara neden olmuştur. İnsanî bir pratik içinde dil örgütlenirken, verili kabuller ve iktidar gözetici kaygılar eşliğinde, ideolojik düzeyde önemli yığılmalar yapar; yani ideoloji son tahlilde dilsel bir olgudur.
2/ Althusser, ideolojiyi " maddi bir pratik, kendi etkileme alanında belirleyiciliği olan bir pratik " olarak ele alır. Toplumsal formasyon düzeyi olarak aslında bir tasarımdır ve kişi bu bilgiyle kendi pratiğinde temas kurar. İdeolojik bilgi, birey "Özne " olarak çağırır ve gerçekliği kendiliğindendir, sınanmaz ve gözlemle doğrulanmaz.
3/ Epistemoloji bize şunu öğretti: Klasik Ortodoks anlayışın aksine, nesne ile onun bilgisi arasındaki ilişki, bir yansıma ilişkisi değildir. Bilgi, kendi yapılanışı ve amaçlılığı içinde indirgenmiş, yönlendirilmiş, bağlanmıştır.Buradan yola çıkarak, ideolojik bilginin de özerk bir alana ait oluşuna vurgu yaparız.
Kişiler kendi pratiklerinde hem belirlenen/ nesne, hem de belirleyen/ özne durumundadır. Toplumsal formasyonun işleyişini bütünlüklü algılayamayan birey, nesne konumunu atlayarak, kendi " özne " oluşuna dönük yaşar; özne-varlık olduğunu, öyle çağrılması gerekliliğini " yaşar " . Bu elbette özünde bir " yanılsama " dır.İdeolojik bilgi üretenler ( her türlü iktidar düzeyi ) bu nedenle bireyi " özne " olarak çağırır.
"- Ey Türk! ' çağrısı onca anonimliğine karşın, her birey-Türk tarafından öznesine yapılmış bir çağrı olarak alınır.
4/ İdeoloji aynı zamanda, toplumsal beklentileri ve tasarımları kendi sistematiğinde eklemleyerek yapılandırır. Bunun çelişkiler taşıması genellikle mümkündür, ama bu, ideolojik işleyişi tehdit etmez; çünkü ideolojik bilgi doğru/ yanlış olarak sınanmaz, kendiliğindendir ve bu bilgi biçiminin içine doğulur, içinde yaşanılır.( Dinsel ideoloji ve oradan akan bilgi anımsansın.) Bu, kişinin kendi varoluş koşullarıyla uyumunu sağlar, somut sonuçlar üretir, kapalı bir sistemdir ve kendini üretir.
5/ Oysa " doğru " bilgi bir kuramsal yapılandırmayı öngörür. İdeolojik bilgi ise " yaşanan" ilişkilerin " kendiliğinden" ürünüdür ve somut sonuçlar üzerinden mutlaka kendini doğrular; çünkü " öyle " görür , " öyle "dizgeler. ( Örneğin, yabancılar bize düşmandır, kalkınmamızı istemezler vb.)
Bu bilgi biçimi, bilme süreci nedeniyle, ideoloji yapısını duyurmaz, bireyi özne olarak çağırdığından,zamansallığı ketler. Çağrılan özne, yerleşik ve sınanmamış değer ölçüleri içinde ideolojik bilgiyi her zaman onaylar, dünyayı öyle tanır ve varlığının dünyayla barışık kalmasını oradan sağlar. Genellikle de cemaat ilişkileri içinde kendini yeniden üretir ve kimlik sorunsalını bertaraf eder.
6/ " İdeolojik bilgi, toplumun üst yapısının yani üretim ilişkilerini dolaysız, eleştirel olmayan bir biçimde yansıtan ideolojinin bize verdiği bilgi. Dolayısıyla, doğru olmayan, nesnel olmayan bilgi. Toplumun çoğunluğunca paylaşılması bakımından bir anlamda nesnel, ama aslında o toplumun genel bakış açısının dışındaki gerçekliğe varamayan bilgi." ( L. Althusser, Lenin ve Felsefe, çev. M. Belge sh.19, İletişim yay. 2004)
* * *
Marksizm öncesi ideoloji kavramı, özellikle " bilgi nedir/ mümkün müdür?" sorusu çevresinde ki felsefî tartışmalarda çok kullanıldı.Ortaçağ boyunca da bütün bir dünya bilgisi karşılığında yerleşik bir kavram oldu. Özetle, günümüze de sarkan bir yanlışlıkla " Toplumun maddi alt yapısınca belirlenen siyasal, felsefesel, dinsel, sanatsal vb. düşünce ve biçimlerin tümü" ( Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, cilt -3,Remzi K.) olarak düşünüldü.Oysa tarihsel süreçte, özellikle " Epistemoloji " biliminin verileri ışığında, kimi bilgilerin yapılanışı, işleyişi ve işlevi öylesine açığa çıktı ki, yine Marks öncesi bilgi tartışmalarında ideolojinin " çarpıtılmış üst yapı bilgisi " olduğu anlaşıldı. Marks, Alman İdeolojisi'n de özellikle kapitalist toplumsalın yapılanışında ideolojinin işlevine derin vurgular yaptı: " Gözlem ve kavrayışın dışında düşünen ve kendini üreten kavramın bir ürünü " ( Elbette Marks'ta gelişkin bir bilgi kuramı , dolayısıyla ideolojinin bilgibilimsel bir çözümü yoktur, olamazdı. Ama o, eşsiz sezgisiyle ideolojinin yanılsatıcı maddi yapısına ve bunun devlet açısından nasıl kullanıldığına işaret eder. Nitekim konunu daha bilimsel çerçevede çözümü yine Marksist kuram çerçevesinde yapılmıştır.)
İdeolojik bilgi, hem oluş biçimi hem de toplumsal formasyonun yapılanışına katkısı bakımından bilimsel bilgiye karşıttır. " Bilimsel bilgi için düşünce ve kavram gereklidir; ama kendini üreten düşünce ve kavram değil. Bilimsel düşünce, kuramsal- pratik bir çalışmayla deney ve gözlemlerini kavramlar halinde işler ve somutlar. Bilimsel düşünce, gözlem ve deneyin dışında düşünmez ve kendini üretmez; gözlem ve deneyin üstünde düşünür ve gözlemle deneyi üretir.Bu iki düşünüş biçimi arasında uçurumsal bir ayrım vardır ki, ideolojik bilgiyle bilimsel bilgiyi birbirinden ayırır. ( Hançerlioğlu, age.)
Bilindiği gibi, daha sonraları özellikle " Reel- Sosyalizm " tartışmaları içinde ve Althusser'in özgün çözümlemesi dolayında "İdeoloji" sorunu, ayakları üstüne oturtuldu ve Marksist terminolojide işlek bir kavram oldu.
* * *
Bir bilgi biçimi olan şiirselin, anlamı kendinde imlediğini biliyoruz. Verili anlamı düz dilin dizgesinde yinelemek yerine, kendi " anlamlandırma " dizgesiyle onu aşar ve kendinde doğrulanan estetik bir düzeye taşır. Öyleyse, bilginin toplumsal/ verili/ kendiliğinden/ kendini üreten/ gözlem ve deney dışı bir biçimi olan ideolojik bilgi , hiçbir poetik olanak sunmaz, dilsel ve düşünsel açılımı ketler, imgesel yoksulluğu bir yana , bir olgunun sorunsallaştırılmasına da - maddi yapısı nedeniyle- olanak vermez. İdeolojik zeminden herhangi bir varoluş sorunu konuşulamaz, falsafe kurulamaz, şiirsel söylem işletilemez.
İdeolojik bilginin esasta toplumsal bir formasyon düzeyi olduğunu ve biçimleniş açısından sınıfsal bir kökene indirgenemeyeceğini yineleyelim: Etnisite, cinsiyet ayrımcılığı, marjinallere yönelik şiddet, çevre sorunları, çocuk/ yaşlı hakları, tutuklu hakları, sakatlara bakış, dinsel inançlar vb. anımsanabilir.
Şir, gündelik dilin bu en düşük düzeyde örgütlenmesini, daha yüksek formasyonlar üzerinden karşılamak üzere, imgelem aracılığıyla yeni anlamlandırma düzenekleri kurar.Bunun toplumsal bağlanma,tarihsellik, gerçekçilik, hayatın içindelik ,bildirişim, muhaliflik vb. poetika içi/ dışı dolayımlarla hiçbir ilişkisi yoktur. İdeolojik bilgi, her birey gibi şairi de etkiler , onun da " içinde " olduğu, olabildiği bir düzeydir; hatta buradan kimi etik değerleri, kimliksel verileri beslenebilir, her birey gibi toplumsal formasyonunu sağlamada ideolojik bilginin sınırlı olumlu etkilerinden söz edilebilir. ( Grup ilişkileri/ dayanışmaları yoluyla dünyaya tutunma gibi...) Ancak bütün bunların, daha gelişkin, gözleme dayalı, kavramlarla ilerleyen bir düşünce düzeyinde sınanarak dönüştürülmesi gereği açıktır.Bu arada, epistemolojik açıdan bilimsel bilginin de, ideolojik bilginin de dışında yapılanan ve şair için önemli bir poetik olanak olan sezgisel bilgi, bilinçaltı zenginlikler, toplumsal belleğe kayıtlı süreklilikler, düşsellikler, üstgerçekçi dolayımlar üzerinde durmuyoruz. Bütün bu kategorilerin, yaratıcı imgeleme ve dile olumlu katkıları yanında, ideolojik bilginin tersine , iktidar karşıtı dinamiği ve verili dizgeye aykırılığı ortadadır.
* * *
Şair, bir bilginin ideolojik yapısını ancak " dışardan " bilebilir. Şiir bütün bir dili bu anlamda zorlar ve ideolojik bilgi başta olmak üzere her türlü verili bilgiyi, ilişkiyi, dizgeyi, anlamı aşmaya çalışır. İlişkilere/ nesneye/ dünyaya dair yeni bir anlamlandırma peşindedir; anlamanın da zaten olanaksızlığını bilir, bu nedenle katmanlı bir anlamlar/ şeyler ortamı kurar.Öyleyse açık değil midir: Şairin / şiirin ideolojiyle ilgisi politik/ toplumsal düzeyin ötesinde Epistemolojik( bilgibilimsel) dir ve oradan sorunlaşır. Bu da poetik bakımdan bir yapısal sorun değildir; şairin entelektüel / etik duruşuyla ilintilidir.
Celal Soycan
(Dize, sayı:108, ekim 2004)