S O Y L U E D E B İ Y A T
cengiz gündoğdu
SANATTA STAR SİSTEMİ (Cengiz Gündoğdu)
Türkiye'de başyapıtlar çoğalıyor. Eskiden de başyapıt vardı. Ama bu kadar değil. Eskiden filanca yazarın başyapıtı denirdi. Şimdi romanın, tiyatronun, eleştirinin, sinemanın başyapıtı deniyor. Düşünelim. Sanatçı, birçok eser yaratacak. Eserlerden biri, sanatçının başyapıtı olacak. Bu kolay. Sanatçının kendine göre bir başyapıtı olabilir. Şimdi öyle değil. Sanatçı, belli bir türde başyapıt yaratıyor. Düşünmeye devam. Sanatçı bir roman, bir oyun yaratacak. O eser, romanın, tiyatronun başyapıtı olacak. Zor. Oldukça zor. Şimdi bu zor durum aşıldı. Romanın, tiyatronun, sinemanın, eleştirinin başyapıtları var. Hem de Türkiye'de. Buna seviniyorum. Ne güzel. Başyapıtlar çoğalıyor. Tam bu noktada... İşte tam bu noktada ne oluyor biliyor musunuz... Sevinirken üzülüyorum... Sevinirken üzülmek... Birdenbire... Bir tuhaf oluyor insan... Seviniyorum. Başyapıtlar çoğalıyor. Üzülüyorum. Başyapıtlar çoğalınca, başyapıt olmaktan çıkıyor. Bir makine var. Durmadan başyapıt üretiyor. Bu kadar başyapıtla kim baş edebilir? Hiç kimse. Peki ne olacak? Bir ülkede bütün sanatçıların eserleri başyapıt mı olacak? Olmaz. Olmaması gerekir. Bu noktada star sistemi girdi devreye. Star sisteminde sanatçı, star sanatçı olur. Star sanatçı, türünün başyapıtlarını üretir. Şimdi böyle bir dönemdeyiz.
Peki, nasıl oluyor bütün bunlar? Gördüğünüz gibi bir soru soruyorum. Nasıl oluyor bütün bunlar? Star sistemini kuranlar bunun nasıl olduğunu biliyor. Ama görmüyor. Görmemek önemli. Arthur Miller'in bir oyunu var. Düşüşten Sonra. Burada Quentin şöyle konuşur: "Evet... görmemek... masum kalmak için" Ne güzel değil mi... Sistemin kurucuları... Hepsi gözünü kapamış. Görmüyorlar. Hepsi masum... Ama her şey ortada. İşte başyapıtlar... İşte star sanatçılar... Olup biteni görmek için bir kez bakmak yeterli...
Soruyorum. Nasıl oluyor bütün bunlar? Soruyu yanıtlamadan önce kısa bir özet.
1970'in ilk yılları... Dönemin star yazarları... Erkeklerde Selim İleri... Kadınlarda Füruzan... Her yerde bu iki yazar. Övüyorlar. Göklere çıkarıyorlar. Selim İleri'yle Füruzan'ın starlığı bir hayli uzun sürdü. Her olasılığa karşı star adayları sahneye çıkarılmadı değil. Hulki Aktunç, İzzet Yaşar, Nedim Gürsel. Bunlar star bir yana, idare lambası bile olamadı. Kadınlarda durum değişik. Adalet Ağaoğlu bir iki denemeden sonra atağa kalktı. Sonra birdenbire star oldu. Füruzan gerçi yarışı bırakmadı. Ama gerilerde kaldı. Almanya bile kurtaramadı Füruzan'ı... Üstelik Pınar Kür çıktı ortaya. Gerilerden sessizce geldi. Füruzan'ı geçti. Adalet Ağaoğlu'nu bile zorladı. 1980'e böyle girdik. Sonra o büyük hesaplaşma... Roman var mı, yok mu Derken Attila İlhan "elinden tuttuğu" birçok yazarı acımasızca eleştirdi. Yerden yere vurdu. O toz dumanda Fena Halde Leman'la Selim İleri'nin tahtına oturdu. Bu hesaplaşmada Füruzan, Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu çok çabuk elimine oldular. Selim İleri direndi. 1984'de herhalde Selim İleri'yi söndürecekler. Star sisteminin zincirlerinden Füsun Akatlı şöyle dedi. "Çarpıcı olabilecek ilginç bir malzemeyi, yaydıkça yaymış, çekiştirip sündürmüş ve kahramanın öcünü kendi romanından alırcasına dramatik kurguyu enikonu sabote etmiş Selim İleri (...) 400 sayfalık son derece "mütecanis" bir söylemin bütün yükünü o noktalı virgüller taşıyabilir mi? Bunlara Yalancı Şafak'ın savruk ve oldukça çapaklı Türkçe'sini de eklersek, Selim İleri'nin duyarlığına, yazarlığına önce yakınlık duymama karşın bu romanı karşısında neden bu kadar söndüğümü açıklamış olurum" Füsun Akatlı böyle yazıyor. Şu bilinsin. Füsun Akatlı hiçbir şey açıklamıyor. Selim İleri'yi harcıyor. Bir de Cumhuriyet'in "Yayın Raporu" var. Bakın ne diyor "Yayın Raporu". "...uzun süreden beri sanatçıdan daha başka şeyler bekleyenler ne yazık ki aradıklarını bulamayacaklar". Bütün bunların bir anlamı var mı? Var. Selim İleri'nin yayın pazarında starlığı bitti. Öyleyse acımadan vurabilirsin. Çünkü pazarda bir başka star var. Orhan Pamuk. Kadın stara gelince... Adalet Ağaoğlu derin bir sessizlikte yüzüyor şimdi. Her kulacına alkış tutanlar nerede? Nerede olacak, Latife Tekin'in kulvarında... Beni hiç ilgilendirmiyor. Ama Latife Tekin'in senaryo yazdığını ben bile biliyorum. Şimdi kadın star Latife Tekin çünkü. Geçerken küçük bir uyan. Orhan Pamuk'la Latife Tekin'e... Boş övgülere kanmayın. Şimdi sizin yetenekli, akıllı, zeki olduğunuz söyleniyor. Aslında onlar kendini övüyor. Bak, ben ne kadar zekiyim. Senin zeki olduğunu anladım, demeye getiriyor. Övgülere göre romanlarınız başyapıt... Gün gelecek sizi yerden yere vuracaklar. Hem de yana yakıla... Üzüle üzüle... Neden böyle olacak? Star sistemi bunu gerektirir de ondan. Peki, nedir star sistemi? Kapitalist ekonomide sanat eserine mal diye bakılır. Burada malla para ilişkisine son derece dikkat edilir. Nasıl bir mal üretilecek? Bu malı kim kullanacak? Mal tüketicinin eline nasıl ulaşacak? Malın çok satması için nasıl bir pazarlama? Şimdi karşıda bir tüketici var. Mal, tüketicinin eline kadar götürülecek. Ama bu yeterli değil. Tüketici, elini uzatacak malı alacak. İşin püf noktası burada. Şöyle. Tüketiciye kral diye bakılır pazarlamada. Her şey krala göre tasarlanır. Kralın beğenisiyle kimse alay edemez. Mal eninde sonunda kralı hoşnut etmek için allanır pullanır. Ama bütün bunlar yeterli değil. Şımarık kralın o malı istemesi gerekir. İstemesi için çeşitli yöntemlerle "gereksinme" yaratılır. Örneğin herhangi bir mal, "yeni" imajıyla yeniden dürtüklenir. "Yeni bilmem neyi alın. Yeni bilmem neyi alırsanız kazanacaksınız" denir. Doygun pazar yeniden harekete geçirilir. Bu, kitap pazarlamasında da böyle. Bundan ötürü pazarı harekete geçirmek için ne gerekiyorsa o yapılır. Star sistemi işte burada devreye girer. Kitap, büyük bir tantanayla pazara sürülür. Tüketicinin kitabı alması için çeşitli yöntemlerle "gereksinme" yaratılır. Şöyle. Başucu kitabı. Mutlaka okuyun. Bilmem kim, bu yapıtıyla romanın doruğuna çıktı. "Yılın tiyatro olayını sakın kaçırmayın. İşte ben buna başyapıt derim." Bu arada ödül elbette önemli... Pazar, belli bir kitaba göre biçimlendirilir. İstem dürtüklenir. Mal, durgun pazarı kuşatır. Olay, Orhan Pamuk'la Latife Tekin'de yaşandı. Bu yazarların starlaşması için çok şey söylendi. Çok şey yazıldı. Kimse rahatsız olmadı. iki yazarın ürünü hızla girdi pazara. Pazar hareketlendi. Eser, paldır küldür giderken, yazar masasının başına geçti. İkinci eserine başladı.
Şimdi soru şu. Star sisteminin bir zararı var mı? Elbette var. Sisteme göre sanat eseri bir mal. Sistem, malına müşteri arar. İşte bu noktada kaliteye önem vermez. Ama burada bir çelişki yok mu? Kalitesiz bir mal nasıl satılır? Şunu bilelim. Estetik bilinç, insanda kendiliğinden oluşmaz. Hele estetik bilincin sürekli dumura uğratıldığı Türkiye'de. Star sistemi, işte böyle bir pazarda müşteri arar. Orda kral var. Estetik bilinci geliştireceğim diye kralı ürkütmeye gelmez. Yoksa mal satılmaz. Burada şu bilinmeli. Her starın eseri kalitesiz olur, demiyorum. Star sistemi kendi kuralları içinde kaliteye önem vermez. Diyelim kaliteli bir eser var. Sistem, bu eseri piyasaya çıkardı. Günü geldiğinde yine star sistemi içinde kalitesiz bir eser, kaliteli eseri geri iter. Kırk para etmez eserler de pazara sürülür. Başyapıt, romanın doruğu diye pazar canlı tutulur. Bir başyapıt, bir başka başyapıtı öldürür. Kalite düşer. Bu ortamda romancı şöyle konuşur. "Yıl sonuna dek üç roman bitirmek zorundayım". Yazar, bir yılda kaç roman yazacağını tasarlamaz. Bir romanı nasıl yazacağını tasarlar. Yazar, bu çizgiyi geçmişse kalitesizlik başlar.
Sistem tiyatroda da böyle. Turan Oflazoğlu, Güngür Dilmen, Kandemir Konduk, Hidayet Sayın, Cahit Atay, Ferhan Şensoy... Dönem dönem starlaşan bu yazarlar nerede? Hepsi bitti. Sanat açısından bitti. Şimdi yeni starlar deneniyor. Murathan Mungan, Tuncer Cücenoğlu, Yeşim Müderrisoğlu... Bu yazarlar şunu düşünmüyor. Nerede eski starlar? Onlar sisteme girmeseydi kaliteli oyunlarla tiyatro zenginleşecekti. Olmadı. Neden? Çünkü belli tarihte oyun yazılacak. Pazar gözetilecek. Provalar başlayacak. Eser... Çok eser... Daha çok eser... Peki kalite? Hiç önemli değil. Şurasını şöyle yaparsın. Burasını böyle. Oldu bitti. Star sistemi yetenekli birçok yazarı yedi bitirdi.
Sistem, yazarı da, eseri de işte böyle tüketir. Sistem, insana önem vermez. Alain şöyle der. "Çocukların ruhlarına kum taneleri değil, gerçek tohumlar ekiniz". Sistem, değil çocukların, büyüklerin de ruhuna kum taneleri eker. Böylece pazar, kalitesiz esere sırtını dönmez. Estetik bilinç gelişmesin diye elden gelen yapılır. Sistem bazen kralı şaşırtır. Yeni bir moda fırtınasıyla pazar dalgalanır. "Öncü akımın mümessilleri" kuyruklu yıldız gibi yükselir.
Kral krallığını yaşar. İnsan olduğunu unutur.
Sistem, günü gelince "kralın hizmetkarını" içinden atar. Pazar doyunca, star inişe geçer. Yeni starın yükselişi başlar. Bu durumda eski starlar ne yapar? Kimi durumu anlar. Pazarın doymamış noktalarına kayar. Bekir Yıldız gibi.. Bekir Yıldız "değişik konu"yla girdi sisteme. Hızla yükseldi. Star kolluğuna oturdu. Pazar doyunca inişe geçti. Sistemin içindekiler bize yer açıldı diye sevindiler. Tam bu sırada Bekir Yıldız "konu" değiştirdi. Yeniden tırmanışa geçti. Sistemin zincirlerinden Fethi Naci, Yıldız'ın önünü kesmek istedi. Başarılı olamadı.
Bu alanda Fakir Baykurt starlıktan inişin canlı örneği. Fakir Baykurt Yılanların Öcü'yle 1960'lardan geldi. "Kırsallıkla uzun bir süre star tahtında oturdu. Pazar doyunca inişe geçti. Bütün dürtüklemelere karşın pazarı alabora edemedi. Bugün sessiz bir çizgide gidiyor.
Kimi birdenbire star sistemine saldırır. Adalet Ağaoğlu gibi. Eski star Adalet Ağaoğlu şöyle yazdı. "Bunların dergileri, pazarlan, açık arttırmaları, açık oturumları, ödülleri, imza günleri, sempozyumları, indirimli satışları (...) Kendi kendilerinin haber ajanslığı. Gazetelere dergilere koşuşturdukları pusulaları" Ağaoğlu çok iyi bildiği sistemi anlattı. "Kötü" yollara ateş püskürdü. Kimse tınmadı. Tınmaz. inişe geçen bir starın saldırısı, sistemi yıkamaz çünkü. Şu bilinsin. Sistemde hiç kimse saldırıyla yerini koruyamaz. Koşullar tamam olunca baş kesilir. Gün gelir, pazarın doygunluğu biter. Eski star, "yeni, yepyeni bir eser"le tırmanışa geçebilir. Yine hiç kimse saldırıyla star olamaz. Burhan Günel bu yolu denedi. Dönemin starı Adalet Ağaoğlu'na saldırdı. Neymiş... Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi"ni, Ses Sese Karşı'dan çalmış. Geçerken bu konuda düşüncemi söylemek isterim. İki roman da ortada. Okuyun. Böyle bir şey olmadığını göreceksiniz. Bu bir yana. Adalet Ağaoğlu yetenekli bir yazar. Star sistemine girmeseydi çok güzel romanlar yazardı. Star sistemine girdi. Sanatını öldürdü. Ama ordan burdan bir şey çalmadı. Bu kesin. Şimdi şunu söylemek gerekiyor. Bir yazar oturacak. Ne yapacak? Bir başka yazarı okuyacak. Nerden çaldığını bulmak için. Bu, bir yazarın yapacağı iş değil. Burhan Günel bunu bilsin.
Yeniden konuya dönüyorum. Star sistemine. Burhan Günel yanlışı seçti. Star olmak için bir başka stara saldırdı. Star olamadı. Olamaz. Star sistemi bir başka şekilde işler. Bir kez kimseye saldırmayacaksın. Hiç kimseyi eleştirmeyeceksin. Sistemin zincirleriyle iyi geçineceksin. "Sanatsal erk"e kafa tutmayacaksın. Fazla söz gereksiz. Nasıl işlediğini görmek için piyasaya bakın. Özellikle resim piyasasına. Resim piyasası her sergide bir star yaratıyor. Sanatçıların "resimsel başarılarını" "Bu bir ilandır" notlu metinlerde okumak mümkün.
"Resimsel başarılı" sanatçılar, size soruyorum. Kim yazıyor o metinleri? Siz ne düşünüyorsunuz? Siz o metinleri okurken ne düşünüyorsunuz? Bunu öğrenmek istiyorum. Bunu çok merak ediyorum. Şunun için. Siz bu "metinleri" okurken, beğenildiğiniz, övüldüğünüz için zevk duyuyorsanız, ben de ilan vereceğim. "Cengiz Gündoğdu'nun hikayesel-tiyatrosal başarılarını" anlatacağım.
Yanıt verin. O ilanları okurken ne düşünüyorsunuz?
İşte star sistemi böyle. Haftalık, aylık, yıllık "star sanatçı" ürete ürete işliyor. Tiyatro, leblebi çekirdek gibi boş bir eğlence. Roman, uykuya dalmadan önce birkaç sayfanın okunduğu uyuşturucu. Resim, boş duvarların kapatıldığı renkli mal. Bu sistem, sanatta kaliteyi öldürdü. Sanatçıyı öldürdü. Okuru, izleyiciyi zedeledi. Bunlar önemli değil sistem için. Sistemin amacı belli. Çok müşteri... Daha çok müşteri.
Durum bu. Ama durum yalnızca bu değil. Kimi sanatçılar sistemin dışında. Vedat Türkali, Afşar Timuçin. Ahmet Telli, Oktay Arayıcı, Mehmet Seyda. Samim Kocagöz, Kemal Özer, Tarık Dursun, Adnan Özyalçıner... Bunlar ilk aklıma gelenler... Böyle birçok sanatçı sistemin dışında okur arıyor.Yaratıyor. Bu yeterli mi? Değil. Hatta yetersiz. Çok yetersiz.
Peki ne yapmalı? Önce şu bilinsin. Star sistemi içinde hiçbir şey yapılamaz. Hiç kimse şöyle düşünmesin. Ben, sisteme girerim. Sanatımla, kurallarımla pazarda dolaşırım. Bu mümkün değil. Öyleyse... Soruyorum. Sanatçı, okur, seyirci birlikteliğine gidilebilir mi? Bu soru, birçok soruları gündeme getirecek. Nasıl? Böyle bir şey neyi gerektirir? Nerden başlanır? Nasıl bir yapılanma?
Sanatçı bunları düşünmek zorunda.
Şimdi bu noktada ne yapılabilir? Sanatçı geri duracak. Sistemin dışında. Kaliteli eseriyle direnecek. Gün gelecek kimse yüzüne bakmayacak. O direnecek. Direnişiyle birlikte okur, seyirci arayacak. Aramak zorunda. Arayacak. Bulacak. Yaratacak. İşte bu okur, bu seyirci, star sistemini köşeye itecek. Evet zor. Çok zor. Şu biliniyor. Hiç kimse, bir başkasına, "Gel sanatçı ol" demedi. "Gel... gel star ol" diyor ama.
Seç işte. İstersen diren. Sanatçı ol. İstersen git, star sistemine gir. Sen de bir "başyapıt"la star tahtına otur. Hem sanatı, hem insanı çarçur et.
Cengiz Gündoğdu
(Varlık Dergisi, Temmuz 1984)