S O Y L U E D E B İ Y A T
ahmet ada-7
ŞAİRİN ENTELEKTÜEL BİRİKİMİ (Ahmet Ada)
Her şair belli bir toplumun içinde, belli bir tarihte şiir üretir. Şiir, içinde üretildiği toplumun kültüründen, içinde bulunduğu doğadan, nesnelerden, insani ilişkilerden izler taşır. Şair, dış dünyadan algıladıklarını zihinsel bir süreçten geçirerek, etik-estetik donanımına göre, yeniden biçimlendirir. Sokağı, hayatı, hayatın sesini, nesnelerini, ev, aile, çarşı ilişkilerini, kısaca bireysel yaşantısını şiire taşıyan nice şair, kendiliğinden ve kendi halinde bir şiir ortaya koymuştur. Bütün bunları, çağın tinselliğini veremeyeceği eski bir biçimin içinden yansıtmayı ısrarla sürdürmüş ve sürdürmekte olan şairler var. Bu tür minör şairler, yazdığı şiirin biçiminin çoktan eskidiğinin farkına varamamışlardır. Eski biçimlerin bukağısından kurtulmayı düşünememişlerdir. çağın tinselliği, parçalı, yalın, hatta karmaşık bir hayatı içerirken, tekdüze, alışılmış, eskitilmiş biçimlerin içinden bu tinselliği yansıtmanın olanaksızlığını göremeyen nice şair, donuk, cansız bir şiiri sürdürmeyi yeğlemiştir. Oysa, çağın tinselliğinin yansıtılabilmesi eski biçimlere bağlı şiir bilgisiyle gerçekleşemez. Şairin, çağın tinselliğini algılayabilmesi, başta felsefe olmak üzere, pek çok disiplinle sürdürebileceği ilişkiye bağlıdır. Toplumbilimi, İnsanbilimi, Dilbilimi, Göstergebilimi, Bilgibilimi, Varlıkbilimi, Yazınbilimi, Şiirbilimi, Ruhbilimi, Tarihbilimi, Anlambilimi vb. disiplinlerle ilişkili ve çok donanımlı olmak gerekmektedir. Disiplinler arası geçişlilik ve içkinleştirme, çağın tinselliğinin kavranmasında etkilidir. İçinde yaşadığı dönemin kırılma noktalarında ortaya çıkan çağın tinselliğini, çağın gerilimini, ürpertilerini yaşatan şiirler yazabilmek bu donanımın olmasını zorunlu kılmaktadır.
Öte yandan, elbette, şiirin bütün öğeleriyle bir 'yapı' kurmak olduğunun bilincinde olmak gerekir. Yapısı olmayan ya da yapısı tamamlanmayan hiçbir şiir, şiirsel işlevini yerine getiremez. Şiirbiliminin, şiir tarihinin bilinmesi, içselleştirilmesi zorunludur. Günümüzde yazılan şiiri iyi bilmek, dünya şiirinin bulunduğu düzeyi kavramak; biçim, sözdizimi, imge, anlam, ritim, biçem öğeleri üzerine düşünmek şair için diğer zorunluluklardır. Çünkü, günümüzde şiir, entelektüel donanımı ve dilsel kırılmayı (gidimli dilden kurtulmayı) zorunlu kılan bir noktadadır. Artık naif bir tutumla, gittikçe karmaşıklaşan sorunsalları hem algılamanın hem de kavratmanın olanağı kalmamıştır. Salt şiir bilgisiyle hayatı anlamanın, anlamlandırmanın olanağı yoktur. Dünyayı ve insanı, bulunduğumuz yerden (bu uzam metropol ya da çevre olabilir), küresel bakış açısıyla kavramak zorundayız. Kendi kültür kalıtımıza da evrensel bakış açısıyla yaklaşmak çağın ve tarihin gereğidir. Çağın tinselliğini yansıtabilmek için de evrensel bakış açısına ihtiyaç vardır.
Şiirimizin bize özgü karakteri (tinselliği) dünya şiiri için de farklı bir renk olacaktır.
Küresel kapitalizmin ekonomik, kültürel etkisini hissettirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Bütün değişimler, dönüşümler hızla yaşanıyor. Bilgi hızla akıyor. Dijital bir dönem. Bizim gibi küresel kapitalizme eklemlenmiş ülkelerde şair, çevrimine giren argümanları kavrayıp çözümleyebilmek için kültürel donanımını çok katmanlı hale dönüştürmek gereğini hissetmelidir. Yoksa, olguların tarihsel kökenlerine inmek, kavramak, dilsel dönüşüme uğratmak söz konusu olamayacaktır. Olsa olsa naif şiirler üretebilecektir. Olup bitene küresel bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekmektedir. Şiirimizin mecrasını da dünyasal bir mecraya çevirmek; evrensel insanlık sorunlarına oradan bakmak gerekmektedir. Küresel kapitalizmin verili hale getirdiği tüm argümanlara (zihinsellik, dil, kültür) evrensel düzlemden ve üretici güçlerin bakış açısıyla, hatta argümanlar ile insan arasında eleştirel bir mesafe bırakarak bakabilmeliyiz. Başta Dil olmaz üzere verili olan anlamından soyup anlam kurucu hale dönüştürmeliyiz.
Günümüz şiirinin sorunları, unutmamak gerekir ki yerel değil, küreseldir, dünyasaldır. Küresel kapitalizme eklemlenen ülkeler, kapitalizmin bu aşamasında ürettiği gerçekliklerle karşı karşıyadır. Bir entelektüel olarak şair, karşı karşıya olduğu verili gerçekliği aşmak zorundadır. Çünkü verili gerçekliği de sorgulamak, gerçekliğinden kuşkulanmak zorundadır. Çağımız iletişim çağı ve medyalar kendi gerçekliğini bize gerçeklik gibi sunmaktadır. Bu durumda yakıcı soru şudur: Bu kimin gerçekliğidir? Sanal (hayali) bir gerçeklikse şair, üstü örtülen gerçekliği ortaya çıkarıp dönüştürerek yeniden kurmak zorundadır.
Şimdi de bazı kavramların neye yöneldiğine bakalım. Örneğin algı. Dış dünyanın nesnelerini (masayı, ağacı, evi) duyusal olarak uyarılmanın ardından fark edebilme, kavrama yetisi .. Bütün insanlar gibi şairleri de iç yaşantıları, içe bakışlarıyla kavrarız. Şiirlerinde bu içsel yaşantı dile gelir. Öte yandan algılar, fiziki, duyumsal ve bilişsel bileşenlerin toplamıdır. Böylece bir şeyin ayırdına varırız. Şairler, gerçekliğin ayırdına da aynı yolla varırlar. Algı, elbette sezgisel kavrayışları da içerir. Sezgisel kavrayışlar bir şeyin bilincine varmamızı sağlar. İmgelem dünyası, anımsama gibi zihinsel süreçler yaratma aşamasında devreye girerler ve imgeler halinde dile gelirler.
Metafizik algı kavramlaştırmasına bakalım. Felsefenin temel birimlerinden olan metafizik, varolanların gerçek doğasını belirleyen, anlamını, yapısını ortaya çıkaran disiplindir. Farklı metafizik anlayışları vardır: Varolana ilişkin metafizik, neyin varolduğunu araştırır ya da neyin varolduğu sorusunu sorunsallaştırır. Diğer metafizik 'aşkın bir gerçekliği' ele alan metafiziktir.
Bu kavramlaştırmaları niçin yaptım? Çünkü, şiirin oluşumunun başlangıcı algı ve sezgidir.
Metafizik algı ise bize insan varlığı konusunda sonsuz olanaklar açar. İnsanın varoluşu, varoluşun çıkmazları, tinsel ürperişleri metafizik algının eşiğinde gerçekleşir. Dil, sözcük-nesne bağımlılığından kurtularak şiir diline dönüşürken; bu özgürlük içinde varoluşsal kaygılarımız, tinsel ürperişlerimiz, iç yaşantımız imgelemden imgelere dökülür.
Bu ayrıntıları bırakıp şairin entelektüel olarak birimine dönecek olursak; Celal Soycan'ın ifadesiyle, yaşantı içeriği düzeyi + bilinç içeriği düzeyi ile kuşatılmış şairin, bu iki düzey içinden şiir ürettiği gerçeği düşünüldüğünde, şiirsel yapının bu iki düzeyden bağımsız kurulamayacağı gerçeği de ortaya çıkar. Nedir şiirsel yapı? Şiirin bütün öğelerinin bir araya gelerek kurulan şeydir; şiirin bütünüdür kısaca. Şairin, yaşantı içeriği düzeyi ile bilinç içeriği düzeyinin iç içe girerek dilsel bir sorunsala, metaforik öbeklenmeye dönüşmesi, dilsel bağlam ların kendinde ya da dışsal bir anlamlandırmaya dönük olması yapının başlıca işlevselliğidir.
Modem şiirin iki düzey içinden üretildiğini Celal Soycan'ın yukarıda andığım kavramlaştırmasından biliyoruz; a) Yaşantı içeriği düzeyi. b) Bilinç içeriği düzeyi. ilkini açımlamaya çalışayım: Şairin hayat tecrübelerinden kazandığı bilgiyi içerir. Bu düzey, salt yaşanmışlığı değil, yaşanmamışlığı da içerir. Şairin arzu ettikleri de, düşleri de, ütopyaları da yaşantı içeriğini oluşturur. Yaşamak isteyip de yaşayamadıkları da yaşantıya dahildir. Şair, onları da, tıpkı deneyimlenmiş şeyler gibi kurar, yapılandırır. Ulaşamadığımız arzuyu tinsel bir hale dönüştürür. Öte yandan, doğrudan hayatı ilişkin bilgiler de, deneyimler de şiirde verili olan biçiminde yer almazlar. Hem doğrudan değil dolayımlı, hem de yeniden kurgulanarak anlamlandırılmış biçimde yer alırlar. Örneğin etik. Şair, verilmiş, konulmuş etiğin iki yüzlülüğünü gerçeklik araştırmalarından sonra ortaya koyabilir. Verilmiş, uzlaşılmış etiği sorunsallaştırıp gerçekliğin öteki yüzünü açığa çıkarabilir.
Hayattan, toplumdan, insandan söz açan şiirler, hayatın tinselliğin i yansıtan şiirler midir? Önemli olan hayattan, toplumdan, insandan söz açmak değil, bu üçgende çağın tinselliğini yakalayabilmek, dilsel gerçekliğe dönüştürebilmektir. Bu da, bilinç içeriği düzeyinin bilgi merkezli geniş çevrimiyle gerçekleşir.
Bilinç içeriği düzeyini açımlayalım: Bütün bilgilenme süreçlerini kapsar. (İçlerinden kullanılabilir olmayan, estetiğe dönüşen bilgidir şairin seçtiği.) Başta Şiirbilimi, Estetik, Şiir tarihi, Felsefe olmaz üzere yukarıda andığım öteki disiplinlerin bilgi süreçlerini içerir. Bilgi süreçleri ile bilmenin şiirsel süreçlere katkısı sınırsızdır. Yazınsal bilgi ile öteki bilgi süreçlerinin geçişlilik halini söylemsel farkın bilincinde olarak açığa çıkarmak; yaşantı ve bilinç içeriği düzeylerini, bu iki eksenli oluşumu şiir bileşenine dönüştürmek şiir mecrasının eşiğidir.
Ahmet Ada
(Taflan Dergisi, sayı 2, temmuz-ağustos-eylül 2007)