S O Y L U E D E B İ Y A T
suphi aytimur
ŞİİR ÜZERİNE (Suphi Aytimur)
Şiir şudur deyip kurallarını saptadık diyelim. Ama eloğlu çıkar o güne dek söylenenlere aykırı öyle bir şiir yaratır ki apışır kalırız. Sonra da oturur bu yeni şiirin kurallarını saptamaya çalışırız.
Nedir öyleyse şiir?
Şiir örgensel bir bütünlüktür diyecektim ama, iyisi mi gelin anatomiden söz açalım. Sayalım ki bir yontu işliğindeyiz. Aynı modelden birer yontu yapan iki sanatçı son çekiçleri vurmak üzere. İlk yontu çok gösterişli. Memeler çok dolgun ve dik, kalça yusyuvarlak, saçlar çağlayan, yüz ise bir taşbebek yüzü. İkinci yontuya gelince, ilk yontudaki sivrilikler ve abartmalar bunda yok, ne var ki bizi saran bir şey vardır onda, sanki canlıdır ve içimizde bazı telleri titretmektedir.
Bu iki yontu karşısında duygularımız neden değişik oldu dersiniz? Düşünelim! İlk yontucu gövdenin gözü en çok çeken parçaları üstünde aşırı bir özenle durmuştur, ama bunlar gövdenin, yani bütünün, birer parçası olarak değil, tek başlarına “Ben varım!” demektedirler. Parça güzelliği uğruna bu parçaların tümünün birlikte sağlayacakları uyum ve güzelliğe kıyılmıştır. Yani o yontudaki karakter bozukluğudur bizi rahatsız eden. Bakar bakar “sıradan bir yontu işte!” der geçeriz. İkinci yontucu ise bütünün güzelliğini ve anlamını tamamlayacak yolda işlemiştir parçaları. Yontuya bakınca onda bir olduğu gibilik, bir insansılık, bir doğruluk ve bir şaşmazlık görürüz.
Şimdi gelin bu yontuları giydirelim. Nasıl birer giysi yapmalıyız ki onlara uysun ve onların güzelliğini tamamlasın? Çok bol bir giysi üstlerinden dökülür, çok dar bir giysi ise sırıtır üstlerinde. Sonra, giysilerini hangi modaya göre biçip dikeceğiz? Aksesuar seçiminde ölçümüz ne olacak? Ya kumaş seçimi? En önemlisi, bakalım bu yontuları özenle giydirilmeye değer bulacak mısınız? Bana öyle gelir ki en akıllıca iş, bu seçim işini sanatçıya bırakmaktır. Onun yol göstericisi kendi karakteri, kişiliği ve yaşantısı olacaktır. Burada şiire dönebiliriz.
Şiiri başkalarına iletebilmek için ozanın elindeki gereç nedir? Dildir elbet. Dilin bileşimindeki görünür ya da görünmez öğelerin şiiri yaratmadaki önemi, değeri ya da sırası üstünde durmak, bir yerde ayrıntıya boğulmak olur. Bir ozan şiirini kurarken dili nasıl kullanacağını önyargılarla saptayamaz. Yani şiirin nasıl yazılacağını ya da nasıl olması gerektiğini belirleme çabasıyla hazırlanan reçeteler tümden geçersizdir. Şiir yaratılırken dilin nasıl kullanılacağı o şiiri yazan ozanın karakter yapısıyla yakından bağıntılıdır. İçe dönük karakterde bir ozansam, şiirime giydireceğim giysi de bu karakteri yansıtacak nitelikte olacaktır. Yok, karakterim dışa dönükse, gizli anlamlardan uzak ve doğrudan amaca giden bir şiir dili kullanmam beklenebilir benden. Bir ozan değişken karakterli de olabilir örneğin, ancak konuyu genel çizgiler üzerinde yürütmek daha doğru olur. Diyeceğim, bütün sorun bir ozanın dilini iyi bilmesindedir. Ozan bu ustalığa erişmişse, şiirin özü ne yolda gerektiriyorsa o yolda kullanır dili. Yeter ki ozanda şiirin iç ve dış yapıları arasında bir uyum sağlamak yetisi bulunsun, yani örgensel bütünlüğü sağlamak yetisi.
Şiirin iç yapısı belki de ozanın iç dünyasından başka bir şey değildir, yani etki ve tepkilerle dolu çocukluğumuzdan başlayarak içimizde gelişen dünya. Aslında bütün sorun bu iç dünyanın dil içinde kendine en uygun giysileri bulabilmesidir. Bu da kavgasız olamaz. Ne gibi bir kavga diyebilirsiniz. Bir değil iki kavga. İlki kendi içimizde yapılır: Kendime özge iç dünyamı ne ölçüde açığa vurmalıyım? İkincisi ise, dille yapılan kavga. İç dünyamızın musluğu herhangi bir çağrışımla açıldı, diyelim. Akacak olan şey sel suları gibi bozbulanık olabilir. Bu ham madde, kendisi için dil içinde bir giysi hazırlanırken hem kendisi yoğurularak kıvamını bulacaktır, hem de üzerine geçireceği giysiyi, yani dili zorlayarak onu adam etmemizi sağlayacaktır. Bir şiir bir kaç güzel dizeyle belleklerde kör topal yaşıyorsa, o şiir örgensel bütünlüğe ulaştırılamamıştır, yani daha olgunlaşmadan dalından koparılmış bir yemiş gibidir. Dergilerde ve kitaplarda boy gösteren sürüyle manzume arasında şiirlerin parmakla gösterilecek denli az oluşunun nedeni budur.
İçimizde yeterince yoğun ve kaynayan bir şiir gizilgücü yoksa, yani yeterince derinden ve yoğun olarak yaşamamışsak ve üstelik, bırakın başka insanları, kendimizin nasıl bir insan olduğumuzu anlamamışsak ve yaşarken ayrı, yazarken apayrı birer insan oluyorsak, yani yazdıklarımızı hayatımızla bütünleyemiyorsak, şiir denen şeyin belki kıyısından geçebiliriz ama ulaşamayız ona. Şiir örgensel bir bütünlüktür. Ama neden? İnsan elinden çıktığı, insanı anlattığı ve bir insan şarkısı olduğu için.
Suphi Aytimur