S O Y L U E D E B İ Y A T
cihan oğuz-2
ŞAİR, OYUN VE YANILGI (Cihan OĞUZ)
Her şair, aslında bir oyuncudur. Kendisini yöneten bir oyuncu. Yani atıldığı oyunda (rol aldığı demek istemiyorum, çünkü yapay bir niteleme olacak) hem yönetmen, hem aktör kalmayı becerebilen bir ilâh. Niçin mi ilâh? Elbette taşıdığı ve yansıttığı kudretten dolayı. Velev ki o kudretin farkına belki bir asır sonra varılacaktır, ama ne gam. Dizelerdeki hâkimiyet, şiirsel adaletin güçlü bir vurgusu olmaktan öte, aynı zamanda tarihsel/bireysel dönüşümün de kilometre taşıdır.
Ama bütün bu toz duman içinde bir gerçeklik var ki, o da şairin hep aleyhine terennüm eder: Şair, oynadığı her oyundan yenilgiyle ayrılmayı şeref sayan bir meczuptur.
Bu niteleme, sakın ola ki olumsuz bir yorum olarak algılanmasın. Sadece bir durum tespiti. Çünkü bazen, her oyundan yenilgiyle ayrılmak, cidden de şerefli bir tutumdur. Şairin “Pirüs zaferi” yerine yenilgiyi tercih etmesindeki duyarlı nokta, tam da herkesin ulaşmak istediği ama bir türlü aklına getiremediği veya getirmek istemediği veyahut da aklına getirmeye gücünün yetmediği bir yeteneğe işaret eder.
Dilediğiniz kadar şairleri bu akılsızlıklarından dolayı eleştirin, önüne geçemezsiniz. Şair, bu anlamda oportünist, yani politikacı değil; yürekli, yani poetik davranan bir şövalyedir.
Dizelerindeki bahtsızlığa bakmayın, orada hemen herkesin trajedisi gizlidir.
Feryadındaki tınıya kulak kesilmemesi onu çok da fazla üzmez. Yalnızlığı bir nişane olarak kabul eder.
Kendine dönük acımasızlığını “arabesk” bir sıçrama olarak görme ilkelliğine sakın ola kapılmayın; sadece çuvaldızı başkasına bilediği içindir.
Şairler, dünyadaki bütün dikenleri, pıtrakları, çamurları, killeri, bataklıkları tanır. O cenahta doğmamıştır belki ama, doğanların kalbinden geçen figanı her an yakalayacak çevikliktedir.
En berbat, ilkesiz, etikten yoksun, riyakâr ve oportünist şair bile, binbir türlü hesap-kitap yaparak dünyayı dizginlemeye çalışan uşak ordusundan daha evladır.
Yanılgı kelimesi, muhtemelen bir şairin hayatından veya genelde şuaradan yola çıkılarak yaratılmıştır. Bu yüzden etimolojik olarak da isabetli bir buluşmadır.
Ne ki, şairin her an yanılgıya veya yenilgiye teşne olması, ona kudretinden bir şey kaybettirmez. Şair, şuara, yanılgısıyla bile üstündür.
O yüzden bütün romanlar ve hikâyeler şiirsel, bütün filmler şairane gözle yaratılmıştır.
Sanatçıyı şiire iten gerçeklik, hayatın bir cilvesi değil, yaratı sürecinin doğal seleksiyonudur.
Bütün sanat dallarının şiirden icazet almasının gerekçesi de bu doğal seleksiyonda yatar. Evet, şair dünyalar kadar yalnız, bazen yıldızlar kadar uzak, çoğu kez de kendine bile küskün bir kır çiçeğidir; ama bu keşif onun tanrı ve insanoğlu nezdindeki yüceliğine halel getirmez.
Her şairin gizli bir şövalye olduğunu, bazen şairlerin kendisi bile fark etmeyebilir. Koskoca bir dünyada, kıt kanaat geçinmek zorunda kaldığı bir toplumsal hayatta, ister nokta kadar önemi haiz olsun, isterse peygamber çiçeği kadar tapılacak bir isim... Şair, yanılgı bulutlarının içinden fırlayıp gökyüzüyle öpüşebilecek kadar cesur bir kırlangıç sürüsüne dahildir.
Varsın o sürü bazen dünyanın dört bir yanına dağılacak kadar kafesinden kopsun, bazen de nokta kadar bir ülkede didişip duran bir cenah olup varlık nedenine küsedursun... Her şair, başlı başına bir ordugâhtır. Tüfeğin bazen geri tepmesi de kimseye boş yere ümit vermesin. Şairin mermi etkisindeki her güçlü dizesi, sonunda mutlaka hedefini bulur.
Hayatın hâlâ nasıl ayakta durduğunu sanıyorsunuz?
Cihan Oğuz
(Akatalpa Dergisi, sayı 81)