|
On beş yaşında Türkçe’ye kazandırılan sosyalist gerçekçi şiir örneklerini bir biçimde okumakla karşı karşıya bırakılan ve bir dönem sosyalist gerçekçi şiiri savunan ve yazdıklarını bu pratikle ilişkilendiren biri olarak belirteceklerim büyük ölçüde içeriden saptamalar olacaktır. Aynı zamanda bu yazı süreç içindeki yadsıma ve reddetme temelli bir sorgulama ve hesaplaşmanın derkenarıdır.
Bundan geldiğim noktada sosyalist gerçekçi şiiri yadsıdığım anlamı çıkartılabilir. Bu da büyük ölçüde doğru bir tespittir. Öncesinde sonrasında şiir bir yadsımadır ve yadsımalarla ilerler. Öte yandan şiirin bireysel bir olgu ve pratik olduğunu ve kategorize edilemeyeceğini düşünce olarak benimsiyorum. Şiirin bireyi ıskalayan bir düzlemde gelişmesinin mümkün olmadığını geçmişteki “gelişimin” görece olduğunu iddia ediyorum. Eğer illa ki bir toplumsallık söz konusu olacaksa o da bireyliğin ürettiği ve bireyliğin ihtiyaç kabul ettiği kadarıyladır.
Şiirin kendine yüklenen “işleve”, “göreve” ve şiir yazanın “amacına” bağlı olarak geliştirilen pratiğin sanat-edebiyatın politikanın mücavir alanı olarak görülmesiyle yakın bir ilgisi var. Başka bir deyişle mücavir alan sosyalist gerçekçi sanat-edebiyatı , şiiri belirlemiş ve temellendirmiştir. Kimi şairlerin şiirlerinin oluşturduğu kırılmalara rağmen böyledir. Söz konusu farklı örneklerin şiir yazanların bireyliklerini hem gündelik hayatta, hem de yazdıklarında belirginleştirmesiyle yakından ilgilidir. Özellikle şiirlerinde geliştirdikleri bireysel söylem “biz” söylemi karşısında böyle bir farklılık oluşturmuştur. Bize rağmen bireysellik mümkündür. Söz gelimi Behçet Aysan’ın şiirleri yoğun toplumsal vurgusuna hatta yer yer geliştirdiği biz söylemine rağmen liriktir. Bunu Aysan’ın bireyselliğine ve onun öne çıkardığı duygusallığına borçluyuz.
Bütün bunlarsa bizi şiirin etkisini tartışmaya vardırır. Şiirin geçmiş-bugün-gelecek arasında kurduğu ilişki bunu sağlıyor gibidir. Oysa şiirin kendisi bireysel bir pratik olduğu kadar yine doğrudan bireye yöneliktir. Bundan şiirin yalnızca birey üstünde etkisi olacağı anlamı çıkartılabilir. Bu bağlamda geçmiş-bugün-gelecek ilişkisi de bireysel temellidir. Kaldı ki, geçmişi toplumsallık vurgusuna rağmen şiir yazanın hayatı ve etrafının oluşturduğunu yazabilirim. Bunu şiir yazanın toplumsallığı içselleştirmesi olarak anlayabiliriz.
Şiirin etkisi tek birey üstündedir. Şiir toplumu değil de bireyi dönüştürme pratiğidir. Topluma dönük bir etkisinin olması düşünülemez. Asıl orada toplumsallığı sağlayacak olan şiirin birey üstündeki derin etkisidir. Bireyin zihninde ve hayatında yol açtıklarıdır. Eğer bir toplumsallık çıkacaksa ancak buradan çıkabilir.
Böyle bir sonuca ise şiirin bir gelecek önerisi olmadığı öngörüsünden yola çıkarak varıyorum. Hatta şiirin bir ütopyası bile yoktur. Şiir hiçbir biçimde gelecek önerisi ya da ütopya değildir. Şiir, şiir olma dışındaki bütün anlamlandırmaları reddeder. Şiir yalnızca şiirdir yani o kadardır.
Şiir yazanın geçmiş ve gelecekten çıkarımlarının tek amacı bugünü anlamaktır. Kurduğu düş dünyası geleceği içeriyor gibi görünse de bugüne aittir. Düş dünyası en azından hem zihinsel , hem de hayati olarak yaşanmaya teşnedir. Daha doğrusu şiir yazandan dolayı hep bugünle ilgilidir.
Şiir bugüne ve şimdiye yöneliktir. Geçmiş ve gelecekle kurduğu bütün bağlara ve ilintilendirmelere rağmen bugünle ilgilenir. Bu bağlamda en eski –ki, eski şiir diye bir şey yoktur.-şiirin bile dönüştürücü etkisi bugünle sınırlıdır. Şiir geniş zamanlı bir pratik değildir. Şiirin bütün gidip gelmeler içinde tek zamanı bugündür. Okur ve yazar ısrarla geçmiş ve geleceğe ilişkin belirtilenleri bugüne bağlayacaktır. Çünkü okurun ve şiir yazanın derdi geçmiş ve gelecekten çok bugündür. Geçmiş ve gelecek yalnızca bugüne yönelik tasavvurlarda bulunmasını ve tahayyül etmesini sağlar.
Buna bağlı olarak geçmişe ve geleceğe yönelik bütün yorumlamaları bugünü değerlendirmesini sağlar. Bununsa yaşadığımız dünya karşısında tam bir karşıtlığa yol açacağı baştan bellidir. Şiir yazan ve okur için bugünü dönüştürme bir karşıtlık ya da yandaşlığa yol açar. Ama hiçbir zaman şiir için tam bir yandaşlık söz konusu değildir. Bu da şiirin olumsuzluğu ve biçimsizliğiyle uygun bir durumdur. Bu cümleden şiirin yalnızca kendinin yandaşı olduğu anlamı çıkartılabilir ama ek olarak eleştirmeye açık yapısının yalnızca eleştiriyi olumsuzluğundan dolayı kendine yakın bulduğu, kendine yandaş kabul ettiği de belirtilebilir.
Kaldı ki, okurun beklentisi bugünkü zihniyet dünyasında ve yaşadığı dünyada ne olacağıdır. Okuduklarının kendindeki etkileriyle yine kendini ve bugünü ne kadar dönüştüreceğidir. Sanat-edebiyat bu bağlamda bir dönüştürme talebini içerdiği gibi okurun kendini merak etmesini de sağlar.
Sosyalist gerçekçi şiir sol’un dünyada yükselen değer olarak yükselmesiyle ilintilendirebileceğimiz bir olgudur. Bir bakıma sosyalist gerçekçi sanat-edebiyat devrimler çağının yine sanat-edebiyattaki karşılığıdır. Yanı sıra sol’un verili dünyaya görece karşılığının sanat-edebiyattaki yansıması olarak da açıklamak mümkündür. Bu haliyle en azından 1980’lere kadar akımlar dönemine bağlı olarak bir akım olarak da görülebilir. Akımlar döneminin sonunda ise söz konusu toplumsallığın başkalaşması , başka bir biçim haline gelmesi yaşanması gerekli bir süreç olmuştur. O başkalaşma da birey eksenli toplumsallığı oluşturmanın imkanlarından biri sayılmalıdır.
Sosyalist gerçekçi şiir marksizmin aşamadığı teorik ve pratik sorunlara bağlı olarak kendi sonunu hazırlamıştır. Bu bağlamda Marks’ın “devletin sönümlenmesi” öngörüsü kuşkusuz sosyalist gerçekçi şiirin önünü açan bir imkan olabilirdi. Ne var ki, sol dünya devletin sönümlenmesi tezinden müthiş bir devlet ve iktidar karşıtlığı üretmek yerine devlet ve iktidar olgusuna sonuna kadar eklendi. Böylelikle şiirin her bağlamdaki muhalifliği proletarya “iktidarı”na, “proletarya diktatörlüğü”ne indirgendi. Devlet anlayışı şiirde hakim kılındı. Verili bir “militan” şiir oluşturuldu. Buysa sosyalist gerçekçi şiirin muhalifliğini iktidar temennisi ve talebine hızla dönüştürdü.
Devlet ve iktidar olgusuna eklenmenin şiirdeki karşılığı ise bağlanma olmuştur. “Parti sanatı” dediğimiz ucube olguyu da bu bağlanma oluşturmuştur. Bağlanma ise yazanın özgürlüğü ve özgünlüğünün önünde bir engeldir. Her türlü hiyerarşik ve otoriter yapı ve kurumsal olan her şey birey karşıtıdır. Hiçbir yapı bünyesinde bireyin birey olarak hayatta kalmasına izin vermez. Dünya şiiri bu dediğime ilişkin örneklerle doludur.Devrimler çağıyla birlikte kurulan “sosyalist” devletlerin bir bir ortadan kalkması ve biçim değiştirmesi ise sosyalist gerçekçi şiiri gerileten, hatta ortadan kaldıran etken oldu.
Yanı sıra işçi sınıfının kapitalizme, bilim ve teknolojiye bağlı olarak geçirdiği dönüşümler ortadan kalkmanın başka bir boyutudur. Günümüzde homojen bir işçi sınıfından söz etmek imkansız. İşçi sınıfının marksizmin başta öngördüğü ya da belirlediği özelliklerinin bir çoğundan süreç içinde kurtulduğu da biliniyor. İşçi sınıfıyla birlikte küçük burjuva sınıfının teknoloji temelli görsel dünyada tüketici olmak dışında bünyesinde bulundurduğu olumsuz özelliği dışında başka bir şey kalmadı. Ahmet Oktay’ın işçilerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olduğunu ısrarla belirtmesi de bu dediğimin sonucudur.
Bir şey daha var “halkın beğenisi”den kast edilenin başlangıçta genç politik kesim olduğu biliniyor. Bugünse halkın beğenisi diye bir olgu varsa bunu reddetmek dışında başka bir seçeneğin olduğunu hiç sanmıyorum. Çünkü halkın beğenisi “pop çağı”ndan başka hiçbir şeyi yansıtmıyor.
Bu bağlamda tekrar başa dönersek sosyalist gerçekçi şiirin yine şiirin iktidar, devlet ve otorite karşıtlığıyla çeliştiği öncelikle belirtilmelidir. Şiire sonuç olarak başka bir devletten yeni bir devlete, başka bir iktidardan yeni bir iktidara, başka bir otoriteden başta bir otoriteye bağlanmanın dayatılması bütün bunlara yol açtı. Özellikle ilk örneklerinde dayatmayla ortaya çıkarılan bu pratiğin sonrasında da tekten örnekler dışında farklı bir çizgi izlemediği biliniyor.
Bütün bunlar sosyalist gerçekçi şiir pratiği bağlamında özgün yapıtların da ortaya çıktığı gerçeğini gizlemeye çalışmıyor. Ama bunun tekten örneklerle sınırlandığını da belirtmek gerekir. Sanatın ve sanatçının özgürlüğü, özgüllüğü ve özgünlüğünün bireyi ıskalayan ve otoritaryen bir temelde gerçeklik kazanmasına yol açılması bu akımın sonu olmuştur.
Biz de yazılan ilk sosyalist gerçekçi şiir örneklerine baktığımızda kurulan yeni Cumhuriyete koşut müthiş bir devlet ideolojisi üreten bir yapının parçalarından biri olduğunu görürüz. Özellikle kemalizmle hiçbir zaman ortadan kalkması mümkün olmayan yine devlet temelli derin bağı buna yol açmıştır. Devlet olgusu sosyalistlerle kemalistleri tarih boyunca hep birbirleriyle ilişkilendirmiş, birbirlerini reddetmesine izin vermemiştir. Bunun ilk örneklerini Nazım Hikmet’te görüyoruz. Ardından öteki sosyalist gerçekçi şairler geliyor. Sürecin 1970’lere kadar böyle sürdüğü iddia edilebilir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarından ellilere-altmışlara kadar bu ilişki belirleyici olmuştur. Yetmişli ve seksenli yıllarla birlikte söz konusu ilişki politik alanda hala etki gücüne sahipken akımlar döneminin bitmesine ve ilk sosyalist devletlerin kazandığı yeni biçimle birlikte etkisini kaybetmiş yalnızca sosyalistlerin temennisi olarak kalmış, pratik vasat örneklerle sınırlanmıştır. Yanı sıra bir biçimde verili politikanın ortadan kalkması ya da farkalı bir biçim kazanması şiiri dönüştüren başka bir olgu olmuştur. Başka bir deyişle şiirin verili politikaya uzaklığı kendi politikliğini üretmesinin imkanı haline gelmiştir.
Toplumcu Gerçekçi Şiir başlıklı çalışmasında Metin Cengiz’in sosyalist gerçekçi şiiri Nazım Hikmet’le başlatıp ve bitirmesi bu bağlamda oldukça anlamlıdır. Sonrasındaki örneklerse Hikmet’in şiirini aşamamış ve çoğu onun yazdıklarının kötü versiyonları olmuştur. Bu aslında sosyalist gerçekçi şiirin şiir yazana ilişkin bir sorun olduğunu belirtmemize izin verir.
Dönemlerin politik ve ideolojik biçimlenmesine bağlı olarak şiir yazanların büyük çoğunluğunun politik insanlar olduğu ve kitle örgütlerinde faaliyet yürüttüğü gerçeği yazılan şiirin kaderini de belirlemiştir. Yanı sıra okur söz konusu şiirle politik ve ideolojik biçimlenmenin içinde karşılaşmıştır. Bu biçimlenmeye bağlı olarak kendine şiire yönelik bir ilgi ve ilişki kurmuştur.Bir bakıma şiirle ilgilenen şiiri politikanın aracı sayan da gençlik kesimi olmuştur. Politik gençlik kesimi ise şiirin asıl izlerçevresi hiç değildir. Çünkü şiir orada verili politikliğin ihtiyaç kabul ettiği kadar ve başka bir biçimde vardır. Söz konusu “okur” ortaya konan şiirlerin tartışılmasını engellediği gibi kabullenilmesine zemin oluşturmuştur. Bir bakıma sosyalist gerçekçi şiir bütün örnekleriyle politik mücadelenin parçası haline gelmiştir. Yanı sıra şiir yazanların politikliğinin oluşturduğu hale bunu sağlayan başka bir olgudur.
Bu bağlamda şiir yazanın özgürlük ve demokrasi mücadelesinin içinde olmak zorunda kalması ya da bilerek dahil olması ve bu mücadelenin otoritaryen politik örgütlenmeler üstünden gerçekleşmesi kendi kadar yazdığını da bu mücadelenin ve örgütlenmenin parçası haline getirmiş nasıl anlattığından çok neyi anlattığının öne çıkarılmasını sağlamıştır. Ayrıca şiir yazanın bu politik örgütlü mücadelesi yazdığı şiire bakış üzerinde de etkili olmuştur. Bunun anlamıysa anlatılanan hak etmediği yazınsal bir değere kavuşmasıdır.
Metnin “ilericiliği” onun “yazınsal bir üretim” olarak anlanması için yeterlidir. Bir bakıma söz konusu şiir hep “siyasal düzeyde” değerlendirilmiş ve o düzeyle sınırlanmış şiirin politik ve ideolojik olanı aşan içerimleri değerlendirme dışı tutulmuştur. Buysa yazılanı Ahmet Oktay’ın belirttiği gibi ajitasyon ve propaganda nesnesi haline getirmiş “eğitici/öğretici” bir söylemin gelişmesini sağlamıştır.
Bunun açıklaması ise şiir yazanın politikliği değil tersine verili politikliğin şiirin ihtiyaç kabul ettiği politikliğin yerini alması, açıkça politika yapılmasının imkansızlaşmasıdır. Bu noktada oluşturulan politik bir şiir olmamış ama politikanın dayattığı politikliği, onun ajitasyon ve propagandaya dayalı şiirini üretmiştir. Söz konusu politikliğin ürettiği ise iktidar temelli bir karşıtlıktan çok iktidarın el değiştirmesi eksenli bir şiir olmuştur. Halkın Dostları, Militan, Yordam, Sanat Emeği, Yürüyüş, Adımlar gibi dergi adları bile dediğimi açıklayan olgulardandır.
Dönemin dergilerine bakıldığında ise şiir üstüne yazanların şiirden çok doğrudan şiirin içeriğiyle, izlekleriyle, onun uyarıcı olup olmamasıyla ilgilendikleri görülür. Hatta aynı yıllarda izleksel bir o kadarda sosyolojik bir eleştirinin sözü bile edilebilir. Ama buradaki izleksel eleştiri eylemi söyleyen ve okuru kavgaya dahil olmaya çağıran bir yapıyla sınırlanmış ve metnin ilericiliğini öne çıkaran bir yapı oluşturmuştur. Bu bağlamda sözcüklerin her biri mermidir ama şiir yazanın elinde patlamıştır!
Bu biraz ileri gidildiğinde ise sözcükleri yani dili yan ve çağrışımsal anlamlarından kurtarıp temel anlamıyla sınırlar. Dilin asıl şiirde kendi anlamını bulma ve dil haline gelme tavrı verili olana eklenmeye dönüşür. Buysa şiirde anonim bir dil ve söylem oluşturmakla sonuçlanır. Buradaki anonimlik bir bakıma yazılan eylemi mekanikleştirdiği gibi yaşamasız olmasını ve şiirsellikten uzaklaşmasını da sağlar. Bununla da kalmaz hayatın kendisi eylemle sınırlanır gündelik hayatın dışında hatta ondan habersiz bir şiir ortaya çıkar. Bundan sosyalist gerçekçi şiirin gündelik hayatla bir ilişki kuramadığı anlamı rahatlıkla çıkarılabilir. Kaldı ki, iş, kavga ve yoksulluğun temellendirdiği bir şiirin gündelik hayatla ilişkisi de aynı düzeyde olacaktır.
Söz konusu gelişmeyi ise verili ve belirlenmiş estetiğe bağlanma olarak açıklayabiliriz. Oysa aslolan yazılan şiirle verili estetikten kopmaktır. Sosyalist gerçekçi şiir belirttiğim zaaflarına bağlı olarak bu kopuşu gerçekleştiremediği için verili estetiğin bir parçası haline gelmiştir.
Ahmet Telli “Sanatçı, doğrulardan, gerçeklerden, haklılıklardan örülü bir egemenlikçi oluşum karşısında da, her türlü egemenlik ve eşitsizlik ilişkisinin meşruiyetini reddeden bir zeminde olabilmelidir.” derken sosyalist gerçekçi şiiri yadsımış olmaktadır. Telli böylelikle politikanın sanatçı için bir imkan olabileceğini belirtir. Bunu da verili estetik ve etikten kopmanın bir yolu olarak görür. Sosyalist gerçekçi şiirse verili politikaya bağlanmanın sonucudur.
Aynı Ahmet Telli Yangın Yılları’na giren şiirleri için “etki gücünü, belli ki, kendi alanından çok, toplumsal gerçeklik karşısındaki ideolojik ve politik verilerde aramaktadır. Bu bakımdan da, yazıldığı dönemin kimi zaaflarından kaçamamıştır.” diyecektir. Benzer bir biçimde Ahmet Erhan da Öteki Şiirleri’ni estetik olmaktan çok kendi macerasının tarihsel bir özeti olarak algılayacaktır. Özellikle seksenli yıllardan sonra çoğu sosyalist gerçekçi şiir yazan çoğu şairin şiirin/in geçmişe dönük değerlendirmelerinde benzer saptamaları olmuştur.
Başa dönersek sosyalist gerçekçi şiiri etkileyen olgular yalnızca devlet, iktidar ve kemalizm olmamıştır. Özellikle altmışlı, yetmişli yıllarda kırsal gerçekçilik olarak tanımlanabilecek Anadolu temelli ve yoksulluğu eksen almış bir şiirle kendini feodalizmle ya da yarı feodal yapıyla ilişkilendirmekte bir sakınca görmemiştir. Özellikle bu bağlamda Milli Demokratik Devrim tezinin bunda payı çoktur.
Bu noktada sosyalist gerçekçi şiir ilericiliğini kitlelerin sosyal haydutluktan beklentisine ekleyerek feodalizmin dünyasını şiire taşımıştır. Enver Gökçe ,Ahmed Arif, Hasan Hüseyin, Veysel Öngören gibi şairlerin kitapları buna örneklerle doludur. Söz konusu etkileşim bununla da sınırlanmamış şiirde erkek egemen bir dünya, dil ve söylem de oluşturulmuştur. Bu bağlamda sosyalist gerçekçi şiir cinsiyetçi bir şiirdir.
Devrimler çağına bağlı olarak politik ve ideolojik biçimlenmenin içinde gelişen sosyalist gerçekçi şiir dönemsel özelliktedir. Dönemlerin ideolojik ve politik biçimlenmesiyle sınırlıdır. Bu biçimlenme şiirin ömrü kadar kendisi üstünde de etkili olmuştur. Anonim dilinin sonunda sosyalist gerçekçi şiiri hamasete, ajitasyona ve propagandaya vardırması söz konusu biçimlenme ile açıklanmak zorundadır.
Ne var ki başka bir alanda yani politik ve ideolojik biçimlenme içinde gelişen ve söz konusu biçimlenmenin taleplerine karşılık gelen bir şiirin kendi alanında varlığı bir zorluktur. Bu yüzden altmışlı-yetmişli sosyalist gerçekçi şiir politikanın alanında meşruluk kazanarak kendi gayri meşruluğunu ortadan kaldırmıştır. Şiir yazanın verili politikliği ve bağlanma ısrarı ise burada başka bir etkendir. Öte yandan politik ve ideolojik biçimlenmenin ortadan kalkmasıyla birlikte sosyalist gerçekçi şiirin varlık koşulları da ortadan kalmıştır.
Seksenlerin ikinci yarısında ve doksanlarda ortaya konan yenibütün manifestosu ve bir sanat hareketi düşüncesi metni bu anlamda kendi varlık koşulları kadar sosyalist gerçekçi şiirin iktidar temelli zaaflarını tartışmaya yöneliktir. Her ikisi de eşitsizlik ilişkilerini reddederken bireyi eksen alan bir şiirin temennisi olmuşlardır. Aslında özellikle bir sanat hareketi düşüncesi metni sosyalist gerçekçi şiiri yadsıyan ve birey temelli bir toplumsallığı talep eden, başka bir biçimin hiç olmazsa arzusunu duyuran bir metindir.Bu bağlamda bir sanat hareketi düşüncesi metni sosyalist gerçekçi şiirden kopuşun bir ilanıdır. Sonrasında ise yazılan şiirde toplumsallık birey temelli gelişerek sosyalist gerçekçi şiiri yadsımıştır.
Sosyalist gerçekçi şiirin başka bir zaafı ise yükselen bir değer olarak bilim ve teknolojiyi sorgulamak yerine bu yükselmeye eklenmesidir. Özellikle yetmişli-seksenli yıllarda yazılan şiire baktığımız zaman bilim ve teknolojiye ilişkin bir sorgulamasının esamisini bulamayız. Hatta burada bilim-teknolojiye doğrudan bir eklenme gerçeklik kazanır. Aslında bu tavır da doğrudan iktidar talebinden kaynaklanan bir durumudur. Çünkü bilim-teknoloji günümüzde iktidarın önemli araçlarındandır. Teknolojik gelişme sürekli iktidar üretmenin önemli ve günümüzde en geçerli bir yoludur.
Seksenli yıllarla birlikte başlayan birey temelli gelişme bir bakıma akımlar döneminin sona erdiğine ilişkin ilk bulgu sayılır. Bu noktada birey yalnızlığından ya da insana ilişkin yalnızlıklardan ve yabancılaşmadan dolayı bilim ve teknolojiye karşı mesafeli ve eleştireldir.
Ahmet Oktay’ın “günümüzde sosyalist gerçekçi bir şiirin yazılabileceğine inanmıyorum.” demesi marksizmi bir bilinç olarak alanların da günümüz dünyası karşısında bir yol ayrımında olduğunu gösterir. Sonrasını yine aynı Ahmet Oktay şiirsellerle açıklayacaktır. Yani eğilimlerden, akımlardan çok herkesin kendi şiirselini oluşturmasından yana bir tavır geliştirecektir. Buysa sosyalist gerçekçi şiirin ortadan kalkmasının yine marksistler tarafından açık ilanıdır.
Bireyleşme olgusu karşısında toplumsallığın bir kalıp olarak varlığını sürdürmesi de düşünülemezdi. Böylelikle Arkadaş Zekai Özger, Ahmet Erhan, Metin Altıok, Hüseyin Peker gibi bireyci şairlerin şiirleri toplumsallığın yeni biçiminin de İkinci Yeni’yle ilk örnekleri oldular. Bu bireyliğin ürettiği ve onun ihtiyaç duyduğu kadar şiirde yer alan ve gündelik hayatla barışık, onu hızla dönüştüren bir toplumsallıktı. Üstelik söz konusu toplumsallık şiirin bireye ilişkinliğiyle oldukça uyumluydu.
Bağlı olarak İkinci Yeni şairleri başta olmak üzere Ahmet Oktay, Gülten Akın, Arif Damar, Behçet Aysan, Ahmet Telli, Sina Akyol, Haydar Ergülen, Tahir Abacı, Adnan Azar, Orhan Alkaya,Metin Cengiz, Veysel Çolak,Hüseyin Haydar, Hüseyin Ferhat, Hayati Baki, Ahmet Ada, Abdülkadir Budak, Bedrettin Aykın, Mahmut Temizyürek, Enis Akın, küçük İskender, Zeynep Uzunbay, Oya Uysal Adnan satıcı, Alaattin Topçu, Emin Akdamar, Selim Temo,Namık Kuyumcu, Mehmet Çetin, Mansur Balcı, Tuğrul Keskin, Yücelay Sal gibi şairlerin şiirlerinde toplumsallığın bireyliklerinin gerisine düştüğünü saptıyoruz. Bu bilinçli bir geride bırakma halidir. Sonuç olarak söz konusu olgu şiirsellerin gelişmesini de göstermektedir.
Bu bağlamda nihilizmden, anarşizme varan bireysel olandan etkilenme süreci de başlamış olmaktadır. Marksizm de bireyselliği yadsımadığı ya da öyle anlandığı sürece bu sürecin müdahillerinden biridir. Başka bir deyişle marksizmin iktidarla ilişkisini yadsıyarak bu sürece dahil edilbildiği söylenebilir. Ahmet Oktay’ın şiirinin ve marksizme bağlılığının açıklaması da budur.
Bu noktada artık ortodoks soldan farklı olarak Marks’ın düşüncelerinden güç alan, devletin sönümlenmesini öngören ve buna bağlı olarak iktidarı reddeden başka bir biçim söz konusudur. Bu biçimin geçmişin çoğu sosyalist gerçekçi şairinin şiirini etkisi altına aldığını yazabilirim. Ayrıca yapı nihilizmin ya da anarşizmin ya da başka biçimlerin yazılan şiire dahil olmasını olumlamıştır. Kaldı ki, şiirseller oluşturmanın düşünsel arkaplanında da bu bireysel temelli iktidar karşıtlığı ve anti-otoriter anlayışlar vardır.
Burada sorulması gereken soru bundan sonra sosyalist gerçekçi bir şiirin birey temelli olarak oluşup oluşmayacağıdır. Bunun bizdeki gelişmemiş Marksist “yazın kuramı”na bakarak mümkün olmayacağı verilebilecek yanıtlardan biridir. Özellikle eleştirmenin “ön hükümleri”nin belirleyiciliği bu süreçte bir zaaf olarak şiirin önünü kesmektedir. Marksist eleştirinin gelişmemişliği eleştirmenin “ön hükümleri” ile birleşince de bunun imkansızlığı somutluk kazanmaktır.
Günümüzde Marks’ın “devletin sönümlenmesi” tezine bağlı olarak bir gelişme söz konusudur ama bunun bizim sanat-edebiyat dünyamıza ilişkin somut sonuçları daha ortaya çıkmadığından bir saptamada bulunmak imkansız gibidir. Hatta geliştirilen yapı bu tavrı tamamıyla yadsıdığından bu hiçbir zaman mümkün olmayabilir. Benzer bir durum marksizme yönelik olumsuz tavrından dolayı şiir yazan için de geçerlidir. Çünkü şiir yazan günümüzde gelecekten çok bugünle ilgilidir. Bu yüzden de ütopik beklentilere uzaktır. Buysa sosyalist gerçekçi şiirin imkansızlığına dair somut bir veridir.
Ama burada belirtilen hiçbir şey toplumsallık içeren dönüştürücü bir şiirin imkansızlığını kesinleştirmeye çalışmıyor. Tersine birey temelli bir toplumsallığın arzusunu dile getiriyor. Yanı sıra şiirin ihtiyaç kabul ettiği ve verili politikliğin dışında gerçeklik kazanan bir politikliğin önerisi olmaktadır. Söz konusu şiir en üst düzeyde Ahmet Oktay’ın ve yukarıda adını andığım şairlerin ve daha başkalarının şiirleriyle bir önerme olarak ortada durmaktadır.
Bireyi dışta tutmayan tersine bireyin ve birey olgusunun temellendirdiği tamamen bireysel alanda gelişen bir toplumsallık hala mümkündür. Yanı sıra bireyin ürettiği toplumsallık sosyalist gerçekçi şiiri yadsımak dışında başka bir seçeneğe sahip değildir. Açıkçası yadsımanın sınırlarını olabildiğine genişleten ve biçimsizliğe teşne bir şiirden söz ediyorum.
Bir bakıma birey temelli olmayan hiçbir pratiğin gelişme şansının olduğunu hiç sanmıyorum. Marksizmin “devletin sönümlenmesi” tezi hayatta ve şiirde tam bir iktidar karşıtlığına dönüştüğü takdirde -ki bunun tekten örnekler dışında hiçbir karşılığı yok- birey temelli ve toplumsal özellikleri bünyesinde bulunduran bir şiir mümkün olabilir. Ne var ki, başta anarşizm olmak üzere nihilizm ve başka bireysel yaklaşımlarla yakınlık içinde olması kesin olan bu eğilimin marksizmi en azından iktidar ve otorite ekseninde yadsıyacağı baştan bellidir.
Marksizmin iktidar ve otoriter tavrının dışında başka bir marksizmin mümkün olup olmayacağı ise yanıtlanması gereken bir soru olarak önümüzde durmaktadır. Kişisel olarak bunun mümkün olmayacağını düşünenlerden biri sayılırım. Şiirin ve şiir yazanın ihtiyaç kabul ettiği iktidarı ve egemenliği reddeden, anti- otoriter, anti-hiyerarşik , bütün eşitsizlik ilişkilerini yadsıyan anarşik bir biçimdir. Sosyalist gerçekçi şiir ise iktidarın tarih içinde bırakılması gereken pratiklerinden biridir.
Şiir anarşik bir pratiktir ve olumsuzdur. Yersel ve göksel otorite ve iktidarlarla her zaman sorunu olmuştur. Şiir bu anlamda son derece politiktir. Bu politikliğini de verili politikliği reddetmesine borçludur. Öyleyse günümüz dünyasında sosyalist gerçekçi bir şiir pratiğinin söz konusu bile olmayacağı iddia edilebilir. Şiirseller çağında akımlar akım olarak kalma özelliğini çoktan kaybettiğine göre bir sorun da kalmamış demektir.
Şiir iktidar ve otorite ilişkilerinin dışında olumsuz bir pratiktir. Bu karşıtlığı ve olumsuzluğu uzlaşmalı bir karşıtlığa ve olumsuzluğa dönüştürmediği sürece kimin hangi yaklaşıma yakınlık duyduğunun önemi olmasa gerektir diyerek bitiriyorum.
Halim Şafak
|
|
|
|
|