S O Y L U E D E B İ Y A T
ismet özel poetika sözlüğü
İsmet Özel’in Poetik Sözlüğü (*)
“Dünyaya ne halimiz varsa görelim
diye gelmedik; dünyaya gelişimiz
halimizin ne olduğunu öğrenelim diyedir.
Şiirle halimin ne olduğunu merak ettiğim
için meşgul oldum” İ.Ö.
Açıcı Olmalı Şiir: Günümüz Türkiye’sinde yayın alanını kaplayan şiirleri önceden hazırlanmış ve defalarca uygulanmış formüller içinde kalan, tanımlanabilir ufuklar içinde kalan ve en önemlisi bir başka yazılı metne ‘tercüme edilebilir’ cinsten şiirlerdir. Oysa ülkemiz Batılılaşma sürecine girdiğinden beri şiir hayatımızdaki yerini edebiyat ve toplum meseleleri karşısında açıcı (Arapçası fâtih) olmakla kazanmıştı. Bugün yine bizim için önemini koruyacaksa, bize yeni bir bilinç alanını açmakla bunu başarabilir (2006; 42, 43).(**)
Açık Anlatım: Düz ya da açık anlatım bizi şiirselden kurtarıp şiire götürebilir. Şiire özgü öğeler unutulur da bu kez özenci (amateur) felsefe yapılmaya kalkışılırsa götürmeyebilir de. Ama açık anlatım gidilmesi zorunlu bir yoldur, yoksa bu otuzbirin insanı irdelemeden sürüp gideceği vardır (2006; 23).
Asalak Şiir/Şair: Günümüzde yayın alanını kaplayan şiir asalaktır. Yalnızca başka gövdeden beslendiği için değil, aynı zamanda köklerini halkın içine salmadığı, intellect’in baskısı altında ezildiği için böyledir. Şiirdir diye sergilenen metinlerin eskitilmiş anlatım imkânlarını yağmalanması sonucu ortaya çıktığını kim gözden gizleyebilir? Şiirin gürlük döneminde birçok şairin belirli bağlamlarda kendine özgü kıldıkları kelimeler fütursuzca tekrarlanmakta, mısra tekniği sanki birçok şairi özgün kılmamış gibi anonimleştirilmektedir. Bir bakıma verilmiş örnekler üzerine alıştırma yapılıyor gibi. Yenileştirici tekniğiyle göze çarpan şairle karşı karşıya değiliz (2006; 39).
Şairler kendi işlevlerini ancak hiçbir “düşünsel” metnin yüklenemeyeceği ağırlıkta bir sorumluluğu omuzladıkları zaman yerine getirebileceğini ileri sürseler, karşılarında politik-felsefî-bilimsel bir cephenin kurulacağını ve bu cephenin tehditkâr bakışları altında soğuk terkler dökeceklerini biliyorlar (2006; 39).
Türk şirini aydınlar katında gözden düşüren, sonra da asalaklaştıran etken edebiyat dışı, şiir dışıdır. Şiir dışı bir etkenin şiiri köklüce etkilemesinde bir yanlış yok. Elbet şiir, kendisi olmak için kendinin dışına çıkar. Budur ki şiiri “artistik bir gösteri”imiş gibi nazım içinde tıkanıp kalan bir söylem olmaktan kurtarır. Nitekim, Türkiye’de şiir önemini toplumun kavrayış tarzının geride bırakılması düşüncesi doğduğu zaman kazanmıştır. Şiir önem sahibi olduysa bu, ülkemiz insanının kendine kimlik arayışına dolaysız bir araç olabildiği içindir (2006; 40).
Son on yılda asalaklaşan Türk şiri, edebiyat dışı, şiir dışı etkenlerin yanı başında, o etkenlerle baş edebilecek ağırlık ve güçte bir söylem getirememekten ötürü asalaklaşmıştır (2006; 40).
Türk şiirinin bugün parazit olduğunun en belirgin kanıtı şairlerin ait oldukları ideolojik kampın ve uzlaşma çevresinin düşünsel şemsiyesi altında bulunuşlarıdır. Yani şiir kendi gücüyle değil, toplumsal bir konumun kirasıyla geçinebilmekte, şiire yabancı olan (hatta düşman olan) bir gövdede asalak yaşamaktadır. Şair de gerçek yerinde değildir bugün. Saymaca (conventionnel) şiiri “kıvırabile” bir profesyoneldir artık (2006; 55, 56).
Atılım, Türk Şiirinde Son Büyük: Bkz. Türk Şiirinde Son Büyük Atılım.
Avant-Garde: Kurumlaşmanın, genel-geçer yargılara ödün verilerek öncü (avant-garde), yani henüz genel bilinç düzeyinde yankısını bulamayacak kadar esas meseleye yaklaşmış bir şiirsel ses (2006; 41).
Biçim: Bilimin ve felsefenin alanları dışında şiire de bir alan tanımanın gerekliliği var ortada. Bu alan bana kalırsa şiirin biçimidir. (Biçimi öz-biçim ayrımı dışında düşünüyorum, şiirin kendine özgü nesi varsa –örneğin belirsizliği- onun biçimi oluyor benim gözümde.) Şiir de kendi başına insan gerçeğini ele almanın özel biçimidir, “söz” bu alan içinde söylendiğinde şiir için geçerli ve gereklidir. Şiirin anlattığı, getirdiği yorum ve şiir içinde tartılan bütün sorunlar şiirin biçimiyle varolur. Yaşamanın bir baş dönmesi olan imge, bu biçimin en başta gelen öğesidir (2006; 23).
Conventionnel Şiir: Bkz. Saymaca Şiir; Filancalardan Olmak..
“Çağdaş Eleştirel” Gücümüz: Şiirle olduğu kadar diğer düşünce ürünleriyle de “çağdaş eleştirel” gücümüzdeki noksanlıklar bizi zor durumda bırakıyor (2006; 61). Bkz. Düşünme Kalıpları-Şiir.
Çarpıcı İfadeler: Yirminci yüzyıl bana bir şey öğrettiyse bu şey, her gösterişin bir sahtekârlık olduğunu anlamamdır. Dolayısıyla bir şeyi anlatabilme gücünü göstermenin yolunun çarpıcı ifadelerden ve hatta etkili araçlar kullanımından geçmediğini artık biliyorum (2006; 13).
Deneyim: Bkz.Şiir Bir Deneyimdir.
Düşünce Süzgeci: İmge bütün hızını kendiliğinden olmaya borçludur. Düşüncenin katı baskısını üstünde taşımaz. Kendi başına bir duyarlığın ödün vermeden biçimlendiği özgür bir kuruluştur. İmgenin sağladığı özgür (hatta amaçsız) ortam şiiri nereye götürür? Çağdaş bir eleştirel güçle sınırlanmadığı sürece hiçbir yere. Yani yere basmaz, asılı kalır havada. Çağdaş eleştirel gücü belli bir duyarlık düzeyinin ve şiir eğitiminin sağladığı bakış açısı olarak tanımlayabiliriz. İşte, imgenin yaratıcı gücü, ozanın yaşadığı ile ve eleştirel gücü ile işbitliği etmek zorundadır. Düşünce süzgeci dediğimiz şeyin işlediği yer burasıdır (2006; 18)
Düşünme Kalıpları-Şiir: Yaşayabilmek için gerçek veya sahte, tutarlı veya tutarsız, dar veya geniş kapsamlı bazı düşünme kalıpları benimseriz. Benimsediğimiz bu düşünme kalıpları derece derece bizim bilim anlayışımızı, ideolojimizi, dünya görüşümüzü oluşturur. Şiir, gerek şairin bir verimi olarak, gerekse okurun edimi olarak bu düşünme kalıplarının bir uzantısı, simgesel bir ifadesi değil tam tersine bu düşünme kalıplarının dayanaklarının sağlam olup olmadıklarının sorgulanmasıdır. Şiir bir dirim öğesi olarak her türlü ön-kabullerden oluşmuş kalıpcesetleri yerinden ederek belirginleşir. Fakat şiirin bu dirimsel atılımı bütünüyle denetimsiz, dayanıksız bir patlama olarak ortaya çıkmaz, şiirin dille kayıtlı dolaylarını, “contour”unu şairin çağdaş eleştirel gücü çizer. Eğer Türk şiirinde bugün bir güdüklük varsa bunun kaynağını genç veya yaşlı Türk şairlerinin çağdaş eleştirel güçlerindeki noksanlıklarda aramanın isabetli olduğu görüşündeyim (2006; 60). Bkz. Günümüz Türkiye’sinde Şiir.
Edebiyat Türü Olarak Şiir: Yeni Dünya içinde kurumlar ön sırayı aldılar. kilise, devlet, saray, banka kurumsal bütünlükleri içinde gerek dayanışarak gerek çatışarak toplum hayatının vazgeçilmez öğeleri oldular. Bu ortam da şiiri bir edebiyat türü olarak görüyoruz (2006; 51).
Şairin kendi biricikliğinden kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan bir alanı işaret edemediği zaman şiir, ancak bir edebiyat türü olarak şiir olabilir. Bu yüzden bir şiirde yer alan yargıların doğru veya yanlış olduklarına, bizim düşüncelerimize uygun düşüp düşmediğine bakarak bir metne şiirdir, şiir değildir dememiz söz konusu değil. (2006; 53).
Şiir kendini edebiyatın bir türü olarak gördüğü oranda düşüncelerin yedeğinde bir süs olmaktan kurtulamayacaktır elbet. Bu durumda şair de tuttuğu tarafın “mugannisi” olmayı ister istemez kabullenecektir. Diyebiliriz ki şairler Baudelaire’e gelinceye kadar gerçek yerlerini bulamamaktan doğan bir başarısızlığa uğramışlardır (2006; 52).
Modern şiir bir edebiyat türü olarak değil, bir yaşantı olarak doğmuştur (2006; 55).
Her çağda şiir yozlaştıran eğilim şiirin bir edebiyat türü olarak ele alınması, ontolojik konumundan koparılarak bir “sanat” sayılmasıdır (2006; 77).
Edip Cansever: Hem “Garip”çilerin hem “İkinci Yeni”nin eksiklikleri ortada. Biri havada kalan özün diğeri biçimin örneğini verdi. Garip üçlüsü özün (daha çok ussal-duygusal bileşim) şiirin özgün düşüncesinden uzak (imgeye daha az yer veren) yönüyle ilgilendi. İmgenin baskın olduğu “İkinci Yeni” ise “Garip”çilerin bu eksiğini tamamlarken şiirin bir başka yerinde gedik bıraktı. 60 Sonrası kuşağının yer yer E. Cansever ve T. Uyar etkisinde kalması çok önemli. Çünkü bu iki ozan (özellikle T. Uyar’ın dilinin işlekliği) dengeye yaklaşan ozanlardır. İmgeyi usa ve idle en iyi uygulayan, insan ilişkilerini ele alırken “metaphor”ların gücünden en iyi yararlanan bu ozanlardır. En genç kuşak da bu yönde bir seçme yapmış, kendi özgün sentezine varırken bu ozanları atlama tahtası olarak almıştır (2006; 21).
Filancalardan Olmak: Bugün Türk şiirinin varlığı saymaca (itibarî, conventional)’dır. Şairler şair oldukları, yani okuyucularında bir karşılık buldukları, okuyucuları için vazgeçilmez açılımların başlatıcıları oldukları için değil, “filâncalardan biri” oldukları için geçerliliklerini koruyorlar. Her “filâncalar kümesi” kendi birimini gümrük duvarlarıyla korumaktadır. Metni yazanın “bizden” olup olmaması onun gümrüğümüz koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağını belirtir (2006; 40, 41).
Garip’çiler: Hem “Garip”çilerin hem “İkinci Yeni”nin eksiklikleri ortada. Biri havada kalan özün diğeri biçimin örneğini verdi. Garip üçlüsü özün (daha çok ussal-duygusal bileşim) şiirin özgün düşüncesinden uzak (imgeye daha az yer veren) yönüyle ilgilendi. İmgenin baskın olduğu “İkinci Yeni” ise “Garip”çilerin bu eksiğini tamamlarken şiirin bir başka yerinde gedik bıraktı. 60 Sonrası kuşağının yer yer E. Cansever ve T. Uyar etkisinde kalması çok önemli. Çünkü bu iki ozan (özellikle T. Uyar’ın dilinin işlekliği) dengeye yaklaşan ozanlardır. İmgeyi usa ve idle en iyi uygulayan, insan ilişkilerini ele alırken “metaphor”ların gücünden en iyi yararlanan bu ozanlardır. En genç kuşak da bu yönde bir seçme yapmış, kendi özgün sentezine varırken bu ozanları atlama tahtası olarak almıştır (2006; 21).
Gelenek-Modern Türk Şiir: Bkz. Modern Türk Şiirini Savunmak.
Güdük Bir Haberleşmeyi Sağlayan Şiir: Bkz. Günümüz Türkiye’sinde şiir.
Günümüz Türkiye’sinde Şiir: Günümüz Türkiye’sinde yayın alanını kaplayan şiirleri önceden hazırlanmış ve defalarca uygulanmış formüller içinde kalan, tanımlanabilir ufuklar içinde kalan ve en önemlisi bir başka yazılı metne ‘tercüme edilebilir’ cinsten şiirlerdir. Oysa ülkemiz Batılılaşma sürecine girdiğinden beri şiir hayatımızdaki yerini edebiyat ve toplum meseleleri karşısında açıcı (Arapçası fâyih) olmakla kazanmıştı. Bugün yine bizim için önemini koruyacaksa, bize yeni bir bilinç alanını açmakla bunu başarabilir (2006; 42, 43).
Karşımıza çıkan ve benim “yazılmasa, okumasak ne kaybederiz” diye merak ettiğim günümüz şiirinin anladığım kadarıyla belli başlı varlık nedeni güdük bir haberleşmeyi sağlayışındadır. Bu haberleşme geride bıraktığımız politik ortamda su yüzünde olan ideolojik kampların endişe ve isteklerinin bazı insanlarda henüz kaybolmadığını vurgulamakla yerine getiriyor. Güdüklüğü de böylece ortaya çıkıyor. (..) Şiir adına bizi tedirgin eden onun bir haberleşme alanı oluşu değil, güdük kalışıdır (2006; 58).
Halini Anlamak-Şiir: Dünyaya ne halimiz varsa görelim diye gelmedik; dünyaya gelişimiz halimizin ne olduğunu öğrenelim diyedir. Şiirle halimin ne olduğunu merak ettiğim için meşgul oldum (2006; 13-14). İnsanın dünyadaki ilk işi anlamak, anlayabilmek olsa gerek. İnsanın bütün söyledikleri neyi ne kadar anlayabildiğinin itirafıdır (2006; 14).
Halkın Konuşmasından Gücünü Alan Şiir: “Bir halkın şiiri” diyor T. S. Eliot “hayatını halkın konuşmasından alır ve karşılığında ona hayat verir”. (..)Türkiye kendine model olarak Batı Medeniyeti’ni aldığı zamanlardan bu yana Türk şiiri hayatını, hayatiyetini gittikçe artan bir oranda halkın konuşmasından aldı (2006; 58).
Halkın Varoluş Tarzı-Şairin Atılım Gücü: Bkz. Şairin Atılım Gücü.
İntellect’in Pençesi: Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca Türk şiri sağlam sanılan düşünce zeminleri karşısında adım adım geriledi. Şiirle birlikte, şiir içinde, şiir dolayısıyla düşünmeyi “sağlam” bulmaz oldu aydınlarımız. Çünkü sağlamlıkların denendiği başka alanlar çüktü önlerine. Bu yüzden de şiirin sağlam olup olmaması önemini kaybetti. Buna karşılık périphétique bilgilenme büyük bir önem kazandı. Böylesi bir ortamdan züppeler ve yobazlar yararlandılar. Şairden “edinilmeye değer” bir şey beklenmedi. O, yapabilirse bazı hazır “sağlam düşünceleri” parlatarak sunma hüneri gösterebilir, belli kaynaklardan gelen bilgileri “teganni” edebilirdi. Böyle bir görevi şairlerin anlaşılmaz bir coşkuyla benimsediklerine hep birlikte tanık olduk. Bilinçli bir tasarımın uzantısı olan şiirler yazılmaya çalışıldı ve sonuç şairlerin kendilerini intellect’in pençesine bırakmalarına şairliklerini gönüllüce iğdiş etmelerine vardır (2006; 43).
Şiirde dil kişiseldir. Oysa intellect kendi varlığını ortaya koyabilmek için saymaca (convantionnel) bir dili kaçınılmaz sayar (2006; 46). Şiiri anlamak demek, okuyucunun da kendini, daha önce şairin çekilmiş bulunduğu sabit merkezli evrene (sephere) çekmesi demektir. Bu başarıya intellect alanının dışında varılır (2006; 46).
İçerden Bilgi: Şiirin bir ustalık, dilin belli ölçülere uyup maharetle kullanılması olarak ortaya çıkışı bir zekâ gösterisini, bir nükte yeteneğini şiir diye kabul ettirmeye götürür bizi; tek insana özgü içten, içerden bilgiye götürmez (2006; 52).
İdea(lar)-Şiir Dışı Yarar: Şiir dışındaki bütün yapıp etmelerimizde idea’lar işimize yarar (2006; 75).
İfade-i Meram: Rönesans’ta şiirin (öteki humanitas etkinlikleriyle birlikte) kazandığı önem bir zümre zevki’nin uzantısından başka bir şey değildir. Bundan böyle şiir bir güzel söz sanatı, “ifade-i meram” türlerinden biri olarak yaşayıp gidecektir (2006; 51).
Şiirin bir ustalık, dilin belli ölçülere uyup maharetle kullanılması olarak ortaya çıkışı bir zekâ gösterisini, bir nükte yeteneğini şiir diye kabul ettirmeye götürür bizi; tek insana özgü içten, içerden bilgiye götürmez (2006; 52).
İkinci Yeni: İkinci Yeni diye adlandırılan şiir akımı ülkemiz edebiyat alanına birdenbire; nedensiz ve işlevsiz bir biçimde girmiştir (2006; 24). (..) Bizim İkinci Yeni şairlerimizi bir yere oturtmak ve hele bugün “mahiyetlerini” açıklamak içinden çıkılmaz bir sorundur (2006; 25).
Türk şiiri son büyük atılımını 1954-59 yılları arasında yaptı. Bu atılımın “akım” olarak değeri sıfıra indirgendi çoktan, ama tek tek şairlerin kurup geliştirdikleriyle oluşan özsu, uzun süre ülke şiirini besledi. Yirmi yıldır Türk şirinde “atılım” yok (2006; 37).
İkinci Yeni, zengin çağrışım tekniği, takıların dilimizdeki önemi, kelimelerin gücünün anlaşılması bakımından edebiyatımıza hizmet etmiş bie şiir akımıdır. Ama sanat eseri verememiştir. Bu onun yazgısıdır bir anlamda. Çünkü işlevi edebiyatımız için gereç toplamak olmuştur. Bunu küçümsediğim sanılmasın. Ama İkinci Yeni şiiri sanat olarak karşıma çıktığında hafifsediğim bilinsin. Bu hafifseyişimin nedenlerini birkaç kalemde sıralamak mümkündür. İlk ağızda, bu tür şiir bir düşüncenin uzantısı değildir. Kasıtlı bir dünya görüşü yoktur. Bir edebiyat yazısının sanat eseri olabilmesi için bir düşünceden kök alması, bir düşünceye uzanması zorunludur bence. Yahya Kemal’in Osmanlılığı, Nazım Hikmet’in klasik Marksçılığı göz önüne alınırsa söz konusu dönemde tutarlı bir dünya görüşüne sahip şair yetişmemiştir. Mevlâna’nın yaşadığı ülkede toplumun atardamarı, vicdanı olamamışlardır (2006; 25, 26).
Hem “Garip”çilerin hem “İkinci Yeni”nin eksiklikleri ortada. Biri havada kalan özün diğeri biçimin örneğini verdi. Garip üçlüsü özün (daha çok ussal-duygusal bileşim) şiirin özgün düşüncesinden uzak (imgeye daha az yer veren) yönüyle ilgilendi. İmgenin baskın olduğu “İkinci Yeni” ise “Garip”çilerin bu eksiğini tamamlarken şiirin bir başka yerinde gedik bıraktı. 60 Sonrası kuşağının yer yer E. Cansever ve T. Uyar etkisinde kalması çok önemli. Çünkü bu iki ozan (özellikle T. Uyar’ın dilinin işlekliği) dengeye yaklaşan ozanlardır. İmgeyi usa ve idle en iyi uygulayan, insan ilişkilerini ele alırken “metaphor”ların gücünden en iyi yararlanan bu ozanlardır. En genç kuşak da bu yönde bir seçme yapmış, kendi özgün sentezine varırken bu ozanları atlama tahtası olarak almıştır (2006; 21).
(..)Bizim gördüğümüz kadarıyla İkinci Yeni günümüz şiiri değildir. Geride kalmıştır. Edebiyat tarihçileri için ilginç bir konu olacağı kanısındayız? (2006; 27).
İkinci Yeni Aşılmış Mıdır?: Bu, kolayca yanıtlanamayacak bir sorudur. Çünkü, İkinci Yeni yalnızca bir tekniktir. Getirdiği değerler edebîdir. Bu değerler için aşmak değil edinmek deyimini kullanmak gerekir. Ve gerçekte bu değerler edinilmiş, yaşanmış ve daha bir üst düzeye geçirilmiştir. İkinci Yeni getirdiği insanî değerler bakımından aşılmış mıdır? Evet, aşılmıştır. Ama şairler ve edebiyatçılar tarafından değil, toplumun canlılığı tarafından, tayat tarafından çiğnenip geçilmiştir (2006; 26).
İmge: İmge bütün hızını kendiliğinden olmaya borçludur. Düşüncenin katı baskısını üstünde taşımaz. Kendi başına bir duyarlığın ödün vermeden biçimlendiği özgür bir kuruluştur. İmgenin sağladığı özgür (hatta amaçsız) ortam şiiri nereye götürür? Çağdaş bir eleştirel güçle sınırlanmadığı sürece hiçbir yere. Yani yere basmaz, asılı kalır havada. Çağdaş eleştirel gücü belli bir duyarlık düzeyinin ve şiir eğitiminin sağladığı bakış açısı olarak tanımlayabiliriz. İşte, imgenin yaratıcı gücü, ozanın yaşadığı ile ve eleştirel gücü ile işbirliği etmek zorundadır. Düşünce süzgeci dediğimiz şeyin işlediği yer burasıdır. Başarılı şiiri imgelerin denetlemesindeki ustalık olarak görmek aşırı bir tanım değildir sanıyorum. Denetleyici öğeleri sınırlamadıktan sonra…(2006;18). Gerçekte imge bir sentezdir, düşüncesini de birlikte getirir(..) İmge dilin dural ve işlek olmayan bir kılığa girmesini engelleyecek güçtedir. Çünkü imgede başıboş ve kalıplara sığmayan bir içgüdü vardır (2006;20).
Intellect Şairler: Intellect şairler “kabz” eder. Oysa şiir ancak “bast” durumunda ortaya çıkabilen, deneyimi ön plana alan bir etkinliktir (2006_ 55).
Kavga Şiiri: Önümüzdeki şiir kavga şiiridir. Hayatı bütün yönleriyle ve fakat kasıtlı bir doğrultuda; insanın yüceltilmesi, yorgunluğun, umutsuzluğun yenilmesi, insanî olanın galebe çalması doğrultusunda anlamak amacını güden bir şiirdir. Cılız bireysel küskünlüklerin değil kalabalıkların, aşk ordularının, militan koroların şiiridir. Doğmakta olan Türk şiiri ve edebiyatı halkın ve halk değerlerinin ilerlemesi ve yücelmesine koşuttur. Kendini dünya halklarının yarattığı kültür bütününün mirasçısı saymaktadır. Türk edebiyat geleneği bu alanda özel bir yer tutuyor. Bu hesabın içine iyi güzel yanıyla her şey _İkinci Yeni bile- giriyor (2006; 26, 27).
Kelimeler (Ölü-Canlı-Küflü): Ölü kelimeleri anmak bazı yaşama alanlarının, bazı vasıflarını tebarüz ettirmiş insanların yaşama alanlarının ortadan kalktığını hatırlamamıza yarayacaktır. Hepsi bundan ibaret değil. Hepsinin bundan ibaret olmadığını bize yine ölü kelimeler öğretecektir. Ölü kelimeler bizi ölümlerinin şekli üzerinde düşünmeye zorlayacaktır. Bu kelimelerin canını hangi ekler çıkardı? (..)İnsanlar canlı kelimeler aracılığıyla konuştukları zaman iletişimi en kısa zamanda sağlamaktan ötede bir gaye gütmez. Demek ki, canlı kelimeleri –moda kelimeler de diyebilirsiniz- benimsedikçe sarf edenler, sarf ettikçe benimseyenler bizi insanlar arasındaki iletişimin araya düşünme fasılası sokulmaksızın kabullenilmesi şartına bağlı olur. Öte yandan konuşma başka türlüdür. Konuşurken ölü kelimelere başvururken ölü kelimelere başvurmak bize asli bağımızı hatırlatır, asli bağlar dolayısıyla bir süreç yaşadığı, bir oluşumun vuku bulduğu gerekçesiyle bizi yüz yüze getirir. Konuşan iki insan her şeyin hakkında konuştukları şey üzerinde anlaşmaktan ibaret olmadığını ölü kelimeler sayesinde fark eder. Kelimelerin hayatiyeti yüzlerinden okunmaz. (..) Bir kelime ya canlıdır, yahut ölüdür diyemeyiz. Bize bunu dedirtmeyen şiirdir. Küflü kelimeler vardır. Onlar da yerlerini canlı kelimelerle ölü kelimeler arasında bulur. Kelimelerin küflenmesi kritik bir hadisedir: O kelime ya ölmeye yüz tutmuş, yani kullanımı bazı yaşama alanlarını ortadan kalkacağı işaretini vermektedir; yahut o kelime bir önceki dönemden daha canlı bir hale gelme hazırlığını ikmal etmektedir (2006; 9-10).
Konu: Bkz. Modern Şiirde Konu.
Logos’a İlişkin Olay-Şiir: Modern diller gitgide daha çok yürürlükteki hayatın sağlanması, güvenceye kavuşması için “operational” niteliğe sahip oluyor. Yani dil gittikçe bir “muamelat” ve “ameliyat” aracı durumuna giriyor. Bu yüzden Logos kelimesini modern dillerle karşılamak istediğimizde hem söz, hem akıl, hem mantık demek zorunda kalıyoruz. Şiir işte bu Logos’a ilişkin bir olaydır (2006; 75).
Modern Şiir: Modern şiir tıpkı roman gibi, burjuva medeniyetinin gereklerinden biri olarak belirmiş, ama romandan farklı olarak yeni bir tür kimliğinde ortaya çıkmamış, benzetme uygun düşerse kendi küllerinden kendini yaratmıştır. Modern şiirin ilk durağında Divina Commedia’nın bulunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ilk defa bu eserde şair evrenle olan alışverişinin bilincine, dili bu alışveriş alanı içine sokarak varmıştır(2006; 44).
Modern şiiri “modern” yapan öğe, şairin dünyaya gösterdiği organik tepkidir, diyebiliriz. (..) Şairin karşısındaki dünya bütüncül (totalitaire) bir dünyadır. Şiir bu dünyaya olan tepkisini sadece bir anti-totalitaire tavırla değil, aynı zamanda kendi bütünlüğünün bilincini elinde bulunduran, sağlığını organizmaya atfeden bir tavırla gösterecektir. Modern şiirin gerçekten kaçmayışı onu gündelik hayatın derinlemesine bir değerlendirmesine götürür. Yeni Dünya’da birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış bulunan alelade ile fevkaladenin şiirde şaşırtıcı beraberliğini görürüz bundan böyle. Şair Eski Dünya’nın bilgeleri gibi bir yolculuğu göze almış ve vardığı her uğrakta okuyucuya paradoxe’larla dile getirebilecek işaretler sunmaktadır. Modern şiir bir edebiyat türü olarak değil, bir yaşantı olarak doğmuştur. Varlığı dünyanın aldığı biçimle, insan kavrayışının niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır (2006; 54, 55). Bkz. Rönesans’ta Şiir; Yeniden Doğan Şiir.
Modern şiir, okuyucusunu da şairleştirmek zorunda kalarak kendini kabul ettirir. Yani, şiir yazamayan şairler olmaya başlar (2006; 90). Bkz. Okur.
Modern Şiirde Konu: Modernist şiirde konunun olmayışı, şiirin konusudur. Dolayısıyla şiiri şiirlikten çıkaracak olan, ilk planda ona konu aramak olabilir. Çünkü şiirde ne söylendiği, şiirin dışında başka bir yerde bulunmaz (2006; 91, 92).
Modern Türk Şairleri: Modernist Türk şiiri dünyada, hayat içinde karşılaştığımız her şeyin bakılmaya değer olduğu, her şeyin tadılmaya değer olduğu noktasından hareket etmiştir (2006; 87).
Modern Türk şairleri ya da modernist Türk şairleri dünya içinde bulunuşun bilincini geliştirmişlerdir. Modern Türk şiiri dünya içinde bulunuşun bilincini geliştiren şairlerin elinde doğmuştur. Böylece modern Türk şiiri başlı başına kendine has bir düşünce haline gelmiştir, ama bu düşünce, bir felsefî yaklaşım, bir öğreti halinde ortaya çıkmaz. Bunu vurgulamakta yarar var (2006; 87Modernist Türk şairleri olağanın hafife alınamayacağını, ciddiyetini vurguladılar. Peki bunu nasıl yaptılar? Yeni bir biçim bularak. Yeni bir biçim, şiir yazma kuralarının bir adım ileri götürülmesi demek değildi.(..)Yeni bir biçim buldular ama bu yeni biçim, biçimde uzlaşmayı reddetmek şeklinde bulundu çünkü; zaten modernist Türk şiirinin kalkış noktası, şiiirn bir yazılma formülünün bulunmayacağı noktasıdır (2006; 89).
Eğer biçimde bir uzlaşma olmasaydı gayri şahsi bir anlatımda kilitleneceklerdi ve gerçekliğin üstünde veya dışında bir gerçeklik üretmiş olacaklardı. Demek ki modernistler şiirin tuttuğu yol gerçeklikle aramıza giren gayri samişmi havayı ılga, iptal ve izale etmek üzere tutturulmuş bir yoldur. Peki bu biçimde uzlaşmayı reddettikleri zaman biçimsizliği mi tercih ediyor modernist Türk şairleri? Eğer biçimsizliği tercih etmiyorlarsa, biçimi nasıl fark edebiliyoruz? Burada önemli bir nokta var; modernist şairlerin saçma sapan bir iş yaptıklarını şair olmayan anlamıyor (2006; 89). ). Bkz. Modern Türk Şiirini Savunmak.
Modern Türk Şiirini Savunmak: Modern Türk şiiri, bizi dünyayla intibak edebilir hale getirmesi bakımından savunulabilir (2006; 80).
Modern Türk şiiri,(..), geleneğin bir uzantısı olarak önemli ve değerli şeylere sahip olmamıştır. Modern Türk şairleri belli bir insanlık durumunun yükünü omuzladıkları için bu işi başarmışlardır (2006; 81). Bkz. Şiir ile Dokunulabilir Dünya.
Okur-Modern Şiir Okuru: Modern şiir, okuyucusunu da şairleştirmek zorunda kalarak kendini kabul ettirir. Yani, şiir yazamayan şairler olmaya başlar(..) Modern şiirin özel bir okuru vardır. Bu öyle bir okurdur ki metinde belli bir anlam bulunduğunu tespit ettiği anda, onun şiir olmadığını düşünür(..) Eğer okur, şiiri kendisi için tekrar yazamıyorsa, ona şiir gözüyle bakmaz, modernist şiirin okuru. Modernist şiir tam etkisini, şairin getirdiği ile okurun bulunduğunu tespişt ettiği anda, onun şiir olmadığını düşünür. (2006; 90).
Otuzbir: Düz ya da açık anlatım bizi şiirselden kurtarıp şiire götürebilir. Şiire özgü öğeler unutulur da bu kez özenci (amateur) felsefe yapılmaya kalkışılırsa götürmeyebilir de. Ama açık anlatım gidilmesi zorunlu bir yoldur, yoksa bu otuzbirin insanı irdelemeden sürüp gideceği vardır (2006; 23). Bkz. Açık Anlatım.
Parazit Şiir/Şair: Bkz. Asalak Şiir/Şair.
Rönesans’ta Şiir: Rönesans’ta şiirin (öteki humanitas etkinlikleriyle birlikte) kazandığı önem bir zümre zevki’nin uzantısından başka bir şey değildir. Bundan böyle şiir bir güzel söz sanatı, “ifade-i meram” türlerinden biri olarak yaşayıp gidecektir. Modern şiire kadar uzanan bu uzun dönem boyunca ulusal edebiyatlar içinde şiiri sözel (verbal) bir teknikten fazla bir şey değildir, ama yine de Shakespeare gibi, Villon gibi modern şiirin onlarsız edemeyeceği seslere bu dönem içinde rastlayabiliyoruz. Şiir konusundaki genel yanlış kanının kökleşmesi bu uzun dönem boyunca şiir adı altında belirmiş metinler yüzündendir (2006; 51). Bkz. Modern Şiir.
Ruhî Cilayı Dile Getiren Şiir: Hayatın akışından tamamıyla kopuk bir ruhî cilayı dile getiren şiirler (2006; 91).
Sağduyu ve Şiir: Şiir ve düşünce gibi günlük hayatın eleştirisine, yeniden değerlendirilmesine, mahiyetinin sorgulanmasına ait alanlarda sağduyu bir engel olarak önümüze çıksa gerek (2006; 75). Bkz. Şiir ve Düşünce Dünyası.
Saymaca Şiir: Bugün Türk şiirinin varlığı saymaca (itibarî, conventional)’dır. Şairler şair oldukları, yani okuyucularında bir karşılık buldukları, okuyucuları için vazgeçilmez açılımların başlatıcıları oldukları için değil, “filâncalardan biri” oldukları için geçerliliklerini koruyorlar. Her “filâncalar kümesi” kendi birimini gümrük duvarlarıyla korumaktadır. Metni yazanın “bizden” olup olmaması onun gümrüğümüz koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağını belirtir (2006; 40, 41).
Son on yılda asalaklaşan Türk şiri, edebiyat dışı, şiir dışı etkenlerin yanı başında, o etkenlerle baş edebilecek ağırlık ve güçte bir söylem getirememekten ötürü asalaklaşmıştır (2006; 40).
Türk şiirinin bugün parazit olduğunun en belirgin kanıtı şairlerin ait oldukları ideolojik kampın ve uzlaşma çevresinin düşünsel şemsiyesi altında bulunuşlarıdır. Yani şiir kendi gücüyle değil, toplumsal bir konumun kirasıyla geçinebilmekte, şiire yabancı olan (hatta düşman olan) bir gövdede asalak yaşamaktadır. Şair de gerçek yerinde değildir bugün. Saymaca (conventionnel) şiiri “kıvırabilen” bir profesyoneldir artık (2006; 55, 56). Bkz. Asalak Şiir/Şair; Filancalardan Olmak…
Ses: Avant-Garde: Kurumlaşmanın, genel-geçer yargılara ödün verilerek öncü (avant-garde), yani henüz genel bilinç düzeyinde yankısını bulamayacak kadar esas meseleye yaklaşmış bir şiirsel ses (2006; 41).
Şairin Atılım Gücü: Halkın varoluş şartlarını, yaşama hakkını, özlemlerini, korkularını ve dünyaya bakış tarzını şiirin dokusu haline getiremeyen, halkın varoluşu ile kendi varoluşu arasındaki ilintiyi birinci mesele olarak almayan şairin günümüz Türkiye’sinde herhangi bir atılım gücü yoktur (2006; 77). Bkz. Günümüz Türkiye’sinde Şiir.
Şairin Bilgisi: Şairin bilgisi onun ait olduğu halkın neyi olduğuyla ilgilidir. Şair içinde yer aldığı halkın neyidir? Bu soruyu her şairin tek başına cevaplaması gerek (2006; 78).
Şairin Okuyucuya Bağımlılığı: Şairin okuyucuya bağımlılığı “vasat” adamın ortalama anlayışı yetke sayması demektir. Ortalama anlayış ise amiyane bir Kartezyen yaklaşımdan başka başka bir şey değildir (2006; 55).
Şiir: Şiir yaşamın damıtık durumu olmalı, böylece bir “biçim” kurulmalıdır. İmge de bu biçimin en önemli öğesi olduğuna göre, onu yaşamla temellendirmek gerekir. Altında bir yaşama serüveni yatmayan, yüzdeyüz bizim olmayan, insan tekinin sorunlarıyla bağı kopmuş imgeden şiiri uzak tutmalıyız (2006; 23).
Şiir-Anlam: Şiir anlamı kanatları altına alır. Anlam başka hiçbir yazılı metnin değil, şiirin kanatları altındadır. Şiirin veremediği bir şey kaldıysa çare tükenmiş demektir. Şiirde bulamadığını bir başka yerde bulacağını sanmanın bir anlamı yoktur. Gerçeklerin bu minval üzere olması sebebiyle şiire dair söz üretmenin işgüzarlıktan öteye geçmeyeceğini bilirim. Şiir bağlamında söz etme işgüzarlığına hasredilmiş bu kitaba çenebazlık adını yakıştırdım. İstedim ki çenebazlık sözü bir özür beyanına vesile olsun (2006; 10-11). Şiir anlamı kanatları altına aldığı zaman biyografi belirleyicilik vasfını kaybeder. Şiirde biyografi anlamı etkilemez, anlamdan etkilenir. Biz anlamlı karşıtlıkları keşfettiğimiz derecedeşiirden etkileniriz. İnsanın dünyada kendine hangi yeri seçtiğini şiir karşısında aldığı tavırla fark ederiz: İnsan kendini şiirin etkisine açık tutuyor mu; yoksa şiirden etkilenmemek için gerektiğini düşündüğü tedbirleri almış mı? Bu soruların cevabına tarihi gözden uzak tutarak ulaşamayız (2006; 11-12). Şiirde alttan akan bir düşüncenin (anlamın ya da bilincin) varlığını kabul ediyorum. Bu düşünce tohumunda özgürlüğü taşıyan ve insanın bir çok kesimlerini durmadan deşen, açığa vuran (betimleyen değil) tedirgin edici bir noktadır (2006;17).
Şiir Bir Deneyimdir: Intellect şairler “kabz” eder. Oysa şiir ancak “bast” durumunda ortaya çıkabilen, deneyimi ön plana alan bir etkinliktir. Şiir adına tehlikeyi göze alamayan birinin şiire yaklaşamayacağını iyi bilmek gerek (2006_ 55).
Şiir ile Dokunulabilir Dünya: Baudelaire ile birlikte modern şiirde yeni olan gerçek dünyaya karşı türetilmiş bir yapıntı dünyada avuntuyu aramak değil, çamuru gözyaşlarımızdan karılmış bulunan bu dünyanın gerçeğe göre nerede olduğunu araştırmayı mümkün kılabilecekbir somutluk alanını yakalayabilmek için göze alınan atılımdır. Dünyadan kaçış gerçekten kaçış değildir. Olgular dünyası modern insana özgü değerlerin ölçüye vurulabileceği bir mihengi sunmakta yetersiz kalmaktadır, öyleyse somut hakikatin ifadesini bulduğu bir alana çekilinmelidir. Şiir bu dünyadan vazgeçecek değildir, ama ısrarla dünyaya merkezi gerçeklik olan başka bir alandan bakacaktır. Dünya ancak böyle bir yerden bakıldığında dokunulabilir olur. Şiir intelect’in sözünü geçiremeyeceği bir bölgede egemenliğini kuracaktır artık. Şaire akıp giden olayların çerçevesi içinde kalınarak yakıştırılan her yafta geçersiz kalacaktır (2006; 54).
Şiir Logos’a İlişkin Bir Olaydır: Bkz. Logosa İlişkin Olay-Şiir.
Şiir Öncesi Duyarlık: Şiir öncesi duyarlığını hazırlayan, ozanın içinde yaşadığı düzendir. Toplumun, doğanın, eşyanın düzeni onda ham, kabaca belirli bir duyarlık yaratır. Bu duyarlık yargıların, yorumların, açıklamaların hem içinde hem üstündedir. Hem ussal hem duygusal öğelerin karmakarışık devinimi vardır bu duyarlıkta. Bu çıplak duyarlık doğurgandır (çünkü gerektiğinde dışarı vurur), doğaldır (çünkü yeti ile ilgilidir), dinamiktir (çünkü kültürle ilgilidir). Bu özellikleri şiir öncesi duyarlığın imgeye dönmesini sağlar (2006; 19, 20).
Şiir ve Düşünce Dünyası: Şiirin düşünce dünyasıyla ilişkisi onu zaafa uğratmıştır ve şiiri güçlendirecek olan da yine şiirin düşünce dünyasıyla kuracağı ilişkidir (2006; 74). Şiir ve düşünce gibi günlük hayatın eleştirisine, yeniden değerlendirilmesine, mahiyetinin sorgulanmasına ait alanlarda sağduyu bir engel olarak önümüze çıksa gerek (2006; 75).
Şiirde Düşünce: Şiirde alttan akan bir düşüncenin (anlamın ya da bilincin) varlığını kabul ediyorum. Bu düşünce tohumunda özgürlüğü taşıyan ve insanın bir çok kesimlerini durmadan deşen, açığa vuran (betimleyen değil) tedirgin edici bir noktadır (2006;17).
Düşünceleri yan yana, altalta getirmez şair. Şiar mantık ve sözü de birbiri üstüne yığmaz. Şair önce kelimelere, sonra mısralara ve nihayet şiirin bütününe bizim (dağılmış olan) beşerî durumumuzu toparlar. Varoluşumuza bağlı endişelerimizi kümeler. Bu yüzden şiir ile düşünce arasında bir bağ aramak anlamını kaybeder ama şiir düşünmenin farklı bir türü olarak karşımıza çıkar (2006; 76). Bkz. Şiir-Anlam. Şiir ve Düşünce Dünyası.
Şiire İlgi Duymanın Gerekçesi: Şiire demon-krasi karşısında gücümüzü toparlayabileceğimiz bir soluklanma alanı olduğu için ilgi duymamız gerek (2006; 62).
Şiiri Anlamak Demek: Şiiri anlamak demek, okuyucunun da kendini, daha önce şairin çekilmiş bulunduğu sabit merkezli evrene (sephere) çekmesi demektir (2006; 46).
Şiiri Gerektiren Ortam: Şiir dediğimiz araştırma ve sorgulama yolunun açılmasını gerekli ve zorunlu kılan ortam evrenin nesnel ve somut bir gerçeklik olarak insan teki için anlamını yitirdiği bir ortamdır (2006;44).
Şiirin Başlangıcı: Tek insana özgü sese şiirin başlangıcı diyoruz (2006; 46).
Şiirin Doğasını Kavramak: Şiirin doğasını kavramak bakımından bizim asıl üzerinde durmak zorunda olduğumuz insan varlığının (entite) şu ya da bu yaşama biçimi dolayısıyla gösterdiği tepkidir. Toplum organik bir yaşama düzenine ne oranda yakın ise söz konusu tepkinin de insan hayatının bütünü içinde erimeye elverişli olacağını düşünebiliyoruz (2006; 48, 49).
Şiirin Gücü: Şiir, gücünü, bir düşünce dizisinin, bir öğretinin sözcüsü olmaya dayayamaz (2006;17).
Şiirin Önem Kazanması: Türkiye’de şiir önemini toplumun kavrayış tarzının geride bırakılması düşüncesi doğduğu zaman kazanmıştır. Şiir önem sahibi olduysa bu, ülkemiz insanının kendine kimlik arayışına dolaysız bir araç olabildiği içindir (2006; 40).
Şiirin Üç Öğesi: Duygu, us ve dil, şiirin üçöğesi imge yoluyla girdikleri düzende başarıya ulaşıyorlar. Bu sentez insan ilişkilerini deşerken, açığa vururken özgün ve dengeli bir şiir yapısı ortaya koyuyor (2006;20).
Şiiri İmgeye Dayandırmak: Şiiri simgeye değil, imgeye dayanmış kabul etmek, şiirin bir kopya değil, bir yaratış olduğunu anlamakla kolayca varılabilecek bir noktadır (2006;19).
Şiirin Ortaya Konulmasındaki Evreler: Şiir ortaya konurken üç evreden geçtiğini göz önünde tutuyorum. Birincisi şiir öncesi duyarlığı, ikincisi bu duyarlığın yarattığı imge, üçüncüsü imgenin ozanın ussal ve eleştirel gücüyle sınırlanıp şiirleşmesi. Bu evrelerin sınırları kesin değildir, yeryer birbiri içine girmiş olabilirler (2006; 19).
Şiirselden Kurtulmak: Bkz. Açık Anlatım; Otuzbir.
Turgut Uyar: Hem “Garip”çilerin hem “İkinci Yeni”nin eksiklikleri ortada. Biri havada kalan özün diğeri biçimin örneğini verdi. Garip üçlüsü özün (daha çok ussal-duygusal bileşim) şiirin özgün düşüncesinden uzak (imgeye daha az yer veren) yönüyle ilgilendi. İmgenin baskın olduğu “İkinci Yeni” ise “Garip”çilerin bu eksiğini tamamlarken şiirin bir başka yerinde gedik bıraktı. 60 Sonrası kuşağının yer yer E. Cansever ve T. Uyar etkisinde kalması çok önemli. Çünkü bu iki ozan (özellikle T. Uyar’ın dilinin işlekliği) dengeye yaklaşan ozanlardır. İmgeyi usa ve idle en iyi uygulayan, insan ilişkilerini ele alırken “metaphor”ların gücünden en iyi yararlanan bu ozanlardır. En genç kuşak da bu yönde bir seçme yapmış, kendi özgün sentezine varırken bu ozanları atlama tahtası olarak almıştır (2006; 21).
Türk Şiirinde Son Büyük Atılım: Türk şiiri son büyük atılımını 1954-59 yılları arasında yaptı. Bu atılımın “akım” olarak değeri sıfıra indirgendi çoktan, ama tek tek şairlerin kurup geliştirdikleriyle oluşan özsu, uzun süre ülke şiirini besledi. Yirmi yıldır Türk şirinde “atılım” yok (2006; 37).
Ustalık: Şiirin bir ustalık, dilin belli ölçülere uyup maharetle kullanılması olarak ortaya çıkışı bir zekâ gösterisini, bir nükte yeteneğini şiir diye kabul ettirmeye götürür bizi; tek insana özgü içten, içerden bilgiye götürmez (2006; 52).
Yeniden Doğan Şiir: Gırtlağı Descartes felsefesiyle kesilmiş bulunan şiir, kapitalizmin bir dünya sistemi olarak gücünü tartışmasız ölçüde gösterdiği, insanların kendilerini doğaya karşı açılmış savaşın ateş hattında buldukları, bireyin amansız Devlet ve Sanayi örgütlenmesi karşısında ezildiği bir ortamda yeniden ve yepyeni bir kimlikle doğmuştur (2006; 53). Bkz. Modern Şiir.
——-
(*)- Bu sözlükçe; Çenebazlık, İsmet Özel. Şule Yayınları, Eylül 2006 baskılı yayın esas alınarak hazırlanmıştır.Eksikliklerin giderilebilmesi için şairin diğer yazılarının taranıp sözlükçeye eklenmesi gerekmektedir.
(**)-Sözlükçede parantez içerisinde yer alanlar rakamlardan ilki, İsmet Özel’in kitaplarının yayın yılı esas alınarak eseri (2006=Çenebazlık), diğer sayı ise yayın yılı esas alınan eserin sayfa numarasını göstermektedir.