S O Y L U E D E B İ Y A T
türk resim sanatı tar
TÜRK RESİM SANATI TARİHİResim sanatı, Osmanlı kültüründe en belirgin şekliyle minyatürlerde kendisini bulmuştur. Çağdaş anlamda resim sanatına ait eserler olarak kabul etmesek de, Türk resim sanatının kalbi ve temeli minyatür sanatında yatmaktadır.
Yüzyıllar boyunca aşamalarla gelişimini sürdüren minyatür sanatının giderek resimleşmesinden söz edilebilse de, 19. yüzyıla kadar resim sanatının tam anlamıyla icra edilebildiğinden söz etmek imkansızdır. Saray nakkaşhanesinde gelişen ve sürekli bir evrim geçiren minyatürün hikayesini, Minyatür sayfalarımızda bulabilirsiniz. Resim sanatı ise, minyatürün 18. yüzyılda eriştiği derinlik, ışık gibi resimsel kaygıları taşımaya başladığı aşamadaki altyapı üzerine kurulmuştur diyebiliriz.
Sanatçı kişiliği ile tanınan III. Selim’in saltanat dönemi, Osmanlının kendini yenileme ihtiyacının bir arayışa ve uygulamaya dönüşmeye başladığı ilk dönem kabul edilebilir. Bu dönemde pek çok sanatçı, eski dönemlerle kıyaslanmayacak bir çoklukta Osmanlı topraklarına gelmeye başlamıştır. Bunlar arasında Melling, Hilair, Allom, Bartlett, Antoine de Favray, van Mour gibi sanatçılar İstanbul’un başlıca mesire yerlerini resimlemek amacıyla çalışmalar yapmışlar ve Boğaziçi Ressamları olarak isim yapmışlardır. Bunlar arasından Melling, Danimarka elçisinin aracılığıyla dönemin padişahı III. Selim'in kızkardeşi Hatice Sultan'ın hizmetine girmiş, 20 yıl boyunca İstanbul’da kalarak pek çok eser vermiştir.
19. yüzyıla gelindiğinde, geçmiş yüzyılda başlamış olan batılılaşma hareketlerinin doğal sonucu olarak Fransız ve barok – rokoko etkileri hat safhaya ulaşmıştır. Bu sanat akımlarının ortaya çıkardığı görsel biçem, gelişiminin son evresinde olarak kabul edilen minyatür sanatı içinde yerini bulamamıştır. Bu yüzyıl boyunca dekoratif anlamda duvar resmi çalışmalarının da bir moda olarak sürekliliğini korumasıyla, batılı anlamda resim sanatının Osmanlı’da tekrar doğduğundan bahsetmek abartı olmaz. Bu dönemde duvar resmi olarak çeşitli şehir manzaraları, peysajlar ve dekoratif kompozisyonlar oldukça yaygın resmedilmişlerdir. Bu gelişmelere önayak olan ve hatta körükleyen başlıca unsur da, sanat izleyicisi olan kitlelerin batılı, özellikle de Fransız yaşam tarzını benimseme eğilimleridir.
Bununla birlikte Batı’da da birkaç akım bir arada Türk resim sanatına etki etmiştir. Oryantalist akım, batı sosyetesinde bir Osmanlı ve doğu motifleri kullanma merakı geliştirmiş, Romantizm ise daha çok sanatçının doğu topraklarını, özellikle Osmanlı ülkesini keşfetme merakını kamçılamıştır. Böylece, Avrupa’da moda olan Osmanlı ve doğu eğilimleri, sanatçıları Doğu’ya itmiştir. Böylece Osmanlı Saray ve ona yakın kesimlerinde bir resim merakının geliştiğine şüphe yoktur.
III. Selim döneminin yenileşme hareketlerinin resim sanatını kökten etkileyen ön önemli hamlesi Mühendishane-i Berri Humayun’dur. Yeni teknik ve bilgilerle eğitilmiş uzman personel yetiştirmek amacıyla kurulan bir okul olan Mühendishane-i Berri Humayun 1793-94 yıllarında eğitime başlamıştır. Daha çok askeri amaçlarla resim teknikleri öğretilmekle beraber, bu örnek daha sonra Harbiye ve diğer askeri okullarda da uygulanmıştır. (Tıbbiye/1827, Harbiye/1834). Bu okullarda yetişmiş asker ressamlar olan Ferik İbrahim Paşa, Ferik Tevfik Paşa ve Hüsnü Yusuf gerçek anlamda resim sanatını ilk uygulayan ressamlardandır. Bu sanatçıların tarz olarak belirgin bir tarzlarının olmadığını da eklemek gerekir, ancak temel teşkil etmesi açısından oldukça önem taşırlar. II. Mahmut (1808- 1839) ve Abdülmecid (1839- 1861) gibi sanatsever ve yenilikçi padişahlar, bu sanatçıları destekleyerek, gelecek sanatçı kuşaklara da zemin hazırlamışlardır.
Bu kuşak Türk resim sanatının başlangıcı kabul edilen üç büyük sanatçı ile anılır: Osman Hamdi Bey(d.1842), Şeker Ahmet Paşa (d.1841) ve Süleyman Seyyid (d.1842). Başlangıç olarak kabul edilmelerinin en önemli nedeni, belirli bir üslup geliştirmiş olmalarıdır. Sadece tuval üzerinde değil, yaşam tarzı ve projeleri ile de Türkiye’de sanatın genel altyapısı üzerine büyük etkileri olmuştur. Askeri eğitim almış olmalarına karşın, sivil değerleri geliştirme amacıyla Avrupa’da eğitimlerini sürdürme olanağına sahip olmuşlardır. Kendisi de resim meraklısı olan ve hatta resim yapan Sultan Abdülaziz, bu sanatçıların eğitimini ve dolayısıyla Türk resim sanatının gelişim çizgisini destekleyen en önemli şahsiyet olarak anılır. Hatta eğitimleri sürmekteyken Paris’te Mekteb-i Osmani’yi ziyaret eden padişah, Şeker Ahmet Paşa’yı bazı resimler seçerek satın almak konusunda bizzat görevlendirmiştir.
1857'de babası tarafından hukuk eğitimi almak üzere Paris'e yollanan ancak burada resme ilgi duyarak Boulanger ve Gerome'un atölyelerinde çalışan Osman Hamdi de bu ortamda yetişmiştir.
Bu sanatçılar 1870 yıllarının başında ülkeye geri dönmüşlerdir. Klasik/ akademik tarzdaki resimlerinde manzara, natürmort ve ilk olarak figür resmine yer vermişlerdir. Şeker Ahmet manzara, Süleyman Seyyid natürmort ve Osman Hamdi figür resmi konusuna ağırlık vermişlerdir. Onların sanatsal üretimlerinin önemi tartışılamaz ancak gerçekleştirdikleri faaliyetler ve geleceğe dönük çabalar apayrı bir önem taşır.
Şeker Ahmet Paşa, 1873 yılında İstanbul'da, Türkiye'deki ilk resim sergisini düzenlemiştir. Bunu, 1875'deki ikinci bir sergi izler. Aslen, daha önce münferit sergi etkinlikleri olmamış değildir ancak, Şeker Ahmet Paşa'nın sergi etkinlikleri kurumsallaşma eğiliminde olan çalışmalar olarak iz bırakmışlardır. 1900'de Pera'da açtığı kişisel serginin ardından 1901-3 yılları arasında İstanbul Sergileri'nin düzenlenmesine de öncülük etmiştir.
Çeşitli okullarda resim öğretmenliği yapan ve bazı gazetelerde yazı ve çevirileri yayınlanan Süleyman Seyyid ayrıca yayınlanmamış bir kitap olan Fenni Menazır'ı yazmıştır.
Osman Hamdi Bey ise; diğer iki sanatçı gibi asker kökenli değildir. Resimlerinde diğerleri kadar ileri dönük bir alyapıya da sahip değildir. Ancak Türk resim sanatının gelişim çizgisinde büyük önem taşıyan figüratif yaklaşımı resimlerinde sergilemiştir. Kompozisyonlarında, doğu kültürünün altyapısını oluşturan değerleri sürekli işlemiş, üretici, tartışan ve düşünen figürleriyle Batı’ya Osmanlıyı anlatmaya çalışarak, felsefi bir altyapıyı izlemiştir. Bu tarz bazı sanat tarihçileri tarafından, Oryantalist akıma verilen bir cevap ve doğu – batı sentezi için sanatsal bir önerme olarak kabul edilmektedir.
Osman Hamdi Bey’in sivil bir isim olarak Türk resim sanatına kattıkları sadece eserleri değildir. Sayısız sanatçı yetiştirmiş ve hala yetiştirmekte olan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi (Mimar Sinan Üniversitesi) onun projesi olarak kurulmuş (1883) ve yıllarca kendisinin müdürlüğü altında yönetilmiştir. İstanbul Arkeoloji Müzesi ise dünya çapında bir kurum olarak gene onun Türk sanat ve arkeoloji bilimine mirasıdır.
Abdülmecid ve Abdülaziz, bu gelecek vadeden kuşağa verdikleri desteğin yanı sıra, yabancı ressamlara da büyük ilgi gösteriyorlardı. Bu yabancı ressamların Türk resminin gelişimine sağladıkları katkı üslup olarak değilse bile resme olan ilginin gelişimi kapsamında dikkate değerdir. Bu ressamları çeken, Osmanlı sarayının ve aristokrasisinin kültürel kabuk değişimiyle bağlantılı olarak resme duydukları canlı ilginin yanı sıra, Avrupa'da moda olan ve geniş bir piyasası bulunan Oryantalist resim konusunda kendilerini ispatlamaktı.
Bunlar arasında bazıları İstanbul'a olan tutkuları veya Türk resmine sağladıkları katkılarla diğerlerinden ayrılırlar. Amedeo Preziosi (1816- 1882) ve Leonardo de Mango (1843- 1930) İstanbul'a yerleşip hayatlarının sonuna kadar bu kentte yaşamışlardır. Aivazovsky (1817- 1900), resimlerinde büyük bir tutkuyla sevdiği İstanbul'u defalarca kez ele almış, şehre bir çok kez gelmiştir. Guillemet (1827- 1878), 1874 yılında İstanbul'da bir özel desen ve resim akademisi kurması ile önem kazanır. İtalyan ressam Zonaro (1854- 1929), İstanbul'da çok sayıda resim üretmiştir.
İlk kuşağın olgunluk dönemlerine rastlayan çıkışlarıyla ikinci kuşaktan Halil Paşa (1857-1939) ve Hoca Ali Rıza (1864-1930) dikkat çeken isimlerdir. Onların üslubunu sürdürerek kısmen geliştirdikleri söylenebilir. 1880 – 1888 yılları arasında Paris’te bulunan Halil Paşa, izlenimci akımın filizlerinden etkilenmiş ve manzara ve portre türünde harika eserler vermiştir. Almış olduğu klasik/akademik eğitime izlenimci nüvesini de katarak özgün bir birleşim sergiler.
Hoca Ali Riza ise, büyük doğa sevgisini katarak resmettiği İstanbul tuvalleriyle kendisinden sonraki sanatçı kuşağını derinden etkilemiş bir isimdir. Özellikle karakalem eskizlerinde belirgin olan güçlü deseni ile kendine özgü tarzı sonraki dönemlerde takipçiler bulmuştur. Aynı dönem ressamları arasında öne çıkan şu isimler sayılabilir: Hüzeyin Zekai Paşa (1860- 1919), Ahmet Ziya Akbulut (1869- 1938), Ömer Adil (1868- 1928), Osman Asaf (1869- 1935).
Meşrutiyet'in ilanıyla yeni bir girişimcilik ruhu ortaya çıkmıştır. 1880'li yılların başlarında doğan bir grup genç ressam Osmanlı Ressamlar Cemiyeti adıyla dernekleşmişler ve bu ruhun sanatsal yansımasını tarihe geçirmişlerdir.
Mehmet Ruhi Arel'in Şehzadebaşı'ndaki evinde yapılan toplantılarda kuruluşu planlanan dernek üyeleri arasında; Mehmet Ruhi Arel, Sami Yetik, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, (sonradan katılan) Nazmi Ziya, Avni Lifij, Mehmet Ali Laga, Feyhaman Duran, Vecihi Bereketoğlu, Namık İsmail, Celal Esat Arseven, Mihri Müşfik ve Müfide Kadri gibi isimler bulunmaktadır. Bu isimlerin Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi mezunları olmaları nedeniyle, Türk resim sanatı tarihinde önemli bir olay olan bu kuruluşun mimarını Osman Hamdi Bey olarak da kabul edebiliriz. Hoca Ali Rıza, Ahmet Ziya Akbulut, Şevket Dağ, Osman Asaf ve cemiyete büyük destek sağlayan Şehzade Abdülmecit gibi yaşça daha büyük olan ressamlar da, bu gençlerin arasında yer almışlardır. Bununla beraber, cemiyetin etkinliklerinin odağını, sonradan 14 Kuşağı olarak tanınacak olan genç sanatçılar oluşturmaktadır. Cemiyet, 1929'da Güzel Sanatlar Birliği adıyla faaliyetini sürdürmüş, Cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar etkin olmuştur.
1911- 1914 yılları arasında çıkarttıkları Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, çağdaş Türk sanatı tarihi açısından, plastik sanatlar alanına yoğunlaşan ilk süreli yayın olma niteliğini taşımasıyla önem kazanmaktadır. Sanayi-i Nefise'nin ilk mezunlarından Osman Asaf'ın sorumlu yöneticisi olduğu gazetede; sanatçıların resim ile ilgili yazıları, çevirileri, fotoğrafları yer almıştır.
II. Meşrutiyet'i izleyen iki yıl içerisinde, pek çok genç sanatçı özellikle Paris’e gitmiştir. Böylece, burada küçük bir Türk sanatçı kolonisi oluşmuştur. Avni Lifij, Feyhaman Duran, Sami Yetik, Ruhi Arel, Ali Sami Boyar, Nazmi Ziya, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Namık İsmail gibi isimler, burada Jean- Paul Laurens, Cormon gibi hocaların atölyelerinde eğitim görmüşlerdir.
Bu sıralarda Paris’te izlenimci akımı geride bırakan büyük sanatçıların çalışmaları tartışılmaktaydı. Picasso, Matisse, Modigliani gibi sanatçılar yeni bir çığırı açmaktaydılar. Kübizm ve fovizm rüzgarları esmekteydi. Müzelerde görülen en yenilikçi sanat ise izlenimcilikti. Kendi ülkelerindeki akademik üsluptan sonra, izlenimci resim onlara çok modern ve yenilikçi gelmekteydi. Ancak, yağlıboya resim hocaları Valeri, akademik anlayışın dışına çıkılmasından hoşlanmayan bir şahsiyetti.
Bu dönemin akademik anlayışını; koyu gölgeler ve renklerin kullanımı, fırça vuruşlarının belli olmadığı pürüzsüz bir yüzey ve doğal gerçeğe benzerlik olarak yorumlayabiliriz. Oysa izlenimcilik; güneşin altındaki doğanın anlık izlenimleri, ışık ve canlı renkler, savruk fırça darbeleri ve lekeler olarak belirmektedir. Akademik resimde, boya paletin üzerinde karıştırılarak tuvale aktarılır; oysa izlenimcilikte, doğrudan tuval yüzeyi üzerinde renkli fırça vuruşları yan yana getirilerek etki yaratılır.
Paris misafirliği Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla sona ermiş, yurda dönen sanatçılar, 1914 yılına atfen 14 Kuşağı adı almışlardır. Yeni bir resim anlayışını, emprestyonizmi temsil eden bu sanatçılar, Çallı Kuşağı olarak da anılır. Bunun nedeni, liderlik vasıflarının Çallı’da daha baskın olmasındandır. Üslup olarak ise Nazmi Ziya daha fazla öne çıkar. Bu kuşağın en büyük etkisi ise, Akademi kadrolarında yer alarak, önceki hocaların statükocu akademik anlayışlarını değiştirmeleridir.
14 Kuşağı, portre, natürmort ve peysaj olarak verdiği eserlerin yanı sıra, figüratif yaklaşım içine nü çalışmalarını da sokmalarıyla ayrıca önemlidirler. Türk resim sanatında ilk nü çalışmaları bu grubun tuvallerinde görülmüştür.
Türk resim sanatı tarihinin önemli bir noktası da, kız öğrancilerin eğitim imkanına kavuşmasıdır. 1914 yılında kurulan Sanayi-i Nefise, sadece kız öğrencilerin devam ettiği bir sanat okuluydu. İlk müdiresi olan Mihri Müşfik Hanım, girişkenliği ile bu kurumun ortaya çıkmasında en büyük etken olmuştur. Mihri Müşfik, Güzin Duran, Nazlı Ecevit ilk Türk kadın ressamları arasında yer alırlar.
Böylece, 1914 yılında kızlar için bir güzel sanatlar okulu kurulmuştur. İnas Sanayi-i Nefise adıyla kurulan bu okulun müdireliğine atanan Mihri Müşfik hanımın girişkenliği, bu okulun kurulma ve gelişme aşamalarında önemli rol oynayan bir etken olmuştur. Okulun sonraki müdürü Ömer Adil'in, Kızlar Atölyesi adlı resmi günümüze gelen önemli bir belgedir. Mihri Müşfik, Güzin Duran, Nazlı Ecevit ilk Türk kadın ressamları arasında yer alırlar. Üslup ve anlayış olarak, erkek meslektaşlarından hiç de geri kalmamışlardır. Bu, sonraki dönemler için de geçerli olan bir durumdur. İnas'ta yetişen Fahr El Nissa Zeid, Türk resminin en önemli isimleri arasında yer alacak bir kişiliktir. Cumhuriyet'in ilk kuşak sanatçıları arasında tanıyacağımız Mihri Müşfik Hanım’ın yeğeni olan Hale Asaf ise, kısa ömrüne büyük bir ressam kişiliği sığdırmıştır. Bu okul 1926 yılında kapatılarak, öğrencileri Akademi’de erkek öğrencilerle birlikte eğitimlerini sürdürmüşlerdir.
Cumhuriyet döneminin göze çarpan simalarından biri de Namık İsmail’dir. Onun manzaraları, ışık ve renge dayalı kalın fırça darbeleri ve leke değerleriyle ortaya çıkan sağlam bir plastik dilin en dikkat çekici örnekleridir. Harman ve Ankara Kalesi gibi tanınmış resimlerinin dışında, İstanbul, Paris, Venedik görünümleri, deniz ve kır manzaraları, mimari yapılar onun vazgeçilmez konuları olmuştur. Namık İsmail'in sanatı, doruk ifadesini bu manzaralarda bulmuştur. Ancak, Osman Hamdi’nin yöneticilik mirasına sahip çıkarak Güzel Sanatlar Akademisi’nin müdürlüğünü üstlenmiş ve döneminden sonrasını etkileyen bir vizyonla, devletin sanat politikasının oluşturulmasına kadar katkılar sağlamış bir isimdir.