S O Y L U E D E B İ Y A T

enis batur poetika sözlüğü



Enis Batur’un Poetik Sözlüğü
*

“Şairin beyaz derilisine, gerçek bir şairse aradığınız, rastlayamazsınız.”

“Şiir, birdenbire yazılsa bile, birdenbire yazılamaz.”
(Smokinli Berduş’tan)

Adlandırmak: Adlandırmak, imlemden anlama, adlandırmaya doğru adım atmaktır (SD; 66). Bkz. Anlam; Anlamlandırma.

Ahmet Hâşim: Yapıtını simgeciliğin, izlenimciliğin hizasına yerleştirenlerin görüşüne katılmıyorum: Onlardan ne akmışsa akmıştır şiirine, hattâ nesrine; gene de Hâşim’i bir post-romantik saymak gerekir: Büyük rahatsızlığı’na bakıp (SB; 167).

21 Şubat 1918’de, mart yerine ocakla başlayan garbî takvimin gelmesine 26 Aralık 1925’te yürürlüğe giren alafranga saat eklenince Hâşim’in poetik kronometresin bozulmuş olduğunu unutmamak gerekir. Hayat ve şiir, koşut değişimlerin eşiğindedir (SB; 170).

O yaşamın gerçeklik düzleminden kopmuş, imgelemin derin, alacakaranlık, geceye komşu bölgelerinde serpilecek bir şiirin, sanatın peşindeydi (SB; 171).

Ahmet Oktay: Bkz. Sarhoşken Yazmak.

Alışkanlık: İnsanların kafalarında, beğeni zarflarının, alışkanlık kutularının içinde şiir tanımları, ölçüleri, kalıpları var. Onlara sığmayan örnekler karşılarına çıktığında, tırnaklarını çıkarıyor onlar da (SD; 52).

Alışmış okur şairin baş düşmanıdır (SD; 52).

“Garip” şiirine sevdalananlar II. Yeni’yi benimsemekte güçlük çektiler, genellikle de o eşiği aşamadılarsa, II. Yeni sevdalıları da Cansever’in, Cemal Süreya’nın, Ece’nin ya da II. Yeni’nin son önemli temsilcisi saydığım İsmet Özel’in ötesine gidemediler. O imge sistemi şiir “beğeni”lerinin motoru olmuş, alışkanlığın eksenine yer etmişti. Oysa 1965’te “Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi / Yüzüm giyotine abone” diye dilegetiren şair bir devrim yapıyordu da, 1974’te “kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm” derken iyi bir izsürücüydü epi topu (SB; 77). Bkz. Çağ, Çağımız.

Anlam: Şiirde Anlam, olduğu kadar vardır. Bir boş söz değil bu. Şiirde Anlam arandığı, şiire Anlam(lar) yakıştırıldığı, yüklendiği için kurdum o cümleyi. Yoktur denilemez, diyemiyorum; bir, birkaç anlamsal ekleme rastlayabilirsiniz bir şiiri okurken, ama onu ele avuca alıp somutlayamayız kolayca. Soyutlamak gerekir, çünkü şiir, her şiir eninde sonunda soyutlamaya dayanır, “somut şiirler” en başta olmak üzere. Anlamdan önce musikî anlama hepten ağır basabilir: Şiir önce ritm’dir – kendi ritmi. O olmadan, olmazsa, olmadığından ortaya “başka” bir metin türü çıkar. Nesirden şiiri ayıracaksak bu ritmle ayıracağız (SD; 53). Bkz. Anlamlandırmak; Adlandırmak; Şiirin Anlaşılması.

Bir şiirin “anlam”ını kuşatmanın, çerçeveleme çabası vermenin güçlüğünü biliyoruz. Şiirsel metinler için haydi haydi geçerli saydığım “açık yapıt” kavramı bize pencere açıyor burada: Biri şiirin semantik dokusu, geniş çapta onun müzikal yapısına bağlı bir gelişim gösterir (SD; 89).

Şiir ister istemez Anlam’la yaralıdır (SB; 86). Bkz. Musikî ve Şiir.

Anlamlandırmak: Anlam/landırma, özde eklemlemeyle bağlantılıdır. Bir anlatma durumu, eğrisi doğmuşsa, anlamın peşine takılır zihin: Ne’yi nasıl diyor, o çifte soru, kendi kendine kısa devre yaratır hemen. İşte Dîvan şiirleri, tipik birer pusu niteliği bundan taşırlar. Hem vardır anlatı tabakası, hem de eksiktir, eksiltilmiştir. Düpedüz eksilti diyemez miyiz buna, düpedüz eksiltili diyemeyiz. Hem şiirde payı vardır eksiltinin, hem de şiirde anlatma eğilimi yoktur (SD; 54). Bkz. Anlam; Eksiltme; Adlandırmak; Şiirin Anlaşılması.

Anlatmak: Bkz. Şiirde Susku; Eksiltme, Eksiltilmiş Anlatı.

Aykırılık: Eskil çağlarda kamusal bir varlık, anonim bir sesti şiir; toplumun ağır değişimini aynı hızla yansıtıyordu. Ama, bireysel kalıba dönüşmeye başlamasıyla birlikte öncü çıktı şair: Toplumsal değişimden önce konuşma yönünü tutarak tedirgin etti kurumsal yetkeyi. Giderek kaçınılmaz, süreğen bir baskı oluştu üzerinde: Ya saraya, inanca çekilecek; ya da sürgüne gönderilecek, olmadı azledilecekti. Villon, Nef’î, Dante bu yazgının bilinen örnekleridir. Octavio Paz şöyle açıklıyor bu ayrılığı: “Toplumsal yaşama katılmasına, dönemin inançlarına derin bağlılıklar göstermesine karşın şair ayrı kalan bir yaratık, tam anlamıyla bir mezhep-dışıdır: İçinde yaşadığı cemaatin bireylerinin söylediklerini söylediğinde bile başka şey söylemektedir. Devletlerin ve kiliselerin şiire karşı duydukları güvensizlik yalnızca bu güçlerin sömürücülüğünden gelmez: Şiirsel sözün ırası bile yeterlidir bu duyguyu uyandırmaya” (SB; 114, 115).
Batılı: Batılı, ekonomik-siyasal düzlemde öteki’nin kanını emerken bir yandan da kültürünü öğrenmeyi savsaklamamıştır (SB; 161).

Behçet Necatigil: Bkz. Ortak Dil.

Bonnefoy’nın Şiiri: Bkz. Ünlemsel Şiir.

Buraya Ait Olma: Şairin, şiirin buraya ait olması şart değildir; başka bir yere de ait olabilirler, hiçbir yer de – olabiliyorsa. Bizim şairimizi hiza açısından yanıltıp anakronikleştiren, “buraya ait olma”yı garantili bir hedef sayarak yola çıkmış olması olmuştur (SB; 163): Bkz. Yahya Kemal.

Cahit Zarifoğlu: Cahit Zarifoğlu, müslğmanlık ve salyangoz gibi kaba tanımlarla uç burçlara itilmiş bir ortamda şiirini ele veremezdi: Rilke, Trakl, Benn tarzı şairlerden dünyasına sızmış ışığı o küçük kavmin dışından kimse göremiyordu; inancının beslediği yatağın dokusundan da bir şey anlayabilecek donanımda sayılamazdı ortak bir yolculuğu paylaştığı insanlar: Morg’la musalla taşının seyrek bir alaşım oluşturduğu şiirine aslında bakakalındı, diyorum (SB; 334).

Cemal Süreya: Cemal Süreya, ilk kitabıyla bir yol açıcı olma ünvanını hak kazanan seyrek şairler arasına oturur (SB; 277).

Max Jacob, Prevert, Apollinaire olmasaydı Cemal Süreya şiiri olabilir miydi? (SB; 217).

Nedir Cemal Süreya’nın Apollinaire’den öğrendiği? İçinde yaşanılan dünyanın paramparça seyri içinden bütünlüklü, ama dağınıklığının haslığından çekinmeyen bir film kurmak. Göçebe, müthiş bir sinematografi de getirir (SB; 277, 278).

Türk şiirinin en siyasî temsilcilerinden biridir Cemal Süreya. Yasa, aile, düzen, okul, esnaf, para politikası, bağımsızlık, isyan ve benzeri temalarının zincirleme gelişlerine bakmak bir çözüm: Poetik hamcını zorlamadan, bütün bir zihniyet taramasına girişmiş, uzun uzun hesaplaşarak şiirin eksenini çözmeden ne söyleyecekse, dimdik söylemiştir. Sloganları kendi dilindendir. İmge çatısını dağıtmadan aktüel konularda açık seçik söz kurmuştur (SB; 279).

Eski biçimlerle yeni içerikler çok denendi bizim şiirimizde – ama halk edebiyatının sahici temposuyla yalnız Cemal Süreya modern bir şiir kurabildi. Bu buluşuna sığınmadı, biçimlerden ve kalıplardan çok sessel ve ritmik yararlanmalara dayanarak beslenme dozunu arttırmayı başardı (SB; 279).

Cemal Süreya’nın şiiri böyle değil midir: Uzanır uzanmaz tutabileceğimiz kadar yakın ve o an elimizden sıvışıp gidecek kadar da uçarı? (SB; 280).

Cinli Bölge: Bkz. Gövde Siyaseti ve Şiir.

Çağ, Çağımız: Şiirin, koyulmuş barikatları çoktan aştığı bir çağdayız – şairin seçtiklerini, benimsediklerini saymayacak olursak (SD; 63). Bkz. Alışkanlık.

Yenilikleri öylesine çabuk eskiten bir çağı tamamlıyoruz ki (SB; 264).

Çağcıl Şair ve Toplum: Çağcıl şair, içine düştüğü tuzağa çoklukla yenik düşmüştür. Tuzaktan sıyrılma yolunsa, tuzağa düşmeme yolunda XIX. Yüzyılla birlikte önüne çıkan iki seçeneğin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra keskinleşmesi, bir bakıma “can havliyle” kendisine yada ötekine sarılmasına bağlı olmuştur. Bir anlatım devrimi yapmak, böylece güçlü bir iç deney bilgisine varmak: İçrek, kapalı bir dile gömmüştür onu. Öyle ki, aynı sert kavisle, şair, kendisini dıştalayan toplumu dıştalamış, yüzyıllardır belli bir ivmeyle karşı kefeyi güçlendiren toplumsal sözleşmeye sırtını dönmüştür. Öteki seçenek de, aynı dürtüyle, onu bir öc alma duygusuna taşımıştır: Kentsoylu sınıf, anamalcı Pazar onu dıştaladığına göre, şair bu sınıfın egemenliğini, Pazar anlayışını ters çevirmeyi, dahası yıkmayı ya da dönüştürmeyi savlayan öğretilerle anlaşmaya girecek, bununla da yetinmeyip dil’ini ve kimliğini bu yolda sözcü kılacaktır: Mayakovski ve Ezra Pound bu seçimin çağımızdaki en tipik örnekleridir (SB; 121). Bkz. Devrim ve Şiir.

Bir artık-emektir şimdi şiir; içeriye girmek istemediği için dışarıda kalacak, kendisine bütünüyle ve dizgeselliğiyle karşı çıkan Aktöre’nin karşısında bir karatöre kuracaktır – Değişim’in ilk, ana yasasıdır bu (SB; 122).

Çekirdek-İmge Şiiri: Bkz. Şiirin Ortaya Çıkış Halleri.

Çeviri: Bir şiirsel metnin en uygun çevirisi, kimliğini iki ucun, yazılışının ve yeniden-yazılışının arasında aramış olanıdır, düşüncesindeyim (SD; 90).

Değişimin Ana Yasası: Bkz. Çağcıl Şair ve Toplum.

Deneme: Deneme, dokunup geçmektir çoğu zaman, gece yarısı açık denizde yanıp sönen bir fener, iki tuhaf uç arasında çevrilmiş bir kısa filmdir. Ben öyle şeyleri severi (SB; 75).

Devlete Uzaklık: Ece Ayhan ve Sezai Karakoç, Devlet’e eşit uzaklıktadırlar (..), şiirle kurdukları iktidara bakmak gerekir (SB; 144). Bkz. Yahya Kemal.

Devrim ve Şiir: Şiir devrimiyle Devrim şiiri ya da Karşı-Devrim şiiri bir değildir. Devrim süreklilik de değildir ne yazık ki: Ne kadar sürerse sürsün bir andır – biter eninde sonunda, toplum ve tarih yorulur, dinlenmeye koyulur: Yıkılan düzenin yerine bir başkası kurulur. Düzen değişmiş, düzen olma niteliği aynı kalmıştır. Oysa şiir, Cemal Süreya’nın vurguladığı gibi sürekli bir devrimdir, giderek düzenle uyuşmazlığa nasıl düşmüşse, usul usul gelenle de öyle düşecektir (SB; 129). Bkz. Çağcıl Şair ve Toplum.

Dolgu: Bkz. Eksiltme.

Durum: Durum, bana kalırsa, eksiltilmiş bir anlatıdır (SD; 66).

Duyarlık: Duyarlığının aracılığıyla tanırız bir şairi: Gerçi akıl, bilgi, mantığın şaşmazlığı da çok önemli şeylerdir onun için, ama her şeyin temeli duyarlıktır (SB; 314).

Düzyazı: Düzyazı bana çekidüzen, özdenetim, devam etme gücü veriyor ve ağrıyan yanıma pansuman yapıyor (SB; 255).

Düzyazı Şiir: Düzyazı şiirin ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Çağdaş şairleri izlemiyoruz: Ashbery’nin “Flow Chart”ını, Roubaud’yu ya da Olson’u şiir sayar mıyız? (SD; 52). Bkz. Alışkanlık, Şiirsel.

Ece Ayhan: Ece Ayhan ve Sezai Karakoç, Devlet’e eşit uzaklıktadırlar (..), şiirle kurdukları iktidara bakmak gerekir (SB; 144). Bkz. Yahya Kemal.

Edebiyat: Edebiyat, bütün geçmiş yüküyle Hayat’ın içinde apayrı bir hayat değil mi (SD; 103).

Edebiyat’ı zembille inmiş bir yetenek ve kısa atımlı kelime cümbüşü ile tanımlama yanlışını benimsememişsek, matematik öğrenmekten başka çıkış yolumuz yoktur. Ve matematik öğrenmek bir metafor değildir (SB; 16). Bkz. Şiirin Sorunlarını Düşünmek.

Eğretileme (Mecaz): Eğretileme, şiir ile felsefe arasında gözle görülür bir köprü kurmaktadır (..): Ancak, bir köprü yalnızca iki kıyıyı birleştirmez, onların ayrıldıklarını da göstermeyi zorunlu olarak üstlenir (SB; 25). Bkz. Felsefe ve Şiir.

Eksiltme, Eksiltilmiş Anlatı: Dolgu bir yana, şiirde, çoğu zaman bir eksiltme vardır, olmalıdır: Beklentiyi yaratır, söylemezsiniz. Şiirde suskunun, susulanın sık sık aslan payı olur (SD; 37). Bkz. Anlam; Anlamlandırmak; Şiiri Doğuran Atmosfer.

Durum, bana kalırsa, eksiltilmiş bir anlatıdır (SD; 66).

El: Bkz. Gövde Siyaseti ve Şiir.

Ercümend Behzad Laz: Nedir Ercümend Behzad’ın şiirimize getirdiği? S.O.S. ve Kaos ile birlikte, bir koldan Nâzım Hikmet’in dil düzleminde yarattığı depremi bir başka koldan dener. Nâzım’da fütürist ve konstrüktivist yaklaşımın izleri nasıl göz ardı edilemezse, Ercümend Behzad’da da fütürist ve dışavurumcu üslûbun mührü belirgin bir özellik olur (SB; 200).

“Ballade’lar” türünden şiirler, yaklaşık 20 yıl öncesinden Cemal Süreya ve Turgut Uyar’ın 1955 sonrasında kuracakları üslûbu hazırlar gibidir (SB; 201).

Felsefe ve Şiir: Şiir, eğretilemeyi iskelet olarak seçer ve eğretilemenin mantığı dizgeli, düzenli bir düşünsel tabakayı hemen kırar. Felsefeye, düşünsele, dünyagörüşüne kapalı değildir şiir, ama bütün bunları kendi dili içinde yazar (SB; 23).

Fenomenolojik Deneyim: Fenomenolojinin deneyime, deneye getirip eklediği yüklemlerin, şairin gövdesiyle onu kuşatan şey-vakit-yer üçgeni arasında kurduğu teğetlere bakışını, en azından idrak kefesinden aydınlattığını söyleyebilirim (SD; 139).

Garip Şiir Hareketi: Garip’in poetik açıdan önemi, şiiri kaftandan sıyırmış olmasıdır. Sakıncaları da olmuştur: Demode bir şairaneliğin yerine başka bir şairaneliğin geçmesini sağlamıştır. Asıl önemi, stratejiktir ama: Yeni bir dünyanın, yeni ilişkilerin, yeni bir dil yatağının keşfini getirmiştir. Bize ne kalmıştır peki? Yakınlık duysak duymasak, büyük bir şair: Orhan Veli. Ben, duymuyorum (SB; 223).

Görsellik: Gerçeküstücü hareket ile birlikte, şiirde görselliğin öneminin gitgide artmış olmasında sinemanın dolaysız rolü olmuştur (SB; 73).
Gövde Siyaseti ve Şiir: Sözlerimin, yaklaşımımın şiiri yalnızca imgelemin ve zihinsel etkinliğin bir ürünü olarak görenlerin, onun organizma, metabolizma, genetik düzen, gövde siyasetiyle bağımlı yanını hesaba katmayanların çoğunlukta olduğu bir ortamda yadırgatacağını biliyorum. (SB; 67).

Şiir yazma “hal”inin, tekhne’nin devreye girdiği süreci –önem açısın dan olmasa bile- öncelediği kanısındayım. “El”den ve simgelediği bütün işlemlerden beride duran, oluşan, Lorca’nın üzerinde yakıcı biçimde kaldığı “duende”yi işin içine sokan “cinli bölge”. Burada, şiir geldiğinde, gövdenin kimyasal bireşiminde bir seyir değişikliği, elektrik yükünde bir dönüşüm, enerji kefelerinde bir kutup yükü oynaması söz konusudur: “El “, böylece harekete geçer, geçecektir (SB; 67).

Hal: Şiir yazma “hal”inin, tekhne’nin devreye girdiği süreci –önem açısın dan olmasa bile- öncelediği kanısındayım (SB; 67).

Hilmi Yavuz: Hilmi Yavuz (..), “şairin yapıcı değil de yaratıcı olduğu sanısı”nı, şairin “yaptığı işi açıklamadığı sürece yaratıcı sayılışına” bağlıyor. Mayakovski’nin ardından getirdiği son vurgu ise açık: “Üretimde rastlantısallık olmaz. Şiir de bir ürün ise, yapılan bir nesne ise, onda da rastlantı sözkonusu olmamalı. Teknik tasarımı pratiğe dönüştüren teknik, rastlantıyı dışta bırakır, şiiri de yapılan (“üretilen” bir nesne kılar”. Tehlikeli bir mantık bu. Tehlikesi de, eyleme değil de kurama öncelik tanımasından geliyor. Önce kuramı, sonra eylemi gerektiren bir sanat anlayışında, gerçekten de ürün yapılır. Ama bu, genel olarak sanata uygulanabilecek bir yaklaşım değildir. Çünkü her sanatçının yüklü bir kuramsal birikime, her şeyden önce de kuramsal bir kafaya sahip olmasını öngörür bu yaklaşım. Son çözümlemede, herkesin sanat yapamayacağına, ancak kuramsal bir donanımı olanların bu işe girişebileceğine ulaşılır bu noktadan yola çıkıldığında. Oysa sanatçı, üretimini nasıl ve neden yaptığını kendi dil’inin kavramları, sözcükleriyle, yordamıyla bilebilir (SB; 36). Bkz. Şairin Çalışması; Şiirin Gelmesini Beklemek; Yapmak, Şiir Yapmak.

İmgeli Anlatım: İmgeli bir anlatım – bütün düzyazımda olmasa bile, pek çok denememde yer ettiği açık (SD; 15).

İnsan: Her insan potansiyel bir Atlas’tır: Yük ağırdır, ağır gelmesi o nedenle de doğaldır (SB; 254).

İsmet Özel: İsmet Özel “Amentü” gibi başarılı, sağlam çatılı biriki ortaboy parça bir yana, genelde kısa şirin ekonomisine alışkın bir şair. Bir Yusuf Masalı’nda uzun, anlatı ekseni üzerine de kurulu, dramatik yapı özellikleri gerektiren bir metin oluşturmaya girişmiş, bu tasarımın ne yazık ki altında kalmış (SB; 338, 339).

İsmet Özel, her vakit yakından izlemiş olduğum, şiirinden beslendiğim bir şair (SB; 339).

Kafka: Hayatı uykudan çalan Prometeus versiyonu (SB; 63).

Kalıcı Metin: Kalıcı metinler, tıpkı kalıcı kültürler gibi sınırlarını aşanlar, sınırlarından taşmanın yolunu bulanlardır (SB; 82).

Kara Romantizm: Bkz. Romantizm.

Koma Provaları: Bkz. Sarhoşken Yazmak.

Lirik Şiir: Lirik şiir, her zaman dramatik ya da epik şiire göre daha kolay yazılır. Ön çalışması yok denecek kadar azdır çoğu kez. Tutarsa tutar, tutmazsa atarsınız. Kendi merceğinizi netleştirmiş, sesinizi bulmuşsanız, tutturursunuz da (SD; 49).

Lorca: Lorca: Çağımızın en büyük şairlerinden biri. Dali’nin yakın dostu. Ultraist’lerin gerçeküstücülerin yoldaşı. Yenilikçi, köktenci, çağcıl bir göz. Şiirini geniş ölçüde etkileyen bir özellik: Eşcinselliği (SB; 347).

Matematik Öğrenmek: Edebiyat’ı zembille inmiş bir yetenek ve kısa atımlı kelime cümbüşü ile tanımlama yanlışını benimsememişsek, matematik öğrenmekten başka çıkış yolumuz yoktur. Ve matematik öğrenmek bir metafor değildir (SB; 16). Bkz. Şiirin Sorunlarını Düşünmek.

Messianic Tını: Bkz. Şiirin Ortaya Çıkış Halleri.

Metnin Söz Alanı: Her metnin söz alanı’nı keşfetmeye çalışmak durumunda olduğumuzu anımsatmakla yetineceğim – metnin “ağız”larını saptayamazsak, sözün stereo özelliklerinden kopar, onu mono bir sese indirgeme yanılgısına düşebiliriz (SB; 270).

Modern Dünya Simgeleri ve Şiir: Şiirin geleneksel tanımı zedelenir korkusuyla modern dünyanın birden fazla simgesine kapı örtülür: Telefon, otobüs, daktilo, televizyon, tükenmez kalem denildi mi şairimiz duralar, çağdaşımız araçlar ve mekanlar için bir tür poetik tıkanma yaşar (oysa, sözgelimi Necatigil büyük bir ustalıkla modern dünyayı şiirine içleştirmiştir) – öyle ki, günümüz şairlerinin küçümsenmeyecek bir bölümünün hangi yüzyılda yaşadığını yazdıklarına bakıp anlamak bir hayli güç olur (SB; 75).

Modern Şair: Benjamin, Baudelaire’in şahsında modern şairi ele avuca sığdırmaya yönelirken, gerçekte ele avuca güç belâ sığınabilen “flâneur” kavramına kilit bir görev yükler: Şairin âvare ruhu, aylak gövdesi yaşanan değişime dikkat kesilir ve onu süzüp şiirine taşır. Bu yaklaşım, şehrin iki yakasının Aylağı Apollinaire’de ya da uzun tren yolculuklarının kaydını tutan Cendrars’ta da sınanabilir (SB; 196). Bkz. Modernler; Modern Şair ve Yazarlar.

Modern Türk Şiiri: Türk şiiri, Baudelaire’i ve modern insanın sancısını ilk, 1910-20 arası, Yahya Kemal ve Ahmet Hâşim ile keşfedecek, bu keşfin ürünlerine yansıması ise 1920’lerden başlayarak gündeme gelecektir (SB; 153). Bkz. Modernler; Modern Şair ve Yazarlar; Modern Dünya Simgeleri ve Şiir; Türkçe Şiirin Oluşması.

Modernler; Modern Şair ve Yazarlar: Klâ-sik’ten Modern’e geçişin en belirgin göstergesi biçimi yokuşa süren içeriğin ne pahasına olursa olsun ağırlığını koymasıdır: Modernlerin alkol ve uyarıcılar dünyası, intihar ve delirme, hapis ve / ya sürgün ile iç içe yaşamış olmaları, yazılması beklenen (istenen) şeyleri yazılması beklendiği (istendiği) biçimde yazmayı yadsımalarından doğmuştur. Aslına bakılacak olursa, modern şairin ve yazarın portresinde, kapitalist düzende olduğu gibi sosyalist düzende de, bedeli kendisine iyi kötü ödettirildikten sonra kerhen kabul edilebilmiş bir persona non grata oturur (SB; 150, 151).

Modernlik: Modernlik, XIX. Yüzyılın sanayileşmiş coğrafyasında patlak vermiştir: Fransa, İngiltere, Almanya ve Rusya’da (SB; 153).

Muhalefet: Ortak dil bir uzlaşma dilidir. Şiir, dilin bağrından kopup gerçekleşirken, ya üzerinde anlaşılmış bir Anlam’a yenilip katılır, ya da kendi anlam bilimini önerir. Çok somut bir muhalefet türüdür şiir. Ama katılarak, uzlaşarak, gününle anlaşarak muhalefet yapamaz (SB; 343).

Musikî ve Şiir: Musikî de, Şiir de, sesin ve sessizliğin saltık matematiğini kovalar (SB; 85).

Ne arar musikînin kuyusunda şair? Bazen bir ritm için anahtar, bazen de uyum sorunu için çözüm. Şiir ister istemez Anlam’la yaralıdır ya, Anlam’ın tutsağı olmamanın yolunu şaire bestecinin soyutlama teknikleri gösterir, gösterebilir (SB; 86).

Bir yanıyla “söz”dür şiir, ama gerçek şiir gerçekten de bir yanıyla “söz”dür: Bir başka yanıyla “ses”, ezgidir. Şarkı sözünü şiirden bu temel özellik ayırır (SB; 86).
Nâzım Hikmet: Çağının hizasını yakalayan ilk şairimiz Nâzım Hikmet’tir. Yüzyıl başında dev bir dönüşümden geçen Hayat’ın hızı önünde gelişmelere ayak uyduramayan, tıknefes kalıp olup bitenleri birkaç adım geriden izleyerek anlamlandırma güçlüğü çeken şair, yazar ve sanatçılar anakronik bir duyarlığı aşınmış ve aşılmış teknik parametrelerle dile getirirken, Nâzım Hikmet’in son derece gelişkin bir şimdiki zaman bilinciyle odak seçtiğini görüyoruz (SB; 194).

Oktay Rifat: Sonuna kadar, kişisel poetikasını yükten arındırmayı hedef tutmuştur (SB; 227).

Halk edebiyatında “Anlam”ın yokuşa sürüldüğü, bir kenara itildiği örnekler ve söyleyiş biçimleriyle gerçeküstücülerin bu koşutluktaki arayışları Oktay Rifat’ın her döneminde mıknatıs kadar çekici olmuştur (SB; 227).

Metafizik Oktay Rifat’ta temel ögelerle kendini hissettirir: Doğa, insan, zaman – sorgulanmadan, duyularak, şiirlere geçen ana tavırdır (SB; 227).

Oktay Rifat’ın asıl büyük şiiri, kanımca, Elleri Var Özgürlüğün başlıklı kitabının ikinci bölümündeki “Şiirler” ile başlamış ve bu dörtnala, kusursuz akış Koca Bir Yaz’ın sonuna dek kesintisiz sürmüştür. Neredeyse 25 yıl süren bu patlamayı, kendi payıma, yalnızca Türkçe şiir geleneğinin doruğuna koymakla yetinemiyorum: Rilke’nin, Hölderlin’in, Char’ın hizasında yer aldığına da inanıyorum (SB; 230).

Denemelerinde, söyleşilerinde “otomatik yazı”yı sık konu edinmiştir. Kendiliğinden yazı’nın rastlantı ile kotardığı işbirliğinin, ana özelliği korunarak denetlenebileceğini, kısacası ultra-modern bir yazı tekniğinin klâsik ritme uyabileceğini kanıtladı Oktay Rifat’ın şiiri; öyle sanıyorum ki bir tek Rilke’de ve belli ölçüde de Aragon’da görebildiğimiz bir ustalıktır bu, biraz da yaşlılık döneminde Montale’de (SB; 230).

Okumak: En iyi kendisi okur, okuyabilir şairin, şiirini. Doğru mu bu? Kötü şair, vasat şair.(..) Güzel şiir okumaktan söz etmiyorum burada – iyi derken doğru’yu kastediyorum (SD; 24).

Orhan Koçak: Geçenlerde, Orhan Koçak, şiirlerimle ilgili yazdığı incelemenin kitap boyutlarını aldığını söylemişti; giriş bölümünü Defter’de yayınlayacakmış. Sonra oturup konuştuk: Özellikle iki noktaya değindi: Kendi şiirlerim üzerine başkasına söz bırakmayacak ölçüde –şiirimin içinde- bakıyor olmam; sapkın boyutlar alan sıfat tamlamalarım (SD; 42). Bkz. Sıfat, Sıfat Tamlaması.

Orhan Veli: Bkz. Garip Şiir Hareketi.

Ortak Dil: Mallarme, herkesin kullandığı sözcükler ile, gündelik dilin kişi-dışı kimliğiyle şiir yazanın da Bay Herkes olacağını düşünmüştür. Ne demeye gelir bu? Bay Herkes, toplumsal katta bireyselliğine, “oluş biçimine” katlanmış kişidir: Başkaldırmaz, olsa olsa sızlanır – sızlanmak yasal kılınmış bir haktır kişioğluna. Şairin katlanması ise tanımıyla zıtlaşan bir tavırdır. Eli fileli şair Necatigil, görünüşte katlanmış bir şairdi. Ama bugün belki de tek bir siyasal parça yazmamış olan Necatigil’in şiirinin, tepeden tırnağa siyasal bir şiir olduğunu görüyoruz (SB; 343).

Ortak dil bir uzlaşma dilidir. Şiir, dilin bağrından kopup gerçekleşirken, ya üzerinde anlaşılmış bir Anlam’a yenilip katılır, ya da kendi anlam bilimini önerir. Çok somut bir muhalefet türüdür şiir. Ama katılarak, uzlaşarak, gününle anlaşarak muhalefet yapamaz (SB; 343).

Ortak Poetik Damar: Hareketin, akımların, ortak poetik damarın en korkutucu yanı, bir dilde yazılan şiirin çoğul yapısını görardı edilmesine yol açmasıdır (SB; 78). Bkz. Alışkanlık.

Öte-Ses Şiiri, Messianic Tını: Bkz. Şiirin Ortaya Çıkış Halleri.

Özel, Yaşanan Poetik Süreç: Açık, apaçık birebir kullanımlarda daha az tedirgin edici oluyor özel: Aragon Elsa’yı yazarken her şeyi içiçe geçirdiğini gösteriyor şiirinde: Yaşanmış, düşlenmiş, uydurulmuş olanın hamuru (SD; 14).

Öznelliği Korumak: Yazın kuramlarından bir okur olarak, bir okur-yazar olarak öğrendiklerimi yadsımak aklımdan bile geçmez; öte yandan, her yazı / n adamı gibi ben de, her vakit bir mesafe germeye çalıştım kuramcılarla arama, bunu itiraf etmek isterim, okuryazar kimliğimin en önemli, vazgeçilmez parçası saydığım öznelliğimi koruma altına almaya, orada tutmaya özen gösterdim (SB; 265).

Resimden Çıkmış Şiir: Resimden yola çıkmış şiirlerimin bile beni kitaba girme konusunda zorladığını biliyorum (SD; 19).

Ritim: Bkz. Tempo; Anlam.

Romantizm: Modernlerin nicedir yer’ine yerleştirip ondan uzaklaştıkları Romantizm, kara kanadı ile benim gözümde çekiciliğini korudu hep. Caspar David Friedrich’in resminden Schubert’in müziğine, Nerval’in şiirinden Novalis’in ansiklopedistliğine, akımın siyah’larıyla bir duyarlık akrabalığı taşıdığımı, bu duyarlığın aşılmış olduğunun genel kabul gördüğünü göre duya, söylemekten çekinmedim (SD; 110).

Romantikler, aslında son klâsikler olarak konumlanabilecek ölçüde pre-modern, ilk modernler sayılabilecek ölçüde de post-klâsik bir yerde duruyorlar; bugün bakıldığında (SB; 159). Bkz. Modernlik; Modernler; Modern Şair ve Yazarlar.

Saint-John Perse’in Şiiri: Bkz. Ünlemsel Şiir.

Sarhoşken Yazmak: Koma Provaları’nın son provası da bitti, kitapçık basıma hazır halde. Onunla ilgili fazla söze gerek yok aslında; Ahmet Oktay’ın deyişiyle “belki de çağdaş bir nevroz biçimidir konuşmak”: KP, bir depresif monologlar toplamı. Özel bir yanı var benim için: Hiçbirinin ilk versiyonunu ayıkken yazmadım. Birkaçı yüklü, birikisi iki hal arasında (sızıp uyanıp sonra gene sızarak) yazıldı. Devamlı bunca içen biri olsaydım, bu anlamı taşımazdı KP – ama bende arızîdir esriklik boyutunda içmek, mart-temmuz 89 arası epey sıklaştıysa, nedeni: Hayat (SD; 22).

Esrikliğin en temel belirtisi bir tür kendiliğinden yazıyı doğurması: Yazı akıyor, kelimeden kelimeye sekerken ritmde pervasızlık olmuyor. Oynarken, üstünde çalışırken belki de özgünlüklerini zedeledim kimi parçaların. Bana kalırsa gerekiyordu bu işlemler: Şiir içdökme değildir (SD; 22). Bkz. Şairin Çalışması.

Seferis: Bkz. Şair.

Semantik Doku: Bkz. Anlam.

Sıfat, Sıfat Tamlaması: Şiirde sıfat, şeker gövdede neyse odur; Zehir. İyi şiir genellikle sıfatı izole eder, elden geldiğince az kullanır, kabul eder. Bütün bu sözlerim, özellikle çağdaş şair için geçerli (SD; 42). Bkz. Orhan Koçak.

Neden bunca sıfata yaslanmasına izin verdim, şiirlerimin? Bir tür ilk-el’lik sevdasından (SD; 42).

Somut Şiir: Bkz. Anlam.

Soyutlama: Neredeyse aritmetik bir mutlağı olmalı şiirde soyutlamanın: Ölçüm ve tartım öğeleri çok ağır biçimde tanımlanmasa bile. Duygulu, duygusal, duyarlı, duyulu –arasındaki canalıcı farklarda olduğu gibi: Şairin terazisi kendi kıpı/titreşim ölçülerini doğru, eksiksiz kullanabilmeli (SF; 10, 11).

Soyutlama, en çok şairin ve bestecinin sokulduğu eşik (SD; 65).

Spontan Şiir Yazmak: Spontan pek çok şiir yazdım – bir anda, bir atımda ilk çehresi kâğıtta beliren, sonra üzerinde durduğum metinler: Daha çok da Tuğralar elbette (SD; 24).

Esrikliğin en temel belirtisi bir tür kendiliğinden yazıyı doğurması: Yazı akıyor, kelimeden kelimeye sekerken ritmde pervasızlık olmuyor. Oynarken, üstünde çalışırken belki de özgünlüklerini zedeledim kimi parçaların. Bana kalırsa gerekiyordu bu işlemler: Şiir içdökme değildir (SD; 22).

Şair: Şair, bir şiirde yakaladığı kıvamı, tutturduğuna inandığı durumu başka bir şiirde tekrarlamamalı (SD; 27).

Modern şairin, yazarın, sanatçının yapıtının dışında duramayacağına, onunla iç içe yol alacağına inanıyorum (SD; 29).

Pek az şiirle de iyi şair olanlar vardır, pek çok şiirle de. Benim gibilerin derdi, çok şiirle az şiirin kıvamını tutturma hırsında biçimleniyor (SD; 49).

Çok özgün şair var mıdır? Vardır, çok az sayıda çıkar. İyi şair ille de “çok” özgün şair midir?
Hayır: Seferis iyi bir şair işte?

Alışmış okur şairin baş düşmanıdır (SD; 52). Bkz. Alışkanlık.

Şiir, yazın dışında, hatta yazın dâhil, hiçbir kurumun gölgesinde yaşayamaz. Şair için tek çözüm yolu kimliğini bölmesi, parçalaması, bu parçalardan birini yazarlıkla görevlendirmesidir olsa olsa (SB; 135). Bkz. Ortak Dil.

Şairin beyaz derilisine, gerçek bir şairse aradığınız, rastlayamazsınız (SB; 343).

Kozmos’un içindeki Kaos’un ve düzen tasasının kıyısında, anlamın sıfır noktasına teğet bir duruşta, koyu sevdayla ölüm korkusu arası söz alır ya da tıkanırız. Şiirimiz varsa, buradadır, başka bir zamanda ve yerde değil. Erk’in gölgesi altında sözümüzün erk alanı kazanması, kazmak istemesi ne tuhaftır: Fâni, hep itmiştir Bâkî’yi oysa – ve Şiir, aslında, dolaşıma girdiği an aczdir (SB; 138).

Her şair en iyi kitabından, onun kurbanı olmaktan uzun süre korkar (SB; 341).
Şairin Çalışması: “Kişi Victor Hugo değilse, her Allah’ın günü iyi şiir yazamaz” derken neyi kastediyor Paz? Belki sıra dışı bir yeteneği. Belki de, gizliden gizliye alay ediyor olmasa bile, böyle bir rutini onaylamadığını sezdirmek istiyor. Beni burada düşündüren şairin ‘çalışması’. Yapım’a ilişkin sözgelimi Hilmi Yavuz’la ters düştüğüm noktanın başka bir cephesi bu: Pek az şair her gün çalışmıştır herhalde – merak ediyorum Nâzım ya da Rilke, Necatigil ya da Valery kaç gün şiire çalışmışlardır yolda? !Şair gibi’ yaşamanın kendiliğinden bir göstergesi midir o ortalama? İyi şairliğin? Mallarme son yirmi yılda 20 şiir yazabilmişti; uzun aralar verenler az değil; Montale, yaşlılık dönemi bir yana, düpedüz kısırdır (SD; 26). Bkz. Şiirin Gelmesini Beklemek.

Kolay yazmak özel bir yetenektir, kolay yazabilenler çok üretmişlerdir. Benim çok üretmiş olduğum doğru değildir: Çok çalıştım, bu doğru, hem de her gün çalıştım yirmi yıldır, kolay yazan biri ne yazık ki değilim (SD; 49).

Şairlerin ilk işi, şüphesiz sıkı şiirler yazmak. Bu yetmiyor artık: Şiirin sorunları üzerinde kafa patlatmaları, okuma önerileri getirmeleri, üst-metinler üretmek için çaba göstermeleri, her dönemdekinden fazla, gerekiyor (SB; 10).

Şairin Deposu: Bkz. Şairin Yaşadığı Yer.

Şairin Evi: Heidegger’e hak veriyorum: Şair içinde oturacağı evi inşa eder. Bilir ki, içinde oturamayacaktır. Eklemek gerekir: İçinde oturamayacağını bile bile (SD; 140).

Şairin Saplantıları: Bkz. Şairin Yaşadığı Yer.

Şairin Terazisi: Neredeyse aritmetik bir mutlağı olmalı şiirde soyutlamanın: Ölçüm ve tartım öğeleri çok ağır biçimde tanımlanmasa bile. Duygulu, duygusal, duyarlı, duyulu –arasındaki canalıcı farklarda olduğu gibi: Şairin terazisi kendi kıpı/titreşim ölçülerini doğru, eksiksiz kullanabilmeli (SD; 10, 11). Bkz. Yaşadığını Yazmak.

Şairin Yaşadığı Yer: Büyük şehirde, köyde, doğanın ucunda, uzayda şiir yazmak kelime depomuzu kökten değiştirir; değiştirmez de onu boyar, boyayabilir. Yoksa şairin kendi deposu ve onu oluşturan saplantıları yerinden oynatmak pek öyle kolay değildir (SD; 23).

Şiir: Esrikliğin en temel belirtisi bir tür kendiliğinden yazıyı doğurması: Yazı akıyor, kelimeden kelimeye sekerken ritmde pervasızlık olmuyor. Oynarken, üstünde çalışırken belki de özgünlüklerini zedeledim kimi parçaların. Bana kalırsa gerekiyordu bu işlemler: Şiir içdökme değildir (SD; 22). Bkz. Sarhoşken Yazmak.

Şiirin bir başka ana derdi: Gerçek doğru olabilseydi, değildir (SD; 42).

Alacağı yer, yeri aslında aradığı yerdir bir şiirin (SD; 119).

Şiir okumak, şiir yazmak da öğrenilir (SB; 31).

Şiir, dil ve anlatını kurdukları bileşimde şairin “süzme” edimini bütünlediği erek-biçimdir (SB; 32).

Şiir, birdenbire yazılsa bile, birdenbire yazılamaz (SB; 32).

Şiir’e çekilmek kadar Şiir’den çekilmek de ölüm-kalım tahterevallisinin kapsamındadır (SB; 68).

Şiir, yazın dışında, hatta yazın dâhil, hiçbir kurumun gölgesinde yaşayamaz (SB; 135).

Kozmos’un içindeki Kaos’un ve düzen tasasının kıyısında, anlamın sıfır noktasına teğet bir duruşta, koyu sevdayla ölüm korkusu arası söz alır ya da tıkanırız. Şiirimiz varsa, buradadır, başka bir zamanda ve yerde değil. Erk’in gölgesi altında sözümüzün erk alanı kazanması, kazmak istemesi ne tuhaftır: Fâni, heh itmiştir Bâkî’yi oysa – ve Şiir, aslında, dolaşıma girdiği an aczdir (SB; 138).

Şiir Okumak: Doğru dürüst şiir okumayı bilmeyenler doğru dürüst şiir yazmayı da öğrenemezler (SB; 92).

Şiirde Susku: Dolgu bir yana, şiirde, çoğu zaman bir eksiltme vardır, olmalıdır: Beklentiyi yaratır, söylemezsiniz. Şiirde suskunun, susulanın sık sık aslan payı olur (SD; 37).

Şiirin söylediklerinden çok sustukları bağlayıcı: Kısacası anlatmadığı (SD; 55).

Şiire Çalışmak: Whittemore’un şiiri – adını koyamadım henüz – genişliyor yol aldıkça. Ortaya ne çıkacağını, bir şey (daha doğrusu olmuş bir şiir) çıkıp çıkmayacağını bilemediğim şu dönem nasıl da heyecan verici geliyor aslında. Bu son girişmemde, yaklaşık yirmi saat çalıştım üzerinde (SD; 40).

Şairin de, yazarın da çalışarak ürettiğini henüz kabullenememiş bir yazınsal ortamda yaşıyoruz. Sanılıyor ki, şair ve yazar, yaşadığı olağanüstü iç ve dış serüvenlerin gerçekliğini dile getirirken gerçekçi olabilir ancak. Kitaplarla kuracağı ilişki onu gerçek’ten uzaklaştırır, koparır. Gel gör ki Dağlarca da, Oktay Rifat da, Melih Cevdet de “gündelik yaşantıyla düşünsel yaşantı arasında bir ikilem olmadığını” görmüş şairler; keskin bir duyarlığın faiziyle uzun süre geçinemez şair, bir anlamda eleştirel bir bilinç ekler duyarlığına: Sözün o çok sık vurgulanan ama nedense anlamı yakalanamayan eytişimsel süreç’dir bu (SB; 315). Bkz. Duyarlık.

Şiiri Doğuran Atmosfer: Bir şiirin yükünü, sığasını, genleşme eğilimini belirleyen etmenler onu doğuran atmosfere sıkısıkıya bağlıdır. Yükleme, istif, şiirin daha çok eksiltmeyle yazıldığını bilen biri için riziko dozu yüksek kavramlardır. Boyölçüşme çeker, öte yandan; o ana, böylesi bir istek kabarana dek karşıçıkılmış kimi anlayışlara farklı bir gözle bakma durumu doğar (SD; 128).

Şiirin Anlaşılması: Bugüne kadar yazdığım bütün şiirler, anlaşılacak bir şey olduğu ölçüde, bana yeterince anlaşılır görünmüştür. Anlaşılmaz bir şiir iyi bir şiir değildir. Ama, günümüzde (herhalde her dönemde) şiirleri anlamak için gerekli boyutlardan yoksun insanların sayıca çok, üslûpça kibirli olmaları, faturanın şaire ve şiire çıkmasına yol açıyor ya, en sık onlar yanıltıyor bizi (SD; 162). Bkz. Anlam; Anlamlandırmak.

Şiirin Gelmesini Beklemek: Şiire gidilemiyor, diye düşünüyorum hâlâ, antik bir konumu savunduğumu bile bile. Gidilirse yapay, has olmayan şiirler çıkıyor ortaya. Yoksa, belli bir teknik donanım ve hünerle durmadan oturup şiir yazabilir insan, arada iyi parçalar da çıktığı olur! Şiire gitmek için önce onun gelmesini beklemeyi bilmek gerek (SD; 27).

Her şairin şirin gelişine ilişkin temel bazı alışkanlıkları, sessiz kuralları, törensel edim ve huyları olduğuna inanıyorum. Gelişi hazırlamak elde değildir, bana kalırsa; oysa, geleni en doğru koşullarda karşılama’nın yolunun, elden geldiğince törene bağlı kalmaktan geçtiğini söyleyebilirim. Gelgelelim, şiirin ne zaman, nerede, hangi koşullarda geleceğini bilememek, en uygun koşulları hazır tutmayı güçleştirir (SD; 107).

Şiirin Oluşması: Bir şiirin oluşması için ruh hali yetmez. Onun için de çalışmaya başladım ya: Önce dönem ve bölge üzerinde bilgi topladım, bildiklerimi tazelemek istedim. Bir şiir yazmadan öğrenilmesi ve sonra unutulması gereken şeyler – şiirin yükü olmasınlar diye. Bir işret ekonomisi kısacası, ve bir denge poetikası (SD; 88).

(..) Nesneden şiire doğru giderken katettiğim uzun bir yol, yolu besleyen düşler ve destekleyen maddî dayanaklar: Kimisi apaçık görünüyor şiirde, kimisinden eser yok belki ama şiiri yazarken öylesine belirleyici etkileri olmuş ki (SD; 88). Bkz. Hal.

Şiirin Ortaya Çıkış Halleri: Yazı-şiirlerin ortaya çıkış süreçleri hayli farklıydı, baştan beri; ya “Akrep Dönencesi”nde olduğu gibi çekirdek-imge (diyelim ki, o örnekte olduğu gibi, bir durum ya da/ve de figürle özdeşlik yaşama eğilimi) enikonu belirlediği, beslediği bir güzergâh oldu önümde, ya da Meseller’deki gibi epey ön-nokta, notlar, hazırlıklar, bir kadraj. Ama bu iki sürecin dışında bir üçüncü süreç daha yaşadım şiirlerimle – sözgelimi ‘Soğan Mürkkebiyle Mesel’de, ‘Külâh’da, ‘Gece Kurda Aittir’de: Bir iç-durumun dilimin ucunda dolaştırdığı şiirlerdi bunlar… bir yondu belki, öncelikle aradığım, bir ilk çıkış sesi: Rilke’ye bakarken bazı eleştirmenlerin ‘messianic’ diye vaftiz ettikleri (herhalde Soneler ve Ağıtlar bağlamında), benden söz ederken Melih Cevdet’in “yalvaçsı” evliya tonu dediği ve (ne yalan) beni gururlandıran bir öte-ses (SD; 24, 25). Bkz. Hal.

Şiirin Sorunlarını Düşünmek: Yaratma edimin geniş bir düzlemde değerlendirmekten yana oldum hep. Şiiri merkezde tutarak, çeperi gitgide gelişen, yarıçapı durmadan uzayan, oylumu büyüyen bir dairenin içinde halka halka ilerlemek oldu tasam. Çember ya da Daire: Merkez’inden soyutlanması olanaksız bir biçimden söz ediyorum burada: Şiirin koşuluna, sorunlarına sık sık dönmem bundan (SB; 10, 11).

Kendi üzerinde düşünmeyen Edebiyat, kaçınılmaz biçimde, ne kadar kalıcı ürün verebiliyorsa o kadar verebiliyor böylece: Seyrek (SB; 15).

Şiirlerim Hakkında: Bazı deneme cümlelerim mısra sayıldı, hovardalık yaptığımı düşünenlerle karşılaştım. Bazı şiirlerim denemeye benzetildi. Bazı şiirlerim “bir tür” öyküye (SD; 54).

Şiirsel Alışkanlık: Bkz. Alışkanlık.

Taçlı Şair: Aylık maaş alan, yıllık şiir hasadıyla yükümlü ilk örnek Bernard Andreas, kayıtlara göre (1486). Gene de ilk ‘taçlı şair’ ünvanı Dryden’a ait (1668). Bu göreve son atanan ise Ted Hughes (1984) (SB; 139).

Tempo: Şiirin yazılışında kahredici bağlayıcılığı var temponun. Biz, müzisyenlerden farklı olarak, okuyucuya hız veremiyoruz sözgelimi. Verseydik, verebilseydik yeni terimler önermek, en önemlisi o terimlere kesin, matematiksel içerikler yüklemek durumunda kalacaktık.
Oysa yazarken, bir şiirin tempo eğrisini ince ince hesaba katarız: Hız ve ses düzeni adına sıfattan, kelimeden, fiilden vazgeçilir; noktalama düzeninde kılı kırk yarmak kaçınılmazdır. İçimden okurum, yüksek sesle okurum – ta ki bana göre sürçen nokta kalmayana dek (SD; 23). Bkz. Musikî ve Şiir.

Turgut Uyar: Divan’dab başlayarak, sonuna kadar, şüphesiz ince ve damıtık, gene de hedonist ve ehlî bir yazıya yüzünü çevirdi. “Dışlanmayı seçmeliydi” türünden yukardan yargılar getirecek değilim: Ondan sonra gelen bizler topyekûn yalnızlığı getirecek halis tüketim-dışı-yazı’yı mı seçtik? Turgut Uyar kadar radikal duran çıktı mı aramızdan? Hayır (SB; 248).

Türkçe Şiirin Oluşması: Türkçe şiir Yunus Emre, Nedim, Hayam, Baudelaire, Char gibi yazmayı da denemiş şairlerin elinden ortaya çıktı, son yüzyıl içinde. Modern Batı şiiri de böyle, metinlerarası ilişkilerle çehresini arayarak ortaya çıktı. Dağlarca, Oktay Rifat, Ece Ayhan gibi yazılması durumu doğduysa son çeyrek yüzyıl içinde: “Hiza” oluştuğu, Eliot’ın sözleriyle belli bir “olgunluğa erişildiği” içindir (SB; 164). Bkz. Modern Türk Şiiri.

Türkiye’de Yazılan Şiir: Türkiye’de yazılan şiirin gerisinde bir yerli gelenek, bir de yabancı dillerde yazılan/o dillere çevrilen şiirler varsa, dönüp hangi kültürel bütünlüğe yerleşmemizin sözkonusu olabileceğini araştırmamız gerekiyor (SB; 79).

Bizim, Türkiye’de yazılan şiirin doğru kota’sını anlayabilmemiz, evrensel düzey açısından derinliğini keşfedebilmemiz için hakkıyla Dünya şiirini tanımamız olmazsa olmaz bir koşul gibi görünüyor (SB; 81).

Ünlemsel Şiir: Saint-John Perse’in şiiri gerçekte de “ünlemsel” bir şiirdir; bir baştan ötekine, kimi zaman salt, kimi zaman da görece abartmalar ile ilerler. Bonnefoy’nın ünlemselliği ise handiyse donuk, tıpkı Douve gibi devinen ve duralan bir doğrultu çizer. Bunun için de, Bonnefoy’nın ey ile başlayan pek çok dizesi ünlem imi almadan biter. Ünlemli anlatım, hayli değişik vurgularla birden fazla şairin, yazarın yapıtında görünür (SB; 18).

Yahya Kemal: Son 70 yılın Devlet karşısında en köktenci şairi olduğunu gördüğümüz Ece Ayhan’ın Yahya Kemal’i “devlet şairi” sayışına katılmadığımı daha önce de yazmıştım: Şüphe yok ki iyi geçinmeye çalışıyordu Cumhuriyet’le, çünkü korkuyordu: Çünkü ilk Cumhuriyet şairi değil, son Osmanlı şairiydi – diye düşünüyorum: İlk ‘sivil şair’di bir yandan (kaybolmuş bir Devlet’in sınırlarını özlüyordu şiiri), son ‘Dîvan şairi’ydi öte yandan (Ankara’ya, Çankaya’ya gitmedi şiiri, payitaht’ın kaldı) – çoktan ölmüş birkaç sultanın, çoktan çökmüş biriki sarayın etrafında dönmeyi yeğlemişti. İkidebir elçi çıkarıldığı doğrudur – bana öyle geliyor ki burada kalması istenmemişti (SB; 145).

Yahya Kemal, Cumhuriyet dönemine geniş ölçüde mühür vurmuş “autodidacte’ların (kendinden öğrenimli) ilkidir; Okul’u bitirememiştir – yaşam boyunca hiçbir şeyi bitirmemiş, bitirememiştir aslında. Evsiz ve eşyasın insan. Diplomasız hoca. Bu bağlamda üzerinde fazla durmayacağım özelliği: Kadınsız aşkların adamı. Kitapsız şair. Dörtdörtlük bir muamma olarak Yahya Kemal portresi. Bir yandan da, tipik bir anti-burjuva: Mülk edinmemiş, okul bitirmemiş, evlenmemiş, ana uğraşını biçimlendirmeyi yadsımız (SB; 178).

Yahya Kemal, Türk edebiyatının kritik dönemeçlerinden birini yarattı şiiriyle, ama Asrî Zamanlar’ın, çağımıza mührünü vuran modernist duruşun uzağına düşmesini engellemedi bu özelliği (SB; 185).

Yapıt: Bkz. Şair.

Yapmak, Şiir Yapmak: Şiiri ya da sanatı yalnızca bir teknik işlem saymak (..) her zaman benimsenebilecek bir görüş değil. Titizliği uç noktaya vardırmış, bir şirin yapım evresi’ni uzun yıllara yayabilmiş Mallarme’nin, hem de yalnızca “zihinsel”in ürünü saydığı dev girişimi Bir Zar Atımı Hiçbir Zaman Rastlantıyı yok edemez adını taşır (SB; 34, 35). Bkz. Şairin Çalışması; Hilmi Yavuz.

Sanat yapıtı yapılır elbette. Ama yalnızca tekhne’nin basamakları tırmanılarak değil: İmgelem ve duyarlık merdiveni de birincil önem taşır (SB; 39). Bkz. Hilmi Yavuz; Hal.

Yaşadığını Yazmak: Yaşadığını yazmak –bunun bir adım ötesinde arıyorum çaparızı ben. Yaşananın, yaşanılanların tortu halinde, özümsenerek, dahası prizmadan geçerek şiire geçmesi kaçınılmaz bence. Sorun, özel’in geçiş biçiminde çıkar zaten: Denge ters kefeye doğru döndüğünde mektup ya da anı dozu ağır basar; denge, berideki kefeye doğru döndüğünde ise soyutlama dozu fazlalaşır, bu da şiiri hiç değilse yer yer, loşlaştırır (SD; 13). Bkz. Şairin Terazisi; Hal.

Büyük yaşamalara gereksinme duyulduğuna inanmıyorum, şiire gitmek için. Bütün bütüne yaşamasız iyi şairleri saymakla bitiremeyiz (SD; 28).

Yazar ve Yazan: Yazar tek, soyut bir kuruma bağlıdır: Yazın. Yazan ise somut bir kurumla varolur ve tanımlanır: Üniversite, Büro, Parti (SB; 134).

Yazmak: 1968’den bu yana şiir yazıyorum (SD; 24).


(*)-Smokinli Berduş’ta Şiir ve İdeoloji adlı denemede geçen bu ifade “karanlığı daha karanlıkla, bilinmeyeni hiç bilinmeyenle aramak” anlamına gelen ünlü bir simya ilkesi olarak belirtilmiştir.

(**)- Bu sözlükçe Enis Batur’un Seyrüsefer Defter (YKY, 1.Baskı, 1997)) ve Smokinli Berduş (Şiir Yazıları (1974-2000); YKY, 1. Baskı, 2001, İst.) adlı poetik metinlerinin derlendiği kitaplarından alıntılanarak hazırlanmıştır. Alıntı sonlarında parantez içindeki büyük harfli kısaltma, alıntı yapılan kitabı (kitabın baş harfleri alınmıştır), rakamlar ise sayfa numarasını belirtmektedir.
 
bugün 40 ziyaretçi (81 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol