S O Y L U E D E B İ Y A T
babilsanatı
Babil SanatıHamurabi Devri (Babil’in 1. Sülalesi- M. Ö. 1850-1550)
Ur’daki III. Sülâleden sonra Sümer ve Akkad devleti küçük devletlere bölünmüştü. Örneğin Larsa, İsin, Uruk ve Eşunnak gibi. Ur’un 1 Sülâle’si ile Babil’in, yani Hamurabi devrinin 1. Sülâle’si arasındaki zamana, İsin-Larsa devri denir. Sümer devleti çöldeki Sami kavimlerinin saldırıları ile sarsılmıştı. Mezopotamya’yı da doğudan Elâm saldırıları ile zayıflatıyorlardı. Böylece çöl kavimleri olan Batı Sami kavimleri ile Elâm Mezopotamya’da Sümer egemenliğini ortadan kaldırdılar. Tüm Mezopotamya egemenliği için bu iki kavim çarpışmaya başladılar. İ. Ö. 1700 yılında, Batı Sami kavminden bir kral olan Hamurabi, Elam, Larsa ve Asur’a karşı yaptığı savaşlar sonucu Mezopotamya’yı egemenliği altına aldı. Babil kenti Mezopotamya’nın ve Marduk dininin merkezi oldu. Hamurabi, kendi adı altında ün yapan kanunlarını ortaya koydu.
Genel olarak Mezopotamya sanatının gelişimini göz önüne alırsak, Mezopotamya uygarlığı içinde Sümer kültürü, Yeni Sümer çağı’nda incelmiş ve mükemmel bir bütünlük göstermiştir. Yani Sümer çağından önceki Akkad sanat gelenekleri oturmuş ve Akkad kültüründen önceki devirlerin arkaik özellikleri de Mezopotamya kültürünün esaslı özelliği olarak devam etmiştir. Sami kavimlerinin Mezopotamya kültüründeki hisseleri, buluşların çoğaltılması ve eski geleneklerin daha canlandırılması idi. İhtişam sevgisi de Sami ırklarının bıraktıkları özelliklerdendir. Sami olmayan kavimlerin sanatları ise, dekoratif zenginlik ve arkakik eğilimlerin kuvvetlendirilmesini sağlamıştır.
Sümer egemenliği ile Babil egemenliği arasındaki İsin-Larsa devrini, göçebe bir kavim olan (muhtemel olarak Batı Sami kavimlerinden) Amurru’ların doldurduğu sanılmaktadır. Fakat Mezopotamya kültürü içinde bu kavim bir varlık gösterememiş ve Babil halkı içinde erimiştir.
Babil sülâlesi içinde tarih bakımdan büyük önemi olan ilk kişi Hamurabi’dir. Onun kanunlarını belirten ünlü dikili taş da bugüne kalmıştır. Dikili taşın en üstünde, tahta oturmuş güneş tanrısının ön dua eden bir kral vardır. Bu motif bir Sümer konusudur. Kral, tanrıdan aldığı esinle taşın üzerinde yazılı kanunu meydana getirmektedir.
Güneş Tanrısı Şamaş’ın önünde bulunan Hamurabi, başı üstünde kenarları köşeli bir başlık ya da peruka taşımakta, üstünde de bir omuzunu açıkta bırakan bir elbise bulunmaktadır. Tanrının üstünde enlemesine pileli bir eteklik, belden yukarısında gene bir omuzunu açıkta bırakan bir elbise vardır. Başında da bir külah üzerine sucuk biçiminde sargısı bulunan kavuk görülüyor. Hamurabi Dikili Taş’ı üzerinde görülen bu sahne, heykel icrası bakımından ifadeli ve yumuşak bir modleye sahiptir. Ancak bu rölyefte biz savaş ya da zafer sahnesi görmüyoruz. Fakat Hammurabi, Tanrı önünde tapınma hareketinde bulunan bir kral da değildir. Burada Hamurabi’nin Tanrı önündeki hali, krala bilgi veren bir başbakanın duruşu gibidir. Her iki figürün üzerindeki elbise, vücutlarına toplu bir bütünlük ifadesi veriyor. Kralın elbisesi, enerjik bir hareketin hatlarını kuvvetlendirmektedir. Yüzdeki ifade arkaik değil, ayrıntılara gidilmiş kişisel bir portre incelemesidir. Rölyefin bir çerçeve içine yerleştirilmemesi ve figürlerin serbest olarak düzenlenmesi, aynen Naramsin’in Dikili Taş’ındaki düzen ile Cemdet-Nasr’ın yüksek çıkıntılı anlatımını ansıtır. Hamurabi kanununun yazılı olduğu taşın üzerindeki bu rölyef, derinlik duygusuna, doğa gözlemine dayanılarak yapılmış bir çalışmadır ve kişisel bir anlatım içindedir. Sami istil anlatımı dışında kalan bu çalışma tarzı, gelenek ile bağlantılı görülmektedir. Bu gelenek yani arkaik olmayan çehre modlesi, bilhassa gözlerde, burunda ve aşağı doğru uzanan sakaldadır.
Hamurabi çağında, Sümer anlayışının alçak rölyef geleneğini, kasabalarda yapılan işlerde görüyoruz. Daha çok kasabalarda yapılan işlerden büyük merkezler dışında kalan yerlerde Sümer geleneklerinin devam ettiği anlaşılmaktadır...
Hamurabi çağından sonra, istilâ devrinde oluşan karışıklıkların bu ülkeye huzur vermediği görülüyor. Bu bakımdan, Mezopotamya kültürünün bir parçası olan ve ihtişama önem veren Asur sanatı, ancak M.Ö. 1363’den sonra Mezopotamya’daki uygarlıkta yenilik yapmayan, geleneksel bilgileri içinde hareket eden karışık bir devreye giriyor. Hamurabi zamanında Anadolu’ya yeni kavimlerin aktığını görülüyor.
Ana Metin: Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi