S O Y L U E D E B İ Y A T
ahmet oktay poetika sözlüğü
Söz’ün Kayıp Hanesi: Ahmet Oktay’ın Poetika Sözlüğü (*)
“Her zaman aktarılamayan bir şeyler kalır. Her kişisel söz’ün küçümsenemeyecek bir kayıp hanesi de vardır. Söz’ü sahici kılan aynı zamanda bu kayıplar hanesi’nin keşfedilmeye açık içeriğidir “. (İmkânsız Poetika)
…
Ajitasyon: Politik/ideolojik ajitasyon daha imgesel bir düzlemde de gerçekleştirilebilir (İP; 228).
Amaç Sahibi Olmak: Risk almanın önkoşulu amaç sahibi olmaktır (İP; 225).
Anlam, Şiirin Anlamı: Şiir ancak dilde ve imgede var olur. Şiirin anlamı dediğimiz şey, dışarıda bulunan bir anlam değildir; dilden ve imgeden başka bir şey değildir o (İP; 240). Bkz. Dil.
Anonimlik: Anonimlik (..), şiirin baş düşmanı değil midir? Şiir, en siyasal görünüşlü halinde bile, tek başına üretir. Bir yalnızlık sanatıdır. Sözcüklerin anonim ve ortak kullanımdan kurtulduğu, özgürleştiği yerdir. Sözcükler şiir halinde kamuya dönerken, başka bir dünyayı imlerler, orayı dillendirip adlandırırlar. Şiirsel imgelem, belirli bir izlerçevrede hemen alımlanabilecek, ortak, kabul bulacak söylemsel öne sürmelerle iş görmez. Varlığı önceden kabul edilmiş, özellikleri üzerinde ortak kanıya varılmış bir gerçekliği yansıtmayı öngörmez şiirsel imgelem, başka gerçekliğin üretilmesini öngörür (İ.P; 21, 22).
Aykırılık: Bkz. Medya ve Şiir; Küçük İskender.
Baudelaire: Baudelaire yerleşiktir. Whitman, ise göçebe (İP; 28). Bkz. Birey, Bireylik, Birey-Oluş.
Bellek, Anımsama: Yaşadığımız günün toplumu anımsamayı bir tür gereksizlik olarak görmeye ve göstermeye eğilimlidir. Günümüzün korku ve bilim kurgu sineması olsun, televizyonun pembe dizileri olsun, insana uçucu, neredeyse gündelik heyecanlar ve istekler sunmaktadır (İP; 167). Bkz. Melih Cevdet Anday.
Ben: Bkz. Özne.
Bin Dokuz Yüz Elli Dönemi: 1950, sadece siyasal düzlemde değil kültürel düzlemde de, Türkiye’nin zihniyet dünyasındaki değişmenin tarihidir (İP; 172).
Sartre, Camus ve Varoluşçuluk’la bu yıllarda tanışıldı. Bir tür meta ve filmler, dergiler aracılığıyla da görüntü toksinlenmesi geçiren Tüğrk aydınları bir fikir toksinlenmesi de yaşadılar 1950 sonrasında (İP; 173). Bkz. Gösteri Nesnesi, Birey.
Gündelik yaşamın parçaları haline gelen yeni teknolojiler ve materyaller kadar, dadacılık, gerçeküstücülük gibi tarihsel avangard akımların yöntemleri de genç yazar ve şairlerin imgesel aygıtını dönüştürüyordu. Raslantı ve şok gibi estetik alana dahil edilen yeni kavramların yanı sıra geleneksel eğretileme ve benzetme gibi kurallara bağlanmış üretim tekniklerini sorgulayan ve onları yürürlükten kaldırmaya aday görünen imge kavramı da başat duruma gelmişti (İP; 173, 174).
Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri:1980 sonrası şiiri, kendinden öncesiyle hem bir kopuşu hem bir sürekliliği yansıtır hem de entelektüel, kültürel, siyasal, toplumsal ve biçimsel/biçemsel tüm düzeylerde de protestoyu temsil eder. Politik imalardan psikoanalitik malzemeye, özgül şiirsellere içselleşmiş bulunan her türlü öğe, asıl karakteristiğini bu protesto bağlamında kazanır. Ancak hemen belirtilmelidir ki, bu protesto çoğu zaman siyasal eklemlenme noktalarından yoksundur. Yaşanan güne, insanal ilişkilere bir öfke görülür şiirlerde, ama imgelemsel/düşlemsel düzlemde karşılaştığımız canavarsı hayallar alabildiğine kaotiktir (İP; 74). Bkz. Oyunlaştırılmış Sanatsal Dil.
1980 sonrası şiirinin arayışları, hem sanatsal hem ideolojik düzeyde, bürokratikleşmiş dil ve biçim/biçemden kurtulma, toplumun maruz kaldığı şiddet ve aşağılanma olgusuna karşı çıkma, her sınıf ve kesime içselleştirilmek istenen libertinizme hayır deme arzusuna bağıntılı olarak girişilmiş arayışlardır (İP; 75, 76). Bkz. Oyunlaştırılmış Sanatsal Dil.
1980 sonrası şiirinde gözlenen ve dikkat edilmesi gereken bir başka olgu, kadınların yoğunlaşan şiire katılma isteğidir (İP; 86). Bkz. Kadın Şairler.
Kabataslak ve semantik bir çerçevelemeyle: İslamcı şiir, entelektüel/kültürel şiir, toplumcu şiir. Bkz. İslamcı Şiir, Toplumcu Gerçekçilik.
Tarihinin hiçbir döneminde rastlanamayan bir çeviri patlaması olmuştur (İP; 73).
Ece Ayhan’ın şiiri yeniden keşfedilmiş dahası fetişleştirilmiştir. Benzer biçimde Ahmet Arif’in şiiri de büyük itibar kazanmıştır (İP; 79). Bkz. Kopya.
Bu dönem şiiri, kültürel/düşünsel öğeye olduğu kadar geleneksel şiirin izleklerine, mazmunlarına ve mitologyasına da göndermede bulunmakta, dize ve metin alıntılarına yer vermektedir (İP; 81). Bkz. Metinlerarasılık (İntertextuality); Eski Sözcükçülük (Archaism).
Bizi reel dünyanın kendisinden şüphelenmeye, başka bir dünyanın olanaklılığını düşünmeye kışkırtmak sanki 80 sonrası şiirinin genel, neredeyse kolektifleşmiş bir eğilimi. Sağda ve solda. Ama hep bireysel, yer yer psikopatolojik bir tona sahip olan bir sesle (İK; 1000).
Şiirsel imgelem ve düşlem, neden artan bir dozda geçmişin imleri, sözcükleri, nesneleri, anıları ve duygularıyla dolmaya başladı? Sağcı ve İslamcı söylem çerçevesinde soruyu yanıtlamak da nedenleri anlamak da daha sorunsuz gibi. Ama 12 Eylül’e ve sonrasında uygulanan depolitizasyon sürecine kadar geçmişte ilgisi her zaman olumsuz olmuş, hatta Kemalist retoriğe bağlı kalmış bulunan solcu söylemdeki geçmişçilik ilgisini anlamak kuramsal/estetik zorluklar yaratıyor (İP; 105): Bkz.Toplumcu Gerçekçi Şiir; Eski Sözcükçülük (Archaism); Melih Cevdet Anday.
Birey, Bireylik, Birey-Oluş: Bireylik ya da birey-oluş sorunu, Türkiye’de gerçek anlamda ancak 1970’lerde belirmeye başlamıştır (İP; 129). Bkz. Modern Şiir.
Bireylik/ bireysellik sorununun dünya şiirinin gelişim sürecindeki isyancı içeriğiyle algılanamamış ve o biçimde yaşanamamış olması yüzünden, Baudelaire’ci şiire onca hayranlıklarına rağmen Cahit Sıtkı da Ahmet Muhip de güzel mısra anlayışının ötesine geçerek bireyin terkedilmişliğini, yabancılaşmışlığını öne çıkaran, cinselliği en uç noktalarında yakalamayı isteyen ve egemen töreye karşı koyan bir şiir kuramamışlardır (İP; 131). Bkz. Modern Şiir; Ödev Duygusu.
Boş Sözcülük (Verbalisme): Mazmun günümüz şiirinde de işlevini ve yerini koruyor. Gül ve bülbül gitti; ama yerine, toplumsal sınıf ve kesimlerin fantasmagorik beklentilerini ve gündelik maddi yaşamın ölçülerini karşılamayan bir imgesellik ikame edilmiş bulunuyor. Genç şairlerin çoğu bir tür boş sözcülük (verbalisme) tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş durumdadır (İP; 151). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Broy Çevresi Şairleri: Broy çevresi şairleri siyasal/ideolojik bağlantıları ve inançları açısından şiirlerini modernist poetikalar’ın doğrultusunda biçimlendirmeğe çalışmışlardır (İP; 83). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksenli Yıllar Şiiri.
Bütüncü Şiir: Bkz. Eski Şiirimiz.
Büyük Şiir: Henüz belirmemişi görebilme yetisi: Budur büyük şiirin temel özelliği (İP; 10).
Şiir, bizi mevcut dünya hakkında değil, daha çok ve özellikle başka, olumsal bir dünya hakkında aydınlatır. Büyük şiir, hemen ve kolayca gündelik dile ve gündelik beklentilere çevrilen bir anlam üretmez; tam tersine; o dili olumsuzlayan, gündelik anlam dünyasının ötesini öngören, daha doğrusu böyle bir dünyayı bir anda yangın alevi gibi görünür kılan bir anlam, üretir (İP; 161). Bkz. Şiir.
Cemal Süreya: Bkz. Türk Şiirinin Dönüm Noktaları.
Çokuluslu Dil: Bkz. Lale Müldür.
Deneyci Şair: Bkz. Fazıl Hüsnü Dağlarca.
Devrimci Sanat: Devrimci bir sanat, gücünü insana bakışından alır, şu ya da bu programa uygunluğundan değil (ŞK; 25): Bkz. Nazım Hikmet.
Dil: Saltık bir yeni dil yoktur. Sözcükler, üst üste kayıt yapılan ses bandı gibidir: Daha önceki sözcüğü iptal ettiği gibi o sözcüğün anılarını, titreşimlerini de tevarüs etmiştir. Dünya ve gerçeklik, sam yeli gibi lekeler bırakır dilin derisinde. Bir farkla: Siyahtır onlar, yelinkinin tersine (İP; 91).
Duygu, Duyguların Boyutu: Günümüz toplumu, duyguların boyutunu abartarak onun iç gerilimini yok ediyor aslında. Pornografiye dönüşen erotizm nasıl kendi amacından uzaklaşıp yabancılaşıyor, şeyleşiyorsa, melodrama dönüşmüş bir duygusallık da gücünden yitiriyor. Bu noktada bekleyen tehlike trajik ya da komik olmak değil, gündelik dildeki anlamıyla gülünç olmak (İP; 118, 119).
Edebiyatsız Edebiyat: Edebiyatsız edebiyat, söz sanatlarına değil, süse, yapmacığa, kötüye karşıydı. Yoksa “zanaatsız”, ustalıksız bir eser tasarlanamaz. (ŞK; 14). Bkz. Orhan Veli.
Ece Ayhan: Ece Ayhan tarihsel olduğu kadar içrek de olabilen bir şiir yazar, bu yüzden imgesel ve arkaik olanın içine çekildiği söylenebilir (İP; 146).
Ece Ayhan’ın şiiri ile Ece Ayhan Kırdar olarak yazdığı dönemin şiirleri arasındaki coğrafi/tarihi, dolayısıyla kültürel ve sözlüksel zemini ve mesafeyi atlamak bana mümkün görünmüyor (İP; 94). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Edebî Çevre: İlk edebi çevrem Marksist eğilimliydi. Hep oraya bağlı kaldım ve hep orayla çekiştim (İP; 217).
Edip Cansever: Cansever, İkinci Yeni’nin dağ yollarında fazla oyalanmadı ve şiirini, kendisi için belli ölçüde zorunlu gördüğü kamusal ve anlamsal alana çekmeyi bildi (İP; 175).
Cansever, söylemek gerir ki, metinlerden değil doğrudan gündelik yaşamdan beslenen kentli bir şairdi ve metropolleşme sürecine girmiş bulunan İstanbul gibi bir kentin sadece imgesel ve düşlemsel düzlemde dillendirilemeyeceğini görmüştü. İmgenin, rastlantının ve şokun kent patolojileri bağlamında kavranmasının ve oradan üretilmesinin daha verimli olacağını düşünmüştü (İP; 176).
Cansever, zaman zaman doğada, özellikle de denizde bir kurtuluş ve kaçış aramadı değil, söylencelerin peşine düştüğü gibi metinselliğin, metin üretiminin yöntemleri üzerinde de çalıştı (“Bir Şiir Yazılırken” ve “Kitap, Menekşe, Tırnak” gibi şiirler). Ama, sonunda, dönüp dolaşıp hep insanların arasına yerleşti (İP; 180). Bkz. Türk Şiirinin Dönüm Noktaları; İkinci Yeni.
Enis Batur: Bkz. Kopya.
Eski Sözcükçülük (Archaism): Eski Sözcükçülük eğilimi (..), bir yandan gelenekle ilişki kurma arayışının bir yandan da gündelik dilin büyük ölçüde ideolojikleşmiş ve bürokratikleşmiş yanından kurtulma isteğinin bir ürünü olarak değerlendirilebilir (İP; 82). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri..
Eski Şiirimiz: Eski şiirimiz bütüncü değil, mısracı bir anlayışa sahiptir (ŞK; 12).
Eşcinsel Söylem: Eşcinsel söylem konusundaki tabu yıkıldıkça, şairin daha özgürce konuşabildiği söylenebilir (İP; 146).
Fazıl Hüsnü Dağlarca: Belki de Türk şiirinin en deneyci şairi odur. Dilini, biçimini ve biçemini en korkulu noktalarda sınamaktan, uçurumların üzerine gerdiği ipte sürekli gidip gelmekten zevk aldığı bellidir. Her şiirinde Rus ruleti oynamaktadır. Yine kendisi vurgulamıştı, şiirin bir “yaşama biçimi olmadığını” tam tersine, “yaşamların “şiirin bir biçimi” olduğunu (İP; 156).
Folklor: Folklorun geniş ölçüde kitle kültürü tarafından emilmeye başladığı bir dönemde, özellikle kentlerde yaşayanlara halk şiiri arayışlarının ne ifade ettiği (..) araştırılmalıdır (İP; 120).
Formaliz: Bkz. Orhan Veli.
Garip Hareketi’nin Anlamı: Garip Hareketinin anlamı nedir? Bu, bütün bir kültür kurumuna isyandır (ŞK; 10). Bkz. Orhan Veli; Nazım Hikmet; Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri; İkinci Yeni.
Geçmişçilik, Geçmişçilik İlgisi: Şiirsel imgelem ve düşlem, neden artan bir dozda geçmişin imleri, sözcükleri, nesneleri, anıları ve duygularıyla dolmaya başladı? Sağcı ve İslamcı söylem çerçevesinde soruyu yanıtlamak da nedenleri anlamak da daha sorunsuz gibi. Ama 12 Eylül’e ve sonrasında uygulanan depolitizasyon sürecine kadar geçmişte ilgisi her zaman olumsuz olmuş, hatta Kemalist retoriğe bağlı kalmış bulunan solcu söylemdeki geçmişçilik ilgisini anlamak kuramsal/estetik zorluklar yaratılyor (İP; 105):
Geçmişin sözcüklerine, imgelerine, nesnelerine dönüş, oralarda bir ses, yaşamı canlandıracak bir tını arayış, nesnel karşılığı bulunan (siyasal ve kültürel düzeylerde) bir kök salma duygusunu yerleştirmekten onu etkileyici ve çekim alanı olan bir söylem durumuna getirmekten çok, yeni sağın ya da muhafazakarlığın bağdaşığı olma gibi bir işlev edinmeye aday görünüyor. Y ada en azından böylesine ikircikli, tedirginlik verici bir ilişkiyi anıştırıyor (İP; 106). Bkz. İslamcı Şiir; Toplumcu Gerçekçi Şiir; Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Genç Şiir, Şair: Genç şiir gibi kavramlaştırmalardan kaçınmak gerektiğini düşünüyorum ben. Çünkü, hiçbir aklı başında şair izlerçevreyi ve onun beklentilerini öngörmez (İP; 225).
Gerçeklik: Gerçeklik metinde yeniden kuruluyor (İP; 212).
Gerçeklik Kaybı: Şiir, hatta tüm sanat türleri, gerçekle ve hakikat duygusuyla ilgisini koparmak istemese de ve etik bir eğilimi öngörse de, imgelem düzeyini ön aldığı sürece, ister istemez belli ölçüde yaşam pratikleriyle bir kopukluğu da yansıtır. H. C. Seeba’nın sözleriyle daima bir “gerçeklik kaybı” söz konusudur (İP; 176). Bkz. İmge, İmgeci Şiir.
Gerçeksizlik Düzeyi: Bkz. Kadın Şairler.
Gösteri Nesnesi, Birey: Kültürel yaşam sadece televizyon aracılığıyla görselleşmiyor. Artık bireyin kendisi bir gösteri nesnesi durumunda. Kültürel ortam içinde var olabilmek için, dolaşımda kalabilmek için görünmek zorunda birey. Ya da şair. Şair, meta olarak paketlenmeyi, etiketlenmeyi ve pazara sürülmeyi kabul etmeye kışkırtılıyor (İP; 97). Bkz. Kapitalizm Ve Şiir; Medya ve Şiir; Kapitalizm ve Şiir; Küçük İskender; Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Halkçı Sanat: Halkçı sanat, sosyal şartları içinde çırpınan insanı verdiği ölçüde gayesine yaklaşmış olur (ŞK; 15). Bkz. Orhan Veli.
Hırsızlık Edimi: Bkz. Yıkıcılık, Yapıcılık.
Huzursuzluk Hazzı: Şiiri, gündelik ve toplumca kabul ettirilmiş gerçekliğin rasyonalitesi içinden okuyamayız: Aldığımız haz, bir huzursuzluk hazzıdır aslında (İP; 168).
Hilmi Yavuz: Bkz. Kopya.
İkinci Yeni: Edip Cansever de İlhan Berk, Turgut Uyar, Ece Ayhan gibi şairlerle birlikte şiirsel geçmişini iptal ederek ve “bir çağ mı değiştik sabah sabah ne” diye yürürlükteki her şeyi askıya alan bir soru yönelterek (Yerçekimli Karanfil), “akılla oynamaya” başlar. Şiir, birdenbire, o tarihe kadar görülmemiş biçimde (Haşim’in, 1939’larda başlayan Tasfiye Hareketi’nin ve Garip şiirinin manifestoları da dahil olmak üzere) özerklik ilan eder ve toplumsal amaçlara hizmet etmesi yolundaki her türlü anlayışı reddeder (İP; 174). Bkz. Bin Dokuz Yüz Elli Dönemi.
İkinci Yeni, siyasal baskı dolayısıyla bir metanet kaybının ürünü olmadığı gibi, gerçeklikten de kaçış değildir. Egemen gerçekliğin karşısına başka türden imgesel/düşlemsel bir gerçeklik çıkarmıştır, kendi özgül alanında kalarak (İP; 175). Bkz. İlhan Berk; Mavi Hareketi.
İktidar ve Şiir: İktidarın gerçeği ile bütünleşmiş, muvafık bir şiir gerçek anlamda asla dolaşımda olmamıştır. Çünkü böyle bir şiir, hangi rejim ve hangi iktidar içinde yaşanırsa yaşansın korunması gereken promesse du bonheur’e ihanet ediyor olacaktır. Şairin siyasal bağıtlığı, şiirin özgürce üretme süreci içinde bu vaade bağlılığıdır, parti ilkelerine ve resmi ideolojiye değil. Şair, Öteki’nin, Farklı’nın ve Yasaklı’nın adına söz alır daha çok (İP; 32). Bkz. Şiir, Şiirin Dili.
İlhan Berk: İlhan Berk, 1940’larda Whitman’dan esinlenmiş şiirlerini yayımlamaya başladığında kolay kabul görmemişti (İP; 132).
İkinci Yeni’nin estetizmine 1980’lere kadar bağlı kalan tek şairin İlhan Berk olduğu söylenebilir (İP; 175, 176).
İlhan Berk’in, şiirini ısrarla duygudan arındırmasına bir şey diyemeyiz elbet. Ama ben, bu şiirin, tam da bu yüzden zaman zaman bir hayatiyet yitimine uğradığı kanısını taşıyorum (İP; 149). Bkz. İkinci Yeni; Gerçeklik Kaybı.
İmaj: İmaj, şiirin ilk değilse bile, önemli, unutulmaması gereken ilkelerinden biridir (ŞK; 14).
İmge, İmge Düzeni: Şiir ancak dilde ve imgede var olur. Şiirin anlamı dediğimiz şey, dışarıda bulunan bir anlam değildir; dilden ve imgeden başka bir şey değildir o (İP; 240).
Varolmayan, gerçeklikten doğmamış gibi görünen bir varlık olarak şiir, kurduğu imge düzeni ve ürettiği fantazya dünyasıyla gerçekliğe ilişkin olumsuz tavrı dile getirir. Orada bulunmayanın, suskunun içeriği, bir imge, bir sözcük aracılığıyla yukarı yükselir, belleği canlandırır (İP; 96).
İmgeci Şiir: İmgeci şiir, dünyaya ilişkin açık, hemen okunabilir ve kavranabilir bir anlamı öngörmediği için, dünya-varoluşsal bir anlamlandırma tasavvuru ve pratiğinden uzak durmamasına rağmen, şiirin kendisinden başka bir gönderme alanı bulunmadığı yolundaki görüşe yakın durmuş ve bir yan-anlam sanatı olan şiirin, sözcükler ile nesneler, duygular ile gerçeklik rasında birebir ilişkiyi ve iletişimi öngören gündelik semantikten kopuşu ima ettiğini vurgulamıştır. Şiirsel anlam, imgeci şiir bağlamında, daha çok imgesel/duygusal, sessel/çağrışımsal düzlemde beliren bir anlam olarak anlaşılır. Olumsal ve sezgisel bir anlamdır bu. Bilinçdışını (unconscious) olduğu kadar gerçeksizlik düzeyini (irreality level) de öngörür. (..) Anlam hayalin kendisidir artık (İP; 80). Bkz. Bin Dokuz Yüz Elli Dönemi; Gerçeklik Kaybı.
İnsan: Bir tekillik değildir insan, tam tersine: Bir çoğulluktur. Ama ancak ötekinin varlığına bağımlı olarak. Her ben ötekinin sorusu ve yanıtı değil midir? Eksik bile olsa (İP; 114).
İslamcı Şiir: 1980 sonrasında büyük ivme ve işlerlik kazanan İslamcı şiir, belki zamanla çekilme olanağı bulacağı Kur’anî / Sünnî söylem ve format içinde değil, ironik biçimde modernist şiire eklemlenerek atılım yapmıştır (İP; 83).
Bürokratikleştiği ve rutinleştiği için, toplumcu gerçekçiliğin boşaltmak zorunda kaldığı alana İslamcı şiirin yerleşir gibi olduğunu söylemek gerekir (İP; 85).
Bir zamanlar sadece sosyalizme ait olarak görülmüş kavramlar ve sözcükler, artık radikal/ siyasal İslam tarafından da paylaşılıyor (İP; 150). Bkz. Laik Şiir; Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
İtirafçı Şiir: Türk şairi, İtirafçı Şiir’i 1960’lara doğru tanımış, 1960’dan sonra da itirafı şu ya da bu ölçüde pratiğe geçirme yoluna girememiştir (İP; 129). Bkz. Modern Şiir; Kadın Şairler.
Kadın Şairler: 1980 sonrası kadın şairlerinin genellikle imgeci şiire yakın durdukları, bireysel/kişisel deneyimlere öncelik tanıdıkları, bu özellikleri dolayısıyla kimi zaman itirafçı şiir kurdukları öne sürülebilir. Toplumsalı dolayımlamaktan çok gerçeksizlik düzeyine çekilmeyi tercih ederler (İP; 87). Bkz. İmgeci Şiir.
Kapitalizm ve Şiir: Küresel kapitalizm imgeler alanını, yani sanatsal alanı da sömürgeleştirmiş bulunuyor. Ama şiiri hala sömürgeleştiremedi ve Pazar ekonomisine eklemlendiremedi. Magazinel edebiyat basını şiiri manşet yapamıyor ve ayağa düşüremiyor (İP; 11).
Köleleştirici teknoloji söylemine karşı direnmenin yuvası olarak metafor (eğretileme), aynı anda eğretilemenin gizemleştirici momentinin tepkisi ve yalanlayıcısı olarak metonomi (İP; 17).
Kemalist-Sosyalizm: Ben o gün de bugün de Attila’nın Kemalist Sosyalizmine hep mesafeli oldum. Stalinist olmayan ama Kemalist olmayı da öngörmeyen bir Marx yorumunu önemsedim (İP; 219). Bkz. Marksçı Bir Şiir/Yazın.
Konvansiyonel Kalıplar: Özerkleşen, çeşitlenene ve farklılaşan bir toplumda şiirsel ifade yollarının konvansiyonel kalıplar içinde kalınarak bulunup bulunamayacağı herhalde hayli tartışılması gereken bir sorun. Folklorik ve popüler malzemenin derinlemesine bir politik bilince yol açıp açmadığı da (İP; 120).
Kopya: “Kopya” sözcüğünü ağır bulacak olanlar bulunsa bile, bu modelleştirilme olgusunun Hilmi Yavuz’un ve Enis Batur’un şiiri için de geçerli olduğu söylenebilir. Kuşkusuz, bir şairin dünyası başka şairleri etkileyebilir, ona esin verebilir. Ama modeli özümsemeye değil modele öykünmeye çalışıldığında çıkmaz bir yola girileceği açıktır (İP; 78). Bkz: Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Küçük İskender: Küçük İskender, ün sağlamayı ve popüler olmayı şiirinin biçimsel/içeriksel öğelerini medyatikleştirerek değil kendisini medyatikleştirerek sağlamayı başarmaktadır (İP; 80). Bkz. Medya ve Şiir; Kapitalizm ve Şiir; Gösteri Nesnesi, Birey.
İskender’in biçimsel/biçemsel kaygıları konusunda itirazlarım olmasına rağmen, kurguladığı dilin kozmopolit yapısının (Osmanlıca, Öz Türkçe, özgün türetme, dönüştürme, Frenkçe) ötekilere oranla daha yıkıcı, negatif olmaya aday bir gizilgüç taşıdığını öne sürüyorum (İP; 104, 105). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksenli Yıllar Şiiri..
Laik Şiir: Terimlerin hoş görülmesini dileyerek, laik şiirin de İslamcı şiirin de sözcüklere ve imgelere gizemsellik kazandırmak konusunda tam bir uyum içinde bulunduklarını düşünüyorum (İP; 150, 151).
Lale Müldür: Lale Müldür çokuluslu bir dil kullanmasının yanı sıra lettrist ve somut şiir bağlamında görülebilecek deneylere girişmekten (..) çekinmemektedir (İP; 88). Bkz. Somut Şiir.
Lettrizm: Bkz. Lale Müldür.
Marksçı Bir Şiir/Yazın: Marksçı bir şiir/yazın yazgıcı değil başkaldırıcı, genelci değil tikelci, betimleyici değil irdeleyici, tarihsel değil sınıfsal, öznel değil nesnel olmak zorundadır (İP; 207).
Marksist olanların çıkmazı başka yerde: Sanatsal düzeyde. Siyasal söylem’in estetik kaygıdan, daha doğrusu estetik öngöreklilikten bağımsız olduğunu varsayıyorlar. Siyasal tavır alışın bir başına yeterli olabileceğini sanıyorlar. Şu ayrıma dikkat edilmeli: Okur Marksçı kurama sanat eseriyle bütünlenecektir, makale yoluyla değil (İP; 208, 209).
Mavi Hareketi: Mavi öngörmemiş olmasına rağmen, yeni bir edebiyat arzusunun ilk kışkırtıcısı olarak bence İkinci Yeni’nin laboratuarı olmuştur (İP; 220).
Medya ve Şiir: Edebiyat ve şiirin de öteki sanat dallarında olduğu gibi medyanın egemenliği altına girmesi ve yapıta tüketim değeri ile meşruiyet kazandırılması olgusu, özgün görünmeyi, aykırı görünmeyi şu ya da bu ölçüde kışkırtmakta, şairi durmadan yenilik yapmaya zorlamaktadır. Bu bir kaçınılmazlıktır belki de. Ama, şiirden ödün vermemeyi bilmek gerekir (İP; 79). Bkz. Görselleşmek; Kapitalizm ve Şiir; Küçük İskender; Postmodernizm.
Medyatikleştirme: Bkz. Küçük İskender, Gösteri Nesnesi, Birey.
Melih Cevdet Anday: Şiirinin mitlerle, eski yazıtlarla bağlantı kurmasının altında yatan temel kaygının, somut gündelik yaşamdan dışlanmış olguların anımsatılması yoluyla, şimdiki zamanın olumsuz içeriğini açığa çıkarmak olduğunu düşünüyorum (İP; 157, 158).
Çağdaş ikonların, çağdaş söylenlerin karşısına yitik boyutu çıkarır Anday (İP; 167).
Anımsama, Anday’ın şiirinde son kertede direniş ilkesinin temelini oluşturur. Anımsayarak zamana, dile ve usa direnir Anday (İP; 168, 169).
Metafor (Eğretileme): Köleleştirici teknoloji söylemine karşı direnmenin yuvası olarak metafor (eğretileme), aynı anda eğretilemenin gizemleştirici momentinin tepkisi ve yalanlayıcısı olarak metonomi (İP; 17).
Metinlerarasılık (İntertextuality): Bu dönem şiiri, kültürel/düşünsel öğeye olduğu kadar geleneksel şiirin izleklerine, mazmunlarına ve mitologyasına da göndermede bulunmakta, dize ve metin alıntılarına yer vermektedir. Üstelik, bu oldgunun sadece Türk yazın ve düşüncesiyle bağlı kalmadığını, dünya yazınının adlarına ve yapıtlarına açıldığını da söylemek gerekir. Metinlerarasılık olgusunun, şiirin anlamsal/kültürel çevrenini genişlettiği, en azından böylesi bir gizilgücü barındırdığı vurgulanmalıdır (İP; 81, 82). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Metonomi: Bkz. Metafor (Eğretileme).
Mısra: Modern şiir, geleneksel dize (mısra) anlayışının bir yadsınması gibidir: Ölçüye ve kalıba bir isyandır (İP; 27).
Yahya Kemal, “Mısra haysiyetimdir” demişti. Ama Cansever’in neredeyse bu cümleye açık bir saldırı oluşturduğunu düşündüğüm “Mısra işlevini yitirdi” sözünü de her zaman anımsamak gerekir. Aforistik biçemi sevmem. Ama gerek Cansever’in bu sözünün gereke Süreya’nın, “Şiir geldi kelimeye dayandı” sözünün, Türk şiirinin içsel evrilmesinin doruk noktasında yazıldığını, bir tür paradigma dönüşümünü imlediğinin düşünüyorum (İP; 27, 28). Bkz. Şiirin Birimi.
Mısracı Şiir: Bkz. Eski Şiirimiz.
Modern Şiir: Modern şiir, en yüzeyden ve kestirme tanımıyla, bireyliğin şiiridir (İP; 125).
Modern şiir, Batı dünyasının bunalım döneminin (savaş, ekonomik çöküntü, kültürel tıkanma) ürünüydü. Birkaç merkezde birden başlamış olmasının nedeni budur (İP; 137).
Birçok kültürel imge ve figürü paylaşan, ortak bir duygu ve düşünce iklimine sahip olan, daha da önemlisi, sürekli iletişin /etkileşim içinde bulunan Batı Dünyası’nda üretilen modern şiir ile, 1923 yılındaki kopuşa kadar bu dünyanın hemen hemen karşı kutbunda üretilen Türk şiiri, ancak 1960’lara doğru temasa gelebilmiştir (İP; 123). Bkz. Ödev Duygusu.
Modern şiir, geleneksel dize (mısra) anlayışının bir yadsınması gibidir: Ölçüye ve kalıba bir isyandır (İP; 27). Bkz.İkinci Yeni.
Modelleştirme: Bkz. Kopya.
Mutlu Yazar: Mutlu yazar, bence ölü yazardır. Mutlu olmak, yasaklanmıştır yazara. Daha kesinlikli konuşayım: Mutlu olabilen yazar olmaz, yazar olmayı istemez (İP; 221).
Yazı yazmak, mutlu yaşamın altını oyar: Kafka mutsuzdur, onun şatolarda ömür sürmüş karşıt figürü Rilke de mutsuzdur. Çünkü sözcüklere ve imgelere mahkum edilmişlerdir (İP; 222).
Nazım Hikmet: Türkiye’de Çağın Ruhunu yakalamayı başaran tek kişinin Nazım Hikmet olduğunu söylemek gerekir (İP; 134).
Nazım Hikmet, bilinçli ve büyük bir şairin yolunu izleyerek somut tikelden soyut genele doğru açılan bir hareketin şiirini kurar (ŞK; 18). Bkz. Toplumcu Gerçekçi Şiir.
Nazım Hikmet, bir mit kurucu olmayı değil mit yıkıcı olmayı öngörmüştür (İP; 25).
Nazım Hikmet’te dil, tikel olanı başkasının aracılığıyla nesnelleştirir (..). İnsana yapışıktır bu dil, imgeye değil: Üretimde bulunan ve haberleşen insana. Bu yüzden alabildiğine somuttur (ŞK; 17).
Nazım Hikmet, şiirsel ses’i genellikle kafiye yoluyla sağlar (ŞK; 31).
Orhan Veli: Orhan Veli öleli dört yıl oldu. Bu dört yıl içinde kişiliğinin ve sanatının çok sözü edildi. Daha da edilecek. Zaman ilerledikçe, şiirimiz geliştikçe hakkında kırıcı yargılar da verilecektir belki. Ama o, şiirimizin dönüm noktaso olmak mutluluğunu yitirmeyecektir (ŞK; 9).
Orhan Veli doğru bildiğini yılmadan savunan namuslu bir insan, koca bir kültür kurumuna “hayır” diyebilmiş eksik bir öncü ve eksik bir şairdi (ŞK; 16).
O, gerçekçi, hayatını çalışarak kazanan, seven, acı çeken, halkın içinde dolaşan bir sanatı tutuyordu. Sanat eseri, hikâye, roman, şiir olsun, insan hayatından ayrı değildir (ŞK; 11).
Destan Gibi kitabıyla halkın ağzına eğildi. Fakat bu çaba onu halkçı sanata değil, formalizme götürdü (ŞK; 11).
Çocukluk duygularını, insanın olaylar içindeki tabii davranışlarını şiire sokma k çabası, onu bir parça sürrealistlere yaklaştırır (ŞK; 13).
O, sadece Breton’un ifade ettiği “ruhi otomatizmi” alıyordu. Şekilden kurtulmak, bunu haklı göstermek istediği ruhi otomatizm fikriyle yakından ilgilidir (ŞK; 13).
Şiiri süsten, yapmacıktan kurtaracağız diye imajı kovmak yerinde bir hareket midir? Bu soruyu hayır diye cevaplamanın gerekli olduğu kanısındayız. İşte Orhan Veli bu noktayı unutmuştur (ŞK; 14). Bkz. Edebiyatsız Edebiyat.
Orhan Veli yıkıcılık hareketinde başarılı olmuşsa da, yeni ve milli bir sanatın ilkelerini koyamamıştır (ŞK; 15). Bkz. İkinci Yeni.
Oyunlaştırılmış Sanatsal Dil: Oyunlaştırılmış sanatsal dilin doğrudan biçime indirgenmesi, kimi zaman şiirin bir anlama ve bağlama indirgenmesine karşı çıkan, şiirsel iletişimi görsel/işitsel düzlemde kurmayı ve boş sayfa uzamını doldurmayı öngören lettrist ve somut şiire uzantı vermiş (Tarık Günersel, Sina Akyol’un vb. kimi ürünlerinde), böylelikle de rutini beslemekten başka işe yaramadığı düşünülen gündelik semantiği aşma tasarısına yol açmıştır (İP; 75). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Ödev Duygusu: Türkiye’nin kendine özgü toplumsal, siyasal, törel ve kültürel sorunları ve koşulları, daima bir ödev duygusuyla birlikte varolagelmiş şairi durmadan kendisini rehabilite etmeye, normalleştirmeye, uyumlu olmaya (devletle, partiyle, grubuyla) zorlamıştır. Modern dünya şiirinin izlediği yol tersinedir oysa (İP; 129). Bkz. Modern şiir.
Öteki: Bkz. İnsan.
Özne: Yaşanan ortamda öznenin bütünlük duygusunu olduğu güven duygusunu da yitirdiğini öne sürebiliriz. Parça parça, an an yaşanan, nesnelerin de, görüntülerin de uçucu bir nitelik kazandıkları, kararsızlaştıkları bir ortamda, dil de bir açıklama aracı olduğu yerde ansızın şifreye dönüşüyor, içrekçi bir hava yansıtırken günceli dile getiriyor. Belki de Türk şiirinde özne ilk kez böylesine somut bir biçimde öne çıkıyor. Yolunu arayan ben (İP; 117).
Pornografik Şiir: Sadist ve mazohist olduğu kadar pornografik de olabilen şiirler yazılabileceği düşüncesine açık olmak gerekiyor (İP; 147).
Postmodernizm: Postmodernizm, sanatın ayağa düşürülmesinde, işlevsizleştirilmesinde ve amaçsızlaştırılmasında, kısaca yozlaştırılmasında büyük bir rol oynadı (İP; 45).
Kullan-at ilkesi, sanatsal düzeyi de kuşatmış bulunuyor. Plastik sanatlarda gözlenen post-modernist eğilimler, şiire de şurasından burasından sızıyor. Sızmaması olanaksız. Bu yüzden arkaizm ile modernizm aynı tinlerde buluşabiliyor. Sözcüklerin ve imgelerin saldırısına alabildiğine açığız (İP; 120, 121).
Resmi Ulusal Bayramlar: Yarıda bıraktığım öğrenimim sırasında en nefret ettiğim günler resmi ulusal bayram günleriydi (İP; 216).
Risk Almak: Bkz. Amaç Sahibi Olmak.
Ses Şiiri: Sesi şiirin temel birimlerinden olarak gören yaklaşım, öyle sanıyorum ki zaman zaman Baki’ye şöyle bir göz atacaktır (211).
Sina Akyol: Bkz. Oyunlaştırılmış Sanatsal Dil.
Siyaset, Şiir: Şiirde dile getirilecek siyasetin kendine yeni biçim ve biçemler üretmesi bekleniyor (İP; 120).
Somut Şiir: Kişisel olarak sözel, sesçil ve görsel öğeleri öenemseyen, anlamdan çok bu öğelerin düzenlenmesini öngören ve son kertede bu düzenlemenin algılanmasını isteyen bu şiire kendimi yakın hissetmediğimi söyleyeceğim. Sözcüklerin anlamı ile değil maddeselliği ile ilgileniyor somut şiir. Anlamsal matris yerini Max Bense’nin sözleriyle “yüzey düzenlemesine bırakıyor” (İP; 226). Bkz. Lale Müldür.
Söz’ün Kayıp Hanesi: Her zaman aktarılamayan bir şeyler kalır. Her kişisel söz’ün küçümsenemeyecek bir kayıp hanesi de vardır. Söz’ü sahici kılan aynı zamanda bu kayıplar hanesi’nin keşfedilmeye açık içeriğidir (İP; 217).
Şair: Şair, Öteki’nin, Farklı’nın ve Yasaklı’nın adına söz alır daha çok (İP; 32). Bkz. İktidar ve Şiir.
Doğayı ya da dünyayı bilmez şair, sözcükleri bilir. Ama, sözcükler yaşamın kendileridir de (İP; 114).
Şairin hedefi Edebiyat Tarihi değildir denilmeli ki, sağın-solun kollanması bir yana bırakılabilsin. Gerekiyorsa kargışlanmayı üstlenecektir şair (İP; 213).
Şair ve düşünür, bana hiçbir zaman karşıt kimlikler olarak gözükmedi. Belki de bu yüzden şiirimin kaynaklarında öteki şiirlerden çok felsefe yazılarına, romanlara rastlanabileceğini sanıyorum (İP; 204).
Her şair, en yeteneksizi bile, Öteki’nin ruhunu çalmak ister. Verili her düzenin (toplumsal ve sanatsal) yıkımı adına gerçekleştirilen bu hırsızlık edimi tek kutsanacak edimdir (İP; 224).
Şair, son kertede müzmin bir yalnızdır (İP; 228).
Şairin bilici yanına ilişkin vurguları önemserken gizemselleştirmelerden kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. Şair vahiy ile çalışmaz, ondan esinlenmez (İP; 228).
Şairin İşi: Şairin sorunu kurulu düzene karşı çıkma değildir. Şairin sorunu şiirini kurmak, yıkmak, yeniden kurmaktır. Şiir ve sanatla politikanın, devrimin ilişkisini yanlışa yol açabilecek bir düzlemde konumlandırmamak gerekir. Şairin işi şiirini, dilin ve biçim-biçemin içinde devrim yapmaktır (İP; 227).
Şiir: Şiirin gizemli bir yaratım olduğunu öne sürecek değilim. Ama şiirin gerçeğin birebir yansıması olduğu da söylenemez. Şiir açıkladığından çok gizlediğiyle beliren bir sanat olarak düşünülebilir (İP; 9, 10). Şiir, genelinde sanat apaçıklıklardan söz etmez. Onun aradığı daha derinlerdedir: Dilin ve tinin içerilerinde (İP; 10).
Şiirin nesneleri araştırılabilir ama belli bir ilke doğrultusunda test edilemezler (İP; 14).
Şiir, sanat öğüt vermez; tam tersine bir yaşam ve düşün deneyimini gerçekleştirir ve öne sürer (İP; 222).
Bir şiir-bilime fazla inanamıyorum. Ama kendi içinde görece seçmeci (eklektik) ve çeşitli şiir kuramları geliştirilebileceğini düşünüyorum (İP; 14).Bir şiir biliminden çok, farklı bilimsel disiplinlerden yararlanan, onları harmanlayan ve eklemleyen yorumsamacı (hermeneutik) yöntem daha olanaklı görünüyor (İP; 17).
Şiir doğrudan doğruya maddi yapıyı değiştiremediğine göre, dil’e ve kişilik’e bağlı kalacaktır (ŞK; 30). Bkz. Dil.
Varolmayan, gerçeklikten doğmamış gibi görünen bir varlık olarak şiir, kurduğu imge düzeni ve ürettiği fantazya dünyasıyla gerçekliğe ilişkin olumsuz tavrı dile getirir. Orada bulunmayanın, suskunun içeriği, bir imge, bir sözcük aracılığıyla yukarı yükselir, belleği canlandırır (İP; 96). Bkz. Şair.
Şiir, bizi mevcut dünya hakkında değil, daha çok ve özellikle başka, olumsal bir dünya hakkında aydınlatır. Büyük şiir, hemen ve kolayca gündelik dile ve gündelik beklentilere çevrilen bir anlam üretmez; tam tersine; o dili olumsuzlayan, gündelik anlam dünyasının ötesini öngören, daha doğrusu böyle bir dünyayı bir anda yangın alevi gibi görünür kılan bir anlam, üretir (İP; 161).
Şiiri, gündelik ve toplumca kabul ettirilmiş gerçekliğin rasyonalitesi içinden okuyamayız: Aldığımız haz, bir huzursuzluk hazzıdır aslında (İP; 168).
Şiir, sanat son kertede bir gizli örgüt dili kurar. Benim şiirim ve yazım, belli bazı şair ve yazarlar gibi, aynı sorunlar, kuşkular, günahlar, duraklayışlar konusunda suç ortaklığı yapmış okurları gereksinir. Her şair, en yeteneksizi bile, Öteki’nin ruhunu çalmak ister. Verili her düzenin (toplumsal ve sanatsal) yıkımı adına gerçekleştirilen bu hırsızlık edimi tek kutsanacak edimdir (İP; 224).
Şiir Yazmak: Şiir yazmak bir can verme edimidir. İkili bir anlam var burada: Dirim ve Ölüm bağlamında. Budur şiir yazmak (İP; 241).
Şiirin Anlamı: Bkz. Anlam.
Şiirin Birimi: Hayır: Şiirin birimi sadece dize değildir. Eğer öyle olsaydı, en azından Türk şiirinin doruklarından birini oluşturan Nazın Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nı tarihin çöp tenekesine atmamız gerekirdi (İP; 29). Bkz. Mısra, Nazım Hikmet.
Şiirin Dili: Devletin ve iktidarın dilinin karşıtıdır şiirin dili (İP; 31). Bkz. Oyunlaştırılmış Sanatsal Dil.
Şiirin Özü. Şairane duygunun bulunduğu her yazının şiir olmadığı bir gerçektir. Şiirin ödevi çevremizden aldığımız duyguları şairane bir şekilde ifade etmek değil, onu karşısındakine duyurmaktır (ŞK; 12).
Şiirsel Anlam: Bkz. İmgeci Şiir.
Şiirsel Boom Noktası: Her zaman doğru saptayamayabiliriz, ama vardır bu nokta (İP; 94).
Şiirsel İmgelem: Şiirsel imgelem, belirli bir izlerçevrede hemen alımlanabilecek, ortak, kabul bulacak söylemsel öne sürmelerle iş görmez. Varlığı önceden kabul edilmiş, özellikleri üzerinde ortak kanıya varılmış bir gerçekliği yansıtmayı öngörmez şiirsel imgelem, başka gerçekliğin üretilmesini öngörür (İP; 22). Bkz. Anonimlik; İmgeci Şiir.
Şiirsel imgelem, kendi özgün sarhoşluğu içinde uyanık kalır. Sarhoşluk içinde uyanıklık: İşte sınırı zorlama budur (İP; 223). Bkz. Yazmak Eylemektir.
Tasavvufi Öğeleri: Ben, bir başka konuşmamda da belirttiğim üzere tasavvufi öğelerden yararlanıyorum şiirimde. Ama beretik bağlamda (İP; 229).
Tasfiye Hareketi: 1940’lardaki Tasfiye Hareketi(..) gözden kaçmayacak ölçüde bir kuramsal yetersizlik sergiler. Oysa hareketin içinde birçok yabancı dil bilen, Fransa ve Almanya’da eğitim gören insan vardır. Ne var ki, modernist şiirin isyankarlığı, toplu yıkım isteği ve ayaklanma çağrısı ile verili törel değerlere başkaldırması, o dönem Türk şair, yazar ve plastik sanatçıları arasında itibar görmemiştir (İP; 132, 133). Bkz. Modern Şiir, Ödev Duygusu; Baudelaire; İkinci Yeni.
Tarık Günersel: Bkz. Oyunlaştırılmış Sanatsal Dil.
Toplumcu Gerçekçi Şiir: Başta Nevzat Çelik olmak üzere toplumcu gerçekçi şiir, Seyit Nezir’den, Veysel Çolak’tan dolayımlanmış söylemin Nazım gibi, Ahmet Arif gibi ustalarından beslenmiş birçok şaire sahip elbet. Kapalı bir şiir anlayışına da içrekçi bir şiire de karşı koyuyor bu şairler ve güncel sorunlara öncelik vermeyi tercih ediyorlar. Ancak, giderek, üzerlerinden atamadıkları bir tür gelenekçilik dolayısıyla, modernist anlayışları hala “şamata” sayışları dolayısıyla, gizilgüçlerini dumura uğratma tehlikesi mevcut (İP; 119).
Kişisel olarak, toplumcu gerçekçi şairlerin zamanlarından kopmaya başladıkları duygusunu taşıyorum (İP; 120).
Bürokratikleştiği ve rutinleştiği için, toplumcu gerçekçiliğin boşaltmak zorunda kaldığı alana İslamcı şiirin yerleşir gibi olduğunu söylemek gerekir (İP; 85). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri; Geçmişçilik, Geçmişçilik İlgisi; İslamcı Şiir.
Tüketim Değeri: Medya ve Şiir.
Türk Şiiri: Türk şiiri Batı şiirinin içinde değil hep çevresinde (periferisinde) üretilen bir şiir olması dolayısıyla kendi geleneğinden edindiği sorunsallardan kopamamış, bu yüzden de modernleşirken bir yerellik yansıtmaktan kurtulamamıştır (İP; 130). Bkz. Modern Şiir.
Türk Şiirinin Dönüm Noktaları: Tevfik Fikret’in Türk şiiri içinde farklı ve yeni bir aşamayı temsil ettiği (..) bellidir (İP; 126).
Orhan Veli öleli dört yıl oldu. Bu dört yıl içinde kişiliğinin ve sanatının çok sözü edildi. Daha da edilecek. Zaman ilerledikçe, şiirimiz geliştikçe hakkında kırıcı yargılar da verilecektir belki. Ama o, şiirimizin dönüm noktaso olmak mutluluğunu yitirmeyecektir (ŞK; 9).
Yahya Kemal, “Mısra haysiyetimdir” demişti. Ama Cansever’in neredeyse bu cümleye açık bir saldırı oluşturduğunu düşündüğüm “Mısra işlevini yitirdi” sözünü de her zaman anımsamak gerekir. Aforistik biçemi sevmem. Ama gerek Cansever’in bu sözünün gereke Süreya’nın, “Şiir geldi kelimeye dayandı” sözünün, Türk şiirinin içsel evrilmesinin doruk noktasında yazıldığını, bir tür paradigma dönüşümünü imlediğinin düşünüyorum (İP; 27, 28). Bkz. İkinci Yeni; Bin Dokuz Yüz Elli Dönemi.
Varlık ve Zaman Sorunları: Varlık ve zaman sorunları üzerine felsefi/metafizik bağlamda ilgilenilmesi Necip Fazıl ve Fazıl Hüsnü ile gerçek anlamda başlamıştır ama bu ilginin dizgesel ve dünya kültürüne eklemlenerek dile getirilmesi için Melih Cevdet Anday’ı beklemek gerekmiştir (İP; 133, 134).
Whitman: Baudelaire yerleşiktir. Whitman, ise göçebe (İP; 28). Bkz. İlhan Berk.
Yahya Kemal: Yahya Kemal’in şiiri, kurduğu sesle Itrî’ye, yapı’yla da Sinan’a benzemek ister (ŞK; 47). Bkz. Türk Şiirinin Dönüm Noktaları.
Yazmak Eylemektir: Yazmak eylemektir. Şiir ve yazıdır eylem alanım. Kuşkusuz apayrı sözcük’ler gerekiyor burada. Ancak dünyanın dönüştürülmesi’nin kuramsal / kılgısal bir gerçekliği varsa, bu gerçekliği perdeleyen ideolojik biçimlenmeyi aşmak zorundayız. Bu yüzden de kuramsal düzeyde aydınlığa, açıklığa ulaşmak, bana şiirsel/yazınsal uğraşın kendi konumum açısından önkoşulu gibi geliyor (İP; 204). Mutlu Yazar.
Yazmak riske etmek ve sınırı zorlamaktır (İP; 223).
Yeni Bütün Hareketi Yeni Bütün hareketini oluşturmaya çalışmış genç kuşak şairlerinin kendi ustaları olması gereken ve bir zamanlar etki alanlarının çok geniş, hatta çok yığınsal olduğu düşünülmüş/varsayılmış A.Arif ve H. Hüseyin gibi şairlerden hiç esinlenmediği / etkilenmediği öne sürülebilir (İP; 83). Bkz. Bin Dokuz Yüz Seksen Sonrası Şiiri.
Yenilik: Bkz. Medya ve Şiir.
Yerellik: Yerellik bir anlamda Türk şiirinin özgüllüğünün önkoşullarının oluşturucusudur (İP; 130). Bkz.Türk Şiiri.
Yıkıcılık, Yapıcılık: Her şair, en yeteneksizi bile, Öteki’nin ruhunu çalmak ister. Verili her düzenin (toplumsal ve sanatsal) yıkımı adına gerçekleştirilen bu hırsızlık edimi tek kutsanacak edimdir (İP; 224).
Şairin sorunu kurulu düzene karşı çıkma değildir. Şairin sorunu şiirini kurmak, yıkmak, yeniden kurmaktır. Şiir ve sanatla politikanın, devrimin ilişkisini yanlışa yol açabilecek bir düzlemde konumlandırmamak gerekir. Şairin işi şiirini, dilin ve biçim-biçemin içinde devrim yapmaktır (İP; 227).
–
(*)- Bu sözlükçe Ahmet Oktay’ın İmkansız Poetika (İmkânsız Poetika; Şiire, Şiirimize, Şiirime Dair; Alkım Yayınları, 1. Baskı, 2004) ve Şairin Kanı (Oktay, Ahmet; Şairin Kanı. Yazınsal Eleştiriler 1, 1954-2000; YKY. 1. Baskı, İstanbul, Mart 2001) adlı eserlerinden alıntılanarak hazırlanmıştır. Alıntı sonlarında parantez içindeki büyük harfli kısaltma, alıntı yapılan kitabı (Kitabın adının baş harfleri), rakamlar ise sayfa numarasını belirtmektedir. Şairin/yazarın tüm metinler taranmadığından tamamlanmış değildir.