S O Y L U E D E B İ Y A T
ortaçağ tiyatrosu
Aşağı yukarı iki bin yıl Avrupa tiyatrosu ölüydü. İ.Ö. 400 yılından İ.S. 1600yılına kadar tek bir büyük oyun yazılmadı. Euripides’ten Lope de Vega’ya,Marlow’a,Shakspeare’e
uzanan boşlukta tiyatro sahneleri kıraç toprak gibiydi.
Yunan tiyatrosu; dört ya da beş yüzyıl, İ.Ö. beşinci yüzyılda yazılmış oyunları
oynamakla yetindi, onlara önemli bir şey ekleyemedi. Ondan sonra gelen dört
ya da beş yüzyılı Roma tiyatrosunun düşüşü, fazla olgunlaşmış bir meyve gibi
çürüyüp kuruyuşu doldurdu. 476’da Roma’nın yıkılmasından sonra başlayıp, Karanlık
çağların sonuna, on birinci ya da on ikinci yüzyıla kadar süren uzun bir zaman
boyunca da “ tiyatro”denen bir yer yoktu. Gezici oyuncular ise tiyatroyu kurtaracak,
yükseltecek durumda değillerdi. Onikinci yüzyılda Gotik katedrallerinin , on
üçüncüde Dante’nin ,on dördüncüde Petrarch’ın gelişi kiliseden Pazar yerine
atlayan dinsel oyunların ortaya çıkmasına yol açtı. Ama büyük oyun yazarlarının
yetişmesi için, derebeyliğin,şövalyeliğin,kilise devletinin yıkılıp gitmesi,
baskı makinesinin ,Reformasyon’un,Eski Yunan yapıtlarının ortaya çıkarılışının,
Amerika’nın bulunuşunun- kısacası Rönesans’ın- üzerinden epeyce zaman geçmesi
gerekti.
Ortaçağ Tiyatrosu, çok tuhaf bir tiyatroydu. Devam edebilmiş olmasının gizi
insanoğlundaki oynama isteği ile oynayanları seyretme isteğinde aranmalıdır.
Gezici oyuncular oynamakla kalmaz, cambazlık, hokkabazlık, saz şairliği, kuklacılık
da ederlerdi. Bütün bunların yanı sıra devletin, kilisenin yasaklarından kaçarak
yaşamayı da iyi bilmek gerekiyordu. Ama tiyatroyu yasaklamış olan Katolik kilisesi
sonradan onun canlanmasına öncülük etti.
Hristiyanlar tiyatrodan sakındılar. İ.S. 200 yılında bir yazar tiyatroya “ Şeytanın
Kilisesi” adını verir. Dördüncü yüzyılda Kilise, düğünlerde oynana gelen küçük
oyunlar, farsala r için oyuncular gelince papazların düğün yerinden ayrılmalarını
istemişti. Beşinci yüzyılda oyuncuların communion’lara (dinsel tören) alınmaları
yasak edildi.
KİLİSEDE TİYATRO
Kilise, Hristiyanları tiyatro yardımıyla eğitmek yolunu tutmuştur. Halkın oyun
seyretme isteğinin önlenemediği görülerek ahlaka aykırı, yasak tiyatronun yerine,
din adamlarının yönettiği, kiliseye yardımcı bir tiyatronun geçirilmesi uygun
bulundu.
Katolik Kilisesi’nde gelişen dinsel tiyatronun kökü dördüncü yüzyılda başlayan
Higg Mass törenlerinde aranmalıdır. Ana çizgileriyle belli , değişmez bir törendi
bu. Gene de araya trope denilen parçalar, makamlı sözler eklenirdi. Bu trope’lardan
biri; melekle üç Meryem arasında geçen dört dizelik Latince bir konuşma, Kilise
tiyatrosunun temeli olarak görülür. Onuncu yüzyılda aşağı yukarı her Mass töreninin
sonunda “Quem Quaeritis” diye adlandırılan melekle üç Meryem trope’u bir tiyatro
oyunu gibi oynanırdı.
Winchester Piskoposu “Quem Quaeritis”in nasıl oynanacağını anlatan bir yönetmelik
yazmıştı. Onuncu yüzyıl sonunda yazılan bu yönetmelikle papazların nasıl yürüyecekleri
bile belirtiliyordu. Sunağın yanına mezara benzeyen bir yer yapılacak, İsa’nın
vücudu yerine bir haç beze sarılıp mezara konacaktı. Meleği canlandıran papaz,
İsa’nın vücudunu yağlamaya gelen üç kadını canlandıran papazlara Latince olarak
soracaktı: “Kimi arıyorsunuz?” Kadınlar “Nasıralı İsa’yı “diye cevap vereceklerdi.
Bunun üzerine melek şunları söyleyecekti: “ Burada değil o. Yükseldi, önceden
bildirildiği gibi. Gidin,anlatın ölümü yendiğini, yükseldiğini.” Bundan sonrası
için, psikoposun yönetmeliğinde şöyle deniyor:
Bu emri duyar duymaz üç keşiş koroya dönüp, “ Alleluia! Reurrexit Dominus!”
( Şükürler olsun! Efendimiz dirildi!) desinler, bu dendikten sonra hâlâ kabir
başında oturan (melek) , onları geri çağırıyormuş gibi, “Venite et videte locum”
( Gelin yeri görün ) ilahisini okusun, sonra kalkıp örtüyü kaldırsın, onların
içinde artık haç bulunmayan , yalnız haçın sarılmış olduğu bezin kaldığı kabri
göstersin. Ötekiler bunu görünce ellerindeki buhurdanları ayrı ayrı kabrin içine
koysunlar, bezi alıp, Efendimiz artık kefenin içinde değildir, kıyam etmiştir
demek istermiş gibi, bütün cemaatin gözleri önünde tutsunlar ve bundan sonra
“ Surreqit Dominus de sepulchro” ( Efendimiz kabirden kıyam etti) ilahisini
okuyarak kefeni sunağın üzerine koysunlar. İlahi bitince ölümü alt edip dirilen
yüce Melikin zaferi karşısında onların duyduğu sevinci paylaşan manastır başı
da “Te Deum Laudamus” ( Tanrım seni övüyoruz) ilahisine başlasın, bütün çanlar
hep birden çalsın. Ortaçağ Tiyatrosunun Başlangıcı...
Quem Quaeritis oyunu İngiltere kiliselerinde, onuncu yüzyılda oynanıyordu. Bu
çeşit kilise oyunlarının ilk olarak dokuzuncu yüzyılda Fransa’da başlatıldığı,
Avrupa’nın öbür memleketlerine oradan yayıldığı sanılıyor. Önceleri Latince
oynanan oyunlar, bir zaman sonra çevirisiyle birlikte oynanır oldu. Her Latince
dizenin arkasından halkın konuştuğu dille çevirisi de söyleniyordu. Onbirinci
yüzyılın sonlarına doğru Latince büsbütün bırakıldı, oyunlar halkın diliyle
oynanmaya başlandı.
ORTAÇAĞDA DİNİ VE DİN DIŞI DRAM
Mimus oyuncuları ortaçağın karanlıklarında temsiller veriyor, bir kasaba halkının
önünde ya da ortaçağ şatolarında akrobatik oyunlarını, güldürülerini,el çabukluklarını
gösteriyorlardı. Bu arada X. Yüzyılda Saksonya’da , Gandersheim de Hrotswitha
( ya da Roswitha) adında bir rahibe, Terentius’tan esinlenerek oyunlar yazıyordu.
Bu oyunlar kısaydı ve oynanmak için yazılıp yazılmadığı kesin değildir. Belki
de bunları kendi başına oynuyordu. İçlerinden Dulcitius ,üç Hristiyan kızın
şehit olmasını anlatıyordu. Oyunlarında tragedya ve komedya birbirine karışıyordu.
Hrotswitha’nın oyunları bu çağın eğilimlerini ve gelişimini örnekleyemezdi.
Ancak başka bir kaynaktan Batı dramı yeniden doğuyordu.
Quem Quaeritis’le rahiplerin amaçı; bu önemli Hristiyanlık öyküsünü kiliseye
tapınmaya gelenler için daha gerçek ve canlı kılmaktı. Paskalya öyküsünden sonra
Noel öykülerine geçilmiştir.
Kiliseye bağlı olmakla birlikte, oyun halka yöneliyordu. Halk bu yeni gösterilerle
yakından ilgilendiğinden, yığınla kısa ve bağımsız oyunlar yazıldı. Bunlara
Mister Döngüleri ya da Peygamberler dramı dendi. Yeni oyuncular burjuva ve esnaftır.
İşin çapı gitgide büyüdü ve genişledi. Dünyanın kuruluşundan Mahşer Günü’ne
kadar İncil’de anlatılanların hepsi oyunlaştırıldı. Çeşitli ülkelerde benzer
biçimlerde gösterildi : İtalya’da laidi ve sacre rappresentazioni; Fransa’da
Mystéres; Almanya’da Passionsspiele (acı çekme oyunu); İngiltere’de miracle
plays adı altındadır. Döngülerin ya da cycles’in temsili bir çok gün istiyordu;
bunlar 30,40,50 belki daha çok ayrı dramdan oluşan oyunlardır. İngiltere’de
bugün de yaşayan döngüler, York,Wakefield,Coventry,Chester adlarını taşıyorlar.
Sözgelişi; Wakefield’den şu örnekleri verebiliriz: “ Noah-Nuh” , “ Secunda Pastorum-
Çobanların İkinci Öyküsü”,” The Killing of Abel- Habil’in Öldürülüşü”, The Magi
, “ Herod and the Slaughter of the Innocents-Herod ve Masumların Öldürülüşü”,
The Sacrifice d’Isaac- Isak’ın Kurban Edilişi.”
Fransa’da da XIII. Yüzyılda başlayarak Eustache Marcadé, Arnoul Gréban, Jean
Michel’in Passion oyunlarından Mystére du Vieil Testament’a kadar oyunlar yazılmıştı.
Döngülerin biçimsel birliği yoktu. Küçük oyunlar isteğe göre döngüye katılır
ya da çıkarılabilirdi. Birlik daha çok izlenim bütünlüğünde sağlanıyordu.
Avrupa’nın çeşitli ülkeleri temsillerde belli noktaları vurguluyorlardı. Ama
bunlar genellikle birbirlerine benzemekteydiler. Almanlar grotesk,kaba gerçekçi
satirlere,şeytanlı sahnelere nem veriyorlardı. İlginç bir örnek 15. yüzyıldan
“Redentiner Osterpiel-Redent’in Paskalya Oyunu’dur.” Bir başkası da “ Hessiches
Weihnatchtsspiel- Hessen Noel Oyunu” gibi. Bugün için ortaçağın peygamber oyunları
daha çok tarihsel değer taşımaktadır. Günümüzde Oberammergau’ya bunları seyretmeye
gidenler artık eskisi gibi temsile katılamıyor, seyirci kalıyorlar.
Gerçi döngülere yeni katkılar ve değişiklikler yapılabilmekle birlikte ana kaynak
İncil olduğu için yenilik getirme yolu kapalıdır. Ayrıca, oyuncular amatördür,
bu temsilleri yılda bir kez verirler. İncil’den alına oyunların yanı sıra ermişlerin
oyunları daha çok olanak taşımaktadır. İngiltere’den “ Ludus de Sancta Katarina-St.
Catherina Oyunu”, Fransa’da Jean Bodel’in yazdığı “ Le Jeu de Saint Nicolas-
Ermiş Nikola’nın Oyunu” gibi. Bunun yarı dini , yarı din dışı, serüven öyküsü
ile günlük yaşantı güldürüsünün karışımı olduğu söylenebilir. Yine aynı çağın
ilginç bir oyunu XIII. Yüzyıl halk şairi Rutebeuf’un “ Le Miracle de Théophile-Theophilus’un
Mucizesi”dir, ruhunu şeytana veren bir adamı konu almaktadır. “ Les Miracles
de Nostre-Dame- Meryem Ana’nın Mucizesi”de bunlardan biridir. Bu oyunlar artık
tek başlarına yeterli ve bağımsızdır. Oyunlar iki bölümdür, ilkinde kahramanın
günahları ve ikincide hayranlık yaratan mucizeler, pişmanlık,gerçek yolunu bulma
konu edilir. Mucize oyunun sonunda gelmektedir. Meryem Ana’nın mucizeleri üç
öbekte toplanabilir: Birinci öbekte mucize oyunun doruk noktasıdır. İkinci öbekte
mucize olayları bir çözüme götürmekle birlikte, din dışı öğeler ağır basar;
üçüncü öbekte oyunun konusu tümüyle din dışıdır, mucize bir ek olmaktan öteye
gitmez.
Bugün elimizdeki en eski yazılı kilise oyunu Adem adlı oyun. On ikinci yüzyıl
Normandiya Fransızcası ile yazılmış. Ondan sonra da Resurrection ( Diriliş)
adlı oyun geliyor.
“Adem” adlı oyunun yazarı; dekorları, eşyaları anlattığı gibi oyun tarzını da
anlatır. Bir papaz ise, tiyatroyla ilgili bir yazısında , Hamlet’in oyunculara
öğütlerini hatırlatan şeyler söyler. “ Adem ne zaman karşılık vereceğini iyi
bilmeli, sözleri ne çok çabuk, ne de çok yavaş olmalı. Yalnız o değil, bütün
oyuncular acelesiz konuşmaya alıştırılmalı, sözlerine uygun hareketler yapmayı
öğrenmeliler... Cennetin adını anan kimseler cennete doğru bakmalı, göstermeli
cenneti.” Hani cennet de gösterilecek gibi. “Güzel kokulu çiçekler,yapraklar
serilmeli, çevresine, içine sallanan meyveleriyle ağaçlar yerleştirilmeli; öyle
ki bakar bakmaz çok tatlı bir yer olduğu anlaşılsın.”
“Adem” kilise dışında oynandığını bildiğimiz ilk kilise oyunu. Sahne olarak
herhalde kilisenin önü kullanılmıştı, çünkü bir hareket bildirisinde Tanrı’nın
sahneye bir kilise kapısından gireceği, sonra gene o kapıdan içeri gireceği
söyleniyor.
OYUN ÇEŞİTLERİNE VERİLEN ADLAR
Bir karışıklık da oyun çeşitlerine verilen adlardan geliyor, Fransa’da İncil’den,
Tevrat’tan alınan oyunlara mysteres ( mystery oyunları)denilirdi. Günümüzün
eleştirmenleri loncalarda azizlerin yaşamlarını anlatan oyunlar da oynandığını
öğrenince, bu oyunlara miracle oyunları diyerek bir ayırma yaptılar. Oysa Fransa’da
Kutsal Kitap’ tan alınan oyunlarla birlikte azizlerin yaşamlarını anlatan oyunlara
da mysteres denmekteydi. İngiltere’deyse bu iki çeşit oyuna da miracles adı
veriliyordu. Gene bu oyunlar İtalya’da sacre rappresentazioni, İspanya’da autos
sacramentales, Almanya’da Geistliche Spiele diye anılırdı. Ayrıca, Üç Meryem
diye adlandırılan oyunlar vardı. Bugün morality oyunları denilen İngiliz oyunlarınaysa
o çağda interludes deniyordu. Shakspeare zamanından az önce, bu terim, komedileri
de içine almıştı. Dinsel tiyatronun kiliselerden ne zaman ayrıldığını, papazların
elinden ne zaman kurtulduğunu gösteren kesin bir tarih verilemediği gibi oyun
çeşitlerine de kesin adlar takılamamaktadır.
KİLİSENİN DURUMU
Kilise oyunlarının kilise dışında oynanmaya başlaması konusunda aydınlık olmayan,
kesinlikle bilinmeyen noktalar var. Sık sık ileri sürülen düşünce şudur: Dekorlar
çoğalana, oyunlara cehennemle, şeytanla ilgili komedi öğeleri girene kadar,
Ortaçağ tiyatrosu kilisenin içinde kalmıştır. Ama işe komedi karışınca, kilisenin
önderleri tiyatroyu kapı dışarı edip Pazar yerine atmışlar, oyunları papazların
değil de, loncaların ,esnaf birliklerinin düzenlemesini istemişlerdir. Oysa
Adem’i daha on ikinci yüzyılda kilisenin dışında oynayanlar papazlardı. Öte
yandan on altıncı yüzyılda bile kiliselerde, katedrallerde kimi oyunlar oynanmaktaydı.
Genel olarak loncalar Pazar yerlerinde oyunlar oynamaya on ikinci yüzyılda oynamaya
başlamışlardı, on dördüncü yüzyılda ise bu iş iyice yayıldı.
Ayrıca dekorlar (evler) kiliselerin içinde o kadar büyük yer kaplıyormuş ki
gittikçe çoğalan seyircilere yer kalmıyormuş. Oysa bir Pazar yerinde, bir alanda
oyunları binlerce kişi rahat rahat seyredebilir. Sonra tekerlekli sahneler bir
oyunu bütün kent halkına gösterebilmeyi sağlıyor.
Ama tiyatronun kilise dışına atılmasının en önemli nedenleri bunlar olmasa gerek.
Çünkü tiyatro yalnızca kiliseden dışarı çıkarılmış değildi, oyunların yazılmasından,
hazırlanmasından, oynanmasından da kilise elini çekiyor, bu işi loncalara bırakıyordu.
Hiç kuşkusuz tiyatro kilisenin başına bir takım dertler açmış olmalıydı. VII:
yüzyılda yaşayan Papa Gregory’nin zamanından beri Katolik Kilisesi etkilerini
genişletmek, yaymak isteğiyle, eskiden kalma kimi törenlere şenliklere göz yummuştu.
Bu anlayış gerçi Kiliseye çok yararlı oldu, ama zaman zaman önemli dertler de
çıkardı. Göz yumulan , benimsenmek istenen kimi törenler, şenlikler Hıristiyanlığa
aykırı gidişleriyle bir zaman sonra papazları düşündürmeye, rahatsız etmeye
başladı. Putperestlikten kalma kimi törenleri Kilisenin yasakladığı görüldü.
Örnekse on ikinci yüzyıl başlarında Linoln Piskoposu doğanın ölümü doğumu üzerine
kurulan, Dionysos’tan kalma tarım şenliklerini, o arada Maypole ile Kılıç danslarını
yasak etmişti. Gene de Dionysos törenlerini andıran törenler uzun yıllar toprağa
bağlı insanlar arasında yaşadı; Maypole ise günümüzde bile yaşıyor.
SOYTARILAR BAYRAMI
Din adamlarını düşündüren bir şenlik de doğrudan doğruya Kilisenin kendi içinde
doğup büyüyen bir şenlikti. Soytarılar Bayramı. Kimi düşünürler bu bayramı Romalıların
Saturnalia’sına bağlıyorlar. İkisi de Aralık ayında yapılıyor, benzerlikleri
var. Ama Soytarılar Bayramı’nın Kilisenin alt basamaklarındaki papazların basit
bir eğlencesi olarak başladığı, sonradan tehlikelileştiği anlaşılıyor. Tiyatro
kiliseye iyice yerleştiği sırada on ikinci yüzyılda genç papazların kasabanın
en aptal, ya da ayık gezmez kişisini, Soytarılar ( ya da aptallar) Kralı değil
de, Soytarılar ( ya da aptallar) Piskoposu seçiyorlar. Daha ileri gittikleri,
o aptal ya da ayık gezmez kişiye Soytarılar Papası dedikleri bile oluyor. Kilise
içinde açık saçık türküler söylemeye, ahlak kurallarına sığmayacak danslar etmeye
başlıyorlar. Sunağın önünde zar atıyor, kağıt oynamaya başlıyorlar. Dinsel törenleri
alaya alan , gülünç gösteren gösteriler düzenliyorlar. Derken şenliğe bir eşek
de katılıyor. Eski bir yazıda şunları okuyoruz: “ Törenin sonunda papaz halka
dönecek, “ Ite missa est” sözlerini söyleyeceğine, anıracaktır. Halk da “ Deo
gratias “diye karşılık vereceğine , üç kere “ Hi – aa-hi-aa-hi-aa “ diye bağıracaktır.
On ikinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla kadar pek çok kereler Kilise ileri gelenleri
bu saygısızlığa bir son vermenin yollarını aradılar. Ama hem halk hem de genç
papazlar Soytarılar Bayramı’nı çok seviyorlardı. Onun için de Kilise içindeki
eşekli şenliklere kolay kolay son verilemedi. Reformasyon’a kadar bu böylece
sürdü.
Papa Innocent III’ün 1210 yılında mysterylerin Kilise dışında oynanmasını emretmesi
şaşılacak bir şey değil. Piskoposlar yıllarca ludi’leri, halk komedilerini,
daha başka oyunları kötüleyip durmuşlar, yasaklamaya çalışmışlardır. Buna rağmen
Şeytanla arkadaşları Pazar yerinde oynanan mystery’lerin en sevilen , aranan,
kahkahalar yaratan kişileri olmaya devam ettiler.
Papa Innocent’in emri bile oyunları kiliselerden büsbütün dışarı atamadı. Daha
üç yüzyıl kiliselerde zaman zaman oyunlar oynandı. Kimi piskoposların pazar
yerlerindeki tiyatrolara da karşı dönmeleriyse de hiç birşeyi değiştiremedi.
İspanya’da auto sacramentales’ler on sekizinci yüzyıla kadar sürdü. Öbür memleketlerde
ise mysteri, miracle, morality oyunları, on altıncı yüzyılda Reformasyon’un
Protestanların gelişiyle, bir de profesyonel tiyatroların ortaya çıkışıyla halkın
ilgisini yitirdi, iyice gözden düştü.
Ortaçağ tiyatrosu yaygın olarak amatörlerin tiyatrosuydu. Bu uğraşı da bir kazanç
amacı güdülmüyordu. Bununla birlikte, belgeler bize profesyonel oyunculuğun
da olduğunu gösteriyor. Dediğimiz gibi ilk başta oyunlar kilisenin elinde ,
yönetim rahip yöneticideydi. Bir elinde yönetim defteri, bir elinde sopayla
, seyircinin gözü önünde temsili yönetirdi. Ancak oyunların sunuluşu gitgide
din dışı bir nitelik kazanınca kilise görevlileri oyunculuktan ve yönetimden
çekilerek işi kilise dışındaki kimselere bıraktılar.
ESNAF LONCALARI
İngiltere’de dini oyunlar esnaf loncalarının elindeydi. Belediye kurulu bir
oyunun her bir bölümünü ilgili esnaf birliğine bırakıyordu: “Yaratılış ” bölümünde
sıvacılar ve marangozlar, Nuh bölümünde gemi yapımcıları, “Magi” bölümünde kuyumcular,
“ Cehennem Azabı ” bölümünde aşçılar, “ Beşbinlerin Duyurulması” ya da “Son
Yemek” bölümünde fırıncılar, “ Tapınakta Yarışma” da noterler görevlendiriliyordu.
Görev dağıtımı bir yerden ötekine değişmekle birlikte, temelde bu değişiklik
büyük değildi. Kimi kez esnaf loncaları yerine başkaları da görevlendirilebiliyordu.
Lonca, dekorları, elbiseler ve oyuncu sağlayıp töreni hazırlıyorlardı. Oyunculara
verilen para çeşitli kaynaklardan , lonca kasasından ve şehrin kasasından ödeniyordu.
Sorumlular, oyunculuğun başarılı olmasını istiyorlardı. Para, bazen rolün önemine
göre artıyordu. Sözgelişi, Tanrı’yı oynayana en büyük, Nuh’u oynayana daha az,
cehennemliklere ise pek az para veriliyordu. Bir başka uygulamaya göre, rolün
uzunluğuna bakılarak para verildiği oluyordu.
Fransa ve İtalya’da temsillerin hazırlanması özel derneklerin eline geçmişti.
Paris’te 1402 yılında, IV. Charles’ın fermanıyla imtiyaz alan “ Confrérie de
la Passion” bunların en önemlisidir. Bu imtiyaza göre “ Hopital de la Trinité
“ denilen yerde göstermelerine izin verilmiştir. Bunun, belli bir yerde kalıcı
bir topluluk olarak ortaçağ için çok önemi vardır. Onu örnek alan başka topluluklar
da başka Fransız şehirlerinde, her biri bir ermişin onuruna kurulmuştu. Bu dini
toplulukların yanı sıra, din dışı topluluklar da kuruldu. Bunlara “Neşeli Birlikler”
( Soci”tés Joyeuses” dendi. Bunların kiminin kökeni okullardaydı, soties ve
farce’larla birlikte dini oyunlar da gösteriyorlardı. Bir de soytarı toplulukları
vardı. En ünlüleri “ L’Infanterie Dijonnaise” Paris’teki “ Enfants – sans-Souci”
Rouen’deki “Connards” dır. Hukuk yazmanları da kendi eğlenceleri ve yararlanmaları
için 1303’de “ Basoche” adında bir topluluk kurdular. Bütün bunlar amatör topluluklardı;
ancak aralarında profesyonellere de rastlanıyordu.
İtalya’da oyunları çocuk toplulukları vermekteydi. Modena’da “San Pietro Martre”
, Roma’da “ Gonfalone”, Floransa’da “Del Vangeliste” gibi. Her birinin başındaki
yönetici, hem baş oyuncu, hem de suflördü.
Profesyonel mimus oyuncularının , gezici saz şairlerinin de örgütleri vardı.
Bunlar amatörlerle birleşerek ortaçağda ve Rönesans başında gezici toplulukları
oluşturmuştur. Bunlar ya bir soylunun konağına bağlı ve onun koruyuculuğunda
gezicilik yapar ya da hiçbir koruyucuları olmadan bağımsız kalırlardı. Interlude
ve öğretici oyunları saraylarda, belediye saraylarında, panayırlarda gösterilirlerdi.
Ancak oyun, ister profesyonel ister amatör , ister dini konulu, ister din dışı
olsun, oyuncularda belli bir düzeyde ustalık aranırdı. 40,50, belki daha çok
dramdan oluşan uzun oyunlarda dayanıklı oyuncular olmak gerekiyordu. İsa'nın
çarmıha gerilişi ve Judas’ın asılışında, korkutucu derecede gerçekçi olunması
gerekiyordu. Kiminin söyleyecekleri çok uzundu, bu yüzden bir suflör zorunluydu.
Bazen bir role birkaç oyuncu çıkarılıyordu. Mons’ta “ Tanrı’nın Sesi “ için
üç kişi aynı zamanda konuşuyordu. Konuşulan rollerde oyuncu sayısı gitgide artıyordu.
XII ve XIII. Yüzyıllarda oyuna katılanların sayısı yirmi ya da otuz kişiyken,
bunu izleyen yüzyıllarda iki yüze, üç yüze çıktı. Bourges’da bir temsilde konuşan
494 oyuncu vardı. Oyuncuların davranışları sıkı kurallara bağlıydı. Katılanlar,
temsilden önce, sonra ve temsil süresince içkili olamazlar, provayı ve temsili
bırakıp gidemezlerdi. Oyuncuların konuşması sözenlik üslubundaydılar, arada
şarkıları da söylemek zorundaydılar. Oyuncuların hep erkek olduğunu belirtmiştik,
ancak belki erkek sayısının eksikliğinden olacak, Metz ve Valenciennes’de kadın
oyuncuların da katılmış olduklarını biliyoruz.
ORTAÇAĞDA TOPLUMSAL YAPI
Ortaçağın toplumsal yapısı üç kattan oluşuyordu: Soylular,ruhban sınıfı ve köylüler.
Ulusçuluk yoktu, ancak toplum çıkarları bu üç sınıfa bağlıydı. Soylular büyük
toprakların sahibi varlıklı kişilerdi. Ruhban sınıfı aydın sınıftı; bunların
kendi mülkleri olmamakla birlikte Kilise hem varlıklı hem de güçlüydü. Köylüler
ise bu iki üst sınıfa bağlı emekçilerdi. Seyirci, her sınıftan kadın, erkek
ve çocuğu içeriyordu. Temsiller sabahın sekizinde başlayıp gün kararıncaya kadar
sürüyordu. Öğlende bir iki saatlik bir ara veriliyordu. Köylüler sabahın dördünde
yer bulmak için geliyor, kimi yere oturuyor, kimi iskemlelerini getiriyordu.
Seyircilerle oyuncular dostça birbirine karışmaktaydı. Büyük bir ayrım yoktu;
kaynağı din olunca seyirci birleşiyordu. Geçit alayı biçiminde gösterilerde
ise iki çeşit seyirci vardı; seçkin kişiler her bir sahneyi ayrı ayrı ve sırayla
görebiliyor, yığınlar ise ancak kendi bulunduğu yerden en yakın sahneleri görebiliyorlardı.
Bunlar, sokakta duranlar, belirli evlerde yerleşmiş seyirciler içindi. En iyi
yerler sokağın orta yeriydi. Buraları seçkin konuklara ayrılıyordu.
DEKOR
Dinsel oyunların sayıları arttıkça, kiliselere İsa’nın mezarından başka dekorların
da girdiği görüldü. Cennet,cehennem,limbo ( vaftiz edilmeden ölenlerle İsa’dan
önce yaşamış olanların ruhlarının gittiği yer), Pilate’ın ( İsa’nın çarmıha
gerilmesine göz yuman Romalı temsilci) evi, Herod’un (Judea kralı), Kudüs tapınağı,Bethlehem
ahırı ( İsa’nın doğduğu yer) gibi dekorlar kiliseyi doldurmaya başladı. Bu dekorlara
“evler” deniyordu. Resurrection’ın başında oyundaki “evleri” anlatan bir prolog
var. Aşağı yukarı şöyle:
Önce bir bir bildirelim
Oyuna girecek evleri:
Bir haç koyacağız ilkin;
Arkasından mezar gelir.
Bir de zindan olmalı
Suçluları tıkmaya.
Şu yanda cehennem,
Açık açık görülsün.
Şurda da cennet;sonra da
Bir yer Pilate’la adamlarına.
Ortaçağda dekor, temsilin durağan ve gezici oluşuna ya da oynanan dramın türüne
göre değişiyordu. Ancak “gerçekçiliğe” önem veriliyordu. Sahnelere çok güzel
ipekli ya da kadifeden süslü perdeler konuluyordu. Sahne boyutları; enine iki
buçuk metreye iki metre, derinliğine iki buçuk metreye üç metre olduğundan,
dekorlar büyük değil, fakat zengin görünüşlüydü. Sözgelişi, Adem üzerine bir
oyunda, cennet için ipekli perdeler, yemiş ağaçları, çiçekler,yapraklar konmuştu.
Araba üzerinde verilen temsillerde dekor daha yalındı.
Fransa’daki yatay, zamandaş dekorlarla İtalya’daki dinsel oyunlardaki dekorlar
çok zengindi. İtalyan yazarları, anıtların belirdiğini, deprem,yıldızlar arasından
göksel varlıklar indiğini, döşemedeki deliklerin açılıp binaları ve insanları
yuttuğunu bildiriyorlar. 1536’daki bir temsilde zengin,renkli bir sayvanın temsili
kapladığını, makinelerle gök gürültüsü yapıldığı ve ağzından alevler çıkan canavarlar,
aslanlar,develer,uçan baykuşların görülüp insanların havaya kaldırılıp indirildiği,
bulutlarla örtüldüğü, gemilerin yüzdüğü, çeşmelerin aktığı, ermişlerin yakıldığı
ya da başlarının uçurulduğu gibi efekt ya da olayların yer aldığını çağdaş tanıklardan
öğreniyoruz. Mons’ta 1501 tarihli bir oyun kitabı , bunları anlatırken bunların
nasıl elde edildiğini de açıklamaktadır. Bu tanıklığa göre, Yaratılış için topraktan
ağaçlar ve yapraklar çıkmakta, Nuh’un ektiği asmaların yaprak ve üzüm vermekte
olduğunu , Tufan sularının borularla tepeye çıkarılıp oradan oyun alanına akıtıldığını,
cehennem ağzının alev, barut ve gürültüyle canlı tutulduğunu, çarmıha germenin
çok gerçekçi bir görünümde olduğunu öğreniyoruz. İsa’nın görünümünün değişmesinde
bulutlar inmekte, İsa sonra cennete yükselmektedir. Valenciennes’de 1547’de
bir seyirci, ekmek somunu ve balıklarla şarabın suya değişimi, İblis’in cehennemden
canavar sırtında gelişi, Herod ve Judas’ın ruhlarının havaya şeytanca götürülüşü
gibisinden tanık olduğu mucize oyunlarını anlatmaktadır. Bütün bunların maitre
des feyntes denilen bir sorumlunun denetiminde işçilerce hazırlandığı ve işletildiği
bilinmektedir. 1510 yılında Viyana’daki bir belgede, sekiz makine ustasının
çalıştığı belirtilmektedir.
KOSTÜM
- Sembolik elbiseler. Uygunluk aranmıyor.
- Eldiven yüksek rütbe işaretiydi. Tanrılar,melekler, peygamberler,Pilate,Herod
eldiven giyinirdi.
- Melekler, üstüne altın yapraklar konmuş koyun postu giyer, yıldızlı kanatlar
ve çelenkler takar, yüzlerine de yaldız sürülürdü. Cennetten kovulan melekler
korkunç görünümlü maskeler takar, kara elbiseler üzerinde fırça gibi tüyler
bulunur, ayakları çatal tırnaklıdır, çatal kuyrukları vardır.
- İblis korkunç bir maske taşır, kıllı bir elbisesi , elinde bir sopa ya da
içi yün doldurulmuş köseleden bir sopası vardır. Bununla oyunculara ve seyircilere
vurur.
- Kurtulmuş ruhlar beyazlar,lanetlenmiş ruhlar karalar giyerlerdi.
- Judas’ın kırmızı saçı ve sarı elbisesi, Pilate ile Herod’un gösterişli elbisesi
vardı. Ellerinde asa bulunurdu.
- Halktan kişiler basit, ortaçağ köylü elbiseleri içindeydiler. Seyirlik köy
oyunlarında özel elbiseleri,özel araçları vardır.
- Soytarının elinde sopa, ucunda bir tulum bulunur, bununla seyircilere vururdu.
Öğretici oyunlarda Kötülük adındaki karakterin de elinde böyle bir araç vardı.
Fransızların soties oyunlarında elbiseler ortaçağ soytarısı biçimindeydi, bir
de uzun kulaklı başlıkları vardı.
- İlk başlarda giyim-kuşam ve donatımı Kilise sağlardı. Oyunlar kilise dışına
çıktıklarında da elbiseleri, haçları, buhurdanları ve benzeri donatımı oyunculara
yine rahipler verdiler. Bunun da dışında özellikle Fransa’da yerleşik kural
her oyuncunun kendi elbisesini sağlamasıydı. Özel donatım için özel bir para
kaynağından yararlanılırdı. Ortaçağ temsillerinde elbise ve donatımın önemi
anlaşılmıştır.
SAHNE DÜZENİ
Ortaçağ , günümüz sahne düzeni anlayışına daha yakındır: Sahnenin hazırlanması,
dekorları, elbiseleri ve oyuncuların tavırlarını, hareketlerini, oyuna girişlerini
düzenleme gibi. Ancak burada da temsilden temsile değişen bir terim karmaşası
görülüyor. Terimler arasında maitre des recors ( bir çeşit prova yönetmeni),
conduiseur,meneur ya da maitre de jeu, yalnız temsili hazırlamakla kalmayıp
aynı zamanda temsilde çeşitli öğeler arasında işbirliği sağlayan ve ona genel
hareketini veren kimsedir. Bu görevli,yalnız yazarla değil, besteci,koreograf,dekorcu
ve elbiseleri hazırlayanlarla da işbirliği yapıyordu. Sahne yönetmenine meneur
de jeu ya da ordonnateur denildi. Ayrıca administrateur deyimini de buluyoruz.
Bu da bugünkü anlamıyla yönetmendir. Sahne efektleri ve donatımı anlamında secrets
için bir maitre des secrets vardı; bunlar, yaptıkları işlere göre peintre, ymagiers,tailleurs
d’ymagies olarak adlandırıldı. Maistres des feux ise ışık işlerine bakarlardı.
Böylece ortaçağda yönetim ve sanat görevleri iyice ayrılmıştı.
TİYATRO YAPILARI
Ortaçağda kalıcı tiyatrolar yapılmamıştır. Dini oyunlar iki çeşit yerde gösteriliyordu.
Biri durağan sahneler, öteki bir yerden ötekine gidebilen sahneler. Kilise içinde
başlayan bu gösterilerin, geniş seyirci yığınlarınca izlenebilmesi için bazı
yollara başvuruldu. Her bir bölüm için ayrı bir yer kuruldu. Cennet seyirciye
göre solda, cehennem sağda oluyordu. Bu sahnelerin düzeni dikdörtgen bir sıralamaydı.
Gösteriler Kiliseden ayrılınca,daha çok Pazar yerlerine verildi. Cornwall’da
sahnelerbir daire biçiminde sıralanıyordu. Jean Fouqet’nin bir minyatüründe
görülen düzeyde, sahneler oyun alanını tam kuşatmıyordu. Belirli bir yerden
geçmeyen olaylar bu açık alanda (platea)oynanıyordu. Avrupa’da da bir çok yerlerde
oyun yeri için uzun , dikdörtgen biçiminde yerden yüksek bir zemin üzerine çeşitli
baraka sahneleri kuruluyordu. Burada seyirciye göre cennet sağda, cehennem soldaydı.
Oyunlar gitgide din dışı bir nitelik kazandıkça durağan olmaktan çıkmış, tekerlekli
sahnelerle bir yerden ötekine götürülmeye başlanmıştı. Her oyun için bir araba,
her bir arabanın da iki katı vardı; perdeli olan aşağı kat, giyinip soyunmak
için sahne dışı bir alandı, yukarı kesim ise oyun yeri. Geçit alayının başında
ruhban sınıfı olduğu halde bir sahneden ötekine gidiliyordu. Durak yerlerinde
ise işaret bayrakları ve seyirciler için oturacak yerler bulunuyordu. Her durakta
bir bölümü binlerce seyirci görüyordu. Durakların sayısı dörtten yediye,on dörde,on
altıya kadar çıkıyordu. Kimi kez arabalar bir daire yapıyordu.
Derleyen : Dilek TÜRK