S O Y L U E D E B İ Y A T
edip cansever poetika sözlüğü
Eskittiğimiz Yalnızlıklar İşe Yaramıyor:
Edip Cansever’in Poetika Sözlüğü (*)
“Benim giysilerim başka bugün: Sıkıntı, suçluluk duygusu, bir tuhaf acı”
(Edip Cansever)
Acı: Bir bakıma acı olmayan ne var? Biz isteyelim de, herhangi bir şey acı olmasın; bir olay, herhangi bir şey… İnsan acıdan yapılmıştır; demenin çok yüce bir anlamı var (59).(**)
Ahmet Hamdi Tanpınar: Ortaokuldayım. Tanpınar’ın kardeşi Kenan Bey velim (66)
İlk kitabımı, İkindi Üstü’nü o sıralar çıkarıyorum (..) Önüme gelene veriyor ya da yolluyorum. Varlık’ta Melih Cevdet’in kısa bir tanıtması çıkıyor. Seviniyorum. Orhan Veli, sanırım adı “Karikatürden Şiir” adlı bir yazı yazıyor. Benim bir mısramı alarak, böyle mısra yazılmaz anlamına bir şeyler söylüyor. (..) Oysa şimdi mısra hep böyle yazılıyor. Ha, kitabı yayımlamadan önce Tanpınar görmek istiyor, bir ramazan günü, Tünel’de Narmanlı Yurdu’ndaki yerine gidiyorum. Çay fincanlarının içinde kahve getiriyor ve başlıyor okumaya. (Merakla bekledim, bekledim. Bitirdi, gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. Ve dedi: Bunlar çok güzel şeyler, ama çok. Ne var ki hiçbir şiir değil”. Hiçbir şey anlamadım tabii. Bütün odayı röprodüksiyonlarla doldurdu, bana uzun uzun resim anlattı, müzikten, Valery’den söz açtı. Bir süre sonra çıktım. Doğru Haşet’e gittim. Bir sürü resim aldım, Valery’nin Melange’ını aldım. Ertesi gün bir Fransızca hocası tuttum, aylarca ders aldım (67).
Alkol: Alkolle işleyen bir saatim var şimdi. Kimi zaman sabahlıyorum (57).
Bugüne kadar içkiliyken tek satır yazmış değilim. Ben çok sağlıklı bir kafayla yazarım. Hem sağlıklı bir kafayla, hem de küçük, ufak tefek mutluluklarla şiir yazmayı deniyorum, ya da yapabiliyorum. Alkolle katiyen. Alkol beni tamamen uyuşturur (299).
Anlamsız Şiir: Bana sorulursa, ben bugüne dek okuduğum şiirler arasında bir tek anlamsız şiire rastlayamadım. Anlamsız, anlaşılmayan anlamına geliyorsa diyeceğim şu: Şiirin de kendine özgü bir anlatım yolu olduğu, değişik bir mantıkla, şiir mantığıyla yazıldığı unutulup, çözümünü ya da açıklamasını şiirin kendinden önce varsayanlar, elbette şiiri anlamsızlıkla suçlayacaklardır (163).
Asım Bezirci: Asım Bezirci dürüst davranan, öznel çalışmayan, diline özenen bir yazar. İncelemesinde (Cansever incelemesinde-sekoya), şiirlerim ve kişiliğim hakkındaki kanılarını söylüyor; buradan da birtakım yargılara varıyor. Bu yargıların doğrusu da var, yanlışı da. Ben genel olarak dediklerine katılmıyorum Bezirci’nin (217).
Aşırı Biçimcilik Dönemi: Şiirimizde bir aşırı biçimcilik dönemi başlamıştır. Sebepleri ne olursa olsun, bu gerçeği görmezlikten gelemeyiz. Ne var ki, bu arada, belli belirsiz kıpırdanmalar da yok değil. Son günlerde, “Değişik şiir alanları”, “Değişik kişilikler” deyimlerinin söz konusu olması da bunu anlatıyor. Çünkü değişik şiir alanları, ancak değişik düşüncelerle, düşünme yöntemleriyle kurulur. Bu da bir düşünü şiirine geçme eğilimini gösterdiği gibi, “sözlerle biçimler koyma”nın bir iki şairden fazlasını kaldıramadığını da tanıtlar (92-93). Bkz. Düşüncenin Şiiri; Zor Şiir.
Bireylik: Türkiye’de, sanatçılar da dahil, biz bireyliğimizi tam bulmuş insanlar değiliz. Bu yeni yeni oluyor (285).
Çağdaş Şiir İçeriği: Çağdaş şiir olgusunun, çağdaş şiir kıvamının içeriği trajik eylemdir (129).
Çiçek: Bkz. Meyhane.
Dayak: Annem sık sık döverdi, babamsa yılda bir iki kez. Tavan arasına kaçardım, merdivenlerden yorulur, yetişemezdi bazen annem. Bir keresinde yetişti, dama çıkacağımı anlayınca korktu ve vazgeçti. Umutsuzlar Parkı’nda yazmıştım bunu sanıyorum ama hangi şiirdi hatırlayamıyorum (64).
Bir gün mektebe gideceksin, dediler. Annem götürdü, müdüre rica etti, altı yaşını bitirmeden 56. İlkokula yazıldım. İlk gün, arka sırada, konuşuyorum diye bir tokat yedim öğretmenden, sanki evde yediklerim az geliyormuş gibi (64).
Deyişler, Özdeyişler:
- Roman şiirden çok daha şey (51).
- Ya yalnız ya da yalnızlığı bozmayan bir iki kişi (1961; 51).
- Eskittiğimiz yalnızlıklar işe yaramıyor (55).
- Kimseye benzememek oranında herkese benzemek galiba şiir (57).
-Var olmak bir umudun sözcüsü olmaktır (62).
- Her şiir, aynı zamanda bir şiir tarihidir (117).
-Şiirden çok, şiir virtüözlüğü yapılmıştır bizde (122).
Dil: Bir ulusun karakterini, kimliğini gösteren en önemli öğe, o ulusun dilidir (219). Bkz: Şiir Dili.
Dilde Sadeleşme: Dilimizin sadeleşmesi şiire yeni kalıp ve imkanlar kazandırmaktadır (179).
Divan Şiiri: Bkz: Şiir Geleneğimiz.
Doğa: Doğa, son yıllarda iyiden iyiye yerleşti şiirlerime. Doğanın verdiği yalnızlık, kendi kendinelik, beni hem monologa hem de diyalog kurmaya yöneltiyor (256).
Duygululuk: Ben bilinçsiz, giderek salt şiir geleneğinin beslediği bir duygululuğa karşıyım (214).
Düşüncenin Şiiri: “Düşüncenin şiiri” deyimi, önce düşünürlüğü, yani şairi bir düşünür olarak bellemek gereğini çağrıştırıyor. Ama bunu özcülükle karıştırmamak gerekir. Çünkü her biçimli söz, aynı zamanda bir özü de kapsayabilir. Oysa düşünü şiiri, özcü dediğimiz şiiri de kapsayabilecek bir bütünlüğün, bir güçlülün şiiridir (91).
Şiir ilkin düşünmekle başlıyor. Hatta şiir denen olayı, ancak bazı düşünce yöntemlerinin yardımıyla ortaya çıkarabiliyoruz. Üstelik bilimin, felsefenin sanatla bunca kaynaştığı günümüzde, düşünceyi eski bir şiir alışkanlığıyla örtmek elimizden gelmiyor. Yani “düşüncenin şiiri” önce bir zorunluluğun şiiri oluyor (91).
Yurdumuzda düşünürlüğünden ötürü kişilik yapmış; biçim anlayışını, duygu fazlalığını bu yolda harcamış şair var mıdır, bilemiyorum (92). Bkz. Aşırı Biçimcilik Dönemi; Zor Şiir.
Düşüncenin durması demek, hayatın da durması demektir; yani çatışmanın yok olması… Bakışlarımızı şiire yöneltirsek, insan düşüncesinin durmadığını tanıtlayan belgelerden birinin de şiir olduğunu anlayıveririz hemen. Şairin yeniliksiz edemeyeceğini savunmak da işte bu yargıya bağlı. Öyle ki , başka varlıklarda olduğu gibi, şiirin de kendine özgü bir doğal-değişim kanunu vardır, demek yanlış olmaz. Ayrıca yeniliği ne türlü ele alırsak alalım, bir şairin her zaman için bir çatışma durumunda olduğunu gösterir; yalnızlığı, çok yanlılığı oranında bir çatışma (103).
Düzyazı: Şiirden başka hiçbir yazı biçimi beni ilgilendirmiyor artık (301).
Ece Ayhan Şiiri: Ece Ayhan şiirinin kilit noktası dildir. Bu dil engelini aşmadan, satırların plastik olumunu değerlendirmeden, şairin özel terminolojisini kavrayıp ona bilincimizde bir dirim kazandırmadan hiçbir sonuca varamayız. Ne var ki, kaypak bir bilimdir Ece Ayhan’ın şiiri: kullandığı kelimeler kimi zaman sa bunun tersine, kelimenin yüklemi bir santim ötedeki hayatla bağdaşamaz. Bu değişken durum bizi şöyle bir yargıya götürebilir: “Ecegiller”in şiirini anlamak için başvuracağımız sözlük onun başka şiirleridir (152). Acı yoktur “Ecegiller”in şiirinde (153).
Edip : Babam bana neden “Edip” deyivermiş?… Kim bilir!.. Sanki doğduğum evde çok derin bir kuyu vardı da ondan. Çirkin, ama çok ucuza aldığı için çirkinliğini unuttuğu bir duvar saatine ve yıllarca bakmak zorunda kalacağından. Belki de… gitmekle tüketemediği camilerde, herkesin tanrısından ayrı bir tanrı keşfetmişti de, içinden söküp atmak istiyordu bunu (59).
Halk Şiiri: Halk şiiri, halk gerçekleriyle beslenen, ama bu gerçeklere toplumsal-çağdaş bir anlam katamayan, çoğu kez şiirsel gerilimden yoksun, ilkel ve ortaklaşa diyebileceğimiz bir şiir biçimidir (131). Bkz: Çağdaş Şiir İçeriği.
Halk şiirinin, halkın diline daha bir yaklaşık olmaktan başka bir niteliği ya da ayrıcalığı yok, bence (223).
İçki: İçki, sevgi, yalnızlık… Bunlardan başka tutunacak neyimiz var. İsteyen kıyameti koparsın; insan yalnızlığını bilmeli, bunu değerlendirmeli. Hem sanat da yalnız burada başlıyor (50).
İkinci Yeni: “İkinci Yeni” bir karşı çıkışın değil, bir yetersizliğin sonucudur (191).
İkinci Yeni’yi akım saymıyorum ama, şiirimize yenilik ve derinlik kazandıran ozanların aşağı yukarı aynı yıllarda ortaya çıktığını söyleyebilirim (232).
Dıştan bakılan, yalınlaştırılmış, hatta basite indirgetilmiş ‘küçük insan’dan ‘insan’a, insanın karmaşık yapısına, onun aynı zamanda toplumun bir birimi olmasına karşın bireyliğine de ağırlık verme girişimidir benim genel anlayışım (233).
İkindi Üstü: İlk kitabımı, İkindi Üstü’nü o sıralar çıkarıyorum (..) Önüme gelene veriyor ya da yolluyorum. Varlık’ta Melih Cevdet’in kısa bir tanıtması çıkıyor. Seviniyorum. Orhan Veli, sanırım adı “Karikatürden Şiir” adlı bir yazı yazıyor. Benim bir mısramı alarak, böyle mısra yazılmaz anlamına bir şeyler söylüyor. (..) Oysa şimdi mısra hep böyle yazılıyor. Ha, kitabı yayımlamadan önce Tanpınar görmek istiyor, bir ramazan günü, Tünel’de Narmalı Yurdu’ndaki yerine gidiyorum. Çay fincanlarının içinde kahve getiriyor ve başlıyor okumaya. (Merakla bekledim, bekledim. Bitirdi, gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. Ve dedi: Bunlar çok güzel şeyler, ama çok. Ne var ki hiçbir şiir değil”. Hiçbir şey anlamadım tabii. Bütün odayı röprodüksiyonlarla doldurdu, bana uzun uzun resim anlattı, müzikten, Valery’den söz açtı. Bir süre sonra çıktım. Doğru Haşet’e gittim. Bir sürü resim aldım, Valery’nin Melange’ını aldım. Ertesi gün bir Fransızca hocası tuttum, aylarca ders aldım. Karşılıklı konuşmaya başlamıştık bile. Bir gün dedim ki bizim hocaya, Valery okusak olmaz mı? Olur, dedi. Açtık kitabı, adam bir türlü çeviremez Türkçe’ye. Hoca çeviremezse ben nasıl çevirirdim ileride? Baktım olacak gibi değil, kestim ders filan almayı, doğru meyhaneye. O zamanlar nasıl anlayabilirdim ki, bizim hoca şiirceyi bilmiyor asıl.) (67-68).
İlhan Berk: İlhan Berk’in adice bir konuşmasına muhatap oldum. Ben de söylendim iyice. Darıldık, kırıldık, bitti…(..) Son günlerde çok kavgacı olduk gene. Gerçi masadakiler beni haklı buldular ama, “İ.Berk’le kavga edilir mi hiç?” sözü, yerleşmiş onlarda. Demek ki kimse ciddiye almıyor İlhan Berk’i. Bense kim olursa olsun, ciddiye alıyorum. Gayri insani bir davranış beni çileden çıkarıyor (..) Diyeceğim, çok kavgacı oldum. Acaba alkolden mi? (49).
İlk Dize. İlk birkaç dizeyi yazdıktan sonra, onları, içinde bulunduğum ruh haline yakınlaştırarak istediğim sesi ve kıvamı elde etmeye çalışırım. Çünkü ilk dizeler hemen hemen her zaman yabancıdır bana. Diyeceğim, ruh durumumun yansısı veya izdüşümü değillerdir. Sanki dizeler benimle değil de, ben dizelerle uyuşmak, onları uysallaştırıp evcilleştirmek zorundayımdır (35).
İlk Şiirler: İkinci sınıfta (Ortaokul-sekoya) yazdım. Bir çocuk dergisine yolladım ve çıktı. Artım şairdim. Hayat ansiklopedilerini toplayıp ciltlettim (66).
İşlevini Tamamlamış Dirimsiz Kalıp: Bkz. Mısra.
İyi Yazarlar: İyi yazarları okudukça seviniyorum. Sevinmemin bir adı da kıskançlık oluyor. Seni (Erdal Öz’e hitaben; sekoya) bir bakıma mutlu sayıyorum; roman yazdığın için. Roman şiirden çok daha şey (51).
İyinin İyisi Şeyler: Burada yapayalnızım. İyice yapayalnızım. Kimi zaman soluğum kesiliyor. Dün akşam bir sirke gittim. Morglara, tabutluklara, hastanelere, mezarlıklara da uğramalı. İyinin iyisi şeyler bunlar (57).
Kalabalık Yerler: Genellikle kalabalık yerleri severim. Caddeler, sokaklar, içkievleri, garlar, iskeleler… şiirlerimin önsözü gibidir. İnsan ilişkilerine, tek tek insanlara yakından bakmak fırsatını bulurum böylece. Onların dramlarını yakından, somut olarak kavrarım (251).
Kalıcılık: Bkz: Yarına Kalmak.
Kapalı Şiir: “Şiirde kapalılık –öz bakımından- büyük bir kolaylık” diyor Memet Fuat. “Şiirin Kolaylaşması” yazısında söylüyor bunları. Ben oldum olası, böylesi yargıların doğruluğuna inanamadım. Hatta şiiri kapalı, açık diye kümelendirmeyi kanıksadım her zaman. Aslına bakarsanız, özü bakımından kapalı olan şair, bununla bir kolaylık elde edebiliyorsa, sürekli olarak yutturuyor demektir (99).
Toplumsal bilinci aşmış, ortaklaşa duygu ve düşüncelerin ötesine geçmiş şiirlerin, belli bir zaman için “kapalı şiir” olarak nitelendirilmesi olağandır. Nice şiirlerin zaman geçtikçe daha iyi anlaşılması, daha doğrusu kapalılıktan kurtulması da başka türlü açıklanamaz zaten (164).
Kapalıçarşı Yangını: Hayatımda en önemli olay: Kapalıçarşı yangını. Dükkanım yanmasaydı sanırım şiir filan yazamazdım. Ve Jak (ortağım) anlayışlı davranmasaydı (69).
Kitap Adı; Şiir Kitabının Adı: Kitapta yer alan herhangi bir şiirin başlığını, o kitaba ad olarak seçmek kural olmuş bizde; ya da çoğun böyle yapıyor. Gereksiz bir alışkanlık (217).
Koca Kafa: Kafam (..) çok büyüktü gövdeme göre. Okulda “koca kafa Edip” diye kızdırırlardı (65).
Koca kafalı Erdal (Erdal Öz’e hitaben, latife- sekoya) başladığın gibi sürdür işte (54).
Kolay Anlaşılır Şiir: Kolay anlaşılır şiir yazmanın çoğu zaman alışılmışı yinelemek olduğu da söylenebilir (116).
Kur’an: 8.8.1928. Babam Kur’an’ın arkasına yazmış doğduğum tarihi.
Kırıcı Olmak: Ben duyarlıklarımı düşünce haline getiriyorum. Böyle yapınca, söylediğim sözler, küçük avuntuları olan adamları kızdırıyor. İşi ıslığa döktüm, o kadar. Sonra aynı arkadaş,”Aşığım” dedi. “Boşver aşka” dedim. O gün o da sevmedi beni (40). Bkz. İlhan Berk.
Okur, Okuyucu: Ben, “Ben yazarım, isteyen okur, istemeyen okumaz yazdıklarımı. Herkesin kendine göre bir tutumu vardır. Ben yalnızca yazmaya bakarım” diye, hiçbir zaman bu düşünceden yana olmadım. Ve hatta böyle düşünenlere de karşı çıkmışımdır (236).
Orhan Veli: Yaşatılan insandan yaşayan insana… Bunu ilk sezen şairlerden biri de Orhan Veli. “Şairce yaşama”nın sabahında en erken kalkan, akşamlar içinde bir akşam da en erken uyuyup göçen gene o. Issızlığını kuşanmış, rengini unuttuğu gömleğinin içinde, bir çatlaktan sızar, yoğun bir siste dağılırcasına… Acı bir ürperti, bir çeşit İsa’sılık var onun bu dünyadan geçişinde. Ve sıcak bir ünlem: Şiir (150).
Ödül: İnsan tutkusunun, vazgeçilmez olan bu tutkunun toplumsal karşılığı, toplumsal değerlendirilmesidir ödül (236).
Ölüm: Bkz. Medüza.
Örgensel Bütünlük: “Örgensel bütünlük” diye betimlediğimiz bu şiir ortamı, dural bir ortam da değildir. Çünkü sürekli olarak şiirler arası bir savaştan söz açılabilir; tıpkı canlı varlıklarda olduğu gibi, şiirler de zamanla ya birbirlerini yok ederler, ya da düzeltip değerlendirirler. Başka şiirlerin hışmına uğramış bir şiir ya tükenip yerini boşaltır, ya da yıllar sonra ötekilere baskın çıkabilir. Bu aynı zamanda bir somutlaşma savaşıdır –kimi dönemlerde soyut diye nitelendirdiğimiz şiirlerin, sonradan somut bir niyelik kazanması gibi-. Bu işlem, bu arınma bir ozanın kendi şiirleri arasında da olabilir (114-115).
Özcülük Akımı: Bizde bilinçli bir özcülük akımı Tanzimat’la başladı; Garipçiler’den hemen önce güçlendi, Garipçilerle sürdü, denebilir (224).
Medarı Maişet Motoru: Bir kitapçı dükkanında çalışan bir kız var, bana kitap ayırıyor. Bir defasında Sait Faik’in Medarı Maişet Motoru’nu veriyor, “sakın kimseye söyleme benden aldığını, kitap bugün toplatıldı çünkü diyor (67).
Medüza: Medüza’yı yazacağım. Hani şu denizanası’nı işte. Denizin içinde, deniz renginde bir hayvancık. Kımıltısı bile denizin kımıltısına uygun. Sesi yok, işitmesi yok, beklediği yok, gideceği yer belli değil, okşanmaz, sevilmez.. hani neredeyse yaşamaz, yaşamadığı için değil de ölümle ilgisi olmadığı için ölmez. Ya da hep ölür; ölmeyi gösterir bize açılıp kapanarak (50).
Memet Fuat: Memet Fuat alıştığı şiir ortamını aşamıyor bir türlü. Yenilere bir ilgi duyuyor gibi görünüyor ya, değil! O, yeni şiire ilgi duymaktan çok, yenilik sözcüğünün getirdiği kavramlar üzerinde konuşup tartışmayı seviyor. Öyle olmasaydı yazısının sonunda “Şiirin anlatma gücü arttı gibi geliyor bana, büyük şairleri bekleyen bir yol açıldı gibi geliyor, söyleyecek sözü olan şairleri bekleyen yol” diyerek çelişmeye düşmezdi (100-101).
Meyhane: Balık pazarında bir meyhanem var. Adı: Mavi Boncuk. Laterna var, tombalacılar var, birtakım adamlar… En iyisi, masada yarı kurumuş bir çiçek var; boynumu onun eğik sapına uydurdum mu, dünya benim oluyor. Beni dünyalarına alıyor bu çiçekler, laternalar, bir takım adamlar (55).
Mısra: İnsanı, durmadan değişen insanı amaçlayan şairin, mısraya, bu işlevini tamamlamış dirimsiz kalıba öncelik tanıması, şiiri insani değerlerinden soyması anlamına gelmektedir (148).
Nesnel Karşılık: Öteden beri Eliot’ın “nesnel karşılık” kuramına çok önem verdim. Yani duyguların, düşüncelerin, coşkuların vb. nesnel bir karşılığı olması kuramına (257).
Nesneler Altyapısı: Her şiirimin bir dekoru, yani bir “nesneler altyapısı” var. İnsanın doğal göstergesidir nesneler. Onları (nesneleri) bir yana bırakırsam, insanı da, toplumu da soyut ve tamamlanmamış olarak bırakmam gerekirdi (260).
Roman: Roman şiirden çok daha şey (51).
Sıkıntı: Şiirlerime yerleşen her sözcük, ancak bir sıkıntıya bulandıktan sonra eyleme geçebiliyor (213).
Somut-Soyut: Şiir, insani değerlerden, ölümsüz özlerden, yaşam koşullarından, çağını yansıtmaktan kopmazlığıyla da somut bir olgudur. Ama kimi dönemlerde şiirin bu niteliği fark edilmeyebilir. Dil zorluğu, soyut araçlar, yeni şiir öğeleri bir engel olarak dikilebilir karşımıza! Soyut araçlar dedik; evet, bu bizim çelişmeye düştüğümüz sanısını uyandırmamalı. Bilimler bile, insanın salt bir yanıyla ilgilenmekle, insanı insandan soyutlayarak, gerçekte ona somut bir nitelik kazandırmıyorlar mı?(..) Soyut araçlardan yararlanması bakımından şiir de, bu mantık kurgusunun dışında kalamaz (163).
Soyutu somutlamak, kısaca, şiirsel sözün yaşamdaki yerini bulmasını sağlamaktır (214).
Şair; Ozan: Şairin çeşitli işlerinden biri de toplumun belirmemiş zevk ve isteklerini bulup çıkarmak olmalıdır (181).
Bir şair şiirine her zaman şiirini getirir (298).
Şair “İç yalnızı”dır (256).
“Şair” yaşadığı zaman diliminin ya da kesitinin bilinçle dışına çıkabilir (258).
Usta ozan, işi ne yandan ele alırsa alsın sonuca varan adamdır. Soyut şiir yapıyorum diye bilinçaltı saçmalıklarını dökenleri de, salt dış gerçeklere bağlanıp sanattan yoksun mısra dizenleri de anlamıyorum ben (184).
Usta bir ozanı eskitmek onu iyi anlamakla gerçekleşir kanısındayım (185).
Ben daha çok, şairini bir düşünür olarak belirten çalışmalara önem veriyorum (191).
Gerçek ozan her şeyden önce tarihini, kültürünü, içinde yaşadığı toplumun koşullarını bilmek; sonra da bütün bunların, çeşitli dönemlerde yazılmış şiirlerdeki yansılarını, yani dilinin işlenişini, inceliklerini, etki alanlarını izlemek, kavramak zorundadır (219).
Şairin düşüncesi şiirdir (206).
Şiir: Şiir yaşamdır benim için (25).
Önemli olan serüven. Şiirdeki bir serüven çizgisi. İlginçsen merak ederler. Kimseye benzememek oranında herkese benzemek galiba şiir (57).
Şiirde (..) hikmet olmaz (297).
Şiir, şairin, özgül değeri, özgül biçimi olmalı, bence (257).
Gerçek şiir aydınlıktır; ne var ki bizim ona yakınlaşmamız oranında aydınlıktır (100).
Bir şiir yazıyorsun; ne demek bir şiir yazmak? Bir şeyi duydun, düşündün, bunu başkalarına iletmek istedin. Olacak iş mi bu. Biz bir şeyi güzel bulduk mu kendimize saklarız onu; kimseye vermek, bölüşmek bile geçmez aklımızdan. Ama şiire gelince… Olmuyor, bir yapaylık var bana kalırsa (61). Bkz: Yazmak.
Kişi karşı koymayı bilmedikçe şiir de bilemez (103).
Yıkıcı bir şiir akımı bile yıktığı değerlerle beslenmek, geride bıraktığı dil, biçim, yapı özelliklerini kaynak yaparak güçlenmek zorundadır (113).
Her şiir, aynı zamanda bir şiir tarihidir (117).
İyi bir şiir insanın devinimini değiştirir (182-183).
Şiir tek insanın işidir. Bir kendine göreliği vardır (183).
Şiir Dili: Ozanlar, halkın konuştuğu dille, onun gelecekte konuşacağı dil arasında yapıcı bir iletken durumundadırlar; yani halka, gene halkın kullandığı dilin tadını, gizlerini, inceliklerini ulaştırmakla görevlidirler. Ben, “şiir dili” deyiminden bunu anlıyorum sadece (220).
Ozanın elindeki dil işlenmemiş bir hammaddedir. Bu hammadde duyguların, düşüncelerin işleyişine göre yontulur. Yeni bir dil olmaz ama, başka bir dil, üstün, seçkin, duru bir dil olur (232).
Şiir Geleneğimiz: Daha çok biçimci bir şiir geleneğimiz var bizim. Örneğin Divan şiiri… Bu ozanlar belli bir dünya görüşünden, özel bir düşünce ve duygu biçiminden yoksun oldukları halde, dil özenleri, dilin bütün olanaklarını kullanmaları, mazmunlara düşkünlükleriyle şiri bir marifet durumuna getirmeleri, bugün bile şiirimizin belli bir özelliği olarak yaşamaktadır (223).
Şiir Kuramı: Hiçbir zaman ben şiir kuramı ortaya koymayı düşünmedim (293).
Şiir Okumak: İçkiliyken sanat üzerine konuşmayı yıllar var ki bıraktım. Hele şiir okumayı oldum bittim sevmemişimdir. (Üstelik çok kötü şiir okurum) (36).
Şiir Yapılır: Şiir yapılır diyorum sadece. Yazılan şeyse yazıdır (182).
Şiir Yazmak: Bir anlamda şiirin, ancak şiir okuyaraktan yazıldığı varsayımı da büsbütün yadsınamaz. Nedir ki, bu da, şiirsel hayatla kendimizi birleştirmemizin bir üslubu olduğu zaman doğrudur. Diyeceğim, bizi pek de yadırgatmayan bu dünya ile özdeşleşemediğimize göre, ne olduğumuzun belirtilerini, onun içinde ve ona karşı işlemek zorundayız. Buysa yalnız mısra sezgisiyle, yaşamımızı bu ön-güzellik duygusuna sığdırmakla olmaz. Yaratmanın ilk koşulu, işlekliğini yitirmiş, dongun (caduc), ya da ölü diyebileceğimiz birtakım biçimlerden kaçınmaktır (147).
Şiirde Kapalılık: Bkz: Kapalı Şiir.
Şiirde Ortak Yön: Son on yıllık edebiyatımızda (1963 yılının öncesi için-sekoya), özellikle şiirde ve öyküde kendini gösteren ortak bir yön, ortak bir öz var. Bu da toplumca yaşadığımız bunalımın, sanatçılar tarafından, çeşitli biçimlerde yansıtılmasıdır (123).
Şiire Başlama: Rasgele bir ev giysisiyle ve tıraşsız olarak masama oturduğum enderdir. Bu, şiire duyduğum özel bir saygıdan da olabilir, onunla anlaşmak için başvurduğum bir hile de(35). Bkz. İlk Dize.
Belli bir duygudan, belli bir düşünceden kesinlikle yola çıkmam başlangıçta. Şiir başlar ve sürer, ne geleceğini o zaman düşünürüm. Bitmişse kendiliğinden bitmiştir, onu anlarım. Bu bir alışkanlık sorunu, yazma sorunu. Belli bir düşünceden hareket etmem, çünkü düşünce şiirin kendisidir. Şiirden bağımsız olarak şiire düşünce getirilemez. Şiirin kendisi olarak düşünce yürür. İthal bir söz vardır: İyi duygularla şiir yazılmaz. Şiirle bir takım duygular çıkarılır ortaya (284).
Şiire Çalışmak: Tıpkı tuval karşısındaki ressam gibi çalışırım (251). Yaşamımla yazdıklarım oldukça birbirine bağlı (251).
Şiire Yatkın Durum: İnsanın insandan başka dayanağı yok. Yalnızlık bile, başka insanların varlığı bilindikçe bir anlama kavuşuyor. Öyleyse bizim yalnızlık değimiz şey, bir kendini ayırmadan (tecrit etmeden) çok, kendine yönelme, kendini daha yakından inceleme yetisi olmalı. Buysa şiire çok yatkın bir durum; olup bitenlerin hesabını kendimizden sormak gibi bir şey (102). Bkz: Yalnızlığı Seçmek.
Şiiri Açıklamak: Bir şiiri açıklamaya kalkmak şiiri değil de, şiirin seçtiği düzeni açıklamak olurdu ki, bu da şiiri çıkış noktasına, yani hammaddesine çevirmek gibi gereksiz bir işlemdir (81).
Şiir açıklamaları, şiirle araçsız ilgiler kuramayan kişilere bilgiler verir. Yoksa sanıldığı gibi şiirin gerçek varlığını, gerçek yapısını ulaştıramaz onlara (82).
Şiiri Oturtmak: Alkolü ele almıştım şiirde, ölümü de ele alabiliriz. Ölüm, tam anlamıyla. Örneğin Cahit Sıtkı’daki yapay ölüm değildir. “Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” deyip aslında baştan sona kadar, eskilerin, şiiri oturtmak dedikleri şeyi yapmıştır. Benim için çok başarısız bir şiirdir o. Bugün artık öyle şiir yazılmıyor, daha doğrusu ben öyle yazmıyorum (286).
Şiiri Şiirle Ölçmek: Yani şiire, salt iç tepilerimize uyarak değil de, tarihin, yaşadığımız çağın, belli bir şiir geleneğinin, okuduğumuz şiir sayısının, edindiğimiz şiir ekininin aracılığıyla bakmak gerekir (110).
Şiiri Tanımak: Şiir tanımak, onu bir anlamda somutlamak; donmamış hareket halinde olan bir düşünceyi gerektirir (111).
Şiirin Amacı: Şiirin amacı “bir şey”i gündeme getirmekse, aynı zamanda “o şey”i gündemden ayırmaktır da (172).
Şiirin Anlamı: Şiirin anlamı, şairin kişiliğine sıkı sıkıya bağlıdır (83). Bkz. Şiirin Düzeni.
Şiirin Doğal-Değişim Kanunu: Bkz. Yenilik Gereksinimi.
Şiirin Düzeni: Demek oluyor ki biz, düzenli ama anlamsız bir şiiri anlayabiliyoruz. Zaten düzensiz bir şiiri, hatta sözü anladığımızı öne süremeyiz. Burada düzen dediğimiz, şiirin gerçek (reel) varlığıdır. Anlamak için bu gerçek varlık önemlidir. Biz, ancak şiirin bu gerçek varlığının yardımıyla, anlamsız şiirin gerçek dışı, gerçek ötesi, ya da ne bileyim kelimelersiz güzelliğine atlar, onu kavrayıp anlamak edimini gerçekleştirebiliriz (88).
Şiirin Mantığı: Bkz: Anlamsız Şiir.
Şiirlerim: Şiirlerimin tek tek akılda kalan şiirler olduğunu sanmıyorum. Şiirde ses ahengine önem veriyorum. Tabii dış sesle, iç ses ayrımı yapmalı. İç ses daga ağır basıyor. Dış ses uyumu için kendimi zorladığımı hatırlamıyorum (264).
Şiirlerimin İlk Okuru: Şiirlerimin ilk okuru karımdır. Yıllar yılı ulaşılması güç bir şiir anlama yetisi kazanmıştır. En ufak bir kusuru bile bulup çıkarıvermek işten bile değildir onun için (36-37).
Sanat Yaşamdır: Her zaman söylemişimdir, sanat yaşamdır benim için. O yaşam ki, usta bir elmas yontucusu gibi sözcükleri de yonta yonta çok görünüşlü bir nesneye çevirir. İlk sesi verir, son sesi geri ister (25)
Sıkıntı: Benim giysilerim başka bugün: Sıkıntı, suçluluk duygusu, bir tuhaf acı (62).
Tanrılarım: Benim şiir Tanrılarım, kendimle konuşma Tanrılarım, hüzün Tanırlarım, çılgınlık ve isyan Tanrılarım, bazen de düpedüz Tanrım var (47).
Tragedya: Tragedya bir karşıtlıklar bütünü olduğuna göre diyalektiktir. Acıma, korku uyandırarak insanlara arınma sağlamak klasik tragedyanın amacıdır. Buysa kaderciliktir, insan yaşamının etkinliğini durallaştırmaktır. Ben, insan soyu sürdüğünce, tragedyanın da geçerli kalacağına, kapsayıcı bir yazın biçimi olacağına inanmaktayım. Şöyle ki, insanlık toplumcu düzene geçse de, bireyin bireyle, bireyin çevresiyle çatışması engellenemez (257).
Trajik Eylem: Bkz: Çağdaş Şiir İçeriği.
Turgut Uyar: Türk şiirinin en seçkin, en usta şairlerinden biridir Turgut Uyar (173).
Türk Sanatçısı: Türk sanatçısı yakınmaya alışık değildir, savaşıma alışıktır o (231).
Yalınlık: Çok önem verdiğim, şiirde temele aldığım bir özelliktir yalınlık. Basitlik, bayağılık değil, “yalınlık” diye vurgulamak isterim. Basitlik kılpayı vardır yalınlığın arasında. Biri şiiri batırır, öbürü kurtarır. Belki ancak olgunluk yaşlarında varılabilen bir özelliktir yalınlık, ustalığın doruğudur (252).
Yalnızlık; Yalnızlığı Seçmek: Gitmiyorum herkesin olduğu meyhanelere. Gene on, on iki yıl önce yaptığım gibi, deniz kıyılarında, martılar içinde, bir başıma içiyorum. Sonra, övünmek için söylemiyorum (..) kendimle yetinebiliyorum ben. Bazen de düşünüyorum; belki de bütün kötülüklerin kaynağı bende.. Durum ne olursa olsun seçeceğim tek şey yalnızlık olurdu (47).
İçki, sevgi, yalnızlık… Bunlardan başka tutunacak neyimiz var. İsteyen kıyameti koparsın; insan yalnızlığını bilmeli, bunu değerlendirmeli. Hem sanat da yalnız burada başlıyor (50).
Bugün benim doğum günüm. Kendi kendime kutlayacağım. Sonra kalabalık yerlere gideceğim. Bir de hediye almak istiyorum kendime. Belki bir kitap, belki de iyi bir ağızlık alırım (51).
Eskittiğimiz yalnızlıklar işe yaramıyor. “Yeni Yalnızlıklar” bulmalı. Bulmalı ki, insanın anlatacak şeyleri olsun (55). Bkz. İyinin İyisi Şeyler; Şiire Yatkın Durum.
İnsanın insandan başka dayanağı yok. Yalnızlık bile, başka insanların varlığı bilindikçe bir anlama kavuşuyor. Öyleyse bizim yalnızlık dediğimiz şey, bir kendini ayırmadan (tecrit etmeden) çok, kendine yönelme, kendini daha yakından inceleme yetisi olmalı (102).
Yapıta Bakış: Bir yapıta, o yapıtın yaratıcısının bakışıyla okurun bakışı arasında her zaman bir ayrım vardır. Sanatçı sonuçla ilgilenmez, ilgilenemez. Hatta yapıtının gerçek değerini, etkisinin ne olabileceğini kestiremez. Onun sevgisi doğurganlılıkla ilgilidir daha çok. Yaratma süreci içindeki şiir yaşamı, şiir görgüsü, şiir anısıdır aklında kalan (232).
Yaratmanın İlk Koşulu: Yaratmanın ilk koşulu, işlekliğini yitirmiş, dongun (caduc), ya da ölü diyebileceğimiz birtakım biçimlerden kaçınmaktır (147).
Yarına Kalmak: Şiirlerimin yarına kalıp kalmayacağını hiç mi hiç bilmiyorum (171).
Yaşamım: Yaşamım bir kıyının yaşamı gibidir (33).
Yaşar Kemal: Somut sanat yapan şairler, öykücüler namuslu, yüce kişiler. Soyut sanat yapanlarsa, Yaşar Kemal’in deyimiyle, “Onlara aldıran, adam yerine koyan bir kişi bile çıkıyor mu?” Evet, Yaşar Kemal Böyle diyor. Diyor da, önce siz şu anlatıma bakın. Nobel armağanına aday gösterilen (!) bir yazarın anlatımına benziyor mu hiç? Memet Fuat onun için “gürül gürül” yazıyor, diyor. Bence sözcüklerimizdeki paldır küldür’ü kullansaydı daha uygun düşerdi (108).
Yazar: Bkz. Yazmak.
Yazmak: Bir Dostoyevski olmasaydı bile, Karamazov Kardeşler yazılacaktı gene de (62).
Şiirlerime “güzel” dedikleri zaman ilgilenmiyorum bile. İlgilendiğim tek şey, yazar olduğuma tanıklık yapmaları. Yani sen “yazmak”sın demeleri. O zaman “ha, sahi, demek kendim için düşündüklerim yanlış değilmiş diyorum (62).
Yenilik Gereksinimi: Düşüncenin durması demek, hayatın da durması demektir; yani çatışmanın yok olması… Bakışlarımızı şiire yöneltirsek, insan düşüncesinin durmadığını tanıtlayan belgelerden birinin de şiir olduğunu anlayıveririz hemen. Şairin yeniliksiz edemeyeceğini savunmak da işte bu yargıya bağlı. Öyle ki , başka varlıklarda olduğu gibi, şiirin de kendine özgü bir doğal-değişim kanunu vardır, demek yanlış olmaz. Ayrıca yeniliği ne türlü ele alırsak alalım, bir şairin her zaman için bir çatışma durumunda olduğunu gösterir; yalnızlığı, çok yanlılığı oranında bir çatışma.. Çünkü şiirde yenilik yapmak; bir yanlı kalmaya, bir yanlı düşünmeye, bu durumların da yarattığı bir yanlı saldırganlığa karşı çıkmak özelliğini taşır. Şairi o bir türlü mistikler diye adlandırabileceğimiz kişilerden ayıran özellik de budur sanırım (103). Bkz: Düşüncenin Şiiri; Yalnızlığı Seçmek.
Zor Şiir: Ben (..) duygudan, biçimden düşünce adına yararlanmayı, kendi gerçeklerimize de uygun buluyorum. Hatta şunu da söyleyebilirim: Batının şiir dünyasında yeri olan, ya da Batı şiirine etkin bir Türk şiiri yaratmak istiyorsak seçeceğimiz yol bu olmalıdır. Orhan Veli ve arkadaşları “halkın şiir zevkini” bulmaya yöneldiler, başardılar da. Bize gelince, bütün bu davranışları kapsayabilecek bir anlayışla yazmamız gerekiyor. Galiba “zor şiir” dediğimiz de bundan başkası değil (93). Bkz. Düşüncenin Şiiri; Aşırı Biçimcilik Dönemi.
…
*- Bu sözlükçe, Edip Cansever’in Şiiri Şiirle Ölçmek/ Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar (Hazırlayan: Devrim Dirlikyapan; YKY, 1.Baskı: İstanbul, Şubat 2009) adlı eserden alıntılanarak hazırlanmıştır.
**_Parantez içerisinde yer alan rakamlı ifadeler Şiiri Şiirle Ölçmek adlı kitabın sayfa numarasını göstermektedir.