S O Y L U E D E B İ Y A T

rönesans

Rönesans
Rönesans, XV. ve XVIX yüzyıllarda edebiyat, sanat ve ilim ala nında Avrupa'da görülen kalkınma ve gelişme hareketleridir. Bu da İlk çağ bilgilerinin incelenmesi ve yenilenmesiyle mümkün olmuştur. Röne sans, insanların Ortaçağın cehalet ve taassubundan kurtularak tabia ta dönmeleri ve hakikatleri anlayarak düşüncelerini değiştirmeleridir. Rönesans'ın parolası tabiata dönüştür. Fakat Rönesans denince daha ziyade yeni bir sanatın gelişmesi mânası anlaşılır.

Rönesans kelime mânasıyla yeniden doğuş demektir. Yalnız îlkçağdaki Yunan ve Roma medeniyetlerinin Ortaçağda ölmüş olduğu kabul edi lemez. Ortaçağlarda da Avrupa'da bir edebiyat ve sanat vardır. Rönesans daha ziyade bir uyanıştır.

Diğer taraftan eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin (Antikite) sanat, edebiyat ve ilim eserleri incelenmiş ve onlardan faydalanılmış olmakla beraber, bunlar, körükörüne kopya edilmemiştir. Rönesans eserle ri ayrı bir özellik gösterir. Bu bakımdan Rönesans Antikite'ye dönüş de demek değildir.
RÖNESANSIN SEBEPLERİ
Eski Yunan ve Roma edebiyat, felsefe, ilim ve sanat eserlerinin incelenmesi, bu eserlerin üniversitelerde okutulması;
Matbaanın icadı ve kâğıdın bol miktarda yapılması sayesinde yeni buluş ve düşüncelerin kolayca herkes tarafından öğrenilmesi;
Coğrafya keşifleri sonunda Avrupada edebiyat ve sanat eser lerinden zevk alan bir sınıfın meydana gelmesi;
Bu zamanda Avrupa'da şair, edip ve sanatkârları koruyan ve kendilerine Mesen denilen kimselerin bulunması;
Türklerin İstanbul'u zaptetmeleri üzerine bir kısım Yunan bil ginleri İtalya'ya gitmişlerdi. Bunlar o zaman Avrupa'da unutulmuş olan eski Yunancayı İtalyanlara öğreterek klâsik eserlerin okunmasına ve bu sayede Rönesans Ve Hümanizmanın gelişmesine yardım etmiş olmalarıdır.
RÖNESANS'IN İTALYA'DA OLUŞUNUN SEBEPLERİ
Tarihî Sebep: İtalya Büyük Roma İmparatorluğunun ve medeni yetinin merkezi olduğu için burada İlkçağın birçok sanat eserleri bulunmakta idi. Romalılar Yunan sanat eserlerinin birer kopyalarını memle ketlerinde yapmışlardı. Eski Yunan ve Roma sanatının izlerini en çok burada bulmak mümkündü. Kazılarla yüksek değerde olan eski eserler ve anıt lar meydana çıkarılmıştı. İtalya Antikite eserleri bakımın dan diğer Avrupa ülkelerinden çok daha üstün bir durumda idi.

İtalya'nın coğrafî durumu: İtalya'nın Akdeniz'in tam ortasında bu lunması, İtalyanlara her bakımdan çok önemli imkânlar sağ lamıştır. İtalyanlar İlkçağda ve Orta çağda Akdeniz medeniyetleriyle yakın dan temas etmek fırsatını bulmuşlar dır.

İslâm mede niyetinin tesiri: Coğ rafî durum, İtalyan lara İslâm medeniyetiyle sıkı bir temas temin etmek imkânı nı vermiştir. İslam ların İspanya ve Si cilya'da açtıkları medreselere Avrupalılar da devam ederlerdi. Araplar, eski Yunan edebiyat ve felsefe eserlerini kendi dillerine tercüme etmişler ve bunun üzerinde incelemeler yapmışlardı. Avrupalılar ilk defa Antikite eserlerini Araplardan öğrenmiş oldular.

Ekonomik sebep: Bu zamanda Akdeniz ticaretini ellerine geçiren İtalyan şehirleri çok zenginleşmişlerdi. Diğer taraftan Roma'da bulunan Papalığa Avru pa'nın dört bir tara fından servet geliyor du. İtalya'da refah artmıştı. Sanat ve fi kir adamları korunu yordu.

Siyasî sebep: İtalya parçalanmış bir durumda olmakla be raber Kuzey İtalya halkının geniş ölçüde siyasî haklan ve hür riyetleri vardı.
İTALYADA RÖ NESANS HAREKET LERİ
Edebiyatta Rönesans (Hümanizma): İlkçağların Yu nan ve Lâtin edebiyat ve dillerinin bilginleri demek olan Hüma nistler, XV. ve XVI. yüzyıllarda bu klâsik edebiyat eserlerini inceleyerek ve açıklamalar yaparak yayınlarda bu lundular. Matbaanın icadı onların çalışmalarını kolaylaştırdı. Daha önce el ile yazıyorlardı. Papaların ve prenslerin yardımlarıyla akademiler ku ruldu. Hümanizmanın ilk merkezi Floransa'dır. Yunanca ve Lâtincenin öğrenilmesi ve bu dillerle yazılı eserlerin incelenmesi neticesinde Antiki teyi daha iyi tanımak merakı uyandı. İbranice öğrenildi; arkeolojiye de önem verildi. Yunan ediplerinden Tusidit (Thucydide), Sofokles (Sophocles), Demosten (Demosthens), Platon, Lâtin ediplerinden Çiçeron ve Virjil'in eserleri yayınlandı.

İlk defa Yunanca ve Lâtince yazan Hümanistler XVI. yüzyıldan iti baren İtalyanca da yazmaya başladılar. Makyavel (Machiavel) ve Gişarden (Guichardin) tarihî eserler meydana getirdiler. Makyavel Prens adli: kitabiyle ün kazandı. Ayrıca Floransa tarihini yazdı.

Gişarden, İtalya tarihi adlı eseriyle modern tarihçiliğin babası oldu. Yine konularını tarihten alan Ariosto ve Tasso eserlerini nazım olarak ve -destan şeklinde yazdılar.
GÜZEL SANATLARDA RÖNESANS
Güzel sanatlarda Rönesans, İlkçağın eserlerini incelemekle gelişti. Ortaçağın mukaddes tipleri, zarafetsiz ve mânâsız simaları bir tara fa bırakıldı. Sanat yeni bir şekil ve ruha kavuştu. Roma, Milano ve Vene dik güzel sanatların ünlü merkezleri oldu. Papa Jülyüs ve Leon sanatkârları korudular. Resim ve heykeltraşlık mimarlıkla birlikte yürüdü. Güzel sanatların bu üç şubesi birbirini tamamladı.

Mimarlık: Rönesans mimarları Ortaçağın Gotik tarzından kendilerini kurtardılar. Ölçü, sadelik, tabiilik ve insanı düşündüren bir büyüklük Rönesans mimarî eserlerinin başlıca vasfı oldu. Ünlü mimarlar Bruneleşi (Brunelleschi), Bramant ve Mikelânj'dır.

Bruneleşi cesaretle kilisenin üstüne ağır bir mermer kubbe kondur du. Sen Piyer kilisesini henüz bitirmiş olan Mikelânj'a nereye gömülmek istersiniz diye sorulunca: «Bruneleşi'nin eserini ebediyen seyir edebile ceğim bir yere» cevabını vermiştir. Mikelânj ressam ve aynı zamanda heykeltraştı. Bramant'ın başladığı Sen Piyer kilisesini tamamlamıştır. büyük ressam Rafael de mimardı.

Heykeltraşlık: İlk defa Yunan heykellerini ve tabiatı taklit et mekle işe başlayan Rönesans heykeltraşları, konularını genel olarak Ortaçağda olduğu gibi yine dinden aldılar. En önemlileri Donatello, Giberti ve Mikelânj'dır. Mikelânj çok büyük bir heykeltraştır. En ünlü eserleri Musa'nın heykeli, Esirler, Zafer, Mukaddes Aile, Gece ve Gündüz, Alaca Karanlık ve Şafak'tır.

Kesim: Resimde Rönesans tabiat sevgisiyle başlamıştır. İnsan vü cudunun güzelliğine önem verilmesi, perspektif (eşyanın uzaklık, yakınlık ve durumunun yarattığı farklar) ve anatominin incelenmesi, fresk'in bulunması, resimde rönesansı meydana getirmiştir.

İtalya'nın büyük ressamlarının birincisi Floransa resim okulunun ku rucusu olan Giotto'dur. Giotto XIV. yüzyılda yaşamıştır. Tabiat inceleme lerine önem veren realist bir ressamdır.

XV. yüzyılın ünlü ressamı Botticelli'dir. İtalya'da resim XVI. yüzyıl da Leonardo da Vinci, Rafael ve Mikelânj ile en parlak devrine erişmiş tir. Yaşadıkları zamanın kat kat ilerisinde bulunan bu büyük ressamlar ölmez şaheserler bırakmışlardır. Resimde şekil kadar duygu ve ifadeye de yer vermişlerdir. Bunu temin için boyayı yerinde kullanmaya, gölge ve ziya oyunlarından faydalanmaya çalışmışlardır.
RÖNESANS'IN AVRUPA'YA YAYILMASI
İtalya'da gelişen Rönesans XVI. yüzyılda diğer Avrupa memle ketlerine de yayılmaya başladı. Fakat her milletin ayrı özellikleri oldu ğundan Rönesans, İtalya dışında daha başka şekilde gelişmiştir.

Rönesans'ın İtalya dışına yayılma sebepleri:
a. Akdeniz ticaretini ellerine geçiren İtalyanlar komşu milletlerle yakından temaslarda bulunuyorlardı. Bunlar, gittikleri yerlere Rönesans düşünüş ve duyuşunu da birlikte götürdüler.b. Roma'da oturan Papayı ziyarete gelen birçok kimseler, İtalya şehirlerinde gelişen Rönesans hareketlerini de gördüler ve incelediler.c. Öğrenimlerini yapmak üzere İtalya'ya gelen Fransız, İngiliz ve Alman öğrencileri Rönesansı kavramış olarak memleketlerine döndüler.d. Bu zamanda İtalya harbleri oluyordu (Bak. Par. 157). Ordularıyla İtalya'ya giren Fransa kiralı ve Almanya İmparatoru burada Rönesans'ın tesiri altında kaldılar. Dönüşlerinde birçok sanat adamlarını ve Rönesans eserlerini birlikte götürdüler. İşte bu sebeplerden Rönesans diğer Avrupa memleketlerinde de geliş meye başladı.
FRANSA'DA RÖNESANS

Fransa'da Rönesans'ın gelişmesi kolay olmadı, İtalyan Rönesansının tesiri yabancı malı gibi sayıldı. Fakat kral ve prensler Rönesansa taraftar oldular. I. Fransuva, antikite metinlerinin üniversitede okutulmasını istedi. II. Hanri yazarları ve sanatkârları korudu.

Fransa'da hüma nizm, Kollej do Frans-m kurulmasıyla vücut buldu (1530). Fransız hümanistleri antikite'nin din, hukuk ve lisan metinlerine de önem verdiler. İtal yan hümanistleri gibi, metinlerin yalnız yayınlanmasıyla yetin meyip, onları, düzelt tiler ve tamamladılar.

Fransız mimarla rı geniş ölçüde İtal yan eserlerinden fay dalandılar; fakat Fransız mimarlığının millî karakteri olan kulelere ve geniş çatı lara da yer verdiler, kiliseden ziyade şato ve saray yaptılar. Ün lü Fransız mimarları Piyer Lesko ve Jan Bülan'dır. Piyer Lesko Paris'te ki Luvr sarayını, Jan Bulan da Tuileri sarayını yapmışlardır.
ALMANYA'DA RÖNESANS

Almanya'da Rönesans hümanizma ile başladı. Dinî inanış Al-manyada İtalya ve Fransa'dan çok kuvvetli idi. Alman hümanistleri da ha ziyade antikitenin dinî metinlerim incelediler ve bunun neticesinde katolik kilisesinin o zamanki inanç sisteminden ayrıldılar. Alman hümaistlerinin en büyükleri Erasmus, Röklen ve Luter'dir.

Erasmus'un amacı hakikî hıristiyanlığı meydana çıkarmaktı. Eserlerini Lâtince ve Yunanca yazdı. Re simde İtalyan tesiri pek görülmedi. Alber Burer bu devrin ünlü Alman ressamıdır.
İNGİLTERE VE İSPANYA'DA RÖNE SANS

İngiltere'de Rönesans edebiyatta gelişti. Şekspir, anti kite eserlerini in celemekle ve onlar dan ilham almakla be raber, konularını da ha çok millî tarihten seçti ve ölmez eser ler meydana getirdi. Piyeslerinde geniş bil gi, kelime bolluğu ve tazelik vardır. Bugün dahi çeşitli milletlerin tiyatro sahnelerinde eserleri oynanmaktadır. 33 eser yazmıştır. En meşhurları Hamlet, Otello, Romeo Juliyet ve Sezar'dır. Şekspir, İngiliz ve dünya Rönesansının en büyük siması olmuştur.

İspanya'da rönesansı Servantes ve Velazkez geliştirmişlerdir. Servantes, Don Kişot adlı eseriyle büyük bir şöhret kazanmıştır. Ressam olan Velazkez, Meryem ve portre resimleriyle ün kazanmıştır.
BİLGİDE RÖNESANS

XVI. yüzyılda ilimde de rönesans oldu. Matematik re astrono mide büyük ilerlemeler görüldü: Polonyalı Kopernik (Corpernic) dünya nın güneş etrafında döndüğünü gösterdi.

Kadavra üzerinde deneme yapılmaya başlandı. Kanın küçük devri bulundu. İlim, iskolastik düşünceden kurtulmaya ve deney metodu ile ha kiki şeklini almaya başladı.
RÖNESANS DÖNEMİ KÜLTÜR, SANAT VE FELSEFESİ


Raphael, Peri Galateia, 1512-1514 dolayları.
Fresko 295x225 cm Villa Farnesina, Roma



Rönesans ortaçağ ile yeniçağ arasında (Özellikle 17. yüzyıla kadar) yaşanmış olan bir çağdır. Daha kesin bir ifade ile bir geçiş dönemidir.

Yeniden uyanış, yeniden doğuş anlamında kullanılan bir isimlendirme bu çağ için çok uygundur. Çünkü bu çağ her bakımdan yepyeni düşünce ve yaklaşımların, anlayış ve uygulamaların (Sanat, felsefe, din konuları üzerinde) ortaya konduğu ve yepyeni bir insan olgusunun tarih sahnesine çıktığı çağdır.

Rönesans bir yeniden yapılanma hareketi olmasına karşın hemen hemen işlediği bütün konu ve sorunlarda Antik çağ felsefesini temel ve örnek almış, onu yeniden inceleyip, değerlendirmiştir. Antik çağ felsefesinden çok şey öğrenmiş, bu felsefe ile pişmiş ve sonraları kendinden de öğeler katarak geliştirmiş ve kendisinden sonraki 17. yüzyıl ve yeniçağ felsefesinin hizmetine sunmuştur. Böylece de bugün bile geçerli olan modern insan kavramının yaratıcısı olmuştur.

Aslında Rönesans akımını Antik çağ felsefe ve kültürünün ve otoritelerinin tekrar canlandırılıp, taklit edilmesi olarak kabul etmek de tam doğru değildir. Bu yaklaşım yanlış olmasa bile ancak çok dar kapsamlı bir yaklaşım olabilir. Çünkü Rönesans oluşumu çok daha geniş ve temelli bir oluşumdur.

Bu çağın insanı düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran, yargılayan ve kendi öz yargılarını özgürce ortaya koyan insandır. Kendini bütün dogmalardan ve ön yargılardan arındırma yolundadır. Aklını kullanır, aklını kendine kılavuz bilir...

Bu olguyu daha somut bir şekilde açıklayabilmek için Rönesans‘ı ortaçağ ile karşılaştırmakta fayda var.
1.Ortaçağ’ da insan yaşam ve kültürünü düzenleyen hiristiyan dini ve onun yöneticisi olan katolik kilisesidir. Kilise her konuda mutlak otoritedir. Onun düşünce ve inançları kutsaldır ve üzerlerinde tartışılması bile olası değildir. Ortaçağ filozof ve düşünürüne düşen görev kilise öğretisini (skolastik öğreti) mantıksal bir takım oyunlarla temellendirmek ve savunmaktır. Buna karşılık Rönesans’ın ana eğilimi kendini her türlü bağlılıktan sıyırmak, kendini özgürce incelemektir. Rönesans insanı doğa ve yaşam üzerindeki gerçekleri arar ve bu gerçeklere yalnızca akıl ve deney yolu ile ulaşmaya çalışır.

2.Ortaçağ skolastik felsefesi tamamen kiliseye bağlı ve bütün hiristiyan alemini bir şemsiye gibi saran ve bütün bu alem içinde etkili olan bir felsefedir. Yalnızca Latince ile işlenir. Ana teması hiristiyan inançlarının savunulup, temellendirilmesidir. Bu felsefede çeşitli ırklar ve uluslar yoktur, yalnızca hiristiyan alemi vardır. Rönesans felsefesi ise karşımıza artık kendi ulusunun karakterleri ve özellikleri ile çıkar, yaptıklarını kendi ulusal dilinde verir. Konuları çeşitlilik kazanmış ve ön yargılardan, doğmalardan sıyrılmıştır, doğruları kendi öz yargıları ve gözlemleri ile arar.
3.Ortaçağ düşünür ve filozoflarının tamamı din adamı, yani hiristiyan kilisesinin hizmetkarlarıdır. Rönesans düşünür ve filozofları ise yazarlar, araştırmacılar ve üniversite öğrencileridir. 4.Ortaçağ insanının belirmiş bir kişiliği yoktur. Ondan beklenen ödev tanrının buyruklarına itaat etmektir. Bu dünyanın nimetlerine yüz çevirmek, kendini öteki dünya nimetlerine layık hale getirmektir. Rönesans insanı ise kişiliğini arayan, soran, araştıran, benliğinin bütün canlılığını ortaya koyan kişiliği ve özelliği olan bir bireydir, individualisttir. Rönesans Avrupa kültür tarihinde yaşanmış olan bir çağdır. Avrupa kültürüne özgü ve ona ait olan bir oluşumdur. Hatta bu kültüründe Latin-German yelpazesinin bir eseridir. Başlangıcı ve ilk filizleri İtalya’da oluşmuş, sonraları Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Bizans ırk ve kültürünün temsilcileri olan İskandinav dünyası bu oluşuma pek katkıda bulunamamış, fakat benimsemiş ve ona uymuştur.

Rönesans ‘ın başlangıcı olarak genellikle 1453 (İstanbul’un Fethi) veya 1517 (Reformation’ un başlaması) yılları kabul edilmektedir. Bu tarihler kesin değildirler ve yalnızca çağlar içinde bir sayısal değer ifade ederler. Çünkü daha 14.üncü yüzyılda bile Rönesans oluşumunun belirtileri tarih sahnesinde görülmeye başlanmıştır.


5. RÖNESANSIN YAYILDIĞI ALANLAR
1. RÖNESANS Felsefesİ

Rönesans felsefesinin temel dayanağı ve çıkış noktası İlk çağ Antik felsefesidir.

Rönesans, orta çağ boyunca olduğu gibi bırakılıp, dondurulmuş olan bu felsefeyi yeniden ele alıp işlemeye başlamıştır. Oluşan özgürlük havası içinde bu felsefenin öz kaynaklarına inmiş, orta çağ boyunca oluşmuş olan engelleri kaldırarak ona gelişme yolları açmıştır. Bu felsefeleri iyice işleyip, kendini geliştirdikten sonra da, öğrencisi olduğu bu felsefeye kendine özgü eleştiriler ve ekler ile gelişmeler ve yenilikler kazandırmıştır.

Belki Antik çağ etkisi ve belki de din baskısı nedeni ile Rönesans felsefesi öncelikle insan sorunu üzerine yönelmiş, insanı incelemiştir. Hümanizma akımı olarak isimlendirilmiş bu akımda öncelikle Antik çağ eserlerinin taranması ve tercümeleri yapılmıştır. Bu filolojik çalışmaların sonunda doğal olarak insanın ne olduğu sorusu (İnsan nedir? Ne olacaktır?) sorgulanmaya başlanmıştır.

Hümanizma akımının baş mimari Francesco PETRARCA’dır. Petrarca Hıristiyan skolastik görüşlerinden sıyrılıp, bu dünyanın zenginlik ve coşkuları ile ilgilenir, daha iyi yaşamak için yaşama sanatının kurallarını araştırır. Bireyin devamlı ödevinin kendisini geliştirmek olduğuna ve bunun için de devamlı çalışması gerektiğine inanır De Vita Solitaria adlı yapıtında kendini geliştirmek ve erdemlere ulaşabilmek için insanın hatta tek başına yaşayıp, yalnızca kendisini geliştirmek için çalışması gerektiğini savunur.

Petrarca bir anlamda Antik Roma stoa filozoflarının ruhun özgürlük ve mutluluk ideallerini çağının insanına taşımıştır.

Giovanni BOCCACCİO da, kilise ve töre baskılarının ötesinde, insanın bu dünyada yaşamakta olduğunu, bu dünya ile bağlantılı olduğunu ortaya koyar.

Rönesans’ın ileriki yıllarındaki düşünürlerden Niccolo MACCHIAVELLI insanın ne olduğu, ne ve nasıl yapması gerektiği üzerinde çalışmıştır. Ona göre insan bir doğa gücüdür, canlı bir enerji kütlesidir. Böyle bir yaratık, Hıristiyanlığın alçakgönüllülük ve gönül tokluğunun en yüksek erdem olarak gösteren öğütlerinin içine sığamaz. Hatta eski çok tanrılı pagan dinlerini Hıristiyanlıktan daha üstün görür. Çünkü bu dinler, ona göre insana bu dünyada iyi yaşamayı öğütleyerek onu hayata bağlamışlardır.

Çağın sonlarına doğru yaşamış olan Michelde MONTAIGNE de indivudualist
Ve Hümanisttir. İnsan yaşamı ve insan doğasının yapısı onun da çalıştığı başlıca konudur. “Her şeyden önce ben kendimi araştırıyorum. Benim fiziğim de metafiziğim de bu.” der. ”İçimizde bir doğa kımıldıyor, ona kulak verir, yasalarını kavrarsak, erdeme, dolayası ile de mutluluğa giden yolu bulmuş oluruz.” diye devam eder. Dogmatizmin tam düşmanıdır. Doğruyu nerede bulmak gerektiğini sorunu onu sonraları Antik çağ şüpheciliğine götürmüştür. Yalnız o bu akıma klasik öğretisine ek olarak bir yenilik kazandırmıştır. Antik şüphecilik “hiçbir şey bilmiyorum, öyle ise bilginin hiçbir önemi yok” yargısına varır. Montaigne ise böyle pesimist değil, o son sözün “hiçbir şey bilmiyorum değil, ne biliyorum sorusu“ olmalıdır iddiasındadır.

Montaigne’nin insan yaşamının özü ile ilgili sezgileri ve şüphecilik (spepsis)
üzerine düşünceleri devrinde geniş ilgi ile karşılanmıştır. Özellikle şüphecilik üzerine düşünceleri, bilim karşısında inanca da açık kapı bıraktığı için Rönesans’ın özgürlük havası içinde iyice yayılmıştır. Daha sonraları diğer düşünceler (Pierre CHARRON ve Francois SANCHEZ ) şüpheciliğe sistemli bir biçim ve şekil bile kazandırmışlardır.

Rönesans felsefesi içinde PLATONİZM ve ARİSTOTELİZM adları altında oluşmuş olan iki akım üzerinde de durmak gereklidir.

Ortaçağ, skolastik felsefesini direkt olarak Antikçağ otoritesi Aristoteles’e dayandırır. Bu felsefenin karşısında olan Rönesans’ın da Aristo’ya karşı tepki göstermesi doğaldır.

Rönesans, Aristo karşısında Platon’a derin bir sevgi ve saygı ile bağlıdır. Platonun yaptıklarını inceler,, adına sevgi dernekleri ve hatta bir Akademi (Floransa’ da ki Platon Akademisi) bile kurulur.

Platon’a karşı duyulan sevginin İstanbul’un işgalini takiben Bizans’tan göçen
bilginler tarafından başlatıldığı yaygın olarak iddia edilir.

Platonizm’in yanında Aristoteles felsefesinin özüne inip, onu ortaçağ doğmalarından arındırıp yeniden incelemeyi amaçlayan bir Aristo çığırı da Rönesans felsefe akımları içinde var olmuştur.


Rönesans’ da Din Anlayışı

Rönesans döneminde dini inanç ve düşünceler de değişime uğramış, bağnaz kilise otoritesine karşı çeşitli akımlar ortaya çıkmıştır. Bu akımların en önemlisi Reformation hareketidir. Bu hareketi 1517 yılında Wüttenberg kilisesinin kapısına astığı bildiri ile başlatan Alman rahibi Martin LUTHER, böylece Hıristiyanlıkta Katolik ve Ortodoks mezheplerinin yanı sıra Protestanlık mezhebini de kurmuş oluyordu.

Reformation kilisenin bağnaz ve katı tutumuna karşı bir baş kaldırış hareketidir. Para karşılığı günah çıkarma belgeleri dağıtımı, politika ile içli dışlı olma, entrikalara bulaşma ve engizisyon müessesinin gaddarlığı sonucu halk kütlelerinde oluşan hoşnutsuzluk Reformation'u hazırlayan önde gelen nedenlerdir.

Reformatıon'un özünde, hiç olmazsa başlangıç safhalarında, mistisizm anlayışı yatar. Kiliseye karşı güvenini yitirmiş olan halk tabakaları zaten daha orta çağ devrinde tanrı ile bağlantısını ve aradığı teselliyi kendi içinde ve kimsenin aracılığı olmadan kendi kendine bulma çabasındaydı.

Ortaçağdaki bu mistik anlayışın atası Alman Meister ECKHART’ dır. Mistisizmin ve dolayısı ile de Reformatıon'un ne olduğunu şimdi onun ağzından dinleyelim. Ona göre, “Hıristiyan dininin doğruları skolastiğin bilimleştirmiş olduğu doğmalarda değil, inanan gönüllerin derinliklerinde yatar. Salt doğruluk insanın kendisindedir. Kilisenin doğmaları ile törenlerinde değildir. Bilmek, bilen ile bilenin özce bir olmalarındadır. Bilginlerin en yükseği olan Tanrıyı bilme evrenin bu özü ile ruhun birleşmesidir. İnsan tanrıyı kendisinde, kendi içinde ise bilebilir. Tanrı ile insanın özdeşleşmesi olan bu anlayışta insan bir küçük Tanrı (Mikrotheos) dur.

Reformatıon hareketi çabucak yayılmış ve büyük halk kitlelerini etkisi altına almıştır. Etki o kadar geniş ve köklü olmuştur ki, Katolik kilisesi bile bu akım karşısında kendine çeki düzen vermek ve kendini düzeltmek ihtiyacı duymuştur. Katolik kilisesinin uyguladığı kendi içindeki bu reform hareketine karşı-reformasyon adı verilir.

Reformatıon ileriki tarihlerde ana kaynağı olan mistisizmden uzaklaşmak ve yıkmaya çalıştığı Katolik kilisesinin karşısında kendi kilisesini yani kendi doğmalarını kurmak zorunda kalmıştır.

Ama gene de insanın doğal yönüne değer verdiği ve insana bu dünyadan elini eteğini çekmeyi öğütlemediği ve insan kişiliğine saygılı olduğu için tam bir Rönesans hareketidir.

Rönesans din kültüründe karşılaşılan bir diğer akımda DOĞAL DİN akımıdır. Bu akım tam olarak Rönesans’ ın özüne uygun bir akımdır. Her türlü dış formdan, töre ve doğmalardan uzak olan bu dinsel yaklaşımda tüm din doğrularının kökeni vahiyde değil, insan aklında aranır.

Din tanrının açılması (Vahiy) değil, insan aklının ürünüdür.

Bu akımın tipik düşünür ve savunucuları Fransız Jean BODIN ile İngiliz Herbert of CHERBURY’dir.


RÖNESANS SANATI

Ortaçağ sanat dünyası içinde tohumu atılan ve çeşitli ekenlerle büyüyen yeni dünya görüşü, birden ortaya çıkmamış daha önceki bölümlerde anlattığımız sosyal, ekonomik, bilimsel ve teknik gelişmeleri içeren olayların sonucunda oluşmuştu. Ayrıca dönemin düşünce yapısı sanata etki eden önemli unsurdu. Sanat hareketleri de bu toplumsal gelişime paralel olarak belirip, gelişmiştir.

Yeni dünya görüşünün bir özelliği, insanın kendi dünyevi güçlerini anlamasıdır. Bilindiği gibi ortaçağda halk, sanatçılar, bilim ve din adamları kilisenin inancına paralel bir tanrı görüşüne sahipti. Ancak daha gotik dönemde bile ortaçağda kilise ile aynı görüşü paylaşmayan insanların ortaya çıktığını biliyoruz. İşte bu farklılaşma dinin insanın akıl terazisinde ölçülüp değerlendirildiğini göstermektedir. Bu hareket gittikçe büyümüş ve insanın kendi eleştirisine de önem vermesi ile sonuçlanmıştı. Bu eleştiri ortaçağ anlayışını da yargılayacak ve dinin Rönesans çağında zayıflamasına neden olacaktı. Başta Hıristiyanlığı eleştiren bazı felsefe okullarının ve bazı filozof kralların ortaya çıkması ile ve diğer etkiler ile din kurumu dünyevi ilişkilerinden gittikçe uzaklaşmıştır.

Bunun mimaride yansıması olarak daha erken zamanlarda Gotik dönemde Roman kilisesinde tanrıyı temsil eden apsid tarafındaki kulelerin, kralı temsil eden batı tarafındaki kulelerden daha alçak yapılarak belirdiğine tanık olunmuştu.


Bramante, Roma Monterio'da St.Pietro Kilisesi 1502


Bu yeni görüşleri yansıtan biçimlemeler, insanın kendi yorum ve düşüncelerine dogmalardan daha fazla önem verdiğini göstermektedir. Bu yeni görüş ortaçağın gotik katedrali karşısında, Rönesans’ın merkezi planlı yapısıyla da biçimlenmiş olmaktadır. Bu farkı en iyi 1400 yıllarında Regensburg’da yapılan ve tanrıya doğru sonsuzluğa yükselir şekilde inşa edilmek istenen Dom ile yüzyıl sonra 1502 de mimar Bramante tarafından Roma’da yapılan St.Pietro Kilisesi arasında görülür. St. Pietro kilisesinin kubbesi bir yarım küre iken ön cephesinde yarım daire planlara yer veriliyordu.

Çember ve küre antikçağda mutluluk sembolü olarak kabul ediliyordu. Ortaçağ öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Ortaçağ dogmalarının yerini yeni çağda bilgi, dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal, mülk alıyordu. Ortaçağda eserini altına imza atamayan sanatçı, bu çağda artık kendi yaratış gücüne inandığından eserin altına imzasını atacaktı.


Rönesans’ta Mimari

Geç Gotik, Orta Avrupa’da 15. Yüzyılda eserlerini vermeye başladığında İtalya’da Floransa’da erken Rönesans’ın ürünleri görülmeye başlamıştı. İtalyanlar Gotiği bir barbar sanatı olarak kabul ettikleri için önce Floransa’da bir karşı sanat hareketi başlamış ve Roma 1500’li yıllardan başlayarak bu yeni anlayışı en üst düzeye çıkarmıştı.

Rönesans mimarisinin kurucusu olarak Florensa’lı Flippo Bruneleschi kabul edilir. Kırk yaşına kadar heykelci olan sanatçının ilk eseri Floransa Domudur.

Burada kaburgalı kubbe yapısında Gotik etkisi görülür. Sanatçının 1421 de yaptığı
St. Lorenzo kilisesinde Gotik etki tamamen kaybolmuştur. Bu kilise daha sonra Michelangelo’nun yapacağı Medici ailesinin mezar kilisesi için de bir örnek teşkil edecektir.

Bruneleschi ilk eserlerinde Roman ve ilk Hıristiyanlık eserlerinden yararlanarak biçimlendirmişti. Daha sonra ise antik kaynaklara yönelmişti.

Bu hareketin ikinci temsilcisi Leon Battista Alberti idi. Şair, kompozitör, hukukçu ve sporcu olan sanatçı Bologna üniversitesini bitirip papaz olmuştu. Ancak sanat, matematik, felsefe ve yapı sanatı üzerine yazılar yazmıştı. Mimar Alberti, Hıristiyan kutsal yapısı ile Roman yapısını birleştirme yolunu tutmuştu.

Bu sentezini Rimini’de S.Fransesco kilisesinde uygulamak istemiş ancak eser yarım kalmıştı. Alberti’nin bir diğer yapısı da Mantua’da ki S.Andrea kilisesi idi.

Bu yapı uzun bir salon ve iki yanda birbirlerinden ayrılmış şapelle nişlerin yer aldığı bölmelerden ibaretti. Rönesans’ta tekrardan görmeye başladığımız merkezi yapı heyecanını Bizans’tan alıyordu. Gotik sanata olan düşmanlık Bizans sanatına yakınlık sağlıyordu.

Flippo Brunelleschi, Capelle Pazzi'nin içi, 1430 dolayları

Çapraz geminin kesiştiği yeri de bir kubbe kapatıyordu. Uzun salonu ise taştan bir tonoz örtüyordu. Bu yapı Gotik’den ayrılıyordu. Gotik’te her yöneliş derine ve yukarı doğru hareket halinde olduğu halde, burada mekan hareketi, yerinde duran bir etkide idi. Gotik’te duvarlar, ayaklar, ve tonozlar silme ve kaburgalarla hareket eden ve bir yöne yönelen etki içersinde düzenlenmişlerdi. Rönesans, kaburgayı ve kaburgalı haç tonozu, dinamik etkileri nedeniyle ret ediyordu. Bunun yerine klasik tonoz ile kubbeyi ele alıyordu. Çünkü bu unsurlarda hareket özelliği bulunmuyordu. Çatı örtüsü için eski Roma’nın saray ve hamamları örnek alınmıştı. Buradaki formlar Rönesans sanatçısına daha ağır başlı sakin ve ölçülü geliyordu. Bu yapılarda insan yeniden ana ölçü birimi olmuştur. Ve bu şekilde sanatçı gotikte mantıklı olmayan oranlar ve dini düşünce ile ilişkisini tamamen keser.





Leon Battista Alberti, San Andrea kilisesi, Mantua 1472

Bu klasik anlayışta Floransa dışında yalnız Alberti yapılar inşa eder. Kuzey İtalya’da 16. Yüzyıla kadar karışık bir üslup hakim olur. Bu karışık üslup geç Gotik ile antik unsurları birleştirmeye çalışır. Yukarı İtalya’da klasik üsluba dönüş, bir fresk ressamı olan Donato Bramante ile başlar (1444-1514) Milano’da Santa Maria Grazia kilisesini yapan sanatçı daha sonra merkezi planlı yapıların en güzel örneği olan St. Pietro klisesini gerçekleştirmişti. Bramante’nin daha sonraki görevi Papaların Avignon’dan dönmesini takiben yaşadıkları yer olan Vatikan’ın yeniden düzenlenmesi idi.



Venedik'te Dukalık Sarayı



Rönesan’ın dini ve sivil yapıları aynı unsur ve özellikleri göstermektedir. Sivil mimarinin en önemli sonucu Palazzo yani sarayların kazanılması idi. Yeniçağ, kral ve prensler için şato yerine sarayları uygun görüyordu. Bu yapılarda toplum içinde kendini kabul ettirmiş, tüccar, bankacı zihniyeti olan kral oturuyor, kudreti ve hümanist kültürü ile çevresindekilerden üstün olduğu kabul ediliyordu. Plazzo’da Helenistik sütunları ile avlu önemli bir unsurdu .Muhteşem bir temsil gücü olması gereken yapının, özellikle cephesi gösterişli idi. Konsollu frizler ve rustik tarzı yer, yer heroik etki yaratıyordu.





Mimar A.Paladio
Villa Rotando'nun ön cephesi

Sivil mimari alanında, klasik üslupta en çok eser veren sanatçılar Venedik okulundan Jacopo Sansovino (1486-1570) ve Vicenza'lı Andrea Paladio’dur (1518-1580).

Mimar Paladio, Sasovino’ya nazaran daha klasik üsluba yakın olup Vicenza’da bir bazilika, bir tiyatro, bir saray inşa ederek yeni mimarinin temellerini atarken bu şehri de bir sanat merkezi haline getiriyordu. Bir çok büyük yapıyı gerçekleştiren Paladio, Kuzey İtalya’da sayıları 20 kadar olan villa yapmıştır. Paladio eserlerindeki tutarlılık ve sadelikten kaynaklanan başarısı nedeniyle ileri dönemlerde yapıtlarından en çok esinlenen mimar olacaktır.

Rönesans yapı anlayışının kısa bir zaman içinde son bulması ve bizzat klasik dönem sanatçılarından Michelangelo tarafından Barok’a yöneltilmesi dikkat çekicidir.

Rönesans mimarisi 16. Yüzyıla gelindiğinde yerini Barok mimariye bırakmıştır. Bu dönemden sonra Avrupa’da yapılarda görülen Rönesans etkisi bir süslemeden öteye gitmemiştir.

 
bugün 31 ziyaretçi (33 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol