S O Y L U E D E B İ Y A T
o hayat
O hayat
not:Başlangıç tarihi 2004 tü aslında yüz sahife yazmıştım sonra bilgisayar çöktü bütün yazdıklarımı kaybettim,bakalım bitirebilecek miyim bu kısa, yoğunlaştırılmış roman denemesini?,romandaki insanlar yaşadılar mı?gerçeklikle bir ilişkileri oldu mu? ama başlamadan önce bir şey itiraf etmeliyim: Roman yazım tekniğini bilmeyen birinin yazacağı bir deneme olacak o yüzden hataları ,eksikleri mutlaka olacak yazdıklarım… hatta romana hiç benzemeyebilir de,uzun yazmayı istiyordum ama kısa, yoğunlaştırılmış roman diyebileceğim bir ara tür denemek istiyorum, bunda öykü gibi tek bir olay yok,olaylar var,kişiler var,farklı zamanlar var,farklı mekanlar var...aslında ham haliyle aktarıyorum buraya ileride düzenlerim…yazım kurallarını hiçe saydım,ona dikkat edeyim derken yazacağıma yoğunlaşamıyordum,aslında buraya yazdıklarımı insanlar değiştirip dönüştürebilirler,eklemeler yapabilirler yeni karekterler ekleyebilirler,belkide romana benzeyen bir şey çıkabilir buradan…
1
O sabah, babasının verdiği haberle bütün hayalleri yıkılır Murat’ın;babası, seyyar satıcılık yapması gerektiğini söylediğinde yüreğini mengeneye kaptırmış gibi acılar kaplar içini, bütün hazırlıkları tamamdır oysa: artık ortaokula gidecek ve takım elbise giyecektir, hatta gıcır gıcır iskarpinleri alınmış, gri takım elbisesi de terzide hazır durumdadır, o gün gidilip alınacaktır, bir de el tutacağı olan kahverengi çanta alınmıştır, artık büyümüştür murat…
Babası hastalanmış ve fabrikadan atılmıştır, işten atıldıktan sonraki günlerde iş aramış bulamamıştır… kötü haberi verdiği o gün her şey hazırdır okula başlamak için ama bir başka şey daha hazırdır o gün; seyyar tezgâhları yaptırılmış ve satılacak malzemeler alınmış, bir hemşerinin dükkânına konulmuştur, Sultanahmet meydanında, kuşların insanlarla büyüdüğü mahallede, bir çay ocağına bırakılan tezgâhlar oradan alınacak ve işbaşı yapılacaktır.
Oysa neler hayal etmiştir murat: sarı saman kağıttan basılan kitaplarını, defterlerini, kokularını içine çekerek çantasına yerleştirecek;uçları özenle açılmış silindir kalemlerini, çantasının gözlerine düzenli olarak koyacak, takım elbisesini giyecek, saçlarını limonlu suyla tarayacak, bir kravat takacak, cepkeninin düğmelerini ilikleyecek, ütülü pantolonu giyecek ,sabaha kadar yastığının altında deri kokusunu aldığı gıcır iskarpinlerini cilalattırdıktan sonra…, fiyakasını oturtacak…sonra okula gidecek; sınıftan içeri girecek, bütün kızlar ona bakacak; derste öğretmen soru sorduğunda parmağını ilk o kaldıracak…cak cak cak..ama bunların hiçbiri olmayacak.küçücük yüreğinin sızısını asla unutmayacak,hayallerinin yıkılışını,bir gün içinde yaşlanan çocuk ruhunu; bu ezikliği ve kırıklığı hiç unutmayacak…
—Bak oğlum artık büyüdün, işten attılar beni biliyorsun ve çalışmam gerekiyor ama seyyar satıcılıkta fazla para yok, tek tezgâhla eve bakamam, seninde çalışman lazım, ailemize bakabilmemiz için iki tezgâhla çalışacağız; okusan iyi olurdu, daha sonra fırsat bulduğumuzda okursun ha murat’ım!
Baba bunları söylerken oğlunun karşısında eziliyor;ruhunun derinlerinde: işe yaramazlığının cezasını oğluna çektirdiğini düşünüyor;onuru yaralanıyor,arkasını dönüp sessizce ağlıyor, murat görmesin diye gizlice siliyor gözyaşlarını,
2
yılmaz,dersimin bir köyünden istanbul’a ailesini kurtarmak,onları geçindirebilmek için mecburen gelmiştir…köydeki arazi küçüktür hayvancılık yapmak için yeteri kadar hayvanı da yoktur bir köylüsünün istanbul’dan gönderdiği haber üzerine gelmiştir istanbul’a: dersim’li bir işadamının fabrikasında çalışmaktadır arkadaşı, yılmaz’a da gelmesini söyler,tekstil sektöründe ki fabrikaya dersim’den bir çok işçi gelmiştir bu yolla,istanbul’da dersimliler gettosu kurulmaya başlamıştır,arkadaşının dediğine göre: burada bir gecekondu yapabilir,çocukları burada okutabilir,ikinci bir işte daha çalışıp, para biriktirebilirmiş;patronları çok iyi adammış, dersimlilere ekmek veriyormuş…yılmaz bunun üzerine çıkıp istanbul’a gelir,büyük kızı berivan geldiklerinde on üç yaşındadır,murat on yaşında, Zehra yedi. üç yıldır İstanbul’dadır yılmaz,ne gecekondu yapabilmiştir kendine ne de ikinci bir iş yaparak para biriktirebilmiştir, üstüne üstlük yılmaz, patron tarafından işten atılmıştır: hastalanmıştır, akciğerlerinde kanser başlangıcı vardır,bu yüzden çalışırken verimli değildir; bu durum patronun gözünden kaçmaz…küçük kızı Zehra üç gündür halsiz düşmüştür…berivan lise ikinci sınıftadır ve okul önlüğünün boyunu kısaltarak zengin semtlerinde dolaşmaya başlamış bir de zengin bir genç ile tanışmıştır; Berkay, zengin bir ailenin çocuğudur liseyi bitirmiş baba parası yemekte gününü gün etmektedir,bundan berivan’da nasibini almaktadır…
3
Anne’si ayşe, beş vakit namazında sessiz bir kadındır; zayıf, çelimsiz bedenini örten elbiseleri hep iğreti duruyor üzerinde,namaza durduğunda apayrı bir havası oluyor yüzünün, hele de duaya geçtiğinde uhreviliğin son noktasında allah'ıyla bütünleşmiş yalvaran dudaklarından neler döküldüğünü kimse duymuyor… kendisi bile…
4
akşam babasının verdiği haberden sonra uyuyamıyor murat,sabahı zor ediyor;bir ara dalıyor, uyuyacak gibi oluyor, yüzünde ki ağrılı,bir kaşıntıyla sıçrıyor,tahta kurusu gözünü,dudağını,yanağını şişirmiş; mutfağa yöneliyor ,ablası berivan yer yatağında yatıyor, o'nun baş ucundan sessizce geçiyor;annesi, sabah namazını kılıyor,namazlığının önüne yastık koymuş :önünden kimse geçerse namazı bozulmasın diye…annesinin önünden geçiyor murat ,mutfağa giriyor, sarı madenden dökülmüş musluğa elini atıyor,soğuk ürpertiyor,musluğu açmakta tereddüt ediyor…titreyerek açıyor musluğu ;su, buzdan bıçak gibi kesiyor tenini,ellerine doldurduğu, tüylerini diken diken eden soğuk suyu şişmiş yüzüne çarpıyor, iyice üşüyor, kıl dipleri domur domur kabarıyor,yüzü zonkluyor,şişen dudağı,gözü ağrıyla,yanmayla,üşümeyle karışık…havluya uzanıyor elini yüzünü siliyor,tüpün üzerindeki çaydanlığın içindeki su kaynamaya başlıyor,inceden bir vızırtı kaplıyor mutfağı…annesine haber verecek oluyor,selam vermesini bekliyor, annesi selam verince:
-su kaynıyor anne
annesi diğer tarafa da selam veriyor…
biraz sonra kalkıp çayı demliyor
berivan’ın yanından geçiyor murat, üzerine pantolonunu giyip bahçede ki tuvalete gidiyor,kapısındaki paslı çiviye sarılı naylon ipi çözüyor ve içeriye giriyor…ıbrıkla getirdiği suyunu yanına koyuyor…tam çömeldiğinde bir fare ayaklarının dibinden yıldırım gibi geçiyor kapının altından kaçıyor ,irkiliyor murat ;tuvaletin deliğinden dışarı çıkan beyaz kurtçuğa gözü takılıyor, sürünerek yol alıyor, arkasında kahverengi ıslak bir iz bırakarak…
5
Sahne:
berivan yatakta hafif hafif inleyerek solundan sağına dönüyor;Berkay ile düğün gecesinden sonra gerdeğe giriyorlar…Berkay ateşli ateşli öpüyor berivan’ı… dudaklarını,boynunun ince,hassas yerlerini…ruhu titriyor berivan’ın…Berkay yatağa kadar kucağında taşıyor berivan’ı,beyaz gelinliğinin sırtındaki fermuarı açıyor,uzun saçlarını eliyle ensesinden omzuna doğru kaydırıyor ve bir öpücük konduruyor ensesine, saçlarının ve teninin kokusunu içine çekiyor ,gelinliği ince bedeninden beline kadar sıyırıyor,sırtından beline kadar uzanan beyaz tenli vücudunun her santimetresini öpüyor berkay…berivan’ın kalbi bu şehvet dolu anı aylarca beklemişti…dubleks villanın İtalyan işi yatak odası ihtişamında istediğini elde etmenin gururu ve zenginliğin verdiği güven içinde şehvetinin doruklarına çıkmak için kendini hazırlamış berivan; soyunuyor,kalçalarının yuvarlaklığı ve diriliği berkayı çileden çıkartıyor ,Berkay,berivan’ın ince beliyle kalçasının çileden çıkartan estetiğine öpüşlerini dokundurarak karşılık veriyor ,berivan’ın iç yangınını daha da körüklüyor bu dokunuşlar…berivan berkay’ın öpüşlerinin tadını çıkartıyor, Berkay ,berivan’ın sütyeninin kopçasını açıyor, henüz dokundurtmadığı çeyizlerinin sevdiği erkekçe okşanmasından zevk aldığını tutkulu bakışlarıyla berkay’a aktarıyor berivan;Berkay, dudaklarını, berivan’ın memelerine yaklaştırdığında beriva’nın içinde ateşler yanıyor,damarlarında akan kan şehvetin ve tutkunun basıncıyla sarsıyor kalbini,kalp atışlarını kılcal damarlarında,beyninde duyuyor berivan ; Berkay,berivan’ın yeni olmaya yüz tutmuş kiraz sertliğindeki dikleşen meme uçlarına dudaklarını değdirdiğinde zevkten kasılıyor berivan…Berkay, berivan’ın gögüs arasından karnına doğru akan pürüzsüz tenini öperek, yumuşak dokunuşlarla ilerliyor, dilinin ıslak ateşini berivan’ın teninde gezdiriyor ;beyaz dantelli iç çamaşırını zarif bir hareketle sıyırıyor kasıklarından ve yatağa taşıyor berivan’ı …temiz kadın kokusu kasıklarından berkay’ın dudaklarına sızıyor…berivan’ın zevk inlemeleri berkay’ın şehvet damarını kamçılıyor ,içindeki ateşi berivan’ın ateşiyle daha da harlandırmak, içinin dip akıntılarına katmak için ruhunun derinliklerinden akan lavlarını taşıyan sıcaklık ağacını berivan’ın kıvranan kasıklarında açan gül dudaklarının ağzına dokunduruyor,iki ruhunda sarsıldığı anın parçalayan etkisi şehvetin bütün hücrelerini ayaklandırıyor…Berkay berivan’ın kızlıktan kadınlığa geçişinin hazsal acısını kendi ruhunda paylaşmak ve hissedebilmek için dudaklarını berivan’ın dudaklarına kenetliyor, kasıklarını berivan’ın kasıklarına… dillerinin ıslak sıcaklıkları birine karışıyor, bunca zamandır koruduğu kızlığının ateşini berkayla buluşturuyor berivan… Berkay ruhunun derinliklerinden kopup gelen ateşini berivanın içine, sıcaklığının mağmasına yerleştiriyor… içinden zevkle acının tutkulu çığlığı geliyor berivan’ın, berkay’ın ağız içinde dilinin ateşiyle buluşuyor… sıcak, nemli bir ahh sesi dolaşıyor berkay’ın ağız boşluğunda, oradan ruhuna akıyor berkay’ın… Berkay aşkının duygusunu, şehvetinin ateşiyle harmanlayıp bir kuğunun suya dalışı kadar narin akıyor berivan’ın içine …berivan’ın içinin ıslak,kaygan mağmasında yol alıyor,berivan,berkay’ın ateşini çekiyor içine,ateş yumağına dönen bedenler birbirine sarılıyor… dişil ve eril tenlerin sıcaklığının sarmaşık halleri dönüyor yatakta…ruhsal tutkunun tensel ateşlerinde zevk inlemeleri dolduruyor odayı… Berkay, ruhunun ateşinden yarattığı zevk sıvısını patlamalarla akıtıyor berivan’ın ateş duvarlarından ördüğü mağmasına,berivan bu ateşli sıvının içine akışını hissediyor ve ruhunun ateşiyle berkay’ın damarlarından çekip alıyor doğurganlığının içine,rahminde çoğaltmak için tutkularının meyvesini…aşk duygusunun bedenlerin ruhsal ateşiyle sınandığı, yakıcılığın kırmızı haz çukurunda iki ateş yumağı sarsılarak birbirlerinde eriyorlar….
Berivan elini bacaklarının arasına atıyor büyük bir acı hissediyor…acı,ağrı… nefes nefese kalkıyor …bacağının arasına bakıyor kırmızı bir leke ve ağrı hissediyor, eline bakıyor kırmızı…kan,tahta kurusunu eziyor can havliyle rüyasının en güzel yerinde….
Berivan bu rüyanın ardından hayatın gerçekliğiyle yüzleşiyor,kalkıp mutfağa gidiyor elini yüzünü yıkıyor sonra kurulanıyor…
6
Kahvaltı yapmak için yer sofrasına oturuyorlar…zeytin,köy peyniri,köy pekmezi,köy ekmeği… çayları koyuyor annesi… dönüp ablasına kızıyor murat:
- niye yardım etmiyorsun anneme.. anne aralarına giriyor
-ne istiyorsun ablandan? Rahat bırak kızı
Murat susuyor…
Ablasına kızgınlığı mahallede söylenenlerden dolayı…berivan’ın zengin semtlere gidişi duyulmuş…dedikodular mahallede yayılmaya başlamış…
Sofraya azar azar konulmuş katıklar…ablasının bir zeytini tek ısırımda yemesine ve bu bencilliğine sinirleniyor murat…,kendisi katık etmeyi öğreneli çok oluyor ve dört ısırımda bitiriyor bir zeytini…kahvaltı yapılıyor ve çıkmak için babası oğluna sesleniyor:
—hadi oğlum, çıkalım, işi sana yolda anlatırım… Sabah erken saatlerde yola düşüyorlar, minibüse binip Sultanahmet’e çıkıyorlar, oradan tezgâhların olduğu çay ocağına giriyorlar baba:
—selamın aleyküm Selman,
–ve aleykümselâm Yılmaz hoş gelmişsiz
–hoş bulduk; bu, benim Oğlan Murat, o da seyyar satıcılık yapacak haberin var –var var iyi olur çalışsın, hayatı öğrensin, kim kime iş veriyor bu zamanda, kendi işi olur,
— hoş gelmişsin Murat oğlum
–hoş bulduk Selman amca
–ee ne yaptın Yılmaz kardeşim karnınız aç mıdır?
—kahvaltı ettik sağolasın, senin aşağıdaki simit fırınıyla anlaştık sayende, oradan hem simitlerimizi alalım hem çaylarımızı içeriz döndüğümüzde
–doğru söylersin hadi siz oraya gidin simitleri alın çayda demlenmek üzeredir.Murat babasıyla yola koyulur; simit fırınına gelirler,
baba:
-selamın aleyküm usta, kolay gelsin diyerek içeriye girer; Yılmaz, bizim şu simitleri alalım der, içeride mis gibi simit kokuyor, susamın hafif kızarmış…..
Okulların açılışının ilk günüdür,tezgahını alır babasıyla Sultanahmet meydanına gelirler; baba, tezgahı kurmasına yardımcı olur,tezgahtaki malların fiyatlarını söyler ve gider,tesbihler,taraklar simitler…murat yorgundur, akşam iyi uyuyamamıştır, tahta kurusu her yanını ısırmış şişirmiştir,tezgahın başında kasadan yapılan iskemlesinde gözleri kapanır, dalar;
Sahne:
sınıfına girer takım elbisesi,limonla yatırılmış saçları ,bütün kızlar ona bakar,ön taraflarda bir sıraya geçer, bir kızın yanına oturur;öğretmen içeriye girer; -günaydın çocuklar! der,çocuklarda…Bir ses başında telaşlıca günaydın demektedir, ortaokula yeni başlayan bir kız… Ayla;hemen ilerideki ortaokula kayıt olmuştur,babası cabbar siyasi şubede komiser, okula bırakamamıştır görevi erken başlamıştır 1 mayıs …
Sahne:
Murat daldığı rüyadan uyanır ve onu görür ;sevimli, saçları uzun iki tarafından örülü saf,beyaz yüzüyle simit istemektedir,simitini alır ve uzaklaşır, murat takım elbiseli ortaokul öğrencilerine gıptayla bakar ,ileriden bir genç ellerinde kağıtlarla bağırarak işçilerin otobüslere bindiği durakların olduğu yöne doğru ilerlemektedir,murat yanına bağırarak gelen gence bakar, bu gencin otuz kırk metre arkasından sarkık bıyıklı, uzun boylu, cüsseli bir adamın çıktığını görür,yanında beş altı kişi vardır ;
üçgün önce işkencesine girdiği sinan’ı konuşturan cabbar aldığı isimlerden yola çıkarak irfanı takibe aldırır ve sabah erken saatlerde evinden çıktığını öğrenir,Sultanahmet meydanına yöneldiğini telsizle haber alır ve arkasından izlemeye başlar…
genç 1 mayıs kutlamalarının bildirisini dağıtmaktadır,murat bu gencin ne yaptığını merak etmiş ona bakmaktadır o arada arkadan gelen sarkık bıyıklı adamın silahını çıkarıp sol dizinin üzerine çökerek nişan aldığını görür,bildiri dağıtan genç bunlardan habersizdir ve bir patlama duyulur, bütün güvercinler telaş içinde havalanırlar,genç devrimci birkaç adım atar ve dizlerinin üzerinde yere yığılır;murat, hemen koşar ve
- abi abi! diye sarılır küçücük kollarına ağır gelen bedeni taşımakta zorlansa da kollarıyla vücudu sarar; eline sıcak bir şeyler sürülür,genç devrimci murat’ın gözlerinin içine bakarak:
- yaşasın 1 mayıs işçinin, emekçinin… der
ve gözlerini kapatır;murat bildirileri alır, babasından kalma eski ceketin ceplerine sokuşturur,cabbar ve arkadaşları koşarak gelirler,murat’ı cesetin başında görürler ve cabbar, murat’ın kollarından ceseti çekip alır ;yanındakilere:
- alın, atın arabanın bagajına bu şerefsiz komünisti der;sonra murat’a döner :
-seni de götüreyim mi ulan merkeze ha! Diye hiddetle bağırır…. Çok sonraları bu bağırmanın karşılığını görecektir cabbar…murat’ta bu bağırmanın anlamını yıllar sonra çözecektir:
-II-
7
Üç gün önce
Sinan üç gün içeride sorguda kalmış ve işkencelerden sonra bu bankın üzerine atılmıştır; sabah saatleri:
henüz güneş doğmak üzere,camilerden sabah ezanının yalnızlığa çağıran acıklı sesi duyuluyor,
kristalize olmuş tuza benzeyen küçük, sert,soğuk pulcuklar, leşe saldıran hayvanlar gibi üşüşüyor adamın yüzüne,iki büklüm olmuş vücudu, mahallenin orta yerinde,yaşlı çınar ağacının altında sırrını vermek istemeyen bu bankın üzerinde kıpırtısız bir şekilde yatıyor;
bankın boyası dökülmüş, altından tahtanın kirli sarıya çalan rengi solgun yüzüyle, yılların yorgunluğunun ,yıpranmışlığının hikayesini anlatıyor, berrak olmayan yaşantıların sıradanlaştığı köhnemiş bu mahalleye …bütün evlerin kendi içine dönük kapılarından kasvetli bir suskunluk çığlığı yükseliyor, diğerinin kapısına çarpıyor;uğursuz bir sessizlik dolaşıyor etrafta…parçalanmış elbiselerinin her yerinden,kuruyan kan lekelerinin yer yer çatladığı morarmış etleri görünüyor; sabahın ayazı havadaki nemle karışarak daha da yakıcı bir donduruculuğa eviriltiyor kendini,sanki sinan’ın acısını katmerlendirmek için gizli bir el dolaşıyor mahallenin en uğraklı yalnızlıkların büyütüldüğü yerde…
ağzının kenarlarından sızan kan,vücudunun çeşitli yerlerinde oluşmuş eziklerin etrafında çemberleşen mor, sarı ,griye çalan renk halkları …kısa bir süre önce başına kötü bir şeylerin geldiğini gösteriyor;soğuk, açıkta kalan etlerine vahşi ,aç bir hayvan gibi saldırıyor…
sokağın aşağı kısmından gri bir ışık huzmesi binaların eski,sıvası dökülmüş ,yalnızlığa örülü duvarlarını yalayarak,yollara düşüyor;yerdeki,yoksulluklarının ayak izlerini bırakan cılız bedenli, bakımsız insanların varlıklarını imleyerek ilerliyor…sisin dağılmaya yüz tuttuğu kasvetli,bir o kadar ketumluğun dar sokaklarında yavaş yavaş yerden sürünerek sinan’ın boş bir çuval gibi büzüşmüş bedenine dokunuyor;
üçer dörder katlı cansız, boz renkleriyle birbirinden ayrık duran apartmanlar sanki duruma şahit olmuş ve olayı örtbas etmek istermiş gibi sinsice parkın üzerine düşürüyorlar gölgelerini;
8
Bir daha o hayata geri dönemem,geri dönemem!
diye sayıklıyor,Sinan;
Sinan:23 yaşında, kişiliğini oluşturacağı yaşamsal düşüncelerini daha yeni yeni öğrenmiş bir üniversite öğrencisi YIL:1977 1 mayıs öncesi günler İstanbul’un her yerinde operasyonlar sürüyor…
Sinan bank’ın üzerinde ölü gibi yatmaktadır …parkı temizleyen çöpçü hüsnü, bankta kıpırdayan adama yaklaşır:
-hemşerim hemşerim!
Yüzündeki morluklara ve kan lekelerine bakar
-vah vah ne yapmışlar bu garibana diye söylenir
Sinan gözlerini kırpıştırır, hüsnü’nün çöpçü üniformasını pusluca görür korkarak içine doğru büzülür, yine dayak yiyeceğini ve işkence göreceğini zanneder; yarı baygın,kendinden geçer gözlerinin önünden sorgu odasında olanlar bir film şeridi gibi geçmeye başlar:
9
-konuş ulan! diye tok ve tehditkâr bir ses çınlatır işkencehaneyi,yerde kurumuş kan ve sidik lekeleri…kesif bir sidik kokusuna, paslı demir kokusu karışıyor…gözleri bağlı sinan’ın,elleri arkadan kelepçeli; soyuyorlar sinan’ı kaba dayaktan sonra Filistin askısına alıyorlar sol kolu kırılıyor acı dayanılacak sınırı aşıyor, bayılıyor;cabbar, sigarasını içiyor ve sinan’ın cinsel organında bastıra bastıra söndürüyor,diğer işkenceciler… boynunda,koltuk altlarında…
Jilet getirtiyor cabbar, ensesine, sırtına… Sinan bağırdıkça daha derine gidecek şekilde jilet atıyor hemen sonra tuzlu su döktürüyor yaralarının üzerine,göğüs uçlarına jileti attığında beyninde tarif edilemeyen bir acı hissediyor ve bağırıyor
-yeter artık yeterrrr!!!!!!
-konuşacak mısın ulan! isim verecek misin?
-biz zaten çoğunu biliyoruz yakaladık sizinkileri,onlar senin ismini vermekte hiç tereddüt etmedi sen niye direniyorsun ulan?
-konuş yoksa ölün çıkacak buradan,biliyorsun kimse bizden hesap soramaz, öldürür atarız bir çöplüğe,cesedin kokar…
Sinan ,korkuyor… kendi içinde konuşmaya muhasebeye başlıyor:
- acı,ölüm ,yoldaşlar,çözülmek,onur …acaba ismimi verdiler mi kim verdi?bu adamlar beni öldürecek,konuşmazsam öldürecekler ,konuşursam irfan’ı ve sedat’ı alırlar içeriye onlar direnirler,
İçindeki ses:sende direnmelisin
-direnirsem öldürecekler,
İçindeki ses:
-öldürürse öldürsünler… konuşmamalısın, onurunla ölmelisin
Diğer iç ses:
-sen yaşamalısın niye öleceksin ne için… kimin için?
-acaba benim adımı verdilerde ondan mı bu kadar yükleniyorlar bana
İçindeki ses:
-kimin adını verdiğini ne yapacaksın,sen direnecek misin onu söyle?devrimcilik irade ister,adanmışlık ister,komünist toplum için mücadele ediyorsun sen,acı çeken halkımız,yoksullar,işsizler,horlanmışlar…
Diğer iç ses:
-herkes kendisi için bir şeyler yapmalı sen de kendin için bir şeyler yapmalısın ;ölmek mi?kimin için öleceksin?yaşamak güzel şey,içinde acıları da olsa
-öldürecekler beni…ölmemeliyim ben,ben değerliyim, yaşamak istiyorum
İçindeki ses:
-demek değerlisin, nasıl bir değerlilik bu böyle,yoldaşlarını ele veren,kendine güvenenleri satan biri ne kadar değerli olabilir ki?
-gidin başımdan ikinizde gidin yoruldum artık,dayanamıyorum,gücüm kalmadı
İçindeki ses:
-kalmayan gücün değil inandığın,kabullendiğin doğrular yok oluyor artık
-doğrularımı yine kabul ediyorum ama bu ölümle sınanmamalıydı buna hazır değilim,ölmek istemiyorum
İçindeki ses:
-konuş o halde ver yoldaşlarının ismini
-yoldaşlarım…halkım;gözünden sicim gibi yaşlar boşanıyor, içini çeke çeke sarsılarak ağlıyor
-yoldaşlarım…
Biraz kıpırdıyor olduğu yerden… kolunun ağrısı ve vücudunun her yerinden, acının adres merkezlerinden beynine sinyaller akıyor acıya dayanamıyor…
-alın bunu diye o tok ve tehditkâr ses veriyor emri:
-lağımın içerisine atın
Sürükleyip lağımın olduğu yere götürüyorlar ve içine atıyorlar,göbeğine kadar pisliğin içine batıyor
Yukarıdan o tok ses :
-konuşup konuşmayacağına karar ver ya öleceksin ya da konuşup yaşayacaksın,hayatın güzelliklerinin tadına bakacaksın,ne için öleceksin,kimin için öleceksin… kimse seni suçlayamaz bu kadar işkenceden sonra konuştuğun için…
Cabbar bir çok tekniği bir arada uyguluyor sinan’ı çözmek için
İçerideki kokudan içi bulanıyor sinan’ın kusmaya çalışıyor zehir gibi su geliyor midesinden gırtlağına kadar, göğüs kafesinin içi yanıyor…direnci gittikçe zayıflıyor
İçindeki çatışmada taraflar kendi dillerinden konuşuyor
-ben yaşamalıyım elimden geldiğince direndim,devrimciliği buraya kadar yapabildim
İçindeki ses:
-ya yoldaşların ne olacak ne diyeceksin onlara
-hiçbir şey diyecek durumum yok,çözüldüm acıya dayanacak kadar tutarlı değilmişim demek ki,
Diğer iç ses:
-Sen ölmemelisin,niye öleceksin, kimin için öleceksin?kendi halinde hayatını yaşarsın
-evet,ben ölmemeliyim,yaşamalıyım daha göreceğim güzel şeyler var,yaşamak istiyorum,ölmek istemiyorum…yaşam,ölüm,yoldaşlar…direnci gittikçe kırılıyor, yaşamak isteği daha ağır basıyor, ölüm korkusu galip geliyor kabul ettiği,inandığı düşüncelerine
-yaşamalıyım ben yaşamalıyım …
-onur,haysiyet,yoldaşlık,devrim yaşam,ölüm
Tekrar tekrar dönüp duruyor bu kavramlar beyninde
Lağımın kapağı açılıyor …sonra
-konuşacak mısın ulan?diye bağırıyor o tok sesin sahibi..tehditkârlığını içinde hissediyor sinan, çözülüyor,yaşama güdüsü galip geliyor…konuşuyor
-III-
1 mayıs öncesi irfan’ın öldürülmesini haber alan yoldaşları üniversiteden birlikte çıkıp cenazeyi alma kararını verirler,irfan sinan’ın işkenceler dayanamaması sonucunda ismini verdiğini bilemeden meydanda cabbar tarafından kurşunlanır…
Cabbar: Siyasi şubede komiser;daha derin ilişkileri de olan birisi.. tok sesi,sarkık bıyıklarıyla korku salıyor etrafına ;
tavizsiz bir cellat ve işkenceci olarak biliniyor,uyuşturucu ve içki kullanan, ürküten bir kişilik,hiçbir grup arkadaşıyla ailece görüşmüyor,bir kızı var,
adı:Ayla;
lise ikinci sınıfta okuyor…Ayla kısa zaman sonra, beş yıl önce Sultanahmet meydanında irfan’ın babası tarafından öldürülmesinden yarım saat önce murattan simit alan kızdır,Murat’ın kız arkadaşı olacaktır o olaydan beş yıl sonra ,murat’ın babası seyyar satıcılık işine başlamasından bir hafta sonra iyi bir iş bulur ailesine bakabileceğine kanaat getirir ve murat’ı seyyar satıcılıktan alır ve orta okula gönderir beş yıl sonra ayla ile aynı liseye ve aynı sınıfa gideceklerdir ,o olaydan sonra devrimcilerin irfanı kimin vurduğunu araştırmaları sonucu bu olayı gören murat a ulaşırlar ve onunla konuşmak için gelirler,tanışırlar ve cabbar’ın eşgalini murattan alırlar bu arada murat ile ilgilenmeye de başlarlar,murat devrimci düşüncelerle orta okul döneminde eline sürülen sıcak kanla birlikte tanışmıştır artık;
-IV-
sahne:
Murat yıllar önce 1982’de cabbar’ın kızıyla aşk ilişkisi yaşamıştır:
o gün murat, ayla ile konuşmayı planlamıştır; okul çıkışında onun yanına gitmeyi düşünür,havada serin den soğuğuğa çalan bir rüzgâr esmektedir,haziran ayının başları okulların tatil olmasına az bir zaman kalmıştır,akşam saatleri,okuldan dağılan öğrenciler öbek öbek yürümektedir…ayla, uzun zamandır murattan hoşlanmaktadır ama ona arkadaşlık teklifinde bulunmayı ayıp olarak görmektedir, murat’ın gelmesini beklemektedir;murat, liseli devrimci mücadelenin içerisindedir... duygularına zaman ayıramamaktadır..ama ayla’yı sınıfta görmüş, davranışları dikkatini çekmiştir;yüreğinde kıpırdayan sevinçli heyecanın farkındadır ama zaman ayıramamaktadır;ayla, murat’ın yoldaşlarından jale ve birkaç kız arkadaşıyla birlikte yürümrektedir… murat jale’ye bir şeyler sormak için onların yanına doğru hızla yürür… jale’ye hafta sonu toplantısını haber verecektir;
-jale! diye seslenir arkalarından; jale döner
-evet, murat yoldaş bir şey mi var? diye sorar
Murat :
- Hafta sonu toplantısını haber verecektim,birde yeni arkadaşlardan gelmek isteyenlerinde gelebileceğini …
jale sınıftaki davranışlarından murat’ın ayladan hoşlandığını hissetmiştir.. zamanlamanın iyi olduğunu düşünür ve:
-öylemi buna sevindim yeni arkadaşların gelmesi çok iyi olur ,tanışıyor musunuz ayla ile, onu davet edebilir miyim?
murat biraz çekinerek
-seninle görüyorum ama tanışmıyoruz, merhaba nasılsın?eğer toplantıya katılmak istersen jale sana yardımcı olsun
-teşekkür ederim ;ne için toplanılıyor?
-kitap okuma çalışmamız olacak,sonra liseli gençliğin sorunları üzerine tartışacağız
-elbette gelmek isterim,jale ile birlikte geliriz
Jale konuşmanın arasına girer:
-benim o gün saat 2 ye kadar işlerim var, anneme yardımcı olmam lazım, murat ile buluşur birlikte gidersiniz olmaz mı? Der ve birbirinden hoşlanan arkadaşlarını yalnız bırakmanın yolunu bulur ve yürürlerken
- ben buradan ayrılıyorum diyerek vedalaşır ve mahallesine gidecek minibüse doğru yönelir
Diğer arkadaşları da ayrılırlar gruptan; murat ile ayla baş başa kalırlar;yürümeleri gerekmektedir ama orada öylece çakılıp kalırlar;murat :
-özür dilerim, seninle konuşmak istediğim bir konu vardı vaktin var mı?diye söze başlıyor…biraz yüzü kızararak,yerinden çıkacak gibi olan kalbinin ritmini ayarlamaya çalışıyor ama nafile bir çaba söz dinletemiyor yüreğine;elleri titriyor,yüzü yanıyor,ruhunda gerilmeler, gitgeller,teninde ateşin hiç dinmeyecek büyüleyen dansı başlıyor,bacaklarının canı gidiyor ,ayakta durmaya çalışıyor,
-artık geri dönüşü yok bu işin diyor iç sesi,
Ayla,farkındadır olan bitenin,onun da ne zamandır murat’a karşı tutkusu vardır,onu gördüğünde ruhunun içlerinde yanan ateşin nedenini gayet iyi bilmektedir, damarlarının içinde akan lav’ın yüreğinin tam ortasında yanardağa dönüştüğü anlar ona hem ızdırap hem keyif vermektedir,midesine yakın yerlerde kasılmaların verdiği haz ve acı birbirine karışmakta ,ruhunu paramparça etmektedir…ama kendi gidip söyleyememektedir
şimdi murat’ın söyleyebilmesi için gerilen ortamı rahatlatmak istiyor ve :
- elbette vaktim var,ben de seninle konuşmak istiyordum aslında
-hangi konuda
-seninle ilgili
-benimle mi?
-evet
-ya sen ne konuşacaktın benimle?diyerek murat’ı yüreklendiriyor
-ben de seninle ilgili konuşacaktım
-o halde konuş o zaman
-yok sen konuş önce
-ben seninle ,yok sen söyle önce
Murat kekeliyor
Ben …ben seni…
-evet sen beni ne …
…..
Tutkulu sessizliğin dili gözlerin anlamlı diliyle buluşuyor
bu durum ortamı daha da geriyor
birbirlerinin gözlerine bakıyorlar dişil ve eril ateşlerin akışı gözlerinden ruhlarına akıyor ve ellerini birbirlerine uzatıyorlar yürekleri bu kadar heyecanı kaldıracak gibi değil,kalp atışları hızlanıyor,sesleri dışarıdan duyulacak gibi beyinlerinin içinde tutkularının nabız atışları gümbürdüyor ve elleri birbirine dokunuyor; bu ,aylar süren hasretin tutkulu dokunuşuyla iki yanan ten birbirini tanımaya başlıyor her ikisi de ellerinin sıcaklığını alıp kabul ediyor; murat, aylayı kendine doğru çekiyor ve ona sarılıyor bedenlerin birbirine yabancılığı kızgın haddelere dökülen lavların biçimlenişi gibi karışıyor birbirine,biraz böylece kalıyorlar, murat bedenini geri çekerken aylanın uzun saçlarının temiz kokusunu içine çekiyor boynunun beyazlığı ve inceliği, saçlarının kokusuna karışan teninin dişil kokusu …murat içine çektiği bu kokunun tutkusunun ateşini körüklediğini fark ediyor ve çektiği vücudunu tekrar yakınlaştırıyor ayla’nın vücuduna, sadece başını geri çekip gözlerine baktığı aylanın da kendisi gibi bu dayanılmaz çekimin içinde olduğunu fark ediyor,ateşli dudaklarıyla çağıran aylanın dudaklarına kenetliyor dudaklarını… aylanın kalp atışlarını hissediyor dudak kıvrımlarında
ayla;
uzunca zamandır beklediği ruhunun eşleşeceği tutkulu eşini bulmuştur,hep bu anı beklemiştir;ateşine, akacağı yatağı bulmanın hazzıyla vücudunu murat’ın vücuduna bastırıyor,tutkusuyla ıslattığı dudaklarını murat’ın dudaklarına değdirdiği anda bayılacak gibi oluyor, dillerinin ateşli ıslaklığı birbirine dolanıyor bu zevkin rakkası böylece sürüyor bir zaman…
poyrazdan esen rüzgâr kendisiyle birlikte hem soğuğu hem yağmuru getiriyor,yataklarını bulan ateşin çocukları fark etmiyor bile bu yağmuru…
ayrılmalarının gerektiğini hissediyorlar içsesleri :
ayla:
-kal diyor,
- içimde kal ruhumda, derinliklerimde
Murat:
-kal ruhumun eşi,tenimin ezberinde kal gitme!
Dudaklarını birbirinden ayırırken gözlerindeki ışık hâlâ capcanlı ışıldıyor
Sarılıp yürüyorlar, yağan yağmura ,poyrazdan esen rüzgarın soğuğuna aldırmadan; ayla, durakta ayrılıyor… gülüşünün tadını iliştirip muratın dudaklarına…
Ayla, bu tür toplantılara devam eder devrimci liseliler birliğine katılır düşünceleri değişmeye başlamıştır…babasının bu durumdan haberi yoktur, ayla da oldukça akıllıca gizlemektedir yaptıklarını…
Yıl 1982 1 mayıs öncesi günlerde operasyonlar sürmektedir
Eylem öncesinde devrimci liselilerle birlikte yakalanır ve babasının sorumlu olduğu bölgede gözaltına alınır,
Ayla, devrimci düşünceyi öğrenmiştir,buna göre davranır ,ilk içeriye alındığında siyasi şubenin iki numarası suat gözüne kestirir aylayı ve onu ilk gördüğünde yüzüne tacizci ve aşağılayıcı bakışlarıyla bakar ve:
-seni sikeceğim! öyle ya da böyle hiç kaçarın yok,dirensen de direnmesen de… yüzünü okşayarak taciz eder
birkaç saat sonra ;
babası her zamanki gibi işkence hanesine gelmiş ve alınanların içinde direnen direnmeyen herkesi kaba dayaktan geçirmiştir,kızı ile ilgili bilgisi yoktur ve içeriye girdiğinde diğer işkenceciler;
-taze bir parça var komserim
kaba dayaktan geçirdik ,konuşmuyor orospu, direniyor diyerek sözlerini sürdürürler sonra da,
-sana bıraktık,sen hakkından gelirsin diyerek imalı bir şekilde sırıtırlar
cabbar bütün hışmıyla içeriye girer ve bankın üzerinde yüzükoyun yatan yarı çıplak kıza yanaşır ve
-off yavrum benim iyi tazeymişte,çoktandır böyle tazesi düşmüyordu,demek konuşmuyor, ben onu konuşturmasını bilirim bu arada benim ufaklığında gönlünü yapmış olurum, kaç zamandır…
ve külotunu sıyırır,narin beyaz kalçalarını pis elleriyle okşar,sıkar
;ince belinden kavrar,sırtlık yeri olmayan düz banka yüzükoyun olduğu gibi bırakır ,bağırmaktadır ;
-konuş amına koduğumun orospusu,konuşsan da konuşmasanda sikeceğim seni,zaten seni sizinkiler açmıştır alışkınsındır hah hah hah!
Kemerinin tokasını açar;
acı çektirerek aldığı hazzı,aşağılamak için yaptığı tacizi,tecavüz ederek cinsel hazla doruk noktasına ulaştırıp bir de konuşturdu mu karşısındaki direneni; hazların en büyüğünü, ulaşılmazını yaşardı.
cinsel organını Aylanın cinsel organının üzerinde gezdiriyor,tecavüz korkusunu hissetmesini ve çözülmeye başlamasını umuyor…
-Nasıl zevk alıyor musun amına koyduğum oruspusu birazdan zevkten bağırtacağım seni,içine devletin yarrağını sokacağım
Ayla, yarı baygın halde gelen sesi duyuyor
Cabbar:
-off tazeye bak tazeye diyor ve yükleniyor;
Ayla, yarı baygın acıyı hissediyor içinde,ışıkların cılız aydınlığında cabbar, çektiği eroin ve içkinin verdiği hayvanlıkla Ayla’nın kalçalarına abanıyor ,cinsel organına bulaşan kana bakıyor:
-vay vay vay! şu işe bak hele bakireymiş lan bu !nasıl olmuşta açmamışlar bu orospuyu kafasını siktiğim ibneleri;
cabbar, yüklendikçe Ayla’nın uzun,siyah, su dalgası saçları bankın üzerine yayılıyor,incecik bedeni morlar içinde sarsılıyor…
Cabbar, hiçbir söz söylemeyen bu direnç karşısında… aciz… pisliklerini üzerine akıtarak konuşturamamanın verdiği ezikliğinden kurtulmaya,direneni aşağılamaya çalışıyor…Dışarı çıkıp:
-sıkın bunun kafasına bir köprü altına atın konuşmaz bu fahişe
-amirim bizde …
-istediğinizi yapın diyor ve çıkıp gidiyor
-suat, vahşi yaşamdaki öldürülen hayvandan kendisine düşecek parçayı bekleyen sırtlan gibi bekliyor kapının yanında ve cabbar’ın bu sözlerinden sonra ilk o geçiyor aylanın arkasına
-sana söylemiştim seni sikeceğim diye …bağırıyor kemerini çözüyor…
Cabbarın Kızı o akşam eve gelmesi gereken saatte gelmiyor,eşi telefon ediyor cabbar’a o gün bulunamıyor birkaç gün sonra atılan köprünün altındaki yerde bir ceset olduğuna dair ihbar geliyor,
ceset getiriliyor ve
sahne:
cabbar,kızının cesedinin başında… kızını tanıyor,şaşkınlık içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyor,
-nerede buldunuz kızı mı?
-…köprüsünün altında kafasına sıkmışlar diyor başka bir bölgeden gelen polis memuru
doktorlar birden fazla kişinin tecavüz edip,kafasına sıkılarak öldürülmüş olabileceğini söylüyorlar,
cabbar üzgün,yıkılmış bir durumda; benim kızımın başına böyle bir şey nasıl gelebilir diye kendiyle çatışıyor,nasıl olur bu nasıl…?bir grup arkadaşı durumdan habersiz oradadır ve Amirlerini görünce oraya giderler…bakarlar üzüntülü, ne olduğunu soracak olurlar, o arada içerdeki cesedi görürler
-vay amirimin siktiği fahişe değil mi bu lan! Hani sonrada biz..diye sessizce zülküf,suat’a sorar ve amirinin yanına yanaşır:
-amirim içerdeki ceset geçen senin siktiğin kız değil mi?i hani sonrada biz…bunun ne işi var burada…biz bunu sizin dediğiniz gibi kafasına sıkıp bizim bölgenin dışında bir köprünün altına atmıştık
Cabbar beyninden vurulmuşa dönüyor,kızıma tecavüz mü ettim ben, İçinde bir ürperti dolaşıyor,tiksiniyor kendinden…sonra zülküf’e dönüp:
-ne ne dedin ulan sen!
-amirim üç gün önceki, hani sizin…
Cabbar adamın gırtlağına sarılıyor…evet ,bu arkadaşı da vardı orada ve Aylaya…
Sahne:
Cabbar’ın gözünün önünden tecavüz ettiği sahne pusluca geçer ve kızının kalçasındaki doğum lekesi gözlerinin önünde donar kalır…
,sonra kızının devrimci olduğunu anlar ve öfkeyle kalkar yerinden:
-kaldırın,götürün bu komünist aşağılık orospuyu gözüm görmesin der doktorlara
Eşine haber verilir kadın gelir…cenaze kaldırılır Cabbar gitmez, eşi bazı şeyleri sezer,kısa dönem içinde Cabbar eşiyle boşanır, daha da kinlenir komünistlere karşı
Murat o günden sonra yıllar içerisinde bir çok olayda Cabbar’la karşı karşıya gelir,tecavüz olayından haberi olmuştur ama babası ile ilgili bilgiden haberi olmaz
1987 yılı ülke içinde apocular diye bir grup gelişmektedir…operasyonlar istanbulda bütün devrimcilere, ilericilere karşı devam etmektedir seçimler olmuş,parlamento kurulmuştur ama demokrasi yoktur…
Murat 23 yaşına gelmiştir mahalli çalışmalarda görevlidir…o gün operasyonda ele geçirirler…fakat murat oldukça profesyonelleşmiştir örgütle ilişkisini kanıtlayabilecekleri hiçbir dökümanı bulundurmaz kaldığı evde…
Ama yinede kuşkulanmaktadır siyasi şubenin elemanları evini basıp alırlar…
Murat işkenceye alındığında gözleri bağlı elleri arkadan kelepçelidir cabbar baş ucundadır,
-kimsin ulan sen?kimlerle bağlantın var
Cabbar’ın sesi tavandaki sıvaları dökecek kadar kuvvetlidir
Murat, cabbar’ın o ürküten ,korku salan sesinden tanır…yıllar öncesini hatırlar irfan’ın vurulduğu sahne gözünün önünden geçer o sesin tehditkârlığını burada da duyar ama artık korkmamaktadır…bunun bir korkutma sindirme amaçlı psikolojik savaş aygıtı olduğunu bilmektedir…adını dahi söylemez cabbar’ı delirtir… cabbar’ın o tok tehditkâr sesi bağırmaktan kısılmıştır…murat işkenceler karşısında direnir ve cabbar’ın bu hale gelmesinden keyif alır… birkaç gün içerde tutarlar hiçbir delil yoktur ellerinde mecburen bırakırlar
-V-
2015 yılı İstanbul da ikiz kulelerde karşı karşıya gelirler cabbar ve elinde büyüttüğü olgunlaştırdığı devrimciler, cabbar,büyük işadamını korumakla görevlidir, emekliliği gelmesine rağmen emekli olmamıştır cabbar;derin ilişkileri ve tecrübesinden dolayı büyük patronun havza ve bina korumasını da yönetiyordur,ülkede büyük karışıklar vardır, Sinan buradaki ayaklanmada önder konumundadır ve ilk çatışma da ağır yaralanmıştır; yoldaşları tarafından hastaneye kaldırılmıştır, ama ayaklanma on gündür sürmektedir bu olay son günlerde olmuştur, devrimci hemşire ve doktorlar organize bir şekilde ayaklanmada bu tür durumlarda çok koordineli çalışmaktadırlar…
Sahne:
ikiz kulelerin işgali ve çatışarak içeriye giriş ve büyük patronun odasının önündeki barikatın aşılması,odanın kapısının zorlanması, silahların patlaması ve patronun korkulu gözlerle Cabbar’a: size boşuna mı para veriyoruz,sizi besleyen biziz odanın önüne kadar nasıl geliyorlar?çabuk tedbirini al! diye bağırır
Dışarıdan
-teslim olun diye yankılanan sesler duyulur;
Murat, içerde Cabbar’ın olduğunu gayet iyi bilmektedir, devrim adına çağrı bir kez daha yapılır; içeride patron,cabbar ve birkaç adamı vardır; patron korkuyla birlikte cabbar’ı aşağılamaktadır :
-ne duruyorsunuz gidin çatışın sizleri niye besliyoruz biz; bu devleti neden…
Cabbar, yıllardır mücadele ettiği, işkencelerden geçirdiği, tecavüz ettiği insanların ayaklanması karşısında onların silahlı gücü karşısındadır artık ve teslim olmasını istemektedirler,hiç düşünmemiştir böyle bir şey olacağını, hiç hazırlıklı değildir,gitgeller yaşamaktadır,
-kafama sıkıp gideyim. diye düşünür önce
-beni yakalarsalar linç eder bu köpekler
Bir yandan büyük patronun aşağılamaları…
Sıkışmış durumdadır,
Silahı şakağına dayar
Patron oradan bağırır:
-sen kendin için ölemezsin,ancak bizim için ölürsün
Cabbar, anlayamaz ne söylediğini
-teslim olun! devrim adına, adil olarak yargılanacaksınız, teslim olun!
Cabbar, elindeki silahı masanın üzerine koyar kapıya doğru birkaç adım atar o arada içerde birkaç el silah sesi duyulur; dışarıdakiler kapıyı kırarak aynı anda içeri girerler ve çatışmada cabbar’ın arkadaşları ölür,patron yaralı ele geçer;Murat, Cabbar’ın yanına yürür ve kanlar içinde yatan vücuduna şöyle bir bakar, evet odur; efsane işkenceci yerde kanlar içinde yatıyordur,yaşadığını fark eder ve eğilir,ve vücudunu kavrar kaldırır eline sıcak,ıslak kan bulaşır
Cabbar, bir şeyler söylemek ister gibidir;Murat ,Cabbar’a:
-o patron vurdu seni değil mi ?hem de sırtından;
-şimdi hatırladın mı Sultanahmet meydanında vurduğun o genci, benim kollarımda aynı senin gibi kan revan içindeydi,bağırdığın o küçük çocuğu hatırladın mı?seyyar satıcı çocuğu;öfkeyle bağırarak korkuttuğun çocuğu,
-sırtından vurmuş patronun seni, şimdi anladın mı neden savaştığımızı! anladın mı ha?anladın mı?murat’ın gözlerinden birkaç damla yaş akar
Cabbar’ın gözlerinden…gözleri yavaşça kapanıyor,anladım der gibi;
doktorlar tarafından gerekli müdahaleleri yapılmış Sinan, hemşireler tarafından sıkı bir gözlem altındadır; ayaklanmanın en şiddetli anında İstanbul’da büyük çatışmalarda en ön saflarda yer almış ve yaralanmıştır…
-VI-
sahne:
Bir daha o hayata geri dönemem geri dönemem diye sayıklıyor sinan yattığı yerde;hemşireler uyanmasını beklerler …Sinan o çözülüşünün ardından kısa süre içinde örgütü tarafından konuşmaya çağrılır ve ardından ilişiği kesilir,serseri bir mayın gibi dolaşır..iş arar bulamaz…gittiği yerlerde artık kendisine saygı duyulmamaktadır…aylar böylece geçer sonra örgütü ile tekrar bağ kurarak özeleştirisini yapar…devrimci mücadeleye tekrar alınır …önce gözetimli bir şekilde sürer bu ilişki sonra…Sinan devrimciliğe bu sefer daha sıkı sarılmaktadır... hem kendi kurtuluşu ve arınması hem ezilenlerin kurtuluşu için…
Gözlerini hafiften aralar…baş ucunda hemşireleri görür:
-neredeyim? diye sorar,
-hastanedesiniz derler
-neden hastanedeyim?
-büyük çatışmada yaralandınız on gündür yoğun bakımdasınız yaralanışını hayal meyal hatırlar
Peki ne oldu diye sorar
Hemşirelerden birisi
-eğer kalkabilirseniz size göstereyim yoldaş ne olduğunu;hemşirenin yoldaş sözcüğü içinden sıcak duyguların akmasına neden olur ;
-yoldaş mı dediniz? diye sorar
-Evet yoldaş dedim der hemşire
-devrimci hemşireler birliğindenim, artık iyisiniz,sizi pencerenin önüne götüreyim ve ne olduğunu kendi gözlerinizle görün istiyorum der
-Sizi bekleyenler var diye de ekler
pencerenin önüne kadar hemşirenin yardımıyla yürür
-Beni niye bekliyorlar?
-sağlığınız konusunda endişeliler o yüzden
-benim sağlığımla bekleyenlerin ne ilişkisi var?
-Perdeyi aralarsanız o zaman anlarsınız?
Perdeyi aralar, ön taraftakilerden bir genç
-gördüm onu, gördüm! diye bağırır,
-yaşıyor!
Kalabalıkta bir dalgalanma olur
Orak çekiçli bayraklarıyla, flamalarla insanlar enternasyonal marşını söylemeye başlarlar
Sinan, inanamayan gözlerle bakar;gözleri dolar ve odadaki hemşirelere döner ne oluyor dercesine bakar hemşirelere
hemşireler:
-zafer bizim Sinan yoldaş, biz kazandık biz biz!!!
Sinan'ın gözlerinden sevinç ışıltılarıyla birlikte birkaç damla yaş akar
-biz kazandık biz der sessizce… pencereden dışarıya bakar… sarı kırmızı mutluluk bahçesini okşar gözleri….
__________________