S O Y L U E D E B İ Y A T

bizans anıtları



Bizans Anıtları


Gotlar Sütunu (Eminönü)

Sarayburnun’da, Gülhane Parkı’nın içerisinde bulunan Gotlar Sütunu’nun ne zaman ve kimin adına dikildiği kesinlik kazanamamıştır. Bizans tarihçilerinden Nikeforos Giegoras, kentin kurucusu Byzans’ın heykelinden söz etmişse de kaidesindeki Latince yazı, onların yazdıkları ile çelişkilidir. Bu yazıtta “mağlup olan Gotlardan dolayı bu sütun dikildi.” Sözleri bulunmaktadır. Prof. Dr. Semavi Eyice, yazıtın Latince olduğunu belirttikten sonra, sütunun Romalı bir imparatorun Gotlara karşı kazandığı zaferin ardından dikildiği düşüncesindedir. Sonraki yıllarda anıtın üzerine Byzans’ın heykelinin konulmuş olabileceği gibi, zamanla gerçek kimliği unutulmuş bir heykelin halk arasında Byzans sanılması da olasıdır .

Got Kıran unvanı almış Roma İmparatoru II. Claudius’un (268 - 270) Gotlara karşı Sırbistan’ın Niş Şehri yakınında kazandığı zafer anısına dikildiği de düşünülmelidir; ancak II. Claudies’ İstanbul’a hiç gelmemiş, kent ile de hiçbir bağlantısı olmamıştır.
Bu bakımdan sütunun O’nun adına dikildiği düşünülmemelidir. Prof.Dr. Semavi Eyice, bu sütunun Gotlara karşı savaşan I. Theodosius’a (379 - 395) ait ve yazıttaki harf şekillerinin I. Constantinus (324 - 337) dönemi ile bağlantılı olabileceğini sözlerine eklemektedir.

IV. yüzyılda yapıldığı sanılan sütun üç basamaklı bir kaide üzerinde yekpare gövdelidir. Korint üslubunda bir başlıkla sonuçlanan sütun 15 m. yüksekliğindedir. Ayrıca başlığın
üzerinde bir kartala ait izler de görülmektedir. Kaidenin üzerinde bazı kabartmalar olduğu ve taşçı kalemi ile kazındığı izlerden anlaşılmaktadır.



Hipodrom Dikilitaşı (Theodosius Dikilitaşı) (Eminönü)

İstanbul’un en eski dikilitaşı Hippodrom’daki spinanın üzerindedir. Yekpare mermerden olan bu anıt M.Ö. 1500 yıllarında III. Tutmosis adına aşağı Mısır’da Hiyeropolis’deki bir mabedin önüne dikilmişti. Bu anıtı I. Constantinus’un (337-361) İskenderiyelilere yazdığı mektupla bu taşın İstanbul’a gönderilmesini istemiştir.

“Gemileriniz Karadeniz’e çıkarken sizleri cömertçe karşılayan ve beslenmesine yardımcı olduğunuz bu şehrin güzelleşmesine katkınız olması için bu yekpare taşı yollamanız yerinde olur”

Obeliskin İskenderiye’den ne zaman getirildiği kesin olmamakla beraber, büyük olasılıkla 390 yılı üzerinde durulabilir. İmparator Iulianus’un ölümünden sonra, uzun süre yerde kalmış ve kenti yeni baştan imar eden I. Theodosius zamanında (379-395) İstanbul’a getirilerek Portus Novus (Kadırga Limanı) veya Vlanga (Langa) limanlarından birisine bırakılmıştır. Bizanslı ustalar limandan Hippodroma kadar bir yol hazırladılar ve üç günlük bir çalışma ile obelisk getirildi, 32 günde bugünkü yerine dikildi. İmparator I. Theodosius’un (379-395) hazırlattığı 2.75 x 2.20 m. ölçüsünde, dört yüzünde de kabartmalar olan kaide üzerindeki dört bronz ayak üzerine obelisk oturtulmuştur. Bugün 19.59 m. yüksekliğinde olan taşın eski halinden daha uzun olduğu sanılmaktadır. Obeliskin alt kısmı düzeltilirken hiyorogliflerden biri tam ortasından kesilmiştir. Günümüze gelemeyen bu parçanın taşıma sırasında veya yerine dikilirken kırıldığı düşünülebilir. Ayrıca tepesindeki çam kozalağı şeklindeki tepeliği 869 depreminde düşmüştür.

Eski Mısır’ın milli kahramanı olarak nitelenen, 18. sülale firavunlarından III. Tutmosis kazandığı zaferlerin bir bölümünü obeliske şiirsel bir dille kazıtarak ölümsüz olmayı istemiştir.

Kuzey cephe: ”Gizli ve mukaddes ismin her tecellisini her feyzini mazhar olan Amor mabuduna nezrini büyük bir aciz içinde sunarak ve ondan yardımlar dilenerek güneyin dostu, dinin nuru, iki kutrun sahibi kudretli, melik memleketinin hududunu Mezopotamya’ya kadar götürmeyi azmetti.”

Güney-Batı cephe: ”Güneşin doğduğu sırada malik olduğu altın renkleri aleme yayan Horis’in verdiği kuvveti, serveti, şiddetli, mehabeti taşıyan yukarı ve aşağı Mısır hükümetlerinin tacına sahip olan ve bizzat güneş tarafından seçilmiş bulunan Melik bu eseri babası Ra için yaptırdı.”

Güney cephe: ”Mabud Horis’in lütfuna mazhar olan ve güneşin oğlu lakabını taşıyan aşağı ve yukarı Mısır’ın hükümdarı bulunan Melik kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz’de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Hudut memleketi Naharin’e kadar tevsi etti. Mezopotamya’ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı.”

Kuzey-Batı cephe: “XVIII. sülaleden III. Tutmasis Amon mabuduna nezrini takdim ettikten sonra Horis’in yardımı ile bütün denizleri, nehirleri hükmü altına alarak saltanatının 30. yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanlara ve bayramlara vasıl olması için yaptırıp diktirdi”.

Obeliskin mermer kaidesinin iki yüzünde, o dönemde Roma imparatorluğunun doğu eyaletlerinde adet olduğu gibi Grekçe ve Latince kitabeler yazılmıştır. Grekçe kitabede konuşan üçüncü bir kişi olup “Devamlı bir suretle yerde duran bu taşı dikme cesaretini imparator Theodosius gösterdi ve yardımına da Proclus çağırıldı ve bu şekilde otuz iki günde yerine dikildi.” denilmektedir. Latince kitabe ise diğerinden biraz farklı olarak obeliskin kendisi konuşmaktadır: “Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti, her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor, bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında, otuz günde yükselmeye mecbur oldum.”

Obeliskin kuzeybatı cephesindeki kabartmalar


Kuzeybatı cephe: İmprator Theodosius’un, eşi ve oğullarıyla birlikte elçileri kabulünü gösteren sahne bir parmaklıkla ikiye bölünmüştür. Üst kısımda bir kemer içerisinde imparator ailesi uzun kollu giysiler içerisinde olup üzerlerindeki pelerinler sağ omuzlarından tutturulmuştur. Buradaki figürlerin saç kesimleri birbirinin benzeri olup düz kesilmiş ve kulakları açıkta bırakacak şekilde başı çevrelemiştir. Kemerin sağında iki figür ile dört asker görülmektedir, sol tarafta da yine iki figür ile arkasında üç asker bulunmaktadır.

Alt kısımda ise simetrik görünümde elçiler diz çökerek imparatora hediyelerini sunmaktadır. Bunlardan soldan üçü uzun kollu kürk mantolar içerisinde olup uzun pantolonları ve uzun kollu elbiseler içerisindedir. Sol yandan da yine hediyeler sunan üç Asyalı ile uzun saçlı iki figür görülmektedir. Bu kişilerin hangi toplumdan oldukları konusunda Bizans sanat tarihçileri tam bir yargıya varamamışlardır. Ayrıca imparatora hediye mi yoksa vergi mi verdikleri de aydınlığa kavuşamamıştır.

Kuzeydoğu cephesi: Hippodromdaki imparator locası olan katizma burada gösterilmiştir. Locanın ortasında İmparator Arkadios ile eşi Theodosya Gaynas, bazı figürler ve askerler görülmektedir. Ayrıca saray halkının buradan hippodromdaki oyunları izledikleri sanılmaktadır. Bu kompozisyonunun altında ise obeliskin dikilişi tasvir edilmiştir.

Güneybatı cephesi: İmparator I. Theodosius yanında II. Valentianus, Arkadios ve Honorios ile birlikte (Hippodromda) araba yarışlarını izlemektedir. Buradaki kompozisyon yine bir korkuluk ile ikiye ayrılmıştır. İmparator locasının kendisine özgü baklava motifli parmaklıkları, yuvarlak kemeri ilk bakışta dikkati çekmektedir. Ayrıca özel Bizans saray giysileri içerisinde figürler ve askerler kompozisyonu tamamlamaktadır. Kaidenin diğer bölümünde araba yarışlarına yer verilmiştir.Yarışların yapıldığı alan, spina, üzerindeki dikilitaşlar, arabaların önünde kısa pelerinli, sağ elinde kırbaç, sol elinde bir çelenk tutan bir kişi koşmaktadır. Diğer bir figür de yarışın başlama işaretini vermek üzeredir. Ayrıca bir kenarda da yarışı kazananlara zafer çelengi veren, ellerinde palmiye dalları tutanlar görülmektedir.

Güneydoğu cephesi: Bu bölümde diğerlerinde yer alan imparator locası yerine saraydan bir mekana yer verilmiştir. İmparatorun bulunduğu kısım korkuluk levhası ile üçe bölünmüştür. İmparator I. Theodosius elindeki çelenk ile kazananlara mükafatlarını vermektedir. Kompozisyonun boş kalan yerleri askerler ve gruplar halindeki saray halkı ile doldurulmuştur. Bunun altındaki bölümün ana noktası dans sahneleridir. Seyirciler, çalgıcılar ve dansözler gruplar halinde sıralanmışlardır.

Osmanlı döneminde, Sultanahmet Camisi’nin yapımından sonra Hippodromun zemini yükseltilmiş ve spinadaki dikili taşların alt kısımları toprağa gömülmüştür. İngiliz araştırmacı C. T. Newton burasını temizlemiş, ardından da sütunlar demir parmaklıklarla koruma altına alınmıştır. Bu arada Ceride-i Havadis gazetesi bu eserlerin değerli olduklarını, koruma altına alınmalarının önemini halka duyurmuştur.

Türkiye’deki ilk müzecilik hareketi olarak nitelenen bu çalışmalardan sonra eski eserlere olan ilgi gün geçtikçe önem kazanmıştır.



Burmalı Sütun (Yılanlı Sütun) (Eminönü)

I.Constantinus (324-227) imparatorluğun çeşitli yerlerinden ve diğer ülkelerdeki bazı anıtları sökerek İstanbul’a getirmiştir. Bunlardan biri olan Burmalı sütun (Yılanlı sütun) Hippodromun spinası üzerinde günümüze ulaşmıştır.

Yunanistan’daki küçük krallıklar, memleketlerini istila eden Perslere karşı birleşerek Salamis (M.Ö. 480) ve Platea‘da (M:Ö: 479) kazandıkları zaferlerden sonra ellerine geçirdikleri savaş ganimetleri eriterek bir zafer anıtı yapmış ve bunu Delphi’deki Apollon mabedi önüne dikmişlerdir. Bu anıtta birbirine sarılmış üç büyük yılan başları üzerinde altından bir kazanı taşıyordu. Birbirlerine sarılmış, 8 metre yüksekliğinde, 29 boğumlu, içi boş anıtta yılanların başları 36-32 kıvrımdan sonra birbirlerinden ayrılarak üç ayrı yöne bakıyorlardı.Gövdeleri üzerine de savaşa katılan Yunan krallıklarının isimleri yazılı olup bugün bunlar yılanların kıvrımları üzerinde okunabilmektedir. Platea savaşı kahramanı Sparta Kralı Pausanias önce buraya kendisinden söz ettiren bir kitabe yazdırmışsa da karşılaştığı tepki üzerine bunu sildirerek yerine krallıkların ismini yazdırmak zorunda kalmıştır.

İmparator I. Constantinos tarafından bu anıt İstanbul’a taşınırken üzerindeki üç ayaklı tütsü kazanı kaybolmuştur. Günümüze yalnızca 5.30 m’lik kısmı ulaşan anıt, 6.50 m. çapında 3 m. derinliğinde, yanları duvarla örülmüş bir çukurun içerisindedir.

Evliya Çelebi, bu anıtın İstanbul’u yılan, çıyan ve akreplerden koruma gibi bir özelliği olduğunu yazmıştır. Söylentiye göre bir yeniçeri bu yılanlardan birisinin başını koparmış ve o günden sonra da İstanbul’da bu tür hayvanlar çoğalmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın nakkaşbaşısı Osman’ın Hünername (1550-1590) isimli eserindeki minyatürlerde XVI. yüzyılda yılan başlarının ok hedefi olduğu da görülmektedir.

Ayasofya’nın onarımını yapan G. Fossati, toprak hafriyatı sırasında bu yılanlardan birisine ait üst çene parçası bulunmuş olup günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndedir.



Constantininus Porphyrogenes Sütunu (Örme Sütun) (Eminönü)

Constantinus Porphyrogenes sütunu (Örme Sütun), her ne kadar bir imparatorun ismini taşıyorsa da kimin tarafından yaptırıldığı açıklık kazanamamıştır. Hippodromun ortasındaki spina üzerinde yer alan 32 m. yüksekliğindeki bu sütun değişik ölçülerdeki taşların yontulmasıyla yapılmıştır. VII. Constantinus (911-959) bu sütunu tamir ettirmiş, üzerine de babası I. Basileios’un (867-886) savaştaki başarılarını tasvir eden kabartmalarla kaplamıştır. Mermer kaidesinin bir yüzünde “VII. Constantinus Rodos şehrindeki dev abideyle rekabet edecek bir harika yaratmak istedi.” yazılıdır. Mermer kaidenin diğer yüzünde de altı mısralık bir başka Grekçe kitabe daha bulunmaktadır:

“Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, zamanla harap olmuşken, şimdi imparator Constantinus ile devletin şanı olan oğlu Romanos tarafından önceki görüntüsüne nispetle daha iyi duruma getirildi. Rodos Kolosu harikulade idi, bu bronz anıt ise hayranlık yaratmaktadır.”

Günümüzde kesme taştan kütlevi bir görünümü olan dikilitaşın üzerindeki kabartmaların İstanbul’a Latinlerin yapmış olduğu istila sırasında söküldüğü, para basmak amacıyla eritildiği ileri sürülmüştür. Aşağıdan yukarıya doğru daralan, bir zamanlar üzerindeki tunç küreyi taşıyan taşın üzerinde çivi ve kenet izleri açıkça görülmektedir.Taşlar üzerinde burada yapılan müsabakaları izleyenleri güneşten koruyan tente ve çadırların makara ipleri de dikkati çekmektedir.

Anıtın üzerindeki yazıtlardan, dikilitaşın M.Ö. IV-V. Yüzyıllara tarihlendiği, zamanla harap olduğu ve imparator Constantinus ve sonra babasının yerine imparator olan II. Romanos (959-963) tarafından onarıldığı anlaşılmaktadır.

Prof. Dr. Semavi Eyice, dikilitaş ile ilgili farklı bir görüşü dile getirmiştir:
“Örme sütunun yüzeyine çakıldıkları anlaşılan kabartmalı tunç levhaların bu onarım sırasında konulduğu tahmin edilir. Gerçek kaynağa dayanmayan bir söylentiye göre bu levhalar VII. Contantinus’un dedesi Makedonyalılar sülalesi kurucusu I. Basileios’un (867-886) başarılı iş ve savaşlarını tasvir eden kabartmalar vardı. Yüzeyleri kabartmalı olsun veya olmasın altın kaplamalı bu levhalar, bilinmeyen bir dönemde sökülmüştür. Yine bir söylenti levhaların şehrin IV. Haçlı seferlerini düzenleyen batılı şövalyeler tarafından 1204-1261 arasındaki işgalleri sırasında söküldüklerini iddia eder; ancak hiç bir kaynak bu iddiayı kanıtlamaz”.

Osmanlı döneminde Pierre Gilles örme sütunun detaylı bir tasvirini yapmıştır. Ayrıca Beyan-ı Menazil-i Sefer-i İrakeyn-i Sultan Süleyman, Hünername ve Surname isimli minyatürlü yazmalarda da bu sütun görülmektedir.

Sultanahmet Camisi’nin yapımından sonra yükselen toprak sevi yerinden ötürü bu dikilitaşın üç basamaklı, mermer kaidesi toprak altında kalmış ve 1856’da Charles Newton tarafından çevresi kazılarak parmaklıkla çevrilmiştir. Bu arada da düşen taşların yerleri yenileri ile doldurulmuştur.



Constantinus Sütunu (Çemberlitaş) (Eminönü)

İmparator Contantinus, kenti yeni baştan kurarken yaptırmış olduğu Constantinus Forumu’nun ortasına ismini taşıyan bir dikilitaş koydurmuştur. Bu meydanı 328’de yaptırırken orada bulunan daha önceki dönemlere ait nekropolü toprakla doldurmuş ve zemini 15 m. yükseltmiştir.

İstanbul’un 1919-1923 Yıllarındaki işgali sırasında burada kaçak bir kazı yapılmıştır. Bunun ardından C.Vett ile E.Mamboury tarafından yapılan araştırmada forumun döşemesi ile onun 5 m. altında nekropolle karşılaşılmıştır.

Dikilitaşın gövdesini oluşturan porfirden yontulmuş, silindirik, vişne çürüğü rengindeki taşlar Roma’dan getirilmiştir. Sütun parçalarının uçları kabartma çelenkler biçiminde işlenmiş ve ek yerleri gizlenmiştir. Yüksekliğinin 50 m.yi bulduğu iddia edilmişse de bugün 35x37 m. arasında olup dört basamaklı bir kaide üzerine oturtulmuştur. Bu sütunun Romalılar tarafından Frygia’dan getirilerek Roma’daki Apollon Mabedi önünde olduğu ve üzerinde de güneşi selamlar konumda Apollon’un heykelinin bulunduğu kaynaklarda yer almıştır. İmparator Constantinus, taşın üzerine Güneş tanrısı Helios’u anımsatan kendi heykelini koydurmuş, başının etrafına da yedi sembolik çivi yerleştirmiştir. Heykelin sol elinde üzerinde haç bulunan altın bir küre, sağ elinde de bir mızrak tutuyordu. Heykelin Hıristiyanlığı vurgulaması için daha geç devirlerde üzerine bir kitabe konulmuştur:

“İsa, sen ki, dünyanın yaratıcısı ve sahibisin, senin olan bu şehre onunla birlikte Roma’nın asasını ve gücünü de sundum. Onu bütün saldırılardan koru ve tehlikelerden kurtar.”

Bizans tarihçilerinden Kedrenos, bu heykelin Fidyas’ın Apollon heykeline benzediğini ileri sürmektedir. Th. Reinach ile R. Janin, Hz. İsa’nın heykelinde imparatorun halka hitap ettiği görüşündedir.

İstanbul’u sarsan deprem ve yangınlardan bu dikilitaş büyük ölçüde etkilenmiştir. Örneğin 418’de alttaki parçalardan biri yerinden düşmüş ve yıkılmasını önlemek amacıyla demir çemberler içerisine alınmıştır. Ardından peş peşe gelen yangınlar taşları yakmış, heykelin elindeki mızrak 542 depreminde, diğer parçaları ile kürre 869 depreminde düşmüştür. III. Nikeforos Botaniates döneminde (1078-1081) yıldırım düşmüş, I. Aleksios döneminde de (1081-1118) şiddetli bir fırtına heykel ile birlikte dikilitaşın üst bölümlerini devirmiş ve pek çok kişinin ölümüne neden olmuştur. İmparator I. Manuel Komnenos (1143-1180) anıtı yeniden tamir ettirmiş ve üzerine de korint üslubunda bir başlık ile tunçtan bir haç koydurmuştur. Üzerine de “Zamanın sakatladığı bu kutsal eseri, dindar İmparator Manuel ihya etti.” Kitabesini dikilitaşın çevresine çepeçevre yazdırmıştır. Bizans’ın son dönemlerinde “Haçlı Anıt” olarak tanınan bu anıt ile ilgili olarak Semavi Eyice bir de Bizans inanışından söz etmektedir:

“Halkın inanışına göre, Türkler şehre girdiklerinde gökten bir melek inecek, anıtın dibindeki aciz bir adama bir kılıç vererek ona, bu kılıcı al ve Kurtarıcı’nın halkının intikamını al diyecek. Bizanslılarda bunun üzerine Türkleri yalnız İstanbul önünden değil, tüm Anadolu’dan ta İran içlerine kadar püskürteceklerdi. Bu hurafe halkı o derece inandırmıştı ki, Haçlı Anıt’ın ötesine geçtiklerinde her tehlikeyi atlatmış olduklarını sanıyorlardı.”.

Osmanlı döneminde yangın ve depremlerden yine zarar görmüş ve çevresindeki demir çemberler yenilenmiştir. Ayrıca sütunun kaidesi kesme taşlarla örülerek, yüksekliği 11.m.yi bulan bir kılıf içerisine alınmıştır. Sultan II. Mustafa (1695-1703) yeni bir yangın geçiren taşı tamir ettirmişse de taşın kararmasından ötürü de halkın söylediği “Yanık Taş” tabiri kaynaklara geçmiştir. Bu nedenle günümüzde taş kaide üzerinde, silindirik porfir parçalarından yalnızca 6’sı ile korint başlığının bir parçası görülebilmektedir. Yakın tarihlerde kaide içerisinde kutsal eşyaların saklandığı küçük bir odadan söz edilmiş ve Hz.İsa’nın çarmıhının bir parçasının burada olduğu iddia edilmiştir.



Marcianus Anıtı (Kıztaşı) (Fatih)

Bizans devri İstanbul’unda dördüncü tepenin batısında, onuncu mıntıkada bulunan Marcianus Anıtı Fatih’te Kıztaşı olarak isimlendirilen küçük bir meydanın ortasında günümüze ulaşabilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra kurulan ilk Osmanlı mahalleleri arasında “Kıztaşı Mahallesi” olarak ismi geçmiştir. Uzun süre Saraçhanebaşı’nda Yeniçeri odalarında bir evin bahçesinde kalan bu anıt bütün çevreyi yakan Çırçır yangınından (23 Ağustos 1908) sonra yeniden yapılan düzenleme sonunda ortaya çıkarılmıştır.

Bizans kaynaklarının yeterince değinmediği bu anıtı şehir valisi Tatianus Decius, İmparator Marcianus (450-457) onuruna 450-452 yıllarında diktirmiştir. Anıtın kitabesinde yalnızca Tatianus’un ismi bulunuyorsa da tarihi belirtilmemiştir. Ancak Sanat Tarihçisi J. Kollwitz 452 tarihi üzerinde durmuştur.

Marcianus Anıtı’nın kaidesinde Nike heykelinin bulunuşundan ötürü halk arasında Kıztaşı olarak tanınmıştır. Ancak Bizans devrinde Beşinci Tepe’ye dikilen ve Süleymaniye Camisi’nin yapımında yıkılan, bir başka anıta da bu isim verilmiştir.

Marcianus Anıtı üç kademeli Aphrodite’nin heykelinin bulunduğu bir platformdaki mermer kaidenin üzerindedir. Bugün kaidenin altındaki kademeler toprak altında kalmıştır. Korint mermerinden, 2,35 m. yüksekliğindeki kaide mermer kabartmalarla süslenmiştir. Üç cephede de birbirinin eşi olan kabartmalarda defne yapraklarından oluşmuş bir çelenk içerisinde Hz. İsa’nın monogramı olan “I” ve “X” harfleri bulunmaktadır. Kaidenin kuzey cephesinde de simetrik konumda iki Nike figürü yuvarlak bir madalyonu taşımaktadır. Bugün yalnızca harflerinin yuvaları kalmış Latince bir kitabede sütunun Marcianus için Tatianus Decius tarafından dikildiği belirtilmiştir. Sütun 8.75 m. yüksekliğinde olup Roma-Korint üslubunda bir başlıkla sonuçlanırsa da, bu kısım 1894 depreminde hasara uğramıştır. Marcianus’un heykelinin ne zaman yıkıldığı bilinmemektedir. Salzanberg ve Kondakoff gibi sanat tarihçiler korint başlığının üzerinde gördükleri bir heykel kaidesine değinmişlerdir. Prof. Dr. Semavi Eyice, İtalya kıyılarında bulunan Barletta heykelinin buraya ait olacağına işaret etmektedir. Ayrıca R. Delbrueck’de bu heykelin İmparator Marcianus’a ait olduğunu ileri sürmektedir. Üslup ve teknik olarak V. yüzyıla tarihlenen 5 m. yüksekliğindeki bu heykel Bari’de St. Scpolone’dedir.

Kaynak :http://www.definecim.com/index.php/bizanssanati/bizansanitlari.html
 
 
bugün 580 ziyaretçi (871 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol