|
ÜNANİMİZM
Ünanimizm, XX. yüzyılın başlarında bireyci dünyagörüşüne ve simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. Çağcıl yaşamın, artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip saçılan kentleriyle bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan bu yeni akım, bir arada yaşamanın yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır. Topluluk bilincini ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi tinsel gerçeklikleri betimlemeyi ön planda tutan ünanîmizm düşüncel (idealist) ve tinsel nitelikli bir düşün ve sarrat akımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Özünde topluluk ruhunu irdeleyen bir öğreti olmakla birlikte daha çok bir yazın akımı olarak duyurur adını. En büyük temsilcisi ünlü Fransız yazarı Jules Romains'dir'.
Ünanimizm,. Latince aynı ruhu taşıyan anlamında unanimus sözcüğünden gelmektedir. Fransızcaya X. yüzyılda aynı görüş ve duyuşu paylaşma anlamına gelen unanime sözcüğüyle girmiştir. XV.yüzyıldan önce bu sözcüğün kullanımı çok seyrek olmuş, ancak XX. yüzyılın başlarında incelememize konu olacak anlam yüküne kavuşmuştur (1910). Oldukça değişik kaynaklardan etkilenmiş olan ünanimizmin kökenlerini iki temel kaynağa indirgemek olası. İlki, XIX. yüzyıldaki değişik düşünce akımları: Bu yüzyılın ikinci yarısından başlayarak bireyci düşünüşe karşı, değişik boyutlarda yaygınlaşan demokratik, toplumcu ve özellikle de toplumbilimsel tepki ünanimist düşüncenin oluşmasında belirli ölçülerde etkili olmuştur. Toplumbilimci Durkheim'in, bireysel bilinçlerin dışında ve üstünde var olduğunu savladığı ortak bilinç'in Romains'in topluluk ruhu kavramına katkısı yadsınamayacak bir olgudur. Ünanimizmin ikinci kaynağı da yazından beslenmiştir. Kimi eleştirmenler bu yazınsal kaynağı Homeros'a ve eski Yunan tragedyalarındaki korolara dek götürürlerse de, asıl etkilenmenin, XIX. yüzyılda olduğu bilinmektedir. Hugo'nun geniş kitlelere ulaşan lirizmi, destansı ve insancıl betimlemeleri, ozanın toplum yaşamındaki ayrıcalığı düşüncesi (ozan yol gösterici olmalıdır), topluluklara yaklaşmada Romains'e çok erkenden ışık tutmuştur. Zola'nın yer yer bir destan boyutlarına ulaşan geniş kitle betimlemeleri ile Maeterlinck ve özellikle Verhaeren'in günlük yaşamın yalın gerçeklerini, kent yaşamını işleyen şiirleri de Romains'in yeni dünya görüşüne katkıda bulunmuştur. "Bütün yollar kente gider" diyen Verhaeren'in "Sanrılı Kırlar" ve "Ahtapot Kentler" adlı yapıtları XIX. yüzyılın sonuna doğru, kent yaşamını "çağcıl ve toplumsal bir fantastik" öğesiyle birleştirerek yazınsal güncellik haline getirmiştir. Romains'e bir büyük esin de yeni dünyanın bir büyük ozanından, Whitman'dan gelmiştir. İnsan kardeşlerine, topluluklara bir "sevgi Niagarası" ile kucak açan dostluğun, özgürlüğün, demokrasinin bu gür sesli ozanı, yalnızca Romains'e değil az sonra göreceğimiz Cretil Tekkesi'nin2 tüm ozanlarına esin ve güç kaynağı olmuştur; ünanimist düşüncenin olgunlaşmasındaki katkılarından ötürü, bir şiir okulu niteliğindeki Cretil Tekkesi'nden de söz açmak gerekecek burada: 1906 yılında, Paris yakınlarında bir kır evinde bir araya gelen bir öbek genç ozan (Arcos, Vildrac, Duhamel, Mercerau, Chenneviere, Durtain, Romains -sonradan katılmıştır-, Jouve) ve sanatçı (Doyen, Gleizes) "Kardeş Sanatçılar Topluluğu" adı altında on beş ay süren bir ortak yaşam sürdürürler. Rabelais'nin ünlü Thileme Monostın'ndan esinlenerek Tekke (abbaye) adını verirler bu eve. Daha sonraları, Tekke içinde bir de basımevi kurarak kendi yapıtlarını basmayı kararlaştırırlar; basılan ilk yapıt Romains'in Birlikte Yaşama adlı ünanimist şiir kitabı olur. Aynı çatı altında, aynı duyguları dostça ve özgürce paylaşarak birlikte yaşamayı yücelten, toplumsal ilerleme düşüncesinin coşkun savunucuları Tekke ozanları, ortak bir şiir anlayışı ile, yüzyılın başında Fransız şiirine yeni bir canlılık getirmişlerdir.3 Romains sonradan şöyle yazacaktır: "Tekke yedi dostun bir araya gelmesinden doğan bir güç, bir çeşit yedi başlı varlık, tanrılaşan bir insan kümesiydi.4 Tekke'de her ne denli ünanimist bir ortam yaratılmışsa da, ünanimist adını sadece Romains ve Chenneviere takacaklardır kendilerine. Bununla birlikte, bu düşünüşün etkileri öteki ozanlarda da sürüp gidecek tir."5
1903 yılı. Bir akşam üzeri. Romains ve arkadaşı Chenneviere Paris'in kalabalık sokaklarından biri olan Amsterdam'da yürüyorlar. Daha önceleri sayısız kez gelip geçtikleri bu sokakta her şey eski görünümünde; aynı kalabalık, aynı devinim, aynı canlılık... Ancak, bir anda bir şeyler, şimşek hızıyla bir şeyler parlar Romains'in kafasında. Her gün, bu sokakta rastladığı şu gidip gelen insanlar, arabalar, şu ışıklar, şimdiye dek hiçbir zaman gözüne böylesine değişik görünmemişti. Sanki önünde uzanan şu sokak kendi kendisine var olmuş kocaman bir canlı varlıktı. Romains, bu tuhaf önsezinin ne olduğunu açıklayamaz önce. Ancak, bu ara içini dolduran yalnızlık duygusunun uçup gittiğini duyar benliğinde. "Gövdesini sokağın, arabaların, yoldan gelip geçenlerin oluşturacağı, kendisinin de o müstesna anda bilincine erebileceği, geniş, basit bir varlığın sezgisi"6 ile dolup taşar. Bu tuhaf varlığın bir parçası olduğu duygusu yer eder içinde. İşte, Romains'in ünanim adını verdiği varlıkla ilk karşılaşması böyle olur. Romains'e bir topluluk ruhunun varlığını duyuran bu derin önsezi, kısa bir süre sonra onu, bireyi topluluğa bağlayan nedenler üzerinde, başka bir deyişle, topluluğun bireyi çepeçevre kuşatıp örten tinsel nedenleri üzerinde düşünmeye yöneltir. Karşısına ilk çıkan varlık da içinde yaşadığı kent (Paris) olur.
Ünanimizm ve kent
Gerçekte, kent ünanimizmin ana temasını oluşturur. Romains'e göre kent, iç yapısının karmaşıklığına karşın, kendine özgü kurulu düzeniyle bireyleri doğdukları andan başlayarak tüm yaşamları boyunca etkisi altında tutan bir ana örgen durumundadır. Böylece, bireyle içinde yaşadığı kent arasında bireyi kente bağlayan çeşitli çıkar ilişkileri ve zorunlulukların Ötesinde açık ya da gizli kimi tinsel ilişkilerin varlığı ön plana çıkar. Birey, sadece, ailesine, yakınlarına ait değildir. Kentin öteki insanlarıyla arasında giderek artan bağlar kurulur. Tek başına yaşayan bir birim olmaktan çıkarak ortak varlıklarla olan ilişkileri oranında sözü edilir olur. Kent, her gün yeniden canlanan, var olan sayısız birimlerin, değişik devim ve ritimlerle durmaksızın yinelediği tuhaf bir evren oluşturur. Romains'in, Paris'in Güçleri adlı denemesinde andığı sokaklar ve alanlar insanların dünyasından bağımsız olarak devingenliklerini sürdürür gibidir. "Avrupa alanı, demir bir örtüyle kaplı uzun kolları olan bir bocurgattır(...). Montmarte sokağı da belirli burgaçların yoğunluk merkezi, kabarıp duran belirli dalgaların yöneldikleri düzenli bir geçittir."7 Kent böylece, bireyi canlandıran, eyleme geçirten, yapısını değiştiren görkemli bir duyumlar ve imgeler bütünlüğü niteliği kazanmaktadır.
"Gökyüzüne yükselen dumanların ardından gidecek düşüncem Sürdür varlığını, canlan durmadan ey sevgili kent"8
Kent içinde barındırdığı tüm canlı ve cansız varlıkların üstünde, ancak özel bir dikkat, derin bir önseziyle algılanabilecek bir tinsel gerçekliğin varlığını duyurmaktadır. Bireylerin ve nesnelerin üzerinde sürekli olarak görünüm değiştirip varoluşunu sürdüren bu olguya Romains ruhsal süreklilik adını vermektedir. İşte, ünanimizmjn temel bir veri olarak kabullendiği bu kavram içinde, insan topluluk’ lan çok özel bir anlam kazanmaktadır. Topluluklar kadar nesneler de önemli bir konum oluşturmakla birlikte tek başlarına ele alınmamakta, topluluk kavramı içinde değerlendirilmektedir. Topluluğu oluşturan gücü, bu gücün oluşturduğu ortak bilinci, bireyle bu ortak bilinç arasındaki ilişkileri, kimi zaman da nesneleri doğallıklarının ötesinde canlandıran gücü çeşitli yazın türleriyle araştırma ünanimist düşüncenin özünü oluşturmaktadır. Romains, böylece en küçüğünden en büyüğüne dek çeşitli topluluklar üzerinde bir düşünür-yazar titizliğiyle tüm dikkatini yoğunlaştırıp, birbirinden farklı bireylerin ortak bir istem ve kendiliğindenlik dürtüsüyle oluşturdukları bu tek topluluk ruhunu bir medyum önsezisiyle duyup kavramaya, her türlü süsten uzak, en dolaysız bir biçimde incelemeye koyulmaktadır. Aynı duygu ve düşünüşteki insanların bir araya gelerek oluşturdukları bu tek ruh duygusu, Romains'in yalnızca sanat anlayışının temelini oluşturmamakta, aynı zamanda varoluş, yaşam, ölüm, Tanrı üzerine olan düşüncelerinin de kökenini oluşturmaktadır.
Biribirinden farklı bireyleri bir araya toplayan nedir? Romains'e göre bu birlikteliği yaratan güç, her türlü zorlama dışında bireylerin özgür istem ve seçimleriyle kendiliğindenlik duygularından kaynaklanmaktadır. "Bir Dünya Görüşü"nde şöyle demektedir:
"Toplulukların birey üzerindeki baskısı, ancak bu baskı ifadesini bireyde ve bireylerin kendiliğindenliğinde (spontaneite) bulduğu za¬man haklı olur. Toplumun, kurumların birey üzerine dışarıdan yaptıkları baskıyı hiç hoş görmedim(...). Devlet kavramının bile özü bakımından ne gibi tehlikelerle dolu olduğunu, içine aldığı bütün hukuki şekilcilik, bütün baskı tohumlarıyla gösterdim(...). Demokratik rejimler beraberlik hayatına, fikir hayatına bütün imkanları sağlayan biricik rejimlerdir."9
Görüldüğü gibi ünanimist bir topluluk oluşturabilmek için herşeyden önce bireyin düşünce ve davranışlarında özgür olması, özgürce seçim yapabilmesi gerekmektedir. Oluşan topluluk ruhunda bütünleşen bireyin varlığı silinmemekte, tersine daha da gelişip zenginleşmektedir. Bir tiyatro salonunda,
"bu salondan yükselen heyecan toplamı, seyircilerden her birinin piyesi tek başına okurken ayrı ayrı duyacakları heyecan toplamından çok daha yüksektir. Burada, bütün parçalarının toplamından daha büyüktür."10
Bireyin, burada bir birim olan gücü kat kat artarak aynı heyecanda birleşmiş, bir tek benlikle bütünleşmiştir. Artık, devinen, eyleme geçen tek tek seyirciler değil, tek bir bilinç, tek bir varlıktır. Bireylerdeki birliktelik duygusu (burada ortak coşku) azaldıkça ortak bilincin de sürekliliği zayıflar ve son bulur. Toplanma (1905) adlı kısa öyküsünde Romains, bir ünanimist toplanmayı değişik boyutlarıyla anlatmaktadır: bir fındık kıracağı satıcısı ile bir el duyurucusu sokakta gelip geçenleri rahatsız edecek derecede ileri giderler. Derken, bir polis çıkar karşılarına. İşte o andan başlayarak bir topluluk oluşmaya ve büyümeye başlar. Çeşitli seslerin yükselip birbirine karıştığı bir öbek meraklı doluşur başlarına. Polis ile bu iki kişi arasındaki tartışma, tek bir arzuda, ne olup bittiğini öğrenmek arzusunda birleşmiş bu değişik kişilerin benliğine "damla damla nüfuz etmeye" başlar. Artık, tüm meraklıları çepeçevre kuşatan, örten bir yeni varoluş devingenliğini sürdürmeye başlamıştır. Ancak, topluluk dağılmaya yüz tutunca, bu gösterişsiz ve kendiliğinden oluşmuş varoluşun, ortak ruhunda etkinliği giderek sönmeye başlar. Bir süre sonra da yitip gider. İşte, Romains'e göre şiir de bireyle topluluk arasında oluşan bu gizil ilişkinin yol açtığı duygulanmadan ve etkilenmeden fışkırır. Ozan, bu ilişkileri algılayıp, hiçbir simgeye ve anıştırmaya başvurmadan, en dolaysız ve gündelik bir anlatımla dışa vurur. Bir röportajda şöyle demektedir:
"Ünanimizm deyince, sadece aynı benlikte ve bir arada yaşamayı anlayınız. Bizi çepeçevre kuşatıp aşan bir yaşama duygusu doğuyor içimize. Bu duyguyu dolaysız bir şiirle, yani dış dünyadan algıladığımız şeyleri doğrudan ve süssüz bir anlatımla dile getirmek istiyoruz."11 Topluluk ne denli küçük ve sınırlı olursa, ozanın da ortak bilinci duyması ve dışa vurması o denli kolaylaşır. Örneğin Metropoliten'in Şiiri bu tür küçük bir topluluktan yükselen gücü anlatmaktadır; bir metroda (Paris'te) tren bekleyen değişik yapıda insanların devinimleri, evlerine dönmek konusundaki ortak duyguları ozanı bir ortaklaşa ruhun doğmakta olduğu düşüncesine götürür:
"Dev gibi bir dalga alır bizi kollarına; insanüstü kolların sallayıp durduğu sarı bir ışığa bulanmış tek bir bedeniz biz.
Uçup gitti bireysel,
Artık, yolcular düşünmüyorlar bile kendilerini,
Az önce, bir yandaydı her biri ve herkes kendi dünyasındaydı.
Şimdiyse gidiyorlar; gitmek istiyorlar, aynı şeyi istiyor hepsi: basit bir
arzuda birleşip kaynaşıyorlar."12
Romains'in 1909'da yayımladığı Buradaki Çokluğa Destan adlı şiiri, bu kez değişik bir ortamda oluşan bir ünanimist topluluğu anlatmaktadır. Bu şiir, bir şiir yarışması sırasında salonu dolduran yüzlerce dinleyici önünde okunmuştur. Koca kentin küçük bir köşesinde bir araya toplanmış bu topluluğu ortak bir ruhta birleştirerek daha yoğun bir yaşama götürmek ister bu şiir:
"Ey çokluk! İşte karşımdasın şurada.
Tiyatronun çukurunda.
Duvarlara uymuş.
Yapının kalıbına dökmüşsün etini. /
Kara kara sıraların benden çıkıp
Çoğalıyor sanki dalga dalga.
Varsın.
içinde durduğum ışık senin.
Aydınlığın üstüne germişsin kanatlarım,
Seviyorsun aydınlığı
Bir kartal yumurtalarım sever gibi yuvasında.
Şehir şurada, yanı başında;
Ama sen artık duymaz olmuşsun onu.
Şişirsin şişirebildiği kadar
Sokakların gümbürtüsünü;
Yüklensin duvarlarına, öldürmek İstesin seni,
Duymayacaksın! Çünkü, sen artık ey çokluk!
Kendi sessizliğin ve benim sesimle dolacaksın."13
İlk anda şiire giremeyen dinleyiciler, kısa sürede şiiri okuyanın da ustalığıyla aynı duygu bütünlüğünde birleşirler. Başlangıçta birbirlerinden farklı bireylerden oluşan dinleyici topluluğundan, sonunda, tek bir ruhta bütünleşmiş bir güç yükselir; Romains'in deyimiyle bir Tanrı doğar. Ancak, bu yüksek gücün, daha önce de belirttiğimiz gibi, etkinliği sınırlıdır. Dinleyicilerin dağılmasından sonra, tek bir bireyin düşüncesinde yer alıncaya dek yaşar, sonra kaybolup gider:
"Biraz sonra öleceksin
Ezilip saatlerinin ağırlığı altında:
insanların çözülüp sıvışacak kapılarından,
Gecenin tırnakları didik didik edecek etini.
Etsin, ne çıkar!
ölmeden önce benim oldun!
Şehir alabilir buradaki bedenleri, alsın:
Alınlarında kalır külden bir haç gibi
Şimdi olduğun Tanrının izi."14
Romains, insan topluluklarını bir bütün içinde yaşarken dışarıdan dikkatle inceler. Sonra, bu topluluk görüntülerinin içine girmeye çalışır; kendisini yukarıdaki şiirde de görüldüğü gibi, o topluluğun bir parçası olarak görür; topluluğun devimleriyle, giderek topluluğu belirli bir davranışa yönelten düşünceyle bütünleşmek ister. Gerçek dünya ile ilişkisini koparmadan (kent, bulunduğu çevre, insanlar, nesneler) yeni bir dünyaya dalar ve oluşan topluluğa var oluşunun bilincini kazandırmak ister. Böylece, topluluğu oluşturan bireyler yeni bir yaşama doğacaklardır. Romains'e göre ozanın ya da yazarın en büyük görevi de bu olmalıdır. Bu tinsel olgu, gerçeğin ötesinde (dışında değil) gizli başka bir gerçeği, geniş ve yaygın bir gücü bularak yeni bir yaşama biçimine açılma, en üst düzeyde bir bilinçlen¬me ve bir var oluşa ulaşma uğraşıdır. Ünanimist bir topluluğa girmiş bir birey içinde bu yeni dünya düşsel bir dünya olmayıp, değişik duygulanmalar ve devinimlerle dolup taşmaktadır. Birey, kendisini sürekli değişen ve devinen topluluk ruhuna verdiği ölçüde, bu ortak bilinçle aralarında gizil ilişki uzun zaman sürecektir. Şimdiye dek farkına varamadığı, kendi dışında var olan canlılar, devinimsiz nesneler hızla kendisine yaklaşacak, yaşamına doluşacaklardır. Yaşam bir anda zenginleşip devingenleşecektir. Böylece, birey kendisine yeni bakış açıları bulduran, yeni bir güç bilinci veren, artık ayrılmaz bir parçası olduğu ortak bir benlikte yeni bir gerçeğe açılacaktır.
"Bizi çepeçevre kuşatan toplulukları dış gözlemle değil, örgensel bir bilinçle kendi içlerinde tanımamız gerekir. İçimizdeki bireyselliği söküp atınca, onun yerine zorunlu olarak toplulukların ruhu, bilinci doluşacaktır."15
Topluluk ruhunun doğmasında yalnızca bireyler ve nesneler dekor oluşturmaz ya da ozan derin bir önsezi ile bu basit ve kendiliğinden oluşmuş varlığı algılayıp dışa vurmaz; örneğin, bir duygu, bir fantezi, bir düşünü de ünanimist bir evren yaratabilir. 1906 da yayımladığı Diriten Şehir, bu alanda Romains'in en ilginç yapıtlarından birini oluşturur. Yapıtın kahramanı bir düşünü'dür. Küçük bir taşra kasabasına atanan bir posta memuru, taşra yaşamının tekdüzeliği içinde sıkılmaktadır. "(Kasaba) bir tarım bölgesinin ortasında karnının üstüne yatmış uyuyor, toprakta çalışanların emeğini bir sülük gibi emerek rahat rahat sindiriyordu."16
Birgün, genç adam, şaka olsun diye belediye tuvaletinin iç duvarına, vaktiyle Paris'te katıldığı toplu bir gösteriden anımsadığı şu tümceyi yazar:
"Varlıklılar çalışanların sırtından geçinir: tükettiği şeye karşılık hiçbir şey üretmeyen kişi toplum yaşamında bir asalaktır."17 İşte bu tümce, kasabada okuyanların kafasında yer etmeye, yaşamaya başlar ve kısa sürede etkisini gösterir. Uyuşukluğunu üzerinden atan kasabaya bir canlılık gelir. Bu düşünü çevresinde yeni düşünüler, tartışmalar dalga dalga büyür ve tüm kasabayı sarar.
"Eskiden şehrin hemen hemen hiç duymadığı politik tartışmalar bir aydan beri her yanda çalkanıp duruyordu(...). Akşam, artık kahve sessiz bir dünya içine serpilmiş bireysel birkaç uyuşukluktan ibaret değildi. Birbirlerine sıkışmış müşterileri ve toplumsal bir havası vardı."18 Bu düşününün yarattığı ortak bir bilinç ve ruh kasabayı eyleme geçirir, dayanışmaya götürür. Fabrikalar kurmak, dondurulmuş anamalları.değerlendirmek, üretime yöneltmek isteğiyle yanıp tutuşur kasaba. Bir yıl geçmeden de kasabanın görünümü iyice değişir.
"O artık toprağın üstünde hamur gibi yayılmış, tekdüze sınırları belirsiz, renksiz ve biçimsiz bir yığın değil. Şimdi, onun kendi kendine bir biçim veren, değişen ve gerilen bir vücudu vardır."19 Görüldüğü gibi öykünün kahramanı olan bu düşünü, kasabayı tek bir benlikte, tek bir düşünce çevresinde topladıktan sonra, yavaş yavaş kendi kendisine var olmaya, yeni davranış ve yaşama biçimiyle mitoslar oluşturmaya başlar. Bireyleri ve kasabayı kat kat kuşatan uyuşukluk çözülmeye, yaşam devingenlik kazanmaya, kasaba kıpır kıpır canlanmaya koyulur. Bir bilinçlenme parıltısı, bireyleri, içinde bulundukları tekdüze ve durağan yaşamdan çekip çıkarır. Onlara gerçek varlıklarını ve ne olduklarını tanıtır. Kasaba:
"Eskiden vurdumduymazken şimdi kaygılı yaşamayı öğreniyor.
İçindeki güçler aydınlığa çıkmış, yaşamak için biribirleriyle çarpışıyor.
Kasaba kendi hareketinin doğurduğu binlerce acı ile birlikte yaşıyor
daha kusursuz bir düzene can atıyor."20
Tanrılaşan topluluklar
Romains'e göre, din insanların biribirine güçten kaynaklanmakta, topluluk ruhundan tanrısal bir güç yayılmaktadır. 1910'da yayımladığı Tanrılaşma Kılavuzu'nda gerçeğe en yakın somut tanrılara, hiçbir aracıya (din adamı, Kilise) gerek duymadan ulaşmak düşüncesi işlenmektedir. Romains, kitaplı dinlerin, çeşitli dogmalarıyla tartışmasız bir ilkeden yola çıkarak, insandan önce var olan bir tanrı düşüncesini kabullendiklerini belirtir. Bu anlamda, tanrının varlığını yadsımakta ve topluluk ruhunda, tek bir birimde yoğunlaşmış insanüstü bir bilince tanrı adını vermektedir. Bu adlandırma ile ortak ruhun varlığı iyice vurgulanmakta ve tanrının insanın sonradan yaratma yoluyla kutsallaştırdığı bir olgu olduğuna dikkati çekmektedir.
"Biz, ancak bizden daha genç bir tanrıya kollarımızı açarız; Bizi yaratmamış olana, bizim yarattığımız bir tanrıya; Babamız değil oğlumuz olana."21
Böylece, Romains için tanrı düşüncesi, değişmez be ulaşılmaz bir kavram olmayıp, tersine insana ve dünyaya bakış açımızın evrimine göre değişen, yaşadığımız somut gerçeklerden kaynaklanıp biçimlenen bir güç olmaktadır. En küçüğünden en büyüğüne değin aynı duygu ve düşüncede birleşmiş bireylerin oluşturduğu değişik topluluk ruhlarının her biri birer tanrıdır. Romains'e göre, "bir çift, çifti oluşturan sevgililerden ayrı bir tanrıdır. Tarikat, tarikatçılardan ayrı bir tanrıdır"22; bireyi hem içine alan hem de aşan bu tinsel ve tanrısal varlık, bireyleri olay çerçevesi içinde aydınlatır, bilinçlendirir; dostluk, dayanışma, sevgi gibi kimi erdemleri yücelterek onları yeni bir yaşama biçimine yöneltir. Paris'in Güçleri'nde şöyle demektedir:
"Biz, zavallı insanlar, topluluklara birer tanrı olmalarını öğreteceğiz. Kendi bilinçlerini vereceğiz onlara... Evren hiç kimsenin değildir. Kimse uzayın bir parçasını benimseyip yalnız kendi varlığıyla dol-duramaz; her şey iç içe girer, bir arada birlikte yaşar."23
Birey, yaşam ve ölüm
Ünanimizm, topluluk ruhunun doğuşunu ve gelişimini gösterdiği gibi bu ruhun yoğunluğunu yitirip zayıflamasını ve giderek, ölümünü de göstermektedir. Gerçekten de ünanimizm, ta başından beri ölüm düşüncesini içinde taşımıştır. Ancak, bu ölüm ağır ağır gerçekleşmekte, etkileri belirli bir yer ve zaman içinde sürmektedir. Romains'in 1910 da yayımladığı Bir Adam öldü adlı romanı, bir bireyin ölümünü, bu ölümün ardından oluşan topluluk ruhunun nasıl yaşayıp yok olduğunu ünanimist bir bakışla incelemektedir. Romana konu olan kişi, Jacques Godard (bir demiryolu emeklisi), Paris'te binlerce insan arasından rasgele seçilmiştir. Kendi halinde, varlığı ile yokluğu belli olmayan bir insandır. Ölümü de bu gösterişsiz yazgısına uygundur. Daha romanın başında, bir soğuk algınlığının ardından fenalaşır ve bir hafta içinde tek başına yaşadığı dairede yapayalnız ölüp gider. Ancak, kimi alışılmamış olayları da birlikte getirir bu ölüm Evdeki öteki kiracılar şimdiye dek biribirine karşı tam bir kayıtsızlık içinde yaşarken, artık, birbirlerini selamlamaya, aralarında ölüden söz açmaya başlarlar. Sanki Godard'in ölü bedeninden çıkıp kurtulmuş bir güç tüm evi çepeçevre kuşatmıştır. Godard'in doğduğu köyde de haber yayılır:
"Jacques Godard'in ikinci yaşamı o zaman geldi köye. Mutfakta, üstündeki taslardan dumanlar çıkan bir masanın önünde, bir küçük çocuğun sözleriyle başladı: büyük bir haykırış halinde büzüldü; bir inilti oldu, kendini ısırmak istercesine, kendini öldürmek istercesine kendi kendisine dolandı. Sonra, çıktı, avludan geçti, yollara düştü."24 Babası Paris'e dek trende oğlunun imgesini taşır durur içinde. Kompartımandaki öteki yolcular arasında hiçbir diyalog yokken, baba Godard'in oğlunun ölümünü açıklaması üzerine yolcular arasında bir yakınlık doğar. Ölü, düşüncelerine karışır. Bu arada, ölünün çevresinde oluşan topluluklar sinematografik kesitler halinde (simultaneisme) betimlenir. Godard'ın ölüsü aynı günün gecesinde tüm kiracıların rüyasına girer. Ölü, yaşamını bir başka düzeyde sürdürür. Ertesi günkü cenaze töreni bu ikinci yaşamın doruğunu oluşturur.
"Topluluk, emekli makinistin ruhunu buluyordu yavaş yavaş(...). Topluluk bu tavan altında, bu eşyalar arasında yaşamış, adama daha çok benziyordu(...). Şimdi, ev mayalanıyordu. Godard'in bedeninden, son nefesiyle bir kuvvet, evin muhtaç olduğu bir kuvvet çıkmıştı."25 Ölünün odasında toplanan komşular, giderek büyüyen bir ortak ruh içinde, bu pek tanımadıkları yaşlı insana karşı son görevlerini yerine getirmek isteğiyle birbirlerine yaklaşırlar; aralarında güçlü bir dayanışma duygusu doğar. Bu duygu da ortak ruhun sürekliliğini artırır. Ölü, çevredeki insanların yüreğinde, kafasında iyice yer etmeye başlar. Kilisede; "Orgun sesi ölünün gibiydi. Ruhların çevresinde akıyor, yerlerini değiştiriyor, onları bir türlü canlı, sıcak bir akıntıda sürüklüyordu. ölünün varlığı sağlamlaşıyor, mihrabın alanını dolduruyor, duvarlara, kubbelere dokunuyor, içerinin, dışarının basıncını çoğaltıyordu."26 Ancak, tören bittikten, Godard gömüldükten sonra, ölünün bu ikinci yaşamı da giderek sönmeye başlar. Artık, arada bir kimi konuşmalarda geçer olur. Hayali giderek sönükleşir ve silinir. Godard, böylece "bir koku gibi kaybolup gider". Bir yıl sonra, genç bir adam, Paris'te bir bulvar boyunca gezinirken birdenbire, babasının geçen yıl ölen bir arkadaşının cenazesinin buradan geçtiğini, daha sonra nasıl gömüldüğünü anımsar ve o günkü duygulanmayı yeniden yaşar. Ölü, yeniden yaşamaya başlamış, yeniden onun benliğinden bir parça olmuştur artık. Sonra bir an kendi durumunu, ölünce kendisinin de aynı durumda ne olacağını düşünür: ruhunun bu daracık "ben"in içinde kalmayacağını, kendisinin de bu koca kentte bir topluluk ruhuna gireceğini ve yaşamının ölümünden sonra da süreceğini düşler.
Bir Adam Öldü'de, bireyin yaşamının ölümünden sonra başka bir düzeyde süreceği, yeni bir boyut, yeni bir güç kazanacağı, çeşitli kişilerde yankılanacağı, bireyleri devinime iterek, toplulukların oluşumuna yol açacağı, insanlar arası ilişkileri değiştireceği, ünanimist bir bakışla betimlenmekte ve ölüm sorununa yaklaşım ve onu algılama biçimi sergilenmektedir. Birey, böylece kendi dışında, başka insanların ve toplulukların bilincinde varlığını, devingenliğini daha belirli bir süre sürdürecektir. Tıpkı çiçekten çiçeğe uçan bir arı gibi, hayali insandan insana, topluluktan topluluğa koşup duracak, yaşamış olduğu çevrede canlanacak, ışıldamaya başlayacaktır. Ölüm, böylece, yalnızca deneyimlerin verileriyle değerlendirilmekte, yaşadığımız toplumsal çevrenin, dünyanın dışına taşmamaktadır.
Kentten Avrupa'ya ve insanlığa
Romains, en küçük çokcul birim olan çiftten başlayarak ruhsal sürekliliği ve ortak ruhu, dünya, yaşam ve ölümü algılama biçimini, şimdiye dek alışılmamış bir gerçeklik ve açıklıkla çeşitli topluluklarda ve kent yaşamının değişik görünümlerinde betimleyip dururken, bir yandan da ünanimizmini bu sınırların çok ötesine taşımıştır. XX. yüzyılın en oylumlu yapıtı olan yirmi yedi ciltlik İyi Niyetli İnsanlar adlı romanı 1908-1933 arası Fransız toplumu ile Avrupa'daki gelişmelerin tam bir panoramasını (savaş öncesi ve savaş sonrası dönem), ünanimist bir bakışla başarıyla çizmektedir; kahramanı "Fransa'nın hatta Avrupa'nın bir çeyrek asırlık hayatı" olan bu dev yapıtta,
"Yer yer büyük tarihi ve coğrafi tablolar okuyucuyu kitabın gerçek konusu olan o muazzam kitleye daldırır. Sosyal manzaralar; Paris'i, Roma'yı, Verdun'ü, Odessa'yı gösteren tablolar; halk yığınları ya da ordular üzerine mensur şiirler eseri tam zamanında bir destan ölçüsüne yükseltir."27
Geniş tablolarla betimlenen en büyük kitle içinde bireyler, "çoğu zaman birbirlerini farketmeden" yaşamlarını sürdürmektedirler. "Pek çok kişi bir an için görünür, sonra büsbütün kaybolur". Kimileri de yaşadıkları çağın, toplumsal evrimin hızlı akışına kapılıp "aynı çekiciliklere, aynı baskılara boyun eğerler (...) Kitaba adını veren İyi Niyetli İnsanlar, mutlaka bu topluluğa dahil olduklarını bilen insanlardan meydana gelmemiştir." Romains, böylece "bir ordu kadar kalabalık" kişileri bir arada gerçeğe en yakın biçimiyle betimlemeye çalışmaktadır.
"Kimlerdir bu İyi Niyetli İnsanlar? Neredeydiler? Her yerde. Onlara her memlekette, her sınıfta, her meslekte rastlamak mümkündü(...). Bunlar "kaos zevki" olmayanlar, insanoğlunun dayanışmasına inananlardı."28
Bunlar, insancıl geleneklere bağlı, savaşa, baskıya, totaliter yönetimlere, para gücüne, çeşitli toplumsal düzensizliklere karşı, "Batı dünyasının felaketlerin en anlamsızına, en korkuncuna sürüklendiği yıllarda bu hareketi anlamaya, durdurmaya çalışan"29 yol gösterici bir kitledir.
iyi Niyetli İnsanlar ile ünanimizm, her şeyden önce tüm olumsuzluklarına karşın, insana olan güveni dile getirmekte, insanlar arasında, barış, sevgi ve dayanışmaya bayrak açmaktadır.
Etkileri sınırlı bir alanda da kalsa, ünanimizm bireyleri tinsel rahatsızlıklarına, kaygılarına, huzursuzluklarına bir çözüm getirmeyi, bireyi geleneksel yaşamın uyuşukluğundan, yalnızlık, terkedilmişlik, bezginlik duygularından çekip çıkarmayı amaçlamış, insanlar arasında dayanışmayı artırmayı, demokrasiyi yüceltmeyi ön planda tutmuştur. Bireyin toplumsaldan kopup, yalnızlığın boğuntulu dünyasına gömülmesini önlemek istemiştir. Bireyi, yeniden topluma, yaşadığı çevreye, sokağa, kente, insanlara yaklaştırmaya, kısacası bireyi yaşama bağlamaya çalışmıştır. Bunun için sihirli formüllere, simgeli kapalı anlatımlara başvurmadan, yaşadığımız güncel olaylardan, gündelik dilden, basitlikten, sadelikten, açıklıktan, kısacası doğallıktan yola çıkmayı denemiştir. Bireye, yaşadığı çevrede olup biten ve farkına varamadığı sayısız olayın ve devinimin varlığını duyurarak, onda birlikte ve barış içinde yaşama umudunu aşılamaya çalışmıştır.
Kemal Özmen
(Türk Dili Dergisi,s.349/Ocak 1981)
1 1885'te küçük bir köyde (CromedyreIe -vieil) doğan Jules Romains (ölümü 1972) XX. yüzyılın başlarında geleneksel anlatım kurallarını içerik ve biçim yönünden yenilemeye çalışır. Anlatılarına belirli bir olay ve kişi geleneğini bir yana bırakır; bir kent, bir bulvar, bir kaldırım, bir kahve, bir meydan, bir tiyatro salonu, bir çift, bir arkadaş topluluğu, bir düşün, vb. anlatının kahramanı oluverirler. Uzun betimleme ve yorumlara, iç çözümlemelere yer vermeden doğrudan, açık ve süssüz bir anlatımı benimser yazar. Olay herşeyin üstündedir. Kişiler olaya bağımlı ve onun içinde bir öğe durumundadır. Olayın bir film senaryosu değişkenliğiyle aynı anda değişik yerlerde gelişmesi de (simultaneisme) anlatı tekniğine yeni bir boyut getirmektedir. Bu ilkenin, Romains'den sonra, İngiliz, Rus ve Amerikan yazınlarında da yer yer yankılandığını belirtelim.
önemli yapıtları Romains'in tüm yapıtları biribirine sıkı sıkıya bağlı iki ana tema üzerine kurulmaktadır: ünanimizm ve "iyi niyet." ŞİİRLER (Kent ve kent yaşamından-Paris'ten-kesitler; nesneler ve topluluklar; bir arada yaşama, topluluk bilincinin doğuşu ve tanrılaşan topluluklar...): İnsanların Ruhu (1904), Birlikte Yaşama (1908), Destanlar ve Yakarışlar (1909-1913), Yürüyen Varlık (1910), Beyaz Adam (1937). ÖYKÜ ve ROMANLAR (Topluluk bilincini yaratan güçler, Ünanimist evren, yücelen topluluklar ve bireyin durumu, yasam ve ölüm, Avrupa sorunları ve "İyi Niyetli İnsanlar"ın savaşımı...): Dirilen Şehir (1906), Bir Adam Öldü (1911), Kafadarlar (1913), Villett'in Beyaz Şarabı (1914), Donogoo Tonka. (1920), Psyche: Lucienne (1922), Bedenlerin Tanrısı (1928) ve Ne Zamanki Gemi (1929), İyi Niyetli İnsanlar (1932-1947). OYUNLAR (Eleştirel güldürü ve fantazilerle topluluklardaki ortak ruhun incelenmesi...): Kentteki Ordu (1911), Cromedyre-le-vieil (1920), Knock (1924), Diktatör (1926), Donogoo (1930). DENEMELER (Çeşitli ünanimist görüşler ve çağdaş sorunlar...): Paris'in Güçleri (1911), Koşuk Sanatı (1923), Avrupa Sorunları (1933)...
2 Tekke, bir çeşit manastır olan "abbaye" karşılığı kullanılmıştır. Bu kullanım Sabahattin Eyuboğlu'nundur.
3 Söz sanatları ve simgecilik bırakılmış, gündelik dile ve yer yer düzyazıya yaklaşılarak, yaşam en doğal biçimiyle, kösnül imgelerle dolu anlatılmaya çalışılmış, dış gerçeklik algılandığı biçimiyle verilmiştir. Bu yeni şiir anlayışı, yazın tarihlerine dolaysız şiir adıyla geçmiştir.
4 Romains, J. Dirilen Şehir, istanbul: Ataç Kitabevi, 1961, s. 8, Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu.
5 Ünanimizmin yazındaki etkileri İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde belirli bir çizgide kalır, özellikle, Tekke ozanlarının da etkisiyle 1920'lere doğru yararlıya, toplumsala, insancıla yönelik bir sanat filizlenmeye başlar (jean Richard Bloche, Henri Frank, Emile Clermont, Jacques Portail). 1922'de yayımlanan Ak Koyun adlı şiir dergisi insancıl ve ünanimist şiire bağlılığını dile getirir (Ren6 Maublanc, Louis Braquier, M. Jean Hytier). Ünanimizm, Fransa dışında da, özellikle Amerika'da (John Dos Passos) etkilerini sürdürür.
6 Romains, J. B/r Dünya Görüşü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1945, s. 9, Çeviren: Lûtfi Ay. 7 Cuisenier, A. L'unanimisme et Les Hommes de bonne volonte, Paris: Flammarion, 1969, s. 18. 8 Cuisenier, A. a.g.y., s. 37. 9 Romains, J. a.g.y., s. 15, 16.Romains bu sözleriyle 1920'den sonra Avrupa'da etkinliklerini duyurmaya başlayan ve bireyi topluluk içinde etkisizleştirip robotlaştıran totaliter diktatörlüklere karşı da kesin tavrını koymuş oluyordu.
10 Romains, J. Bir Dünya Görüşü, s. 13. 11 Walzer, P.O. Le XX" Siâcle (1896-1920), Paris: Arthaud, 1975, s. 191. 12Cuisenier, A. L'unanimisme et Les Hommes de bonne volonte, s. 16. 15 Romains, J. Dirilen Şehir, s. 10, 11.
M Romains, J. Dirilen Şehir, s. 14.
Bu Şiirin tümü metinler bölümüne alınmıştır. Cuisenier, A. L'Unanimisme et Les Hommes de bonne volonte, s. 18. Romains, J. Dirileri Şehir, s. 24. a.g.y., s. 23. a.g.y., s. 53. a.g.y., s. 61. 20 Romains, J. Dirilen Şehir, s. 61.
21 Cuisenier, A. L'Unanimisme et Les Hommes de bonne volonti s.27. 22 Romains, J. Bir Dünya Görüşü, s. 15. 23 Romains, J. Dinlen Şehir, s. 9. 24 Romains, J. Bir Adam Öldü, İstanbul: Varlık Yayınları, s. 24. 25 a.g.y., s. 14, 15. 26 Romains, J. Bir Adam Öldü, s. 74. 27 Romains, J. Bir Dünya Görüşü, s. 26. 28 a.g.y., s. 27. 29 a.g.y., s. 27.
|
|
|