S O Y L U E D E B İ Y A T
zerdüşt aynası
I-
ey zamanın uzamında çıldıran hayat;
yokluğunu yürürüm kifayetsiz akşamlarda,
sensizliğin ıslak buğusu okşarken yüzümü
uzak ellerin iyot kokulu griliği çürür mavi sularda
üzünç dağları çöker yüzümde,dilimde lâl saatleri giyili bungun gece…
ve soluyor ruhat’ı aylasında ömrün son hece
hüznünü soluyan damarlarımda pürtelaş bir akşam
mânâsı imsiz bir hengâme dolaşıyor yüzümde;
çığlıkları kendine eşlenik ölümler büyütürken hayat,
son ses emziriyor çığlığını ağrıyan bulutlara, kâinat ıssız bir feryat
ne ister bu akşamlar canhıraş ey memat? açılıyor son perdesi ömrü zamanın;
acıdan akıyor tutku köprülerinin altından ırmakların!
varlığın gerçekliği yansırken teması bozuk manzaralarda,
yalnızlığa mahkumiyetin sevinci cinnetin tutkusuna ensest çoğalır akşamlarda
bitmeliydi baharına kastedilen rüya!
su düşmez vahalı cenneti şulesinden derin bir sus düşerken avuçlarına;
kan sunaklı ellerini vurmalıydı yüzünü yitirdiği uçurumlara,
akasyaları kırılan nehirlerin gözleri akarken durul sesiyle içrek mağaralara;
hangi sular öldürür teninde eril güllerin açtığı mabet’in kapılarını?
sus! ergin bilgeler öldükçe konuşurlar yaşamın darağacında
öğrenirken aklın gözelerinden içmeyi eflatun sözlerin acısında
kağıttan düşlerine su damlayan okyanus boğulur dipsiz çukurlarda
erir çağrışımların bağrında imgelerden doğan metaforlar
söz ölüme yaslı bir duvar…acının alnında kesik damarları kanar
II-
tersinir akarken ırmaklar
tenhalaşır sesin ,yatağından kovulur içinin rengi/ne?
gülüşüne zedesi vurur hüznün ;
acısı dilinin kıvrımlarında boğulan her söz yargıcını mahkum ederken;
iki kül eziği, bırakıp ölümü mahşeri yalnızlığın mengü haline,
gitmeliydi çölüne:ateşi kendini yakan içinin haritasına verip pupa yelken rüzgârını
ağıtlar ağarken her düşünde eril coğrafyasına,
içbükey yangınların okyanusu boğarken teninin soluklarını
gitmeliydi azabın üreyen rahmine, katline elveren tutkunun cenini
şimdi ,uzak gölgesi dişil çöl ateşlerinde savrulan ölümlerden..
tanık istiyor üzünçlerin her bir parçası…
kırılıyor anlam, susarken acının dehlizlerinde..
dost kâsesinden avulanan zerdüşt’ün aynasına düşüyor sesimin hikâyesi
hangi darağacında asılır gözlerinizin aylası ey ömrün canan-ı
tutunurken girdabına zulmetinizin hazzından dar’a çekilir ruhun figanı
boğulur mahşerinizin ziyasından tutsaklı ömrün gönlü pür’ü pak âmâ’sı
ey ölüm! çağırıyor seni göz uçlarına asan bedbaht hayat
sevişmek ölmeye değer bir düştü seninle gömülen bedenimde
şimdi yaşanır ilkbahara dönerken toprağın bağrında rahat
heyhat kasıklarımda yabanıl alazlar değmez tenine başka rüyaların
zehriyle dolarken ağıtlarından yüreğe nakşolan bedduaların
17/03/2010 kırşehir coşkun edip soykan