kumral sarısı
ılık bir yaz akşamıydı geldiğinde
kapı açıktı ardına kadar
girdin içeriye
raflarda kitapların yerleri değişti /bende insan olmanın
kumral sarısıydı saçların/gözlerime başka renk yakışmazdı zaten
geldiğinde erosun en yorgun çocuğuydum
kanatlarım güçsüzdü
hüzünce yüklüydüm ayrılıklardan
ılık bir yaz akşamıydı geldiğinde
ben kendi ömrümden sakınıyordum düşlerimi
başımda ağrı dağının mitolojik sevgi yükünde örülüyordu hayat
öykünüyordum tarihsel aşkların doyumsuz yaşanmamışlığına
kaf dağından taşıyordum suyumu
ateşler düşüyordu yüzüme mağmaların derin sıcaklığından
ılık bir yaz akşamıydı geldiğinde
kumral sarısı saçların rüzgara tutkun/
bir aşk gibi dalgalanıyordu boşlukta/
ve rahmine sığmayan bir aşkın fırtınasıyla boğuşuyordu gözlerin
bıraksalar özgürlüğün girdabına /yoğunlaşıp birbirimizde kaybolacaktık
düşünsel sancıyla üretirken birbirimizi/
ılık bir yaz akşamıydı geldiğinde
rüzgar başıboş bir uğultuyla yalıyordu kaldırımları
sonbahardan arda kalmış sokak kuytularından kumral sarısı bir yaprağı sürükleyip getirmişti göz uçlarıma/
bir şeyler vardı gelişinde asırlar öncesinden
bir susuş derinliklerinde/ateşin ve suyun damarlarından süzülmüş
dokunsam ellerim yanacaktı serinliğinde
dokundum
bir akışın toprağın bağrında kavuşmasıydı sanki yatağına
bir kadın silueti değiyordu avuçlarıma
dokunuyordum
kumral sarısıydı saçların
gözlerime başka renk yakışmazdı zaten
bir ışık belirdi sonra
bakarsam kör olacaktım
baktım
altın sarısıydı
pürüzsüz sıcaktı
derin acılardan yoğrulmuş
tarihin o en saf
o en üretken
yaratırken öldürülen insanıydı
kadındı
ılık bir yaz akşamıydı geldiğinde
geldiğinde…
2001 temmuz kırşehir coşkun edip soykan