S O Y L U E D E B İ Y A T

senin gülüşün


   
  
  

Senin gülüşün

Senin gülüşün
Uçsuz bucaksız gelincik tarlalarının engin kızıllığında
Papatyaların kol kola sevgi türkülerini söylemesi/rüzgârlı bir seher vakti
Cıvıl cıvıl ötüşen kuşların tılsımlı armonisiyle dolması yüreklerin 
Bir zambağın su kenarında açması maviliklere

Senin gülüşün

Bütün kirlerinden arınabilmekti çürümüş ve yozlaşmış kalıpların
Ve huzur içinde gelecek güzel günlere inanarak 
/kaygısızca sevebilmekti menekşe kokulu bir ilkbahar akşamını
   
  Sen gitin

Üşüyor/bir kardelen çiçeği sanki yüreğim
Yırtarak doğanın beyaz örtüsünü/ulaşmak istiyor sevginin doruklarına 
   
  Ve güneş senin gülüşün

Isıtıyor bir çocuğun titrek bakışlarını
Hangi güneş can verebilir /kurumuş dallarında ağıtlar kokan  
                                                                  bir çınar ağacına
Ve doğa
Dağ
Taş
Börtü
Böcek
Hep öksüzdü evren
Senin gözlerinde güneşler sarı sıcak
Ve aydınlık yüzünde billur bir ırmak
Ateşten gömlekmiş sana sevdalanmak
 
Şimdi susuyor ellerinde bahar/ yaşamak bir o kadar zor
Çatılmış kaşlarında hüzün/bağrıma hançer saplandı sızlıyor yürek
Yüzümde dağlar çöküyor hasretinden/

Ve senin gülüşün

Çağlayanların akışında sesi olabilmekti özgürlüğün
Suskunun çoğulluğunda tutsaklığa inat
Çiğdemler açmasıydı yabanıl otlar arasından
Çöl sıcağında çatlamış dudaklara yağmur olmasıydı bulutların
Ay ışığında yakamozlara tutsak bir denizin
/kıyılara vurmasıydı sabah mahmurlukta/güneşle oynaşırdı dalgalar
Umutlar uçardı beyaz kanatlarında martıların
Ne mümkün ulaşmak sana 
Kuytularında çığlık saklı bir halkın çocuğuyum ben
Oysa senin gülüşün /avazı çıktığı kadar bağırabilmesi insanların özgürlüğü
Ve seni sevmek bahtiyarlığı  
/kan uykularından uyanarak elleri gül kokan sevgilinin /öpebilmek sevdayı söyleyen dudaklarından
haydi git
haydi şimdi uzaklara
nasılsa büyüyor sevdan yüreğimde
mıhlanmış akşam yorgunlukları beynime kır/şehrin
suskunum
göz uçlarıma asılmış hasret  
haydi git  
haydi şimdi uzaklara
nasılsa çırpıyor kuş kanadını özlemlere
ve susmak …
ihanet olurdu kanlı bıçaklı
kusursuz bir resmin maviliklerinde tutabilmek varken pamuktan ellerini/kümülüslere inat
ve kardan beyaz yüzüne söylemek varken sevgi dolu imgeleri
ihanet olurdu /ateşten örülmüş yürek kıvrımlarında /boğmak güzelliğini duyguların
oysa senin gülüşün/bir çiğ damlasının okyanusa kavuşması fırtınalı bir ekim sonrası
ve susarak söyleyebilmek sevginin en güzel adını
s o n r a s ı
aslında ne sınıf kavgası
ne kısıtlanması özgürlüklerin
ne de tapınması insanların dogmalara
yürüyerek girebilmek
 /mağrur başı dik sömürüsüz bir dünyaya açılan bilge kapıların ışığında/dingin bir evrensel zamana

senin gülüşün

sessiz çığlığı ayrılıkların
martıların denizlere kanat çırpışları
sabırsız
ürkek
heyecanlı
umudu yazabilmek okyanuslara dalgaların hükmünde
 
senin gülüşünü seviyorum

gülüşünü bunca acının içinden
ama halkımız gülemiyor ağzı dolusu
beyaz dişleride yok kar gibi/sağlıklı ve temiz
senin ve benim dişlerim gibi/
sen ve ben
fırından alıyoruz ekmeğimizi
kimileri çöplüklerden topluyor
kimileri pazar artıklarından yemekliğini
ama bir gün hep birlikte güleceğiz ağzı dolusu
haykırıp taş yüzlü insanlara umudu
kuracağız gülücükler imparatorluğunu
d ü ş ü n s e n e b i r
tarlalarda mekanik ve otomasyon
bilgisayarlı ekme biçme makinaları
ve sadece 
ve sadece 
sanata
sevgiye 
ve estetiğe
yani insanlaşmaya ayıracağız zamanı
köylerin şehirleştiği bir ülkeyi düşün
ve hatta dünyayı
kirlenmemiş toprakları/kimyasal gazlardan  
çiçeklerin renginin kendi tonunda açtığını
mozartı beethoveenı vivaldiyi kürtçe dinleyen bir köylü gelsin aklına
 bir o kadar bozlak vurgunu kanadalıyı eşleştir düşünde hayatla
ve hatta aynı dilden söylendiğini barış şarkılarının
türk dilinde uzun havaları söyleyen bir basklı gelsin aklına
veya mozambikte rusça söylendiğini özgürlük şarkılarının
yahut tam tersi
yürürken insanlık tarihin o güzel anına
tek dil konuşacağız sevgiyi anlatırken
yahut dilimizin adı sevgi olacak
yani tek millet olacağız
sevinç duyacağız yaşadıklarımızdan
ve dünya böyle güzelleşecek asrın ortasında ikibinlerin
uzak umut diyeceksin
olsun
umut ederek yaşıyor insan
yaşıyor  
bunca karanlığın içinde

senin gülüşünü seviyorum 

gülüşünü bunca acı içinden
gülmeyi unutmuş bir halkın hüzünlü ağıtlarıyla beslendik /acıyı emziren memelerinden yıllar yılı/
kan çanağı gözlerinden yıkandık /billur ırmaklar yerine
nasıl özlemem gülüşünü senin
yağmurlar arasından güneşler çıkardı
ıslanırdı tenimde rengin
aydınlığın vururdu yüzüme /gökkuşağı yedi renk
ve bir ahenkti seni sevmek
ölümün kol gezdiği coğrafyamıza inat

 senin gülüşünü seviyorum 

gülüşünü bunca acının içinden
sevinci gırtlağında düğümlenmiş bir halkın /sancılı iç çekişleriyle büyütüldü çocukça yüreğimiz/
sevmek uzak dağlarda açan bir çiçekti/narin /el değmez kanatlarına
oysa senin gülüşün
bütün dağ çiçeklerinin fışkırmasıydı rengarenk dudaklarından
senin gülüşünü seviyorum/gülüşünü bunca acının içinden
bembeyaz yavru kuzuların saflığında yüzünde oynaşırdı ilkbahar
ve gözlerinde ateşi yanardı özgürlüğün
sonra avuçlarıma düşerdi gözlerin
gözlerin sıcacık
gözlerin ışıl ışıl
gözlerin umut dolu/direngen bir türkünün başkaldırısı gibi hırçın

senin gülüşünü seviyorum

gülüşünü bunca acının içinden
ama gülemiyor işçiler
metal kokuyor kavruk yüzlerinde tomurcuklanan ter
sönük bir güneş ışıldıyor gözlerinde /gözlerinde susuyor sinmişliği acıların
ve gece bir çığ gibi düşüyor /yoksulluğun rutubet kokan sedirli odalarına
soğuk bir düş yalnızlığı /acılı bakışların gömüldüğü kireç yanığı duvarlar  
tanrının konuklarıydı /hastalık ve ölüm
kuytuluklarda astım ve bronşit
ve sarılık sancısıydı idrar kokan hela duvarlarında
inatçıydı ve boğucuydu açlık
ülser zamansız konukluğuydu boş midelerin
kan oynaşırdı asit salgılarında
ve açlık
ve sefalet
ve açlık ve acı
genç çehreleri toprağın boz rengine bezeyen illet
cılız kemiklerin çökmüş avurtlara dokunuşu
sen eyy
öfkenin damar atımı
/uçsuz bucaksız kahırlarla yüklenmiş kinin yarattığı heyecan
dolaş yürekleri gizli fısıltılarla /
meşalelerin kanlı yansısı ateşten bir bulut gibi sarsın şehirleri
ve bozkırda /uçları bulutları aşan dağlarda /ilkbahar kuşları gibi söylensin türküleri madeni uğultuların
sussun artık bedeni yoklayan uyku
ve alnı özgürlüğe tutsak düş yolcularının /berrak suların yıkadığı kumsallara değsin ayak
 uçları

senin gülüşünü seviyorum /gülüşünü bunca acının içinden
ama halkım gülemiyor ağzı dolusu
kırdı kırıldı çocuklar kürdü türkü
arabı çerkezi
/yoksulluğu katıklayan kar yüzlü annelerin bağırlarına morarmış cesetleri düştü soğuk tenleriyle yavrularının/
okşarken minicik bebeğinin saçlarını/kan sürüldü avuçlarına kınalar bile yakmazken
lav silahları
mg3ler
m10lar
ve kimyasal gazlarla girdiler esmer tenli insan vücutlarına
bedensiz baş
kolsuz gövde
bacaksız ayak bıraktılar geride
geride utancını insanlığın

   1999 kırşehir                       coşkun edip soykan 

                                                      

  


bugün 96 ziyaretçi (146 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol