S O Y L U E D E B İ Y A T

william SHAKESPEARE

hayatı hakkında bilgi bu linktedir http://tr.wikipedia.org/wiki/William_Shakespeare
   


Sone-1

Artmasını isteriz en güzel varlıkların
Güzelliğin gül yüzü solmasın diye asla.
Bir güzel, yaşlanıp da göçünce bugün yarın
Anısı yaşar yine körpecik yavrusuyla:
Ama can yoldaşındır kendi parlak gözlerin.
Kendi ateşin besler ruhunun alevini:
Kıtlığa çevirirsin bolluğunu her yerin,
Kendi düşmanın gibi, ezersin can evini.
Şimdi sen yeryüzünün taptaze bir süsüsün,
Varlığın çiçek dolu bahardan müjde taşır,
Ama kendi koncanda ruhunla gömülüsün.
Pintiliğin arttıkça kendi sonun yaklaşır.
Dünyaya acımazsan, oburlar gibi ancak
Varlığın da mezar da güzelliği yutacak.


William SHAKESPEARE



2. SONE


Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı,
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
Gençliğin kibirli, süslü giyim kuşamı
Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;
Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,
Bencil utancıyla israfa övgüdür bu.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
"Benim güzel çocuğum beni kurtarır" dersen
"Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra."
Güzelliğin onda sürdüğünü göstersen!
O, sen yaşlandığında yeniler varlığını
Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.


William SHAKESPEARE
Çeviren : Talat Sait HALMAN



Sone-3

Aynaya bak da şunu gördüğün yüze söyle:
Sıra gelmiştir artık bir taze yüz yapmana,
Güzelliğini hemen yenilemezsen şöyle,
Yeryüzü yoksun kalır, lânetlenir bir ana.
Hiçbir güzel var mı ki el sürülmemiş rahmi
Senin sürdüğün çiftin ekinini tepecek?
Sırf kendini sevmenin mezarını ister mi,
Geleceği ahmakça durdurur mu bir erkek?
Sen annenin aynası olmuşsun da o sende
Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını;
Kendi dinç varlığınla görürsün pencerende
Kırışıklara rağmen, şu altın yıllarını.
İstersin ki varlığın unutulsun ve bitsin,
Bir kuru başına öl, izin de ölüp gitsin.


William SHAKESPEARE





Sone-4

Yola koyuldum ama, ilerlemek ne de zor;
Şu yorucu yol var ya, ben sonuna vararak
Rahata kavuşmayı umarken, şöyle diyor:
“Sen ne kadar gidersen dostun o kadar ırak.”
Beni götüren hayvan, üzüntümün yorgunu,
Güçbelâ yürür benim dert yükümü taşırken;
Zavallı, bir sezgiyle öğrenmiş sanki şunu:
Binicisi hız sevmez senden uzaklaşırken.
Kanlı mahmuzum bile onu öne süremez
Sağrısını öfkeyle bazen dürtükleyince;
Yalnız inilder de, başka yanıt veremez,
O, derisini deşen mahmuzdan keskin bence.
çünkü o inleyişten şu doğuyor kafamda:
benim derdim önümde, sevincimse arkamda.


William SHAKESPEARE



Sone-5


Her gözün takıldığı o bir-içim-su yüzü
Özenle, incelikle yaratan şu saatler
Birer zalim olup da vurunca yaman gürzü
O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hoş eser.
Durmak bilmeyen zaman, yaz’ı söküp götürür,
Yok eder iğrenç kışın kucağına atarak;
Özsu, ayazda donar, sağlam yapraklar çürür:
Güzellik kar altında, her yöne çıplak, çorak.
Özsuyu çiçeklerden çekip almamışsa yaz,
Cam duvarlar içine kapatmamışsa onu,
Güzel göçüp gidince güzellikten iz kalmaz:
Gelir, kendisi gibi, anılarının sonu.
Özsuyu çekilmişse, kış gelince o çiçek
Kupkuru kalsa bile, tatlı özü sürecek.


William SHAKESPEARE

11.Sone


Gençliğin günden güne kalırken gerilerde
Bir yavru yaratırsan alsın diye yerini,
Dinçken can verirsen o körpe can ilerde
Senden göçen gençliğe varıp yaşatır seni.
Böyle sürecek akıl, güzellik ve başarı;
Yoksa cinnet, yaşlanmak, çürümek var yer altında:
Hiç kimse düşünmese gelecek kuşakları,
İnsanlık sona erip giderdi üç batında.
Dünya çoğalmak için doğmayanlarla dolu,
Kaknem, kakavan, kaba: kısırlıktan bitsinler;
Yaradan vermiş sana en iyiyi, en bolu,
Bu cömert aramağana cömertçe karşılık ver
Seni kendine mühür yapmış, bunu böyle bil:
Sen de eşler yap diye, ölüp git diye değil.


William Shakespeare



Sone 15


düşünüyorum da, dünyada büyüyen ne varsa,
bir an tutunabiliyor yetkinlik noktasında;
şu koca sahnede sergilenen tüm oyunlarsa,
gizliden gizliye hep yıldızların etkisinde.
bakıyorumda, bitkiler gibi çoğalıyor insanlar,
aynı gökten açılıyor ya da kapanıyor yolları;
gençlikte kabarıyor, inişe geçince sönüyorlar,
silinmeye başlıyor akıllardan gösterişli günleri.
o görkemli gençliğin geliyor gözlerimin önüne;
savruk zaman belki çöküşle tartışmaya girdi bile,
gençlik gününü, karanlık geceye döndürsek mi diye.


AMA SEVGİN UĞRUNA ZAMAN'LA SAVAŞI SÜRDÜREN BEN,
YENİDEN AŞILIYORUM SANA, O NE GÖTÜRÜRSE SENDEN...


William Shakespeare





18. SONE


Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.


William SHAKESPEARE
Çeviren : Talat Sait HALMAN






20.Sone


Yaradan, kadın yüzü çizmiş sana eliyle,
İstek dolu sevgimin efendisi dilberi;
İnce kadın yüreğin öğrenmemiştir hile,
Bilmez kadınlardaki kancık döneklikleri;
Gözlerin daha parlak, kahpelikten yoksundur,
Neye bakarsa baksın altın yaldız kaplatır;
Erkeklerin en hoşu, en hoş şeyler onundur,
Erkekleri büyüler, kadınları çıldırtır.
Seni yaratmış olsa kadın olarak önce
Yaradan bile çılgın bir sevgi duyacaktı,
Ama bir hiç uğruna bir fazlalık verince
Varlığına doymaktan beni yoksun bıraktı.
Değil mi ki kadınlar için yaratmış seni,
Sen sevgimi al, onlar sömürsün hazineni.

WILLIAM SHAKESPEARE
Türkçesi : Talat Sait HALMAN




Sone 22


Yaslisin deseler de bana,inanmam aynalara,
Genclik ve sen ayni yastasiniz ya!
Ama zamanin yol yol izler actigini görürüm de sende,
Anlarim,ergec bana da gelip catacak ölüm.
Seni bastan ayaga saran su güzellik var ya,
Yüregimin en gösterisli örtüsü de o iste benim.
Gügsünde yasadikca yüregim, yüreginse ben de arttikca,
Kim der ki, nasil diyebilir ki, senden yasliyim?
Yeni dogmus yavruyu sakinir gibi ebesi,
Tasidigim yüregin üstüne ben nasil titreyeceksem.
Nasil sakinacaksam kendimi, kendim icin degil, senin icin;
Öyle sakin iste sen de kendini, ey sevdigim!


Geri gelir sanma yüregin, benim yüregim öldükten sonra;
Bana vermistin onu, unutma, geri almamak üzere bir daha.


William Shakespeare





Sone 23


Korkudan sahnede eli ayağına dolaşıp,
Rolünü şaşıran kötü bir oyuncu misali;
Ya da azdıkça içine sığmayan öfkesi taşıp
Kendi yüreğini zayıf düşüren çılgın biri gibi,
Unutuyorum, kendime güvenim olmadığından mutlaka,
Tam olarak söylemeyi aşk oyununun sözlerini;
Ve aşkımın yükü öylesine ağır geliyor ki bana,
Kendi aşkımın gücü karşısında eziliyorum sanki.
O halde, nedemek istediğimi bakışlarım anlatsın,
Konuşan gönlümün sessiz sözcüsü olsun onlar;
Aşkımı onlar açığa vursun, derdime çare arasın;
Öyle ki, hiç kalsın yanında, durmadan konuşanlar.


Ah, sessiz aşk neler yazmış, öğren artık okumayı,
Aşkın sırrına ermişler bilir gözleriyle duymayı...


William Shakespeare




Sone 24


Gözlerim ressam rolünü aldı ve kabartma çizgilerle,
Güzelliğinin biçimini gönlümün levhasına çıkardı;
Bedenime gelince, o da bu resmin çerçevesi oldu işte;
Malum, resmin konumundan bilinir usta ressamın sanatı.
Seni olduğu gibi yansıtan resim nerde diyorsan,
Ressamın içine bakıp hünerini orda görmelisin;
Camlarının parlaklığını senin gözlerinden alan,
Göğsümdeki sergide asılı resme ulaşmalısın.
İşte bak, gözler gözler için neler yapıyor!
Gözlerim senin şeklini çizdi, seninkilerse,
Gönlüme açılan birer pencere; güneş de bayılıyor
Onlardan içeri bakmaya, sen varsın diye içerde.


Ama gözlerin sanatında yine de bir eksiklik var:
Gördüklerini çiziyorlar yalnız, yüreği tanımıyorlar.


William Shakespeare




36’ncı Sone


İtiraf edeyim ki ikimiz apayrıyız
Birleşik olsa bile bölünmeyen sevgimiz:
Bu utanç lekeleri bende kalacak yalnız,
Bana nasib olacak çile doldurmak sensiz.
Duyduğumuz sevgiler birleşir bir bakıma,
Yaşamamızı bölen acıklı ayrılıklar
Sevginin birliğini altüst edemez ama,
Sevişmenin tadından tatlı saatler çalar.
Sevgilim olduğunu açıklamam artık ben
Yanıp yakıldığım suç lekeler diye seni,
Bana iyilik edip şeref veremezsin sen
Feda etmeden kendi adının şerefini:
Sakın buna kalkışma; öyle ki sana sevgim,
Benim olduğun için iyiliğin de benim.

WILLIAM SHAKESPEARE
Türkçesi : Talat Sait HALMAN



40. SONE


Hepsini al, sevgilim, ne sevgi varsa bende,
Çoktan senin olmayan ve sevgi sağlarsın ki?
Gerçek der misin ona eline geçirsen de
Sevdiklerimin hepsi sende değil mi sanki?
Sevgilimi alırsan gerçek sevgi uğruna
Ses çıkarmam onunla keyif sürdüğün için;
Sevgilime sırt çevirip el uzatırsan ona,
Kendini aldatırsan suçun büyüğü senin.
Tatlı hırsız, yine de bağışlarım suçunu
Sen varımı yoğumu aşırsan bile benden;
Oysa daha acıdır, sevnler bilir bunu,
Güzel sürtük, kötülük iyi görünür sende;
Biz düşman olmayalım canevini söksen de.


William SHAKESPEARE
Çeviren : Talat Sait HALMAN





Sone 50


Yola koyuldum ama, ilerlemek ne de zor;
Şu yorucu yol var ya, ben sonuna vararak
Rahata kavuşmayı umarken, şöyle diyor:
“Sen ne kadar gidersen dostun o kadar ırak.”
Beni götüren hayvan, üzüntümün yorgunu,
Güçbelâ yürür benim dert yükümü taşırken;
Zavallı, bir sezgiyle öğrenmiş sanki şunu:
Binicisi hız sevmez senden uzaklaşırken.
Kanlı mahmuzum bile onu öne süremez
Sağrısını öfkeyle bazen dürtükleyince;
Yalnız inilder de, başka yanıt veremez,
O, derisini deşen mahmuzdan keskin bence.
çünkü o inleyişten şu doğuyor kafamda:
benim derdim önümde, sevincimse arkamda.


William Shakespeare




55. Sonnet


Prenslerin o mermer ve tunç abideleri,
Senin kudretli şi'rin kadar dayanmaz asla;
Sen ki, her mısrasında kalacaksın dipdiri,
Zamanın kirlettiği köhne taşlardan fazla.
Varsın, cenkler devirsin heykelleri eliyle,
Boğuşmalar surları dibinden söksün bir bir,
Ne Mars, kılıciyle; ne harplar, yangın seliyle,
Hatıranın o canlı kaydını silebilir.
Ölüme, unutkanlık adındaki düşmana
Sen karşı duracaksın. Meth ü senan dolacak
Dehri akibetine sürükliyen zamana.
İstikbâlin gözüne sinip de nur olacak.
Kıyamette kıyama davranacağın gün de.
Bâkisin bu cihanda, aşıkların gönlünde.


William Shakespeare


Sone 57


Kölen olmuşum senin, elden başka ne gelir,
Gece gündüz el pençe divanım buyruğuna;
Geçirdiğim saatler baştan başa bir hiçtir
Sen buyurmuş değilsen çabalarım boşuna.
Senin için, sultanım, saatleri gözlerken
Ben kimim ki küseyim sonu gelmez günlere,
Kara kara düşünmem, acı çekmem özlerken
Uğurlar olsun dersen kölene sen bir kere
Ben kimim ki kıskanıp kuşkulanıp sorayım
Kimle içli dışlısın, nedir yaptığın işler;
Derdim günüm put gibi düşünmeden durayım,
Mutlu kıldıklarını bilmek içime işler.
Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da


William Shakespeare


Sone 61


Ağır gözkapaklarım, yorgun gece içinde
Hayalinle apaçık kalsın, dileğin bu mu?
Sana benzer gölgeler, gözümle eğlensin de
Keyfince parçalayıp geçsinler mi uykumu?
Gönderdiğin, ruhun mu canevinden uzağa
İşlerime gözkulak olsun, düşürsün diye
Aylak saatlerimi, utancımı tuzağa:
Hasedine, kuşkuna yardakçılık etmeye?
Hayır, sevgin çoksa da büyük değil o kadar
Benim kendi aşkımdır vermeyen uyku durak,
İşte öz sevgim, dirlik düzenliğimi bozar
Senin uğruna bana hep nöbet tutturarak.
Ben bekçinim, sen başka yerlerde uyanıksın:
Benden uzaksın, sana başkaları çok yakın.

William Shakespeare
(İngilizce'den çeviren Talat Sait Halman


66. SONE


Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

William SHAKESPEARE
Çeviren : Can YÜCEL



75. SONE


Bir an sevinç duyarken, korkuyorum sonra hemen,
Haydut yıllar çalar götürür diye hazinemi;
Bir an, başbaşa kalmaktan öte bir şey istemezken,
Sonra diyorum ki, alem niye görmesin sevincimi?
Bazan, sana baka baka kendime çektiğim ziyafetle,
Doydum sanırken, bir bakışın açlığıyla ölüyorum sonra,
Senin bana verdiğin ya da verebileceğinden öte,
Ne bir şeyden zevk alıyorum, ne de çabalıyorum almaya.
İşte böyle, her gün hem açlıktan ölüyor, hem tıkanıyorum;
Ya oburca her şeyi yiyorum, ya da hiçbir şeye dokunmuyorum.


William Shakespeare







76.Sone


Niçin benim şiirim yeni süslerden yoksun,
Ne çeşnisi yeterli, ne de kıvraklığı var?
İsterim ki çağına sırt çevirmeyip bulsun
Taptaze söyleyişler, yepyeni anlatışlar.
Yazdıklarım benziyor birbirine tıpatıp,
Bütün şiirlerimde niçin urbalar aynı?
Basmakalıp sözlerim beni ortaya atıp
Ele verir adımı, sanatımın aslını.
Şunu bil ki sevgilim ben hep seni söylerim:
Bir sensin, bir de sevgin kullandığım tek konu;
Eskileri yeniler en üstün şiirlerim,
Önceden ne yazmışsam yine yazarım onu:
Nasıl ki güneş her gün hem eskidir, hem yeni,
Sevgim de yenibaştan söyler her söyleneni.

WILLIAM SHAKESPEARE
Türkçesi : Talat Sait HALMAN




Sone 87


Hosca kal! Degerin cok yuksek, tutamam seni,
Biliyorum kendine ne paha bictigini;
Ozgurluge kavustun alip deger belgeni,
Iptal ettik sendeki hakkimin senedini
Nasil tutarim seni, saglamadan iznini,
Neyim var hak edecek senin zenginligini,
Bu essiz armagana kim layik gorur beni?
Bana verilmis berat, donup buldu vereni.
Sen vermistin kendini, bilmeden degerini
Ya da bana vermekle hata isledigini,
Bir yanlis anlamanin sonucu hediyeni;
Ama, o yine buldu hatayi duzelteni
Sen benimdin: ruyanin gorkemleriyle doldum.
Ben uykuda sultandim, uyaninca hic oldum

William Shakespeare
Çeviri:Talat Sait Halman


Sone 88


Gün gelip artık bana değer vermez olduğunda,
Senin yanında yer alıp kendime karşı çıkacağım,
Hor görüp yüz çevirdiğini gördüğüm zaman bana;
Haksızlık etsen de, senin hakkını savunacağım.
En zayıf yanlarımı en iyi ben bildiğime göre,
Çekinmeden açığa vurup arka çıkabilirim sana,
Kusurlarımdan hangisi benim için en büyük lekeyse
Beni kaybederken büyük şan kazanırsın aynı anda.
Üstelik bu işte benim için de kazanç var;
Çünkü seven düşüncelerim sana yöneldikçe daima,
İster istemez kendime vereceğim zararlar,
Sana yarar sağlarken, kat kat yarar getirecek bana.
Öyle bağlıyım ki ben sana, öyle ki benim sevgim,
Sen haklı olasın diye, her haksızlığı üstlenirim...


William Shakespeare

__________________



İnsanın Yedi Çağı


Bütün dünya bir sahnedir...
Ve bütün erkekler ve kadınlar
sadece birer oyuncu...
Girerler ve çıkarlar.
Bir kişi bir çok rolü birden oynar,
Bu oyun insanın yedi çağıdır...
İlk rol bebeklik çağıdır,
Dadısının kollarında agucuk yaparken...
sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı
Ayağını sürerek okula gider...
Daha sonra aşık delikanlı gelir,
İç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...
Sonra asker olur, garip yeminler eder.
Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
Savaşta atak ve korkusuz,
Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar...
Sonra hakimliğe başlar,
Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
Gözleri ciddi, sakalı ciddi kesmli...
Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
Ve böylece rolünü oynar...
Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle,
Gözünde gözlüğü, yanında çantası,
Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir.
Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir.
Son çağda bu olaylı tarih sona erer.
İkinci çocukla her şey biter.
Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz..


Bu yazı William Shakespeare'ın 'Nasıl Hoşunuza Giderse' adlı oyununun 3. Bölüm 7. Trajedyasıdır


William Shakespeare




Bahar Naktası'ndan Tisbe


Sahiden uyuyor mu?
Ahh! Kim vurmuş kumrumu?
Ben geldim, civanım, yiğidim, kalk!
Kalksana, konuşsana!
Görmüyor musun? Yoksa...
Örttü mü, gözlerini kara toprak?
Bu zambak dudaklara,
Şu zeren yanaklara,
Acımadın mı hiç kahpe felek?
Aşıklar, aşk timsali,
Gözü pırasa yeşili
Piremuz bırakıp gitti beni!
Hadi gel, tezcanlı ecel,
Gel bana, geline gel,
Batır mum sarısı ellerini,
Batır benim de kanıma!
Madem kıydın canına,
kopardın onun bamtellerini.
Konuşma artık, ey dil,
Sadık kılıç, naz etme, gel,
Odlara yanmış bağrımı dağla!
Bıçaklar kendini.
Geldim yolun sonuna,
Uğurlar olsun bana!
A dostlar, o dostlar, kalsın siz de sağlıcakla!


William Shakespeare




113.Sone


Senden ayrı düşeli, ben aklımla görürüm:
Bana göstersin diye yöneldiğim yerleri
El yordamından medet umarım, yarı körüm;
Gözüm görür gibidir, ama sönmüştür feri.
Bu göz, gönlüme hiçbir gerçek iz göstermiyor,
Ne kendi gördüğü kuş, ne çiçek, ne bir varlık;
Türlü görüntülerden akla hiç pay vermiyor,
Ama bir iz tutmağa gücü yetmiyor artık.
Görse bile en kaba, ya da en ince yüzü,
En çarpık yaratığı, en çok sevgi vereni,
Dağları ve denizi, geceyi ve gündüzü,
Kargayı ve kumruyu, hepsinde bulur seni.
Başka şey sığmaz, dolmuş seninle tıklım tıklım,
Gözümü sahte yapar gerçeği gören aklım.

WILLIAM SHAKESPEARE
Türkçesi : Talat Sait HALMAN






115.Sone


Sana önceden yazdığım dizeler yalan söylüyordu;
Seni bundan daha çok sevemem diyenler hani;
Ama o zamanlar aklım bir türlü almıyordu,
İçimdeki alevin daha da parlak yanabileceğini.
Oysa zaman, kralların fermanını bile değiştirir,
Yeminler arasına girer, milyonlarca oyunuyla,
Kutsal güzelliği karartır, sivri niyetleri köreltir;
Nice dik başları değişimin çarkına uydurur sonunda;
Heyhat! Ben de zaman denen zorbanın korkusuyla,
'En çok şimdi seviyorum seni,' diyemez miyim;
Aşkımdan kuşku duymadığım, en emin olduğumda,
Geleceği unutup, o güne taç giydiremez miyim.
Aşk bir bebek olduğuna göre, hayır, bunu diyemem,
Büyümesini sürdüren şeyi, büyümüş gibi göremem.


William Shakespeare




Sone 126


Hey ogul, guzel ogul, avucunda kiskivrak:
Vaktin donek aynasi, bir de saatli orak.
Sen ay gibi buyurken, serpilip gelisirken
Hepten cokmus gorunur kim varsa seni seven.
Yikimlara egemen olan Doga tanrica
Seni geri cekiyor sen hizla yol aldikca:
Amaci, hunerini sende kanitlayarak
Zamani rezil etmek, sefil anlara kiymak.
Simdi gozbebegisin, ama kork ondan, cunki
Tuttugu hazinesi sonsuz onun olmaz ki.


Ertelese de ergec hesabi kapanacak:
Yapacagi odeme sen olacaksin ancak.


William Shakespeare




sone 132


Vurgunum gözlerine, o gözler acır bana:
Bilirler, yüreğin hor görüp işkence eder;
Seven yaslılar gibi kara çekmiş sırtına,
Kıvranışımı özlü bir şefkatle süzerler.
Sabahleyin göklerde ışıyan güneş bile
Yaraşamaz Doğunun soluk yanaklarına,
Akşama yol gösteren gür yıldız, görkemiyle
Böyle ışık saçmaz loş Batının yarısına:
Yaşlı gözlerin daha çok yaraşır yüzüne.
Bana da bir pay ayır yüreğindeki yastan:
Seni yas daha güzel gösterir ele güne;
İşte acıma duygun sana biçilmiş kaftan.
"Güzel ancak karadır," diye yemin ederim,
Senin renginden yoksun olan çirkindir derim.


William Shakespeare


sone 139


Ah, sen kalbimi ezdin geçtin gaddarlığınla;
Şimdi üstüme atma tüm kötülüklerini!
Beni gözünle değil, şu dilinle yarala,
Hileyle değil, gerçek gücünle öldür beni.
Gözüme baka baka, "Sevdiğim başkası," de;
Canım, başka bir yana çevirme o bakışı;
Türlü aldatmlarla yaralmak da niye,
Zaten savunma gücü nedir ki sana karşı?
Seni bağışlasam mı? Ah, sevgilim bilir ki
Güzelim bakışları omuştur bana düşman.
Düşmanları hep benden öteye çevirir ki
Başkaları devrilsin o amansız oklardan.
Vazgeç, işte ben artık yarı ölüyüm ama,
Bak da büsbütün öldür beni, son ver acıma.


William Shakespeare




146.Sone


Zavallı ruh, günahkar toprağımın canevi,
Olmuşsun baş kaldıran güçler elinde köle;
Niçin yanar içinde dert ve yokluk alevi,
Oysa dış duvarların süslü boyalı böyle?
Günlerin sayılı da bu çürüyen konakta
Niye harcarsın ona sen varını yoğunu?
Mirasına aç gözlü böcekler konacak ta
Ne süs kalacak ne şan. Budur bedenin sonu.
Sen artık uşağının yitirdiğiyle geçin,
Seni yüceltsin diye o erisin, yok olsun;
Kof saatlerini sat sonsuzluk almak için,
Dışın yoksul düşsün de için servetle dolsun.
Sen de ölümle beslen nasıl ölüm can yerse,
Ölmek bitmiş demektir ölüm ölür giderse.

WILLIAM SHAKESPEARE
Türkçesi : Talat Sait HALMAN




Bazen


Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...


William Shakespeare




 

 

Bütün Mesele Hazır Olmakta

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin.
Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz.
Bütün mesele hazır olmakta.
Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bırakmış ne çıkar,
ne olacaksa olsun!


Hamlet'ten



 

W.SHAKESPEARE
60.sone

vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni
değmez bu yangın yeri,avuç açmaya değmez
değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini
değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz
değil mi ki ayaklar altında insan onuru
o kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış
ezilmiş,hor görülmüş el emeği,göz nuru
ödlekler geçmiş başa,derken mertlik bozulmuş,
değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın
değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene
doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın
değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e
vazgeçtim bu dünyadan,dünyamdan vazgeçtim ama,
seni yalnız komak var ya,o koyuyor adama

çeviren : Can YÜCEL



(PAYLAŞIM  meral  ÖZCAN şiir AKADEMİSİ)



 

Shakespeare. Şüphesiz dünyanın en bilinen isimlerinden biri. Oyunları gezegenin dört bir yanında çeşitli dillerde oynanıyor ve toplu eserlerini milyonlarca (belki de milyarlarca) insan okuyor. Dünya çapında onun eserlerini sahneleyen binlerce tiyatro kumpanyası var ve eserleri dünyanın dört bir yanında edebiyat derslerinde temel metin olarak okutuluyor. Stratford-Upon-Avon’un Ozanı’nın “büyük” olduğu malum, ama onu büyük ya da güncel yapanın ne olduğundan pek bahsedilmiyor. Shakespeare araştırmacılarının gelenekçiliğine göre, “bir dahi” olduğu için incelenmeye değerdir, o kadar. Bunda trajik bir şey var. Eğer açıklama burada kesilirse kendimizi Shakespeare ile özdeşleştirmemizi sağlayan pek çok şey kaybolup gidiyor. 21’inci yüzyıldaki her şey gibi, Shakespeare de “tüketime uygun” hale getirildi ve bu gerçeği yansıtmıyor. Shakespeare’in oyunları Scooter Libby’i utandıracak ölçüde müstehcen cinsellik, şiddet ve siyasi entrikalarla doludur.

Savaşın, yoksulluğun ve yolsuzluğun gölgesinde kalan dünyamızda Shakespeare’e siyasi gözle bakmamak giderek imkânsızlaşıyor. Bu Londra’daki Globe Tiyatrosu için de geçerli. 5 Mayıs’ta açılan “Roma’nın Uçları” başlıklı yeni sezon, açık bir şekilde tiyatronun dokuz yıllık kısa tarihi içinde en siyasi olanı. Yeni sanat yönetmeni Dominic Dromgoole’un idaresinde sahnelenen “Coriolanus, Antonius ve Kleopatra, Yanlışlıklar Komedyası ve Titus Andronicus” ozanın en yıkıcı, imparatorluğun saldırganlığına, ekonomik eşitsizliğine ve kontrolsüz mutlak iktidarın tehlikelerine en çok yüklenen oyunları arasında. Globe’un programında ilk kez sahnelenen iki yeni oyun da var: Simon Bent’in Cumhuriyet İngiltere’sindeki korsanlığı ve sınıf kinini incelediği “Kara Bayrağın Altında” adlı oyunu ve sosyalist oyun yazarı Howard Brenton’ın klasik aşk hikayesi “Abelard ve Heloise”den yaptığı uyarlama.

Amaçlı olsa da olmasa da, bu sezonun radikal karakteri oldukça aşikâr. Sahnelenen oyunlar bize ozanın alışkın olmadığımız, farklı bir yüzünü gösteriyor. Shakespeare radikal biri miydi? Ya da en azından siyasal mıydı? Bunu bilmek zor. Yaşamı hakkındaki bilgimiz belirsiz detaylardan ibaret. Ancak şunu biliyoruz ki Shakespeare büyük ekonomik ve siyasal değişimlere sahne olan bir çağda yaşadı. Eski düzen yeni güçler tarafından süpürülürken, İngiliz tahtının meşruiyeti bile sorgulanıyordu.

Eski gidiyor, yeni geliyor

Shakesperare 1564’te doğduğunda ilkel kapitalizm İngiltere’ye adımını atmıştı. 1492’de Yeni Dünya’yı “keşfeden” Columbus, tüccarlara sömürmeleri için yeni pazarlar açmıştı. Bu tüccarlar, toprak ağaları ve köylülüğün varlıklı kesimleri yeni fırsatları değerlendirdiler. Mallara talebin artmasıyla birlikte kârlar da tırmanışa geçti. Yeni sanayi kolları mantar gibi biterken, taze bir orta sınıf semirmekteydi. Gücü ve etkisi hızla artan bu sınıf, kraliyetin ve aristokrasinin yüzyıllardır süregelen konumunu tehlikeye düşürdü. Yeni burjuvazi, mahkemeler ve yargı organlarını kontrolünde tutan aristokrasiye ticaret kısıtları ve vergi kanunları dolayısıyla diş biliyordu.

Ortaya çıkan başka bir çatışma daha vardı: (ezici bir yoksullukla cebelleşen, ama görece emniyetli bir konumda bulunan) yoksul köylüler şimdi daha fazla kira ödemek veya efendilerinin yeni pazar ekonomisinde rekabet edebilmesi için daha fazla ürün sağlamak zorundaydılar. Talepleri karşılayamayanlar acımasızca topraklarından tahliye ediliyorlardı. Birçoğu iş bulmak için şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Aynı yükümlülükler kentli tüccarlar için üretim yapan küçük zanaatkârlardan da bekleniyordu. Emek giderek daha fazla kolektifleşirken, burjuvazinin yanında yeni bir sınıf şekilleniyordu: İşçi sınıfı.

Dört bir yanda her şeyin “doğal düzen”i bozuluyordu. “Tudor Efsanesi” eski düzeni meşrulaştırmak için kullanılırken, yeni burjuvazinin yükselişi tanrının iradesiyle çelişiyordu. Dünyanın dört bir yanında fetih ve kâr için savaşlar yapılıyordu. Yeni bir proletaryanın oluşumu hem eski hem de yeni düzendeki sömürünün görünür hale gelmesini sağladı. İngiltere’nin Shakespeare’in ölümünden yalnızca 25 yıl sonra siyasi ve toplumsal bir devrim sürecine girdiğini unutmak kolay. Bu devrim krallığı yıkıp kısa bir süreliğine cumhuriyeti getirerek tarihin yönünü değiştirdi. Gerek bu gidişatın, gerek Shakespeare’in üç sınıf arasındaki sert mücadelenin ortasında bulunmasının, Shakespeare’in eserleri üzerinde etkisi olmadığını söylemek körlüktür

Shakespeare’in oyunları tüm bu sınıflardan iyi betimlenmiş karakterlerle doludur. Zirveye çıkmak için her şeyi yapmaya razı hırslı Makyavellistler, umutsuzca iktidarı ele geçirmeye çalışan çürümüş zorbalar ve yalnızca yaşamını sürdürmeye çalışan sıradan insanlar. Shakespeare’in eski ve yeni düzene bakışı herhangi bir oyunu dikkatlice okunduğunda fark edilebilir. Marksist edebiyat eleştirmeni Aleksandr Smirnov şöyle der: “İki çağın -çoktan ölmekte olan feodalizmin ve halen doğum aşamasındaki kapitalizmin- sınırında duran Shakespeare, iki düzeni de etkin bir şekilde eleştirmiştir. Bir yanda açgözlülüğü, altının gücünü ve hazır para kültünü teşhir eden Shakespeare, (...) öte yandan hikayelerinde koca bir ülkenin vahşi, kanunsuz feodal beylerce yönetilmesinin tehlikesini ve vahametini gösterir…”

Roma’nın uçları

Tarihsel açıdan bakıldığında Shakespeare’in oyunları yalnızca aşk, onur ve insanlık halleri ile ilgili hikâyeler değil, ama mücadele içindeki toplumsal güçleri konu alan eserlerdir. Juliet Romeo ile evlenemez, çünkü orta sınıf ailesi onu bir prensle sözlemiştir (o zamanlarda yükselmek isteyen insanlar için tipik bir hareket). Hamlet kendisiyle ve gaspçı amcasıyla mücadele etmekle kalmaz, bunu bir siyasi karşılığın ortasında yapar. Toplumdan dışlanan Kral Lear tüm hayatı boyunca ayakta tuttuğu sistemin adaletsizliğine söver: “Bu zavallıların çektiklerini siz de çekin ki, / İhtiyacınızdan fazlasını onlara verip / Tanrıların şimdikinden daha adil olduğunu gösterebilesiniz.”[1]

Aynı tarihsel perspektif hâlihazırda Globe’da oynayan oyunlar için de geçerli. Bu sezonun “Roma’nın uçları” olarak adlandırılmış olması önemli. Roma İmparatorluğu, Elizabeth İngiltere’sinde büyük ilgi odağıydı. Zira tıpkı İngiltere gibi Roma da bilinen dünyanın çoğunu yutan fetihlerle muazzam bir servet kazanmış, senatörler ve imparatorlar arasında sert mücadelelere sahne olan, köle ordularınca kurulmuş devasa saraylara sahip bir toplumdu.

Shakespeare’in çöken Roma’sı pek çok açıdan İngiltere’ye bir uyarıydı. Bizim de bu oyunlardan öğreneceğimiz çok şey var.

Dünyayı etkileyen onca kararın ayrıcalıklı bir azınlığın kaprislerine bağlı olduğu bir zamanda, Antonius ve Kleopatra’daki gizli kapaklı pazarlıklar yankılanıyor. Gelir eşitsizliği görülmemiş bir seviyeye ulaştığında, Yanlışlıklar Komedyası’nda öfkelerini kölelerinden çıkaran ikiz efendilerin küstahlığı ( her ne kadar vahim bir kimlik karmaşası yaşamaları komikse de) çarpıcı. Ve kibirli liderlerin kendilerine karşı çıkan her ulusa kılıç salladıkları bir dünyada, işgalci Titus Andronicus’un başına gelen yıkım ve üzüntüden bir şeyler öğrenmemiz faydalı olacaktır.

Ancak Shakespeare’in oyunlarından hiçbiri, Globe’un bu sezonki açılış oyunu olan Coriolanus kadar siyasi değildir. Hamlet veya Macbeth kadar meşhur olmasa da, şüphesiz en ustaca oyunlarından biri. Roma ordusunda bir general olan başkahraman, Volkerler’e karşı savaştaki liderliğiyle nam salmıştır. Ancak savaşın bedelini Roma’nın açlıktan ölen ve fakirlikten bitap düşmüş sıradan vatandaşları ödemektedir. Oldukça tanıdık bir durum. Bir imparatorluğun uçsuz bucaksız serveti askeri işgallerle ayrıcalıklı bir azınlığı zenginleştirmek için kullanılıyor. Tahıl yığınları kullanılmadan öylece yığılı dururken, yoksullar açlıktan ölüyor. Oyun, büyük bir kargaşa sahnesiyle açılıyor ve vatandaşlar silah niyetine ellerine geçirdikleri alet edevatla başkente yürüyorlar. Öfkelerini generale ve temsil ettiği zengin kliğe yönlendiren vatandaşlar, savaşa son verilmesini ve depolanan tahılın dağıtılmasını talep ediyorlar. Coşkulu bir konuşma yapan öfkeli bir vatandaş imparatorluğun büyük servetinin yoksulların sırtından kazanıldığına işaret ediyor: “Bizi kederlendiren zayıflık, sefaletimizin nedeni, onların servetini zikretmek için bir döküm; bizim acı çekmemiz onlar için kazanç. Gelin, belimiz bükülmeden mızraklarımızla intikamımızı alalım: Tanrı biliyor ki bunu söylerken intikama susamadım, yalnızca ekmeğe açım.”

Sırf bu replik için sahneye çıkmasına karşın, Shakespeare bu adsız emekçiye oyunun içindeki en zekice ve kışkırtıcı konuşmayı yaptırmış. Kitleler açlıktan ölürken servet biriktirmekle meşgul olan tüm toplumlar için geçerli oldukça sert bir eleştiri. Sıradan insanları hor gören “kahraman” Coriolanus ise sürekli onları yanına çekmeye çalışır. Seyirci için çatışma halindeki sınıflar arasında geçen, dünyanın nasıl idare edilmesi gerektiğine dair bir tartışmaya müdahil olabilmek için ender bir fırsat. Seyircilerin aktif katılımını sağlamak için Globe bu oyunda sahneyi seyircilerin içine uzanan platformlarla genişletmiş, askerler ve vatandaşlar seyircilerin arasına yerleştirilmiş, böylece tartışma canlı ve kaçınılmaz hale getirilmiş.

Coriolanus’ta sahneye taşınan tartışma gerçek dünyada halen devam ediyor. Edebi kaymak tabakasının istemediği şey ise bunun farkına varmamız. Ancak bu kaçınılmaz bir şey. Shakespeare’in dersleri hala güncel ve solun bu eserlerin bilgeliğine ve ilhamına her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.
ALEXANDER BİLLET / ÇEV.: SİNAN DİNÇE

__________________
PAYLAŞIM sibel  EYLÜL(ŞİİR AKADEMİSİ)



SONELERİN KONULARI


Shakespeare’in 154 Sonesinin genel konusu, sevgidir; öyküsü ise bir sevgi serüveni. Bu öykünün dört kişisi var: Ozan (belki Shakespeare’in kendisi, belki bir anlatım aracı olarak yarattığı bir ozan), sarışın erkek sevgili, esmer kadın ve rakip ozan.

İlk Sonelerde ozan kendisine ihsan ve yardımlarda bulunan bir genç aristokrata güçlü ve heyecanlı bir sevgiyle bağlıdır. Sonraları, bir rakip ozanın göze girmesi ve başka sadakatsizlikler yüzünden acıklı durumlara düşer. Son Sone, bir esmer kadına duyulan cinsel sevgiyi anlatır. Bu kısa özetten anlaşılacağı gibi, 154 Sone ozanın soyut sevgiden cinsel bağıntılara kadar geçirdiği türlü türlü ruh olaylarının öyküsü gibidir.

Genel konunun gelişmesi bakımından, Soneler çeşitli sıra ve sınıflara konulabilir, ama en belirli bölme şudur:

1. Sone l’ den Sone 126’ya kadar soylu gence yazılmış olanlar,

2. Sone 127’den Sone 152’ye kadar esmer kadına yazılmış olanlar,

(Sone 153 ve 154, dizinin bütünlüğünden ayrı düşmektedir.

Bunlar, iki eski Yunan şiirinden çok serbest ve aksak olarak İngilizceye aktarılmıştır.

SONELERDE SHAKESPEARE’İN KİŞİLİĞİ:


Tanınmış çağdaş ozan eleştirici Stephen Spender, Sonelerin düzensiz olarak tutulmuş bir şiir günlüğü ya da bir karşılıklı konuşmanın yarısı gibi olduğunu söylüyor. Sonelerde Shakespeare’in kendi yaşantılarını ve iç dünyasını ne dereceye kadar yansıttığı üzerindeki tartışmalar Ondokuzuncu yüzyıl başlarından beri sürüp gelmektedir. İngiliz Romantiklerine göre, Shakespeare Sonelerde varlığının en gizli yönlerini bile çırılçıplak ortaya dökmüştür.

Yirminci yüzyılın - hele son kırk elli yılın - bellibaşlı Shakespeare uzmanlarının çoğu, Romantiklerin görüşüne taban tabana zıt bir düşünceyi ileri sürüyorlar. Onlara göre, Soneler bir otobiyografi değildir, bir gönül serüveninin öyküsü olarak yazılmamıştır. Shakespeare Sonelerde kendinden önceki ve çağındaki ozanların başlıca sevgi konularını kullanmış, gerek sone biçimi, gerek estetik anlayış ve ruhsal duyarlık bakımından bir geleneğe uymuş, gününün modasını kabullenmiştir. Peter Quennell ve Northrop Frye gibi iki bilgin eleştiriciye göre, Sonelerin temaları Rönesanstan beri belirli bir söyleyiş geleneğinin çerçevesi içinde sürüp gelmekteydi; Shakespeare kendi gönlünün değil, bu estetik anlayışın şiirini yazmıştır. Hemen hemen bütün trajedi ve komedilerinde olduğu gibi, kendi ağzından konuşmamış, «bir azam» (kendisinden başka bir ozan) yaratarak onu bir araç diye kullanmıştır.

Bu iki görüşten hangisinin ağır bastığını kesinlikle söylemek mümkün değil. Belki de bu konudaki tartışma hiçbir sonuç vermeden sürüp gidecek. İkisi ortası bir değerlendirme, akla yakın görünüyor: Soneler, gerçek anlamda otobiyografik olmasa bile Shakespeare’in ruhunun ve yaşantılarının bazı yönlerini apaçık ya da üstü kapalı olarak yansıtsa gerektir. Soneler herhalde bir itiraflar dizisi, bir günlük, bir soyunma değildir ama, Shakespeare’in bu şiirlere kişisel yaşantılarını sık sık koymuş olmaması havsalaya sığmaz. Bu bakımdan, Sonelerin Shakespeare’in kişiliğine yer yer ışık tuttuğu yargısına varmak yanlış olmaz.

SONELERDE DİL VE SÖYLEYİŞ:


Shakespeare, Sonelerinde genellikle piyeslerinin çoğundan daha açık ve duru bir dil kullanmıştır. Gerek duygularının açıkça bildirilmesi, gerek kıvrak bir ritm sağlanması için, Shakespeare bol sayıda kısa kelimeden yararlanmak yoluna gitmiş. Üstelik, Sonelerde piyeslerinin birçok yerini zorlaştıran mitolojik ve tarihi adları kullanmaktan ve yoğun benzetmeler yapmaktan kaçınmıştır.

Yine de bazı Sonelerde bulanık ve karışık satırlar var. Shakespeare, yer yer benzetmelerini birleştirerek okuyucuya çetrefil anlamlar veriyor. Belki Shakespeare’in arasıra titiz davranmamış olması yüzünden, belki de eski baskı yanlışları yüzünden, içinden çıkılmaz duruma girmiş satırlarla da karşılaşıyoruz. Vakit vakit ozanın birtakım söyleyişleri zorladığını ve çirkin eğretilemeler yaptığını görüyoruz. Ama Sonelerin en büyük zorluğu, söz oyununda. Bazı satırlarda anlaşılması güç, iki üç anlamlı kelimeler ve söyleyişler var. Hemen hepsi bile bile yapılmış olan bu söz oyunları üzerinde Shakespeare uzmanları uzun zamandır çalışıp tartışmışlardır. Söz oyununun baştan sona sürdüğü 135 sayılı Sonede «Will» değişik satırlarda ayrı anlamlara geliyor ve sık sık aynı yerde birkaç anlam birden veriyor: «Will» hem Shakespeare’in ilk adı olan William’ın kısa şekli, hem de bazı uzmanlara göre Shakespeare’in sevgilisinin adı; ayrıca «will» İngilizcede «irade», «vasiyetname», «istek», «bilerek yapmak» gibi anlamlara geliyor.

Shakespeare, aynı Sone içinde bütün bu anlamları kullanmış; bazı satırlarda «will» yukardaki anlamların iki ya da üç tanesini birden veriyor. Böyle söz oyunlarının başka dillere aktarılması, değme çeviricileri başarısızlığa uğratmıştır. Denebilir ki, Sonelerdeki söz oyunlarının hepsini tam olarak çevirmek, hiçbir babayiğitin harcı değildir.

ESMER KADININ KİMLİĞİ:



Bu konu üzerinde uzun araştırmalar sonuç vermemiştir. Yeni belgeler ortaya çıkmadıkça esmer kadının kimliği gizli kalacağa benzer.

Onsekizinci yüzyılın sonunda George Chalmers, esmer kadının Kraliçe I. Elizabeth (1533 - 1603) olduğunu ileri sürdü. Sonraları, Shakespeare’in karısı Anne Hathaway, Penelope Rich, Shakespeare’in metresi olduğu sanılan Davenant gibi adlar ortaya atıldı. Elizabeth Vernon ile Mary Pitton, bazı bakımlardan esmer kadının niteliklerine uymaktadır.

Elizabeth’in nedimelerinden biri olan Vernon, 1598 Mayısında Southampton’la evlenmiş aynı yılın Kasımında çocuk doğurmuştu. Bu nedenle, Southampton kontu Henry Wriothesley bir süre hapis yattı. Mary Fitton da Elizabeth’in nedimelerindendi; 1601 Martında Pembroke Kontu William Herbert’ten bir çocuk doğurunca Herbert hapse girdi. Bu bakımdan, Shakespeare’in son Sonelerinde birkaç kere açıkça sözkonusu ettiği utanç, rezalet, yüzkarası gibi olaylar ya Southampton-Vernon, ya da Pembroke-Fitton skandalı ile ilgili olabilir.

George Bernard Shaw, «Sonelerin Kara Kadını» adlı piyesinde Mary Fitton’ı kabul ediyor. Bununla birlikte, esmer kadının kimliği kesinlikle bilinmemektedir.

SARIŞIN GENCİN KİMLİĞİ:


Shakespeare 154 Sonesinin ilk 126’ sını güzel, sarışın ve soylu bir gence yazmıştır. 1609’da çıkan ilk Sone kitabı, W. H. harfleriyle tanıtılan birisine armağan edilmiş olduğu için, adı bu harflerle başlayan soylu kişinin kimliği bugüne kadar aranmış ve tartışılmıştır. Üçüncü Southampton Kontu Henry Wriothesley (1573-1624), birkaç bakımdan akla yakın görünüyor ama, onun adının ilk harfleri W. H. değil, H. W. -Başka adaylar arasında Pembroke Kontu William Herbert (1580-1630), Southampton Kontunun üvey babası William Harvey (Hervey), basımevi sahibi Thomas Thorpe’un arkadaşı William Hall, William Hathaway, William Holgate, Shakespeare’in yeğeni William Harte var. W.H. harflerinin «William Himself» yani «Shakespeare Kendisi» anlamına geldiği ileri sürülmüştür. Oscar Wilde, Will Hughes adında bir genç aktör uydurmuş ve Shakespeare’in ona tutkun olduğu görüşünü savunmuştur. Bir yorumcu ise genç adamın Shakespeare’in kendi oğlu olduğunu öne sürmüş ve bütün Soneleri buna göre sıralayıp yorumlamıştır.

Şimdiye kadar bulunan belgeler, sarışın güzel gencin kim olduğunu kesin olarak öğrenmemiz için yeterli değildir. Bu bakımdan, gerçek kimliğini değil, Sonelerdeki şiirsel kimliğini gözönünde tutmamız uygun olur.

SONELERİN GENEL ÖNEMİ:


Shakespeare’in sanatında Sonelerin önemli bir yeri olduğu, belirli ve bilinen bir gerçek. Belli başlı trajedi ve komedileriyle birlikte Sonelerinin de titizlikle okunup değerlendirilmesi, Shakespeare’in yaratıcılığını bütün yönleriyle görüp anlamak bakımından bir zorunluluk olmuştur.

Soneler, salt şiir olarak, Shakespeare’in lirik dehasını, dramatik eserlerinde sezinlediğimizden çok daha yoğun bir güçle karşımıza çıkıyor. Üstelik, Shakespeare’in birçok kişisel yaşantıları -hatta yer yer iç dünyasının gizli köşeleri o Sonelerde gözler önüne seriliyor.

Bu iki yönden, bilginler ve eleştirmenler Soneleri gözden geçirmişler, yorumlayıp tartışmışlardır. Sonelerle ilgili birtakım muammalar da Shakespeare uzmanlarını öteden beri uğraştırıyor. Bu cevapsız sorular, Sonelerin yazıldığı yıllardan Shakespeare’in kendisini Sonelerinde ne denli açıkladığına kadar değişiyor.

SONELERİN BİÇİM VE ÖZELLİKLERİ:


Rönesans İtalyasında başlayan sone türü, Shakespeare’den önce İngiliz şiirinde geniş ölçüde kullanılmış ve geliştirilmişti. Shakespeare, soneyi olgun bir lirik şiir aracı olarak kıvama erdirmiş, bu türün en sağlam ve canlı örneklerini vermeyi başarmıştır. Bilginlerin yaptığı incelemelerden Shakespeare’in Petrarch (1304-1374), Pierre de Ronsard (1524-1585) ve Torquato Tasso (1544-1595) gibi yabancı ve


Sir Philip Sidney (1554-1586) ile Samuel Daniel (1562-1619) gibi İngiliz ozanlarının sonelerini okuyup etkilendiğini öğreniyoruz.

Shakespeare, İtalyan ve Fransız sonesinden biçim bakımından değişik olan İngiliz sonesini kullanmıştır:

_______ a
_______ b
_______ a
_______ b
_______ c
_______ d
_______ c
_______ d
_______ e
_______ f
_______ e
_______ f
…… ______ g
…… ______ g


Uyak düzeninde görüleceği gibi, İngiliz sonesi üç dörtlükle bir beyitten meydana gelmişe benzer. Genellikle birinci dörtlük, konuyu sunar; ikinci dörtlük konuyu genişletir; üçüncü dörtlük geliştirip doruğa götürür; son iki satır ise şiirin özünü ve özetini verir. Shakespeare, Sonelerini her zaman bu sıraya göre yazmış değildir elbette. Biçim bakımındansa fazla değişiklik yapmamıştır.

Sone 126’da 14 değil, 12 satır vardır; Sone 135 apayrı bir uyak düzeniyle yazılmıştır (abab/bcbc/adad/aa).
Shakespeare, Sonelerinde, piyeslerinde olduğu gibi, çoğunlukla «iambic pentameten> ölçüsünü kullanmıştır. Bu ölçüde, satır sırayla biri vurgusuz, biri vurgulu olmak üzere on heceden meydana gelir. Vurgusu’z heceler yerine bir (.), vurgulu yerine de bir kısa çizgi (-) koyarsak satırın ölçüsünü şöyle gösterebiliriz:

. _ . _ . _ . _ . _.

Bu ölçünün İngiliz şiirinde ve Shakespeare’de uygulanışı kesin bir kurala bağlı kalmaz: Vurgular yer değiştirebilir, bir iki hece eklenebilir, satırlara çeşitli ritmler konulabilir. Böyle değişiklikler olsa da olmasa da, bu ölçü ses ve anlam vurgularındaki belirli ayrımlar dolayısıyla iniş çıkışlı ve kıvrak bir ahenk sağlar.

Shakespeare yeryüzünü baştan başa sahne olarak görmüş ve kendi sahnesine bütün yeryüzünü sokmağa çalışmıştır. Ama, hem oyun yazarı, hem şair olan Shakespeare’in bütün dünyası sahne değildi. Yaşantılarının birçoğunu trajedilerindeki ve komedilerindeki kişilerin sözleriyle dile getirmekle yetinmedi, şiirleriyle de açıkladı.

Büyük yazarın iç dünyası, Sonelerindedir. Bu özlü şiirlerde, dramatik ses değil, lirik ses egemendir. Çoğu, derin duyguları, güçlü heyecanları, acıları ve sevinçleri anlatır. İngiliz şairi William Wordsworth Soneler için diyor ki:

«Bu anahtarla Shakespeare gönlünün kilidini açmıştır.»

Onaltıncı yüzyılın sonlarında yazılmış olan Sonelerde, Shakespeare insan ruhunun birçok boyutlarını yansıtmış ve yaratmıştır. Baştan sona okunduklarında incceik sevgilerden yaman cinsel iştahlara kadar değişen bir gönül serüvenini anlattıkları görülüyor.

Soneler, denebilir ki, İngilizcenin en ünlü şiir dizisidir. Hem de dünya aşk edebiyatınin en güzel örnekleri arasındadır. İngilizce, bu şiirlerde, gerek duygu ve düşünce derinliği. gerek söyleyiş zenginliği bakımından, ölümsüz bir yere ulaşmıştır.

Sonelerin önemi, özellikle üç yönden büyüktür:

1 - Salt şiir olarak, Soneler’in çoğu, benzeri az bulunur güzelliktedir. Ünlü Hayyam çevirmeni Edward FitzGerald şu övgüyü boşuna yazmış olmasa gerek: «Soneleri titizlikle okuduğum güne kadar bana yarı-tanrı gibi göründüğü için Shakespeare’i yarı tanıdığımı söylersem yargımın aşırı olduğunu sanmam.»

2 - Soneler, Shakespeare’in iç dünyasının birçok yönlerine ışık tutmaktadır. Büyük İngiliz ozan ve eleştirmeni Samuel Taylor Coleridge’in oğluna Shakespeare’in kafasını anlamak için Sonelere başvurmasını salık vermesi bunun içindir.

3 - Soneler, ünlü yazarın dramatik sanatçılığı ile lirik sesi arasında kesin bağlar kurduğu için de ilginçtir.

Sonelerin tümünü başka herhangi bir dile aynı biçimle, aynı kafiye düzeniyle çevirmek, düşünülebilecek en zor çeviri işlerinden biridir. Nitekim, birçok dillerde, tüm Sonelerin çevirisi yoktur. En gözüpek çevirmenler bile, bu mihnetli işi üstlenmekten ürkmüş gibidirler .

İngilizceden Türkçeye sone çevirisi, iki dilin yapısı ve ses düzeni birbirine hiç benzemediği ve vakit vakit ters düştüğü için, büyük zorluklar çıkarmaktadır. Belki de bu yüzden, Shakespeare’in oyunlarının üçte ikisi-bazıları altı yedi kez,- dilimize çevrildiği halde, Soneler genellikle ihmale uğramıştı. Tüm Sonelerin ilk çevirisi 1979 yılında Saadet Bozkurt ve Bülent Bozkurt tarafından yayınlandı. Titizlikle hazırlanmış olan ve orijinallere sadık kalan bu yararlı çalışmada:, çeviriler vezinsiz, kafiyesiz, düzyazı iledir, yer yer mısraların açıklamasını yapıyor gibidir; şiirsellikten çok uzaktır. Bence, şiirsellik yönünden,en başarılı örnekler arasında, Sabri Esat Siyavuşgil’in bir, Can Yücel’in iki sone çevirisi vardır.

TÜM SONELER / Talât Sait Halman

(alıntı,karakutu'dan)
PAYLAŞIM sibel EYLÜL ŞİİR AKADEMİSİ


































   

bugün 133 ziyaretçi (163 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol