S O Y L U E D E B İ Y A T
ilhan berk söyleşi ve değerlendirmesi
İlhan Berk: Uçtaki yeni
13/07/2007
MAHMUT TEMİZYÜREK (Arşivi)
.
Son kitabı Tümceler Geliyorum'da 'Hep uçlar, hep uçlar ilgilendirdi beni. (Bir de şafaktakiler.) ' diyor İlhan Berk. Bu kitabı da Adlandırılmayan Yoktur gibi, 'şiir değil'. Berk'in 'ad' ve 'tümce' kavramında yoğunlaştığı yeni bir deneyim ve bu ancak Berk'in poetikasıyla açıklanabilir. İzleyen bilir; dünyada ve Türkiye'deki modern dönemin belirli şiir akıntılarının her birinde yıkanmış ve her konakta varolandan başka deneyimci bir tutum izlemiştir Berk. Şimdi de son iki kitabında zihin, algı ve şiir alanında yeni uçlar deniyor. Adların, tümcelerin aydınlığında kalmış karanlık bölgeleri yokluyor; uçlarla ilgileniyor yine. İlhan Berk'in uçları, her durumda 'hayat algısı' olmuştu. Ondaki yeni, bu algının şiirsel yenilikle buluşması, bütünlüğüydü. Bu kavramı açmalıyız.
Modern çağla birlikte neredeyse 'tanrı'nın, 'tanrısal mutlak'ın yerini aldı 'hayat'. Çalışmak hayat değildi bu bakışa göre, eğitim hayat değil, sanat hayat değil, büyümek hayat değil, hepsi 'hayat' için katlanılan zorunlu bir çabaydı. Kuramlar hayat değil, 'hayatın soğuk yüzü'ydü. 'Hayatın yeşil ağacı' bambaşkaydı ve aslolan o yeşil ağaçtı. Şairler 'aslolan hayat' diyenlerin başında geliyordu; horlanan, kıyılan, harcanan canın önemini hissettirmek için 'hayat'ı yüceltiyorlardı. Ama bu anlayışla, asla yaşanmayacak, hep uzakta olacak bir 'hayat' arzulanmaktaydı, hiç ulaşılamayacak bir hayat. Bu anlayışın yoğunlaştığı bir dönemde, şöyle sesleniyordu İlhan Berk.
Ruhum,/ İlhan Berk köprüden geçiyor duyuyor musun? / Bir serçe yavaş yavaş uçuyor/ Bir balık başını suyun yüzüne çıkarmış bakıyor/ Düştü düşecek dalından bir yaprak. (Saint-Antoine'ın Güvercinleri)
Bu şiir Türkiye'de yeni bir benlik oluşumunun başlangıç işaretlerinden biri oldu. Şiirin ilk halinin tarihi de adı da '22 Temmuz 1950'dir. Berk'in önemle üstünde durduğu ve dört yıl sonra yeniden yazdığı bu şiir, İkinci Yeni'nin de işaretlerindendi. Yeni bir 'şair' tutumu vardı akan dizelerde. 'Şimdi' vardı öncelikle, 'ân' vardı, o ânı yaşayan ve kaydeden, ânı kendine hatırlatan bir birey vardı. Şiir, 'hayat' adlı tanrının hikmeti için bir araç değil, hayatın kendisi olarak beliriyordu. Bu ilk eylemin devamındaki şiirlerde de hayat için ısrar aynı yöndeydi: Birey, şairse şairin edimi, marangozsa marangozun, aşıksa aşığın edimi olarak betimleniyordu hayat. Mutlak bir olgu değil, bireyin sürmekte olan eylemiydi hayat. Şairin mutlak'a apaçık yanıtı, şiiriydi. Şöyle bir yanıt hem de: Hem her şey şiirlerde değil miydi? / Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde/ Gider gelirdi.
Şairse, şiirin işçisiydi İlhan Berk'e göre. Şiir, şairin izlenimiydi, ânı duyuşuydu; algısı, yargısı, bakışıydı. Şair, özerk bir benlik olarak yeniden tanımlanıyordu, İlhan Berk'le ve İkinci Yeni şairleriyle birlikte. Şair benlik, yeni, modern ve özgür bireydi Berk'te. Bu 'şair'i o icat etmemişti. Rimbaud'dan, Baudelaire'den Mallarme'den, Lautreamont'dan Gerçeküstücülere doğru gelen yeni bir benlik eylemiydi. Bu uğurda bedeli ağır yaşantılar denemişti şairler. 20. yüzyılın başında Gerçeküstücüler, bireyin bilinçaltına büyük önem veren otomatik yazı denemeleri yapmışlar, algının ve sezginin kapılarını zorlamışlar, uçlarda yaşamışlardı.
İlhan Berk yeni şiirin uçtaki icracılarındandı. Şiirinin, Fransa'da Yeni Hava akımının kurucusu Apollinaire'in 'Zone' şiirinden doğduğunu söyleyecekti bir söyleşide. 'Zone'daki gibi, kentin gündelik yaşam akışının izleyicisiydi şair. Şair özne sıradanlaşıyor, ama kentsel zamanın düşünür-gezer bir öznesi olabiliyordu bu şiirde. Her şey şiir olabilirdi, şairin bunu görmesi, duyması, izlemesi ve kaydetmesiydi önemli olan.
İlhan Berk, sözünü yerleşik beğeninin en uzağına kurarak konuşuyordu. Blake'in, Poe'nun, Mallarme'nin, Apollarie'nin şiirlerindeki şair, İlhan Berk kılığına bürünüyordu kimi kez. İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı, Köroğlu, Galile Denizi... 'Kendilik' duygusunun olağan haliyle deniyordu dünyadaki yeni şiiri. Taklit ederek değil, kendinde bir duyuşla deniyordu. Türkçe'de karşı olduğu şiirse sözel şiirdi. Kendisi de sosyalist olduğu halde Nâzım Hikmet'in söylevci sözel şiirine bu nedenle uzak durdu. Necip Fazıl, Ahmet Haşim daha yakındı Berk'e.
Bir yeryüzü gezginliği olarak şiir
İlhan Berk, şiiri canlı bir varlık gibi hayal ediyordu. Canlı ama sürekli gözetilmesi, bakılması, özenilmesi, nerede yaşamakta olduğunun izlenmesi ve her an hissedilmesi gereken gerçek bir varlık. Şairi şiirin zanaatçısı kılan bir anlayışı vardı. 'Kimi zaman kendimi salt şiire bırakırım' diyen tutkulu bir meslek erbabıydı ondaki şair: 'Yazmak, özellikle de şiir yazmak, bir ihtiyaçtır. Yazmak eyleminden ancak o zaman söz edebiliriz. Kökene, her seferde de kökene dönmektir. (...) Her zaman yazmak olasılığı vardır. Direnme yeterdir, şiir her zaman başka bir ihtiyaçtır. Bunu derinden duymadıkça başarılamaz. Oysa bir yaprağın düşmesi yetebilir şiir yazmak için. Ama değil, çok başka bir şey gerekiyor: Kendindenlik'tir bu. Bir dua okur gibi gelmelidir: Kendiliğinden. Oysa, direndikçe bir kıpırtılar olur hep. Buna güvenmemeli. Beklemeli. Beklemeli. Yazmalı, yazmalı da diyebilirim, ama hiçi, hiçi yazmaktır bu. Nice kağıtlar gidip gelecektir, yazılacaktır ama çaresizlik sürecektir hep. Yazmak zaten silmek, boyuna silmektir. Benim yaptığım da bu.' (Müjde Bilir ile Söyleşi, Kitaplık, Temmuz 2007, Sayı:107) .
Şiire bağlanmayı, bir yeryüzü gezginliği olarak tasarladı. 'Yeryüzü sözcüklerdir' diye düşünmekteydi. Artık yeryüzünde ve gökyüzünde var olan her nesne, soyut ya da somut her varlık, düşünülmüş her şey, yazılmış her şiir şairin gezi alanı olarak tasarlanmıştı; 'Benden habersiz bir şiir asla yazılamaz' diyecek kadar. Hızla geçip giden değil, içe ve dışa doğru, dikey ve yatay gezinen, bazı anlarda uzun uzun duran bir gezgingöz. Bir gezgingöz olarak İstanbul'a, Galata ve Pera'ya baktığında göz keskinliği de kartografya düşkünlüğü de görüldü. Kentin bu iki kadim semtini, yazısıyla öyle bir havalandırdı ki her gün baktığı kente yeniden bakmak istedi birçok insan.
İlhan Berk, şiir yazmış olmakla, varoluşunu şiirsel deneyimle sınamış olmaktaydı. Kendi varlığı ile, öbür varlıkları şiir üzerinden buluşturuyordu; buna metafizik 'varlık'lar da dahildi. Dünyadaki her şeyi şiirsel deneyimle yaşantılaması isteğine, 'kendi kendiyle bir düello' da denebilir, bitmez bir düello. İnsanın, her durumda kendini sınamasının, varoluşunu 'şimdi'nin karşısında tazelemesinin bir yoluydu bu düello. İlhan Berk'te her koşulda şair kalabilmek için sert, riskli bir varoluş sınavı. Galata'da da öyle Şifalı Otlar arasında da, Atlas'ta, Kül'de, Aşıkane'de, Requem'de ve bütün 'Şeyler'de. Berk için bu deneyim yolu hem şairin hem de şiirin gizli tarihi oldu. Bu deneyim, mekan ve zaman içinde kısıtlanmamış bir bakışın cesareti oldu aynı zamanda: 'Gördüm de söylüyorum sonsuzluk her yerdedir' diyecekti o benliğin özgüveniyle. Bu duyguyu kazanmak için yaşadığı çileyi bazen övünçle anlattı, bazen de yakınıyla. Ama kesin olan şu ki, yazmak dışındaki yaşantılara kapalı bir benlik işlemekteydi bu şiir üzerinde. 'Bir sayrılığım var benim' diyordu bir söyleşide: 'Dünyaya, dünya ile benim arama hiçbir şey koymadan bakarım. Birbirine benzeyen iki şey yoktur; bunu bilmemiz bile yeter. Yeter çünkü gerçeklik, öz ile varoluşun birliğidir. (Hegel'in kulakları çınlasın) . Her sözcük dünyayı yoruma tutmak, ona bir anlam vermekte yatar. Yazmak, budur. Bir çakıltaşı tansığıyla doludur. Bir topluiğnenin de öyküsü vardır. Dil, bunda başı çeker. Şairin bütün varlığı dilin içinde döner. Bu alışveriş her şeyidir onun. Yaşamaz şair, yazar. Bu, yaratıcı yalnızdır, ayrılmıştır demektir.' (Cumhuriyet Kitap, A. Şebnem Birkan söyleşisi, 30 Eylül 2004, Sayı: 763.)
Bu sözler, İlhan Berk'in yazısının, yetmiş yılı aşan tutarlı poetikasının özetidir. Ancak özetlenemez bir şairdir İlhan Berk. Irmağı özetlemek nasıl olanaksızsa, özetlenemez bir akışkanlıkla yaşamıştır şiir serüvenini. Biz onu ırmağa benzetsek de, onun kendiliğine dair yanıtı çok açıktır:
- Nesnelerin dili olsa sizin için ne söylemesini isterdiniz?
- Bütün nesnelerin 'bizden birisi' demelerini isterdim.' (Şeyler Kitabı)
paylaşan sibel EYLÜL