S O Y L U E D E B İ Y A T

dadaizm



Dadaizm

 

 

            1916'da, şair Tristan Tzara'nm öncülüğünde, İsviçre'de başlayan "Dada" ya da "Dadacılık" ve doktor şair Andre Breton öncülüğünde, Fransa'da 1924 yılında ilk bildirisini yayın­layan  Gerçeküstücülük   (Surrealisme)   birbirine   biraz   da hısım iki şiir akımıdır. Şiir akım ve okullarının toplumsal değişimlerden, ülke­nin yeni sosyal durumundan, dış ülkelerdeki sanat ve düşün etkinliklerinden, eskiye usanç ve bıkkınlık, yeniye özlem duygusundan kaynaklanarak doğduğunu söylemiştik.

Toplumsal Değişimler

O halde önce Yirminci Yüzyıl başındaki Avrupanm top­lumsal değişimlerine, toplumsal olay ve çalkantılarına bir göz atalım:

            Üretim ve pazar yarışı: Yeni makinaların bulunması, sö­mürgelerden akan hammadde, maliyeti düşürme çabası, özgür yarışma sanayi üretimini sürekli artırıyordu. Bu artan üretim için gerekli hammadde ve yeni pazarlar bulma yarışı çelişkileri ağırlaştırmıştı. Yavaş yavaş birbirine düşman iki grup ortaya çıktı: Gruplardan birinin başında İngiltere, diğe­rinde Almanya bulunuyordu. Pazar ve sömürge sorunlarının bir an önce çözülmesi gerekiyordu. Ama yeryüzünde artık "yararlanılabilir"  topraklar kalmamıştı. Topraklarına sömürgeler katma siyasetine ötekilerden sonra atılan büyük devletler, başta Almanya, ABD ve Japonya, hammadde kaynakları, pazar bakımından kendilerini, hakları yenilmiş horlanmış sayıyorlar, bu yüzden de sömürgelerin ve etki alanlarının yeniden paylaşılması sorununu ortaya atıyorlardı. Sömürge sahibi olmak isteyen Almanya, karşısında sürekli İngiltere ve Fransa'yı buluyordu. Ayrıca, bir türlü çözümlenmeyen Alsace-Lorraine sorunu, Fransız-Alman ilişkilerini gittikçe gerginleştiriyordu.(ı)

Petrol sorunu: Ülkesinde petrol çıktığı için Amerika, üretimini daha ucuza mal ediyor, hem üretimini, hem pazarlarının sayısını artırıyordu. Amerika ile yarışabilmek için İngiltere'nin Ortadoğu petrollerini ele geçirmesi, bunun için de Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması gerekiyordu. Almanların koltuğuna giren Abdülhamit İngiliz-Amerikan petrolcü­lerine, petrolün ne işe yaradığını bilmediği halde, salt işkillendiği için, Ortadoğu'dan tek karış toprak satmadı, ayrıca, bir fermanla, petrol bölgelerindeki özel kişilerin mülklerini de "miri arazi", yani hazine arazisi sınırlarına aldı. İngilizler için tek çıkar yol Abdülhamit'in devrilmesiydi. Kendilerini para ve danışmanlarla donanmış bulan Jön Türkler, bir hükümet darbesiyle Abdülhamit'i tahttan indirdiler. Bu darbe, Gülbenkyan ve Entelijans Servisçe imzalanmıştı".(2)

Abdülhamit'in düşüşüyle Türkiye'de Almanlar da göz­den düştü. Bu durum İngiltere ile Almanya arasındaki gerili­mi daha da artırdı.

Balkanlar: Balkanları ele geçirmek için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya arasında sürekli bir yarış, ayrıca, Güneydeki slavlar konusunda Sırbistan'la sü­rekli sürtüşme vardı.

Silahlanma giderleri: Bu anlaşmazlıklar nedeniyle ülkelersilahlanıyor, ulusal gelirlerinin önemli bir bölümünü silahlanmaya harcıyordu. Öyle ki, silahlanma giderleri artık çekilmez bir hal almıştı. Halkların yaşam düzeyleri boyuna düşüyordu.

Birinci Dünya Savaşı: Böylece savaş çıktı, ardında yıkımlar bıraktı. Yenenleri de yenilenleri de yıprattı, bezginlik, yılgı, korku, yoksulluk ve yoksunluklar doğurdu. yakınlarını kaybedenler, ölümle burun buruna gelenler yaşa­ma karşı güvenlerini yitirdiler, yaşam bir hiçtir, insan bir hiçtir duygusuna kapıldılar.

Burjuva tanrıtanımazlığı: Fransa'da yirminci yüzyıl baş­ları, Kilise ile laik burjuvalar, burjuva cumhuriyetçiler ara­sındaki savaşıma tanık oldu. Din gücünü hayli yitirdi. Maddeciliği de benimsemeyen kentsoylu tanrıtanımazlar, Tanrıdan kalan boşluğu dolduramayınca bu kez yaşamın saçmalığı'nı ileri sürdüler.

Sovyet Devrimi: Rusya'da gerçekleştirilen devrim Avrupa'daki ekonomik, toplumsal, hukuksal ve dinsel tüm kuru­luşları ve inanışları sarstı. Tüm burjuva değer yargıları sına­va çekildi.

Böylece Avrupa iki büyük olaya tanık oldu: Birinci Dünya Savaşı ve Sovyet Devrimi.

Ve bu iki büyük olaya koşut olarak da sanatta başlıca iki eğilim ortaya çıktı: Çağın bunalımından, eşitsizliklerinden, dengesizliklerinden örgütlü ürün ve davranışlarla kurtulmak isteyenlerin yöneldiği, yazında toplumcu sanat, devrimci sanat, güdümlü sanat adlarıyla geçen örgütlü sanat ve bunalımlardan kendini, kendi ben'ini, bilinçaltını araştırarak kurtulmak isteyenlerin yöneldiği bireyci sanat.

Şimdi de bu akımın nasıl doğduğunu Dadacılığın kuru­cusu Tristan Tzara'dan izleyelim. Tristan Tzara,  Mayıs 1950'de, Ribemond-Dessaignes'in kendisiyle yaptığı bir radyo konuşmasında "Dadacılık"ın doğuşu üstüne şunları söyler: "DADA'nın nasıl doğduğunu anlamak için, bir yandan, Birinci Dünya Savaşı sırasında, bir grup gencin, adına İsviçre denilen o hapishanedeki ruh halini, öte yandan o devirdeki sanat ve edebiyatın entellektüel düzeyini bilmek gerekir. 1916-1917 yıllarında savaş sanki hiç bitmeyecek gibiydi, sonu gelmiyordu bir türlü. Öyle ki uzaktan uzağa, benim ve arkadaşlarımın, bizlerin gözünde daha bir büyüyordu. Tiksinti ve başkaldırı böyle başladı. Düşülküsel edilgenliğin (pacifisme utopique) tuzağına da kolay kolay düşmeksizin savaşa kesinlikle karşıydık. Savaşı ortadan kaldırmak için önce kökünün kazınması, onu yaratan nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini biliyorduk. İçimizde sabırsız bir yaşamak arzusu vardı ve çağdaş denilen uygarlığın bütün kuruluşlarından, hatta temelinden, mantı­ğından, dilinden nefret ediyorduk. Başkaldırı öyle biçimlere bürünmüştü ki acayiplik estetik değerleri bile çiyneyip geçiyordu. Unutmayalım, o zamanlar yazında insansal olan her şeyi gölgeleyen aşırı bir duyarlık vardı ve kötü zevk yüksek­ten atıp tutarak sanatın bütün alanlarında egemenliğini ko­yuyor, en bayağı ürünlerle burjuvazinin gücünü sergiliyor­du..."

Tzara, "Gerçeküstücülük ve savaş - sonrası "nda ise şunları yazar:

"DADA aktörel bir gerekten, salt aktöreye ulaşmak iste­ğinden, tüm zihinsel yaratıların ortasındaki insanın, insansal tözün yoksullaşmış kavramlarına, ölü ilke ve değerlere ve haksız kazançlara karşı üstünlüğünü onaylayan derin duy­gudan doğdu. DADA bütün bir gençliğin ortak başkaldırı­sından, bireyin, tarihe, mantığa ya da toplumsal aktöreye al­dırmadan doğasının derin isterleriyle kaynaşma özleminden, bu özlemden kaynaklanan başkaldırıdan doğdu. Neydi doğasının bu derin isterleri? Onur, Aktöre, Aile, Sanat, Din, Özgürlük, Kardeşlik, daha bunun gibi insansal özlemleri yanıt­layan nice kavramlar, kurumlar. Bunların hepsinden kala kala kemik yığını kalmıştı, çünkü bu kavramlar, bu kurum ve kuruluşların iliği sömürülmüş, ilk anlam ve içerikleri yok olmuştu. Descartes: "Benden önce insanların var olduğunu bilmek bile istemem" der. Bu sözü yayın organlarımızdan birinin başına koyduk. Dünyaya yeni bir gözle bakmak istediğimiz, bakış açımızı bile yeniden gözden geçirmek istediği­miz, bizden öncekilerin, büyüklerin dayattığı doğruyu ve diğer değer yargılarını sınavdan geçirmek istediğimiz anla­mına geliyordu bu."

Şöyle bir durumla karşılaşıyoruz:

Sürüp giden Birinci Dünya Savaşı, sonuçlarıyla, özel­likle savaş görmemiş genç kuşakta, bu arada genç sanatçılar kuşağında yılgınlık doğuruyor ve savaşa karşı çıkıyorlar.

Bu karşı çıkış, "savaş kötü, o halde biz savaşa katılmı­yoruz" şeklinde edilgen (pacifisme utopique) değil. Etken.

Savaşı ortadan kaldırmak için önce kökünün kazınma­sı, onu yaratan nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğinibiliyorlar.

Savaşı yaratan yozlaşmış onur, yurt, aktöre, aile, sanat,din, özgürlük, kardeşlik gibi kurumlarıyla, yozlaşmış bir değer yargıları dizisiyle, hatta diliyle ve temelini oluşturan tümkuruluşlarla burjuvazinin ta kendisidir.

O halde burjuvaziyi bütün bu kuruluşlarıyla söküp atmak, ilk anlamını yitirmiş onur, yurt, aktöre, aile, sanat, din, özgürlük, kardeşlik, değer yargıları, dil gibi kurum ve kuruluşlara salt aktöreye, erdeme uygun yeni bir anlam ka­zandırmak gerekir.

Tüm kurum ve kuruluşları yozlaşmış bir burjuvazinin elbette sanatı da yozdur. Yapmacık, aşırı bir duyarlılık in­sansal olan her şeyi, üstüne çöküp, gizliyor. Yukardan atıp tutan kötü bir zevk sanatın her alanında egemen.

Burjuvazinin bütün kurum ve kuruluşlarını, bu arada sa­natını da yıkmak gerek.

Burjuvazi ve onun nice savaşlar çıkarıp, kargaşalar yaratan yoz kurumlarına ilk başkaldıran Tristan Tzara ve arkadaşları  mıydı? Aynı tepkiyi çok öncelerden Baudelaire ve Rimbaud

da göstermişti. Ne diyordu Baudelaire?

"Acımasız aktöre yasalarının yeni örnekleri ve yeni kurbanları olarak, yaşadığımızı sandığımız şu yerde geberip gideceğiz (...) Din mi, ondan söz etmeyi ve kalıntılarını araştırmayı gereksiz buluyorum, zira Tanrıyı yadsıma zahmetine bile girişmek başlıbaşına rezillik.(...)

Bu servet çağında hâlâ varolabilirse, Tüze servet yapmayı bilmeyen yurttaşları toplumdan atacak. Karın, ey burjuva, bundan böyle karın, yasallığa dörtdörtlük bir alçaklığı da katarak, kasanın kül yutmaz ve sevdalı koruyucu meleği karın dörtdörtlük bir kapatma olacak (Füzeler, XXII)."

Soyunmuş Yüreğim'den:

"Yararlı bir insan olmak bana hep iğrenç geldi."

"Çağımın insanlarının anladığı anlamda bir inancım yok çünkü tutkum yok.(XI)"

"Cinayet üstüne görkemli imparatorluklar, suç üstüne soylu dinler kurulabilir (XI)".

"Demokrasi üstüne kurulmuş monarşi de, cumhuriyet de saçma ve güçsüz (XXII)".

"Her tüccar kafadan sakattır. Ticaret doğaldır, yani alçak­ça (XXV)."

"Şu dünyada her şeyden suç fışkırıyor: gazeteden, duvar­dan ve insan yüzünden.(XXXI)"(1)

Ne diyordu Rimbaud?

"Sanayiciler, saylavlar, soylular, geberin Canları cehenneme tarih, tüze ve erk'in"

"Cumhuryetler, krallar, ordular - yeter be!-Sömürgeler, halklar, çanınıza ot tıkansın, Avrupa, Asya, Amerika, yerin dibine batın" (Dert mi bana yüreğim?) '

    "Silahlandım tüzeye karşı"

(Cehennemde Bir Mevsim)

."Bütün uğraşılardan iğreniyorum. Ustalar da işçiler de  hepsi hödük, hepsi iğrenç.

Hiçbir şeyden, kendi bedenimden bile yararlanmadan, ve bir kara kurbağasından daha başıboş, önüme gelen yerde yaşadım.(...) Aşağılık bir soydum hep (...) Her şeyi kapladı aşağılık soy halk deenilen şeyi, usu, ulusu ve bilimi (...) Günüm doldu gidiyorum Avrupa'dan (...) Kime kiralasam kendimi? Hangi hayvana tapsam? Hangi mübareğe saldırsam? Hangi kalpleri kırsam? Hangi yalanı söyleyip dursam? - Hangi kanda yürüsem?

En çok şu yasalardan kendimi korumalıyım.(...) Hiçbir zaman bu halktan biri olmadım, hristiyan değildim hiç; ce­hennem azabında şarkı söyleyen soydanım; yasalardan anlamam; aktöre nedir bilmem (...) Sizler kafadan sakatlar, yırtı­cılar, pintiler. Tecimen zencisin sen; yargıç, zencisin sen; general zencisin sen; imparator, yaşlı bit, zencisin sen (...) Sıtma ve kanser soluyor bu halk. (...) Ateş edin, ateş edin üs­tüme! Alçaklar! Kendimi öldürüyorum! Atların ayaklarına atıyorum kendimi! (Kötü Kan)"(ı)

Savaşa ve savaşın tek kaynağı olarak gördükleri burjuvazinin tüm kurum ve kuruluşlarına baş kaldıran, içlerinde Tristan Tzara, Hans Arp, Richard Ruelsenbeck'in debulunduğu on iki genç sanatçı yeni etkinliklerine isim arıyorlardı. 8 Şubat 1916. İsviçre'nin Zürich kentindeki Terrasse Biraevinde konuşup Larousse'un sayfalarını çeviriyorlar. Henüz uygun bir sözcük yok. Tristan Tzara elindeki kitap açacağını rasgele Larousse'a sokuyor, sayfayı okurken gözleri parlıyor birden. İşte ilginç bir sözcük: DADA. Hem de anlamsız, çocuk dilinden. Hani bizde çocuklar deynekten atlarını sü­rerlerken "deh! deh!" derler ya, bunun gibi bir şey. Öneriyor Tzara, "etkenliğimizin adını DADA koysak mı?" Öneri oy birliğiyle onaylanıyor.

Topluluk ilk gösterisini 30 Mart'ta Zürich'teki Voltaire Biraevi'nde düzenliyor. Afrika müziğinin eşliğinde Tzara, Huelsenbeck ve Janko doğaçtan söyledikleri dadacı şiirlerini okuyorlar. İlk yayınları ise 15 Mayıs'ta çıkıyor, adı Voltaire Biraevi 1916. Bu dergide dadacı Tzara, Hans Arp ve Richard Huelsenbeck'in yanı sıra, Apollinaire, Picasso, Cendrars, Modigliani, Marinetti ve Kandinski'nin de imzaları var.

Denilebilir ki Dadacılar'ın gerçek anlamda ilk yayınları Tzara'nm haziran ayında çıkan on altı sayfalık yapıtı "Bay Antipyrine'in ilk göksel serüveni".Şair şunu söyler orada:

"Şiirin tüm görünümleriyle, hatta karşıt-şiir haliyle de canlı bir güç, düzyazının ise zorunlu değil de rastlantıya bağlı bir iletişim aracı olduğunu kanıtlamak söz konusuydu. Bu nedenle de kendimizi nitelendirmeye kalkmayıp dadacı­lar adını seçtik".

Bir yıl sonra, 1917'de Tzara dile ve şiir diline hayli karşıt, söz dizimi çok değişik, uydurulmuş sözcükleri de içeren di­zeler yazmaya başlar. Öyle ileri gider ki yazın çevresi şiirleri­ne şapkadan rastgele çıkan sözcükler adını takar.

Topluluk, özellikle Tzara bir yandan Voltaire Biraevi'nde gösteriler düzenlerken öte yandan Paristeki sanatçılarla ve Apollinaire'le ilişkiler kurar. Picabia'ya göre "Eğer zamansız ölmeseydi Apollinaire de mutlaka Dadacı olurdu."

Tzara,  Reverdy'nin  Kuzey-Güney  ve  Pierre Albert Birot'nun SIC dergisiyle yazışmalar yapar ve Paris'te ilk kez şiirleri Kuzey-Güney'de yayınlanır. Bu arada Zürich'te temmuzda Dada I, daha sonra Voltaire Biraevi, aralık'ta Dada II çıkar. Ve bir yıl sonra, 1918'in aralık ayında Tzara ünlü 1918 Dada Bildirisini yayınlar ve şunları söyler orada:

"Acımak yok. Arınmış bir insanlık umudu ancak kırım ve kıyamdan sonra gerçekleşebilir...

Beynin ve toplumsal örgütün çekmecelerini kırıyorum her yerde, aktöre kurallarını altüst edip, cennetin elini   cehenneme, cehennemin gözlerini cennete fırlatıyor ve evrensel bir sirkin doğurgan çarkını her bireyin gerçek düşlerine yeniden yerleştiriyorum...

 Baktığımız her şey sahtelik dolu. Yemekten sonra ha pasta yemişsin, ha kiraz, varılacak sonuç da aynı şey benim için, önemli olduğunu sanmıyorum...

Sistemlere karşıyım, ilke olarak, kabul edilebilir tek sistem sistemsizlitir...

Bunun gibi..."    -

Barselona'dan gelen Picabia'nın, ardından Marcel Duchamp'ın katılımıyla Dada etkinliği daha bir            genişler. Zü­rich'teki bir konferansta ilk kez Tzara soyut sanat 'tan söz

eder.

Tzara ve diğer bazı Dadacılar savaş son bulur umuduyla Rusya'daki sosyalist devrimi selamlar, ancak rus devrimcile­rinin ülküsüne kayıtsız kalırlar. Alman Dadacıları ise tersine spartakist eylemine katılarak devrimden yana tavır koyarlar. 1919'da Aragon, Breton, Soupault, Eluard ve Ribemont Dessaigne Tzara ile bağlantı kurarlar. Çıkardıkları Edebiyat dergisi yeni bir edebiyatın doğacığı umuduyla Dada etkenli­ğine büyük ilgi gösterir. Bazı kuşkuları olmasına rağmen Edebiyat'ın şair ve yazarları önce Dada III, daha sonra Dada IV - V'e katılırlar. 2 Nisan 1919'da Tristan Tzara, ünlü şiiri Maison Flake ile Edebiyat 'da yer alır. Eluard Hayvanlar ve İnsanlar'da DADA'yı onaylar gibidir.

Edebiyat'ın şair ve yazarları 23 ocak'ta, Paris'te Törenler Sarayında Dadacılığı tanıtmak için bir gösteri düzenlerler, keton ve Tzara birer acayip şiir okurlar. Kürsüye yeniden Çıkan Tzara rastgele gördüğü bir gazeteyi eline alır ve ilk yazıyı zil sesleri ve kahve değirmeninin gıcırtıları eşliğinde şiir diye okumaya başlar. Dinleyiciler kısa süren bir hayret ve şaşkınlıktan sonra şiddetle yuhlarlar. 5 şubat tarihinde Ba­şsızlar Salonu'nda yeni bir gösteri düzenlenir ve Charlie Chaplin'in de Dadacılar'a katılıp gösteride hazır bulunacağı duyurulur. Bu duyuru büyük ilgi çeker, hayli dinleyici gelir, Dadacılar yalancı fişekler ve tıkırtılar eşliğinde bir şeyler okur, bir şeyler söylerler. Sonra aniden salonun bütün ışıkları söner ve mikrofondan gelen bir ses duyulur: "Yaptıklarımızdan hiçbir şey anamıyorsunz değil mi sevgili dostlar? Zaten biz de henüz pek az şey anlayabiliyoruz!"

Ses susunca salonu bu kez dinleyicilerin yuhları, protestoları doldurur.

Protesto ve skandallara rağmen konferans ve gösteriler iki yıl sürer Pariste. Bu arada bildiri, kitap, dergi ve broşür gibi Dadacı yayınlar vitrinleri doldurur. Aragon Edebiyat'ta çıkan Sistem DO yazısında etkinliği destekler:

"Sistem DO özgürlük sağlıyor size: her şeyi kırıp dökün dost yüzler. Kızdığınız her şeyin efendisi sizlersiniz. Yasalar yaptılar, aktöre koydular, estetik kuralları sürdüler önünüze ve bunlar pek ince şeylerdir dediler. Nerede ince şey varsa kırıp dökün. Gücünüzü gösterin bir kez. Bir an gelecek bir şey size direnecek. Kıramadığınız şey sizi kırıp efendiniz ola­cak".

1921'de Eluard Atasözü'nü (Proverbe) kurar, Picabia 39V yayınlar. 1921 şubatında DADA Dergisi DADA sözcüğünü açıklayabilene 50 frank ödül vereceğini yazar ve DADA'nm benimsediği SAF APTALLIK'ı benimsemeyen herkese baş­kaldırın

Hareket içinde çözülmeler başlar. Picabia Dadacılığı boş bir etkenlik görüp Tzara'ya sataşır. Ardından Breton kopar, sanatçı kişiliğini bulan şair, Bilim Adamları Derneği salonun­da Maurice Barres'ye karşı suçlama ve yargılama oturumu düzenlemeye kalkan Tzara'yı eleştirir.

1922 başlarında Breton'un öncülüğünde Çağdaş Zihniyeti savunma ilkelerini belirleme Kongresi düzenlenir. Sanat ala­nında yenilikçi hareketlerin temsilcileri Kongrede yer alacak. Tristan Tzara çağrıyı şöyle yanıtlar:

"... İnanın ki dostlar, ne size ne de Komitenin diğer üyele­rine karşı kişisel bir tutum söz konusu değil. Bütün eğilimle­re yer verme arzunuzu takdirle karşılıyorum, bu arada bana gösterdiğiniz ilgiye de teşekkürler.

Ancak, düşüncem odur ki, eğilimlerin, türlerin karışımından doğan günümüz çöküntüsü gericilikten daha da tehlike­lidir. Kongrenin Hazırlık Komitesi Breton'un öncülüğünde şu bildiriyi yayınlar:

Komitemiz, Zürih'den gelme "bir hareket'in öncüsü olarak tanınan kişinin tutum ve davranışlarına karşı halkoyunu uanık olmaya çağırır, reklam hırsına kapılmış iki yüzlü bir admın çıkar hesaplarına izin vermeyeceğimizi açıklarız".

 Tzara ertesi gün şu yanıtı verir:

"Kongre komitesinin bayağı saldırılarına cevap vermenin gereksiz olduğuna inanıyorum. Çağdaş sanatın yedi temsilcisi acaba bir tek kişiye saldırı düzenlemek için mi toplantıya çağrıldı? Bu sorunun cevabını da başkalarına bırakı­yorum".17 şubat'ta Paul Eluard, Georges Ribemont-Dessaignes, Erik Satie, Tristan Tzara yenilikçi sanatçıları, protesto toplan­tısına çağırırlar:

"Büyük kongrenin çağdaş sanatı sınırlandırmak ve basit reklamlar yapmak için düzenlediği bürokratik ve gülünç ha­zırlıklar meyvesini şimdiden vermeye başlayıp düzenleyici­lerin gerçek zihniyetini, yaşayan ve canlı olanı yok etmek, her alanda tepki göstermek arzusunu sergileyen karışıklık­larla sonuçlanıyor. Zürich'ten gelen şu ya da bu kimseye cephe almıyor.

Her tür kişisel sorunun dışında, bizler, birilerinin babalık taslayıp özgürlüğümüzü savunmaya kalkması olayına son vermek gerektiği kanısındayız".

Toplantı 17 şubat sabahı olur. Breton, "Zürich'ten gelme" ve "reklam hırsına kapılmış iki yüzlü kişi" sözünü Tzara için kullandığını, amacının hakaret değil, Tzara'nm kongreye zarar vermesini önlemek olduğunu söyler. İçlerinde Eluard  ve Cocteau'nun da bulunduğu kırk beş kişi, bir kararla konferans yetkisini Paris Komitesinden aldıklarını açıklarlar. Konferans böylece ilk toplantısından sonra dağılır. Daha sonra  Eluard,  Ribemont-Dessaignes ve Tristan Tzara "Le Coeur a harbe" adlı bir yayın organı çıkarıp amaçlarını duyururlar:      

"Bu dergide ne edebiyat ne de şiir bulunacak. Biliyoruz ki kopma kaygısızca yaşadığımız şu dönem gibi küçük bir nemin ruh halini bazan çok iyi açıklayan bir durumdur"

Mart ayında Breton, Soupault ile birlikte yeni bir Edebiyat dergisi çıkarmaya başlar ve derginin yayını 1924 haziran'ına dek sürer. Birinci sayısında Breton Freud ile yapılan bir konuşmayı, Tzara ise Kont Lautreamont üstüne bir not yada çğlık yazısını yayınlar. Ancak dergide Tzara'nm adına bir daha rastlanmaz. Breton Tzara'yı gözden düşürmek, silip atmak içnin elinden geleni yapar. İlk bildirisi 1924'de yayınlanan Gerçeküstücülük'ü kurarak DADA Etkenliği'nin defterini dürer. İsviçre'de başlayan Dada'dan yalnızca Tristan Tzara'nın adı kalır.

Neydi   DADA,  bu  kısa  ömürlü  şiir  eyleminin amacı neydi?

a.         Sanatta katıksız ve tam bir başkaldırı,

b.         Şiirin içerik ve biçim olarak şiddetin denetimsiz baskı ve buyruğu altına girmesi,

c.            Düşüncenin ve dilin kaynaklarına saldırı,

d.         Anarşist bir şiddet aracılığıyla, hammadde ve biçim yönünden şiirin bozulmamış ilk doğal hali'ni bulmak.

e.         Mevcut şiir dilinin ve şiir zihniyetinin değiştirilmesi,  j
Dadacılar ve Tzara'nın söyledikleri aslında hiç de yeni değildi. Okurlar bu kitaptaki Rimbaud'yla ilgili bölümlere bir daha göz atarlarsa aynı şeyleri elli yıl önce Rimbaud'nun da söylediğini anımsarlar. Dadacıların başkaldırısını Rimbaud'nun çağdaşı, şiir dünyasının çok erken yitirdiği Laut-reameant (Işodore Ducas) da da bulabiliriz.

DADA şairleri uygulamada da başarılı olamadılar. Okur onların ürünlerine şapkadan çıkma sözcükler, yani tombala dizeleri adını takıp, şiirleriyle alay etti.

Avrupadaki kısa ömürlü Dadacılık'ı bizim yazınımızda ise Garipçiler denilen Orhan Veli ve arkadaşları hortlattı

 

 

Erdoğan Alkan

(Şiir Sanatı,Yön.Yay.,1995)

 

 

(1) Geniş bilgi için bakınız: Kapitalist Toplum, Zubritski, Mitropolski, Kerov.

(2) Geniş bilgi için bakınız: Türkiye'ye Yabancı Petrol Tröstleri Nasıl Girdi, Erdoğan Alkan, s.: 19-20.

(3) Özden Gü'nceler, Kötülük Çiçekleri, Charles Baudelaire, Erdoğan Alkan, Alaz Yayıncılık.

(4) Ateş Hrsızı Arthur Rimbaud, Erdoğan Alkan, Broy Yayınları.

 
   

 

 

 

   

bugün 57 ziyaretçi (88 klik) burdaydı!
geri git ileri git hakkımda


online
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol